Büyük şarkıyazarı-şarkıcı Nick Cave, bir süredir sevenlerinin sorularını doğrudan alıp cevapladığı bir bülten yayınlıyor. The Red Hands File’a Alabama’dan George’un gönderdiği bir soru ise, üç cümlede, olanca nefretini, ayrımcılığını kusuyordu. Nick Cave’in cevabı ise, dünyanın dört bir yanında kötülüğün sıradanlaştığı bir dönemde, tüm sadeliğiyle, zarafetiyle, en temel insanlık ilkelerinin altını çizişiyle ferahlık ve umut yaydı. Önce The Guardian’dan Eleni Stefanou’nun haber yazısını, ardından Nick Cave’in mektubunu aktarıyoruz.
Nick Cave geçtiğimiz yıl hayranlarıyla iletişim kurabilmek için bir bülten yayınlamaya başladı. Fanları ona sorular soruyor, o da bunları yanıtlıyor. “Bağımlılığın pençesindeyken başkalarına yaptığı kötülüklerden sonra kendini nasıl affettiğini” bilmek istiyorlar. Ya da, “bazı zamanlar yaratıcılığını yitirip yitirmediğini, yitirdiyse bununla nasıl başa çıktığını” merak ediyorlar. Keder, yalnızlık ve inanç meseleleri de kafalarını kurcalayan diğer konular.
Bu hafta, Red Hand Files bülteninin 52. sayısını açan aboneler, soru kılığına girmiş homofobik bir yorumla karşılaştılar. Alabama’dan George şöyle soruyordu: “Müziğinizi seven şu kasıntı şişko lezbiyenlerden bıktığınız olmuyor mu hiç? Şahsen sizin müziğinizden büyük keyif alıyorum, ama hayranlarınızın çoğunu dayanılmaz buluyorum. Aynı kafada mıyız, merak ediyorum.”
Cave aynı kafada değildi, ama empatiyle ve biraz da şaka yollu cevap verdi: “İsa çarmıha gerildiğinde ‘Affet onları, ne yaptıklarını bilmiyorlar’ demişti. George, galiba İsa doğrudan sana sesleniyor olabilirdi.” George’un tam bir “hıyar” olduğunu çabucak anlayan Cave, ifade özgürlüğü konusuna geçiş yaparak iki farklı kanıyı bağdaştırmaya girişiyordu: Evet, insanların her istediklerini söyleme hakkı vardır, ama söylediklerinin sonuçlarına da katlanmaları gerekir.
Altı paragraf boyunca Cave çağımızın en tartışmalı meselelerine giriyor, ama hiç de kolaya kaçmıyor. Hazır etiketlerden ve öfke dilinden uzak duruyor ve sonucunda umut için bir alan –bu dünyanın George’ları ve onların nefretiyle kirlenmiş insanlar, topluluklar ve toplumlar için bir umut alanı– yaratıyor. “Daha iyi biri olma fırsatı daima önümüzdedir –bir sonra yapacağımız şey, yapacağımız en kötü, en yıkıcı şey değil de, en iyi şey olabilir,” diye yazıyor ve “bu anlamda, George, senin için de çok geç değil,” diyerek cevabını noktalıyor.
Altı paragraf boyunca Cave çağımızın en tartışmalı meselelerine giriyor, ama hiç de kolaya kaçmıyor. Hazır etiketlerden ve öfke dilinden uzak duruyor, bir umut alanı yaratıyor.
Öfke, bir çizgi aşıldığında, özellikle de etki ve iktidar sahipleri bunu yaptığında, gerekli bir kuvvettir. O olmazsa, “yeni normal” olmaları için yıkıcı fikirlere oksijen ve serbest geçiş kartı vermiş oluruz. Ancak, güvenlik sorunu olmaması kaydıyla, nefreti cömertlikle karşılamanın da güçlü bir yanı var. ABD kadın futbol takımının eş kaptanı Megan Rapinoe, yakın zamanda CNN röportajında Trump’a hitap ederken bunu gösterdi. Gözlerini kameraya dikerek “Mesajınız insanları dışlıyor” dedi: “Bu ülkenin başkanı olarak her bir kişiye göz kulak olmak gibi muazzam bir sorumluluğunuz var ve herkes için daha iyisini yapmanız gerekiyor.”
Kötücül failler Rapinoe’nun bu sözlerinden etkilenmeyecek ve Trump da Trump olmaya devam edecek. Ancak yine de Rapinoe, dışlanma deneyimine (ki bu hepimizin korktuğu bir şey) ve kendimizi sağaltabilme potansiyeline (çoğumuzun arzu ettiği bir şey) dikkat çekerek, gözardı edilmesi zor bir evrensel dille konuşuyor. Üretken fikirlere can suyu veriyor.
Cave’in mektubu, Britanya’nın yeni başbakanı göreve başladığı hafta e-posta kutularına düştü. Boris Johnson, potansiyelimizi daraltan ve bizi karanlıklara yönlendiren insani özelliklerin önde gelen bir hatırlatıcısı: sahtekârlığın, kibrin, narsisizmin. Cave’in mektubu ise, insanların aynı zamanda müşfik ve açık yürekli olabilme kapasitesini hatırlatıyor –ve ışık da böyle parıldıyor.
