KÜRT MÜZİĞİNDE YENİ SOLUKLAR

Adem Özgür
11 Şubat 2020
SATIRBAŞLARI

‘90’larda yaşanan rönesansın ardından 2000’lerin başında Kürtçe yayın yapan televizyon kanallarının çoğalması ve dijital teknolojinin getirdiği olanaklar