Kasım 2016’da, Dersim Belediyesi eşbaşkanıyken tutuklanmanıza ve on yıl hapis cezası almanıza gerekçe gösterilen iddialar neler, davanız hangi aşamada?
Nurhayat Altun: Yalnızca benimle ilgili değil, birlikte tutuklandığımız hiçbir arkadaşımız açısından hukuksal bir yargılama söz konusu değil. İddianamelerde suç teşkil eden herhangi bir husus yok. Gözaltına alınış biçimimizen tutun da devam eden yargılamaya kadar, tamamı intikam duygusuyla yürütülen siyasi bir süreç bu. Eş başkanken yürüttüğümüz politikaları, yaptığımız açıklamaları bunun için araçsallaştırıyorlar. Sistem, iktidar güç kaybettikçe hem bize hem halka yöneliyor. Bizim belediyelerde temel perspektifimiz demokratik, ekolojik, kadın eşitlikçi bir yönetimdir. Bize yapılanların arkasında, kadınların yürüttüğü güçlü mücadeleye karşı erkek egemen sistemin intikam hırsı, öfkesi de yatıyor. Yargılama süreci de böyle işliyor. Duruşmalarda hakimler beyanlarımızı, avukatlarımızın açıklamalarını dinlemiyor bile. Çünkü ortada hukuki bir süreç yok. Zaten mahkeme heyetleri hukuktan filan da anlamıyor. O yüzden duruşmaları sürekli erteleyip bizi burada daha fazla tutmaya çalışıyorlar. Bana verilen 10 yıllık hapis cezası İstinaf Mahkemesi’nde usulden bozuldu. Yargılamam yerel mahkemede tekrar görülüyor. 6 Ekim’de duruşmam var. Bakalım…
Bir yıl önce, bir açıklamanızda infaz düzenlemesiyle adli tutukluların serbest bırakılmasının ardından size üç gün boyunca yemek verilmediğini aktarmıştınız. Şu anda hapishane koşullarınız nasıl?
Kandıra F Tipi Cezaevi’nde kalıyorum. Burası eskiden erkek cezaeviydi, kadınlar yoktu, biz buradaki F tipinde kalan ilk kadınlarız. Koşullar elbette kötü. Yemekler zaten malûm. Biz bunları mesele etmiyoruz, ama insan hakları açısından bunların hepsi birer hak ihlali. Ayrıca, pandemi bahane edilerek zaten sınırlı olan haklarımızın çoğu elimizden alındı. Sosyal haklarımız yok, ailelerimizle açık görüş yapamıyoruz. Görüşler ayda iki kere, iki kişiyle sınırlandırıldı.
En çok zorlandığımız şey birbirimizi görememek. Bizi yalnızlaştırarak tüketmek istiyorlar. Bu sistemi aşacak pratikler üretmeye, bunlardan etkilenmemeye çalışıyoruz. Yan yana yürüyemesek de duvardan duvara birbirimize sesleniyoruz. Etrafımıza ördükleri duvarları yıkıyoruz.
Başka koğuşlardaki arkadaşlarınızla görüşebiliyor musunuz?
İçerideki arkadaşlarımızla haftada iki gün görüşme hakkımız vardı, artık yok. Böylece hem dışarıdan hem de içeriden izole edilmiş durumdayız. Aşılarımızı olmamıza rağmen içeride yaptığımız sosyal çalışma ve aktivitelere de izin verilmiyor. Bunlar keyfi uygulamalar.
Salgından önce durum nasıldı?
Kitap sınırlaması yoktu, şimdi iki ayda üç kitap alabiliyoruz. Pandeminin kitapla ne ilgisi var? Burada yapabileceğimiz temel etkinlik olan okuma hakkı böylece sınırlandırıldı. Sağlıkla ilgili acil bir durum olduğunda nasıl müdahale edileceği konusunda endişelerimiz var. Örneğin, yürüyemeyecek durumdaki tutsaklar için tekerlekli sandalye yok. Zaten tekerlekli sandalye olsa bile kullanılabilecek bir alan yok. Bu, eğer yürüyemiyorsanız sürüneceksiniz demektir. Kelepçe de bir baskı aracı olarak kullanılıyor. Bazen askerler, bazen de bizzat doktorlar, eller kelepçeli olmadan hastalara müdahale edilmeyeceğini söylüyor. Hatta geçenlerde, bir asker arkadaşımızın kelepçesini açmaya yeltenince, doktor müdahale edip “kelepçeyi açarsan bakmam” demiş. Bu tür doktorlar da sağlık konusundaki endişeleri daha da artırıyor.
Sizin bir sağlık sorununuz var mı?
Ben yüksek tansiyon hastasıyım, cezaevinde başladı bu hastalık. Öncesinde böyle bir rahatsızlığım yoktu. Sağlığıma dikkat ediyorum. İki yıl önce hastalanmıştım ve acile kaldırılmıştım. Yürüyebilecek durumda değildim. Sedye veya tekerlekli sandalye olmadığı için son gücümü kullanarak ambulansın getirileceği alana yürümek zorunda kaldım. Ambulans gelene kadar orada uzun süre bekletildim. Sonra da asker olmadan bindirilmeyeceğim söylendi. Bir buçuk saat boyunca da bu nedenle bekletildim. Düşünün, bu durum acil sağlık sorunu varken yaşanıyor. Kalp krizi gibi daha acil, hayati bir sorun olsaydı da aynı uygulamalar yaşanacaktı.