Nick Cave: Bizi bağlayan yollar
“The Red Hand Files’da hiç size terbiyesizce ve asap bozucu sorular yöneltildiği oluyor mu? Umarım olmuyordur! Bu proje ve müziğiniz için size çok teşekkürler!”
Jessica, Bonn, Almanya
“Müziğinizi seven şu kasıntı şişko lezbiyenlerden bıktığınız olmuyor mu hiç? Şahsen sizin müziğinizden büyük keyif alıyorum, ama hayranlarınızın çoğunu dayanılmaz buluyorum. Aynı kafada mısınız, merak ediyorum.”
George, Alabama, ABD
Sevgili Jessica ve George,
İsa çarmıha gerildiğinde “Affet onları, ne yaptıklarını bilmiyorlar” demişti. George, bana öyle geliyor ki İsa doğrudan sana sesleniyor olabilirdi.
Birkaç hafta önce, “Söyleşi” etkinliklerimden birinde bir soruya cevap verdim. İnsanların istediklerini söyleme hakkını savunuyordum. İnsanların tahrik etme hakkını savunuyordum. Kısacası, ifade özgürlüğünü savunuyordum.
Görüyorum ki, bugünlerde ifade özgürlüğü fikri biraz gözden düşmüş durumda. Bu kavram bazıları tarafından bir kutuplaşma meselesi haline getirildi ve –bu bana biraz tuhaf geliyor ama– bugün ifade özgürlüğünü savunanlar genel olarak aşırı sağ ile ilişkilendiriliyor.
Öte yandan, her ne kadar dilediğimiz gibi konuşma hakkımız olması gerektiğine inanıyor olsam da, söylediklerimizin sonuçları olmalı ve sırf ağzımıza geleni söyleme özgürlüğümüz olduğu için bu söylediklerimizin sonuçlarından azad olma şansımız olmamalı.
Bu nedenle, fikirlerimizi dünyaya açmadan önce etraflıca düşünmemiz önemlidir. The Red Hand Files’da bir soruya karşılık vereceğim zaman, cevabımı formüle etmeden önce düşüncelerimi kâğıda dökmeyi alışkanlık haline getirmişimdir. Bu titizliğin bir sebebi var. Düşüncelerimin sahte, işe yaramaz ve tahripkâr olup olmadığını görmemi sağlıyor.
Daha iyi biri olma fırsatı daima önümüzdedir –bir sonra yapacağımız şey, yapacağımız en kötü, en yıkıcı şey değil de, en iyi şey olabilir. Bu anlamda, George, senin için de çok geç değil.
Demek istediğim şu ki George, ifade özgürlüğü adına sana bir kürsü sundum. Ancak, tahmin yürüterek söylüyorum, bence sorduğun soruyu okuyan insanların muhtemelen yüzde doksan dokuzu senin biraz hıyar olduğunu düşünecek. Belki de yanılıyorum. Oran daha yüksek olabilir. Şimdi diyeceksin ki, “E n’olmuş? Kim beni tanıyor ki? Bu beni nasıl incitebilir ki?” Evet, böyle diyebilirsin. Ama yanılırsın. Sosyal medyadaki nefret trollerinin anonimliğinin onları koruduğuna inanmadığım gibi, bunun seni de korumayacağını düşünüyorum. Birbirimiz arasında teğellenen birtakım psişik patikalar olduğuna inanıyorum ve yarattığımız olumsuzluğun eninde sonunda dönüp bizi bulacağını hissediyorum.
Daha iyi biri olma fırsatı daima önümüzdedir –bir sonra yapacağımız şey, yapacağımız en kötü, en yıkıcı şey değil de, en iyi şey olabilir. Bu anlamda, George, senin için de çok geç değil. Gözlerini yumup izleyicilerimden özür dilersen belki o negatif duygular çözülmeye başlayabilir. İzleyicilerimin, sözlerinin yalnızca senin kendi bireysel evriminin sınırlarına kadar ulaşabileceğini anlayacak denli akıllı ve yeterince affedici olduğunu biliyorum.
İsa, “Affet onları, ne yaptıklarını bilmiyorlar” derken herkesin, her birimizin iyi olma ihtimali olduğundan söz ediyordu, zira her birimiz de gerçekten “ne yaptığımızı bilmiyoruz”. Kendimizi sadece insan olarak kendi kişisel gelişimimizin sınırları içerisinde anlayabiliyoruz. Ne var ki, bundan daha iyisini yapabiliriz.
Evrilmek için, daha iyi bir insan olmak için, insanlığın ve uygarlığın hedeflerini geliştirmek için her zaman bir imkân, bir yol vardır. Bu sadece senin için değil George, benim için de, ve esasen hepimiz için geçerli.
Sevgilerimle,
Nick
Çeviri: Barış Baysal – Mustafa Kemal Ersöz