Koğuş arkadaşlarınız kimler, onların durumu nasıl?
İki arkadaşla kalıyoruz. Nesrin Bakırköy Cezaevi’nden sürgün geldi, Zeynep ise Gebze Cezaevi’nde bir süre yattıktan sonra buraya geldi. Nesrin arkadaş 2019’daki açlık grevlerinde uzun süre grevde kaldığından sağlık sorunları yaşıyor. Burada bir şekilde sağlığımızı koruyup kendimize bakmaya çalışıyoruz. Sistemin üzerimize gelmesine karşı direniş geliştirecek güçte görüyoruz kendimizi.
Dersim’de yıllardır ormanlar kasıtlı olarak yakılıyor. CHP’nin ilk defa bir heyet gönderdiğini görüyorum. Dersim’deki yangın Marmaris’i, Marmaris’teki yangın Dersim’i etkiliyor. Halkın doğayı sahiplenmesi çok önemli, ama yeterli değil. Orman yakmanın bir politika olmaktan çıkarılması gerekiyor.
Şu sıralar neler konuşup tartışıyor, neler okuyorsunuz? Gündeminizi daha çok içerideki sorunlar mı, dışarıdaki gelişmeler mi belirliyor?
Hapiste içeriyle dışarıyı birbirinden bağımsız düşünemiyorsunuz. Sanki hep içerideymişsin ve hep içeride kalacakmışsın gibi, tamamen buraya alışmaya dönük bir pratik yok. Bu, dışarıdaki eksikliklerinizi daha rahat görmenizi, meseleleri daha iyi yorumlamanızı da sağlıyor. Sınırlı imkânlara rağmen okuyarak gündemi takip etmeye çalışıyoruz. Fakat okuduğunuzu pratiğe dökebilmek istiyorsunuz, ama burada öyle bir imkân olmadığı için yaptığınız her şey eksik ve soyut kalıyor. Afganistan’daki kadın mücadelesi de, Rojava gündemi de, Türkiye’deki işçinin, memurun sıkıntısı da bizi ilgilendiriyor. Kendi aramızda bunları konuşup yorumluyoruz. Son zamanlarda hücre arkadaşlarımızla Alevilik üzerine çalışıyoruz. Nesrin arkadaşın Alevilik üzerine bir kitap çalışması var.
Daha önce hapishane deneyiminiz olmuş muydu?
Daha önce de cezaevine girdim. İlk defa 1999’da Ümraniye Cezaevi’nde kaldım, o zaman koğuş sistemi vardı. Dolayısıyla, cezaevine girdiğimi pek de anlamamıştım. Zaten çok kısa kalmıştım. Daha sonra, Diyarbakır ve Sincan’da E Tipi, L Tipi cezaevlerinde kaldım. Fakat esas olarak burada, Kandıra’da, F Tipi’nde zorlandığımı söyleyebilirim. Salgın bahanesiyle yapılan kısıtlamaları söyledim. Aynı davadan yargılandığın arkadaşınla koridorda bile yürütmüyorlar. En çok zorlandığımız şey birbirimizi görememek. Bizi yalnızlaştırarak tüketmek istiyorlar. Burada kurulu sistemin esası buna dayanıyor. Bu sistemi aşacak pratikler üretmeye, bunlardan etkilenmemeye çalışıyoruz. Tüm engellemelere rağmen okuyoruz. Yan yana yürüyemesek de duvardan duvara birbirimize sesleniyoruz. Etrafımıza ördükleri duvarları yıkıyoruz.
Geçtiğimiz günlerde, iki hafta boyunca Dersim’de orman yangınları çıktı ve bu yangınlara müdahale edilmesi ancak ısrarlı kamuoyu baskısıyla mümkün oldu. Bu süreci takip edebildiniz mi?
Dersim’de yıllardır ormanlar özellikle yakılıyor. Ya çatışma çıktı bahanesiyle, ya operasyon var diyerek ya da salt doğaya zarar vermek için, kasıtlı olarak yakılıyor Dersim’in ormanları. Fakat yıllardır yanan Dersim ormanlarına CHP’nin ilk defa bir heyet gönderdiğini görüyorum. Daha önce gönderdilerse de ben hatırlamıyorum. Dersim’deki yangın Marmaris’i, Marmaris’teki yangın Dersim’i etkiliyor. Buradan Halk Tv’den, Fox Tv’den gelişmeleri izledik, halkın doğayı sahiplendiğini gördük. Halkın doğayı sahiplenmesi çok önemli, ama yeterli değil. Orman yakmanın bir politika olmaktan çıkarılması gerekiyor. Bu tür durumlarda birlikte hareket etmenin önemli olduğunu bilmeliyiz.
CHP önümüzdeki ilk seçimde, Millet İttifakı’nın iktidara geleceğini söylüyor. Siz de AKP’nin gidici olduğunu düşünüyor musunuz? CHP’nin yürüttüğü muhalefeti nasıl değerlendiriyorsunuz?
CHP’nin muhalefetini genel anlamda yeterli bulmuyorum. Ben iktidar olgusuna karşı bir görüşteyim. Bir iktidar gidip diğeri geldiği zaman toplumu baskı altında tutan mekanizma değişmemiş olacak. Bu A, B, C partisi meselesi değil, toplumun demokrasi meselesidir. O yüzden tüm muhalif kesimlerin demokratik birliği sağlaması gerekiyor. Kılıçdaroğlu’nun “HDP’yle ittifak yapmayacağız” demesi çok talihsiz bir açıklama. Bu tutumu sergilediğinde AKP’den ne farkın kalıyor? Türkiye’ye demokrasi getireceğini söyleyen bir partinin bu noktada olmaması gerekiyor. AKP egemen kılmaya çalıştığı söylemlerle CHP’yi kendi zeminine çekiyor. CHP’nin buna karşı “Ben senden daha Türk’üm, senden daha milliyetçiyim” demesi anlaşılır gibi değil. Kapsayıcılık ve muhalefet açısından CHP eksik kalıyor. Eskinin yerine yeniyi koymadığı sürece A’nın gidip B’nin gelmesi bir şey ifade etmiyor. Varsayalım ki AKP “seçim yaptırmıyorum” dedi. CHP bu durumda ne yapmayı düşünüyor? Alternatif bir planı, programı var mı? HDP’yle yakınlaşmayacağını söyleyen CHP İYİ Parti’yle nasıl yol almayı düşünüyor? Bu ülkede yaşayan tüm halklarla bütünleşmezsen, Kürt sorununun çözümü için çabalamazsan, neyi değiştireceksin? Sayın Abdullah Öcalan’a uygulanan tecritle ilgili bir sözün yoksa, bu, Kürt halkını yaralayacaktır. Hemşerim olan Sayın Kılıçdaroğlu’nu seviyorum, ama politikaları bana zayıf geliyor.
Geçmişte cezaevlerindeki en ufak bir hareketlilik dışarıyı etkiler, aileleri, sivil toplum örgütlerini harekete geçirirdi. Maalesef bugün öyle bir durumdan bahsedemiyoruz. Bizler içeride mücadele etmeye hazırız, dışarıdan da destek olmalı. Bu olmazsa dışarısı da açık cezaevine dönüşecek.
Kamuoyuna mahpusların koşulları hakkında neler aktarmak istersiniz? Sebahat Tuncel daha önce duyarlılık çağrısı yapmıştı. Sizce bu “duyarlılık” nasıl olmalı, ne yapmalı?
Hasta tutsak sayısı çok fazla. Sayın Öcalan’a uygulanan tecridin kaldırılması için tüm cezaevlerinde dönüşümlü olarak açlık grevleri devam ediyor. Mahpuslar izole edilip yalnızlaştırılıyor. Cezaevinde hukuksal hiçbir talep kabul görmüyor. Geçmişte cezaevlerindeki en ufak bir hareketlilik dışarıyı etkiler, aileleri, sivil toplum örgütlerini harekete geçirirdi. Maalesef bugün öyle bir durumdan bahsedemiyoruz. Biz bedenimizi ne kadar açlığa yatırsak da dışarıda sahiplenme olmazsa eksik kalır. Sebahat arkadaşın duyarlılık çağrısına katılıyorum. Bizler içeride mücadele etmeye hazırız, dışarıdan da destek olmalı. Bu olmazsa dışarısı da açık cezaevine dönüşecek. Birlik olmamız lâzım.
Yıllardır hapiste olan seçilmiş bir siyasetçi olarak, partiniz dışında, gerek Dersim’deki gerek Türkiye genelindeki sol siyasetlerden dayanışma gördünüz mü?
Tutuklandığımız günden beri demokratik güçlerden, her kesimden dayanışma gördük. Özellikle 8 Mart’ta İHD’liler dahil her kesimden kadın avukatlar destek ziyaretleri yapıyor. Selamlarını alıyor, onlara selamlarımızı iletiyoruz.
Sizce sol dayanışmanın odak noktası ne olmalı?
Solun dayanışması bu ülkenin demokratikleşmesi için kaçınılmazdır. Sorunlara karşı birlikte hareket etmek, demokrasi bloğu oluşturmak şarttır. “Ben solcuyum ve devrimciyim” diyen herkes ikrarını bu halka verip ona göre mücadelesini yapmalı.
Hapisten çıkıp halkla buluştuğunuzda, yahut katılacağınız ilk mitingde neler söylersiniz?
O konuşma mitingin içeriğine, mitingin nerede, ne için yapıldığına ve o günkü politik, siyasi duruma göre belli olur. Ama bir kadın aktivist olarak ilk çağrım kadınlara olur. Tüm haksızlıklara, yok sayılmalara, inkâra karşı özgürlüğü, demokrasiyi kazanana kadar ortak mücadeleye çağrı yaparım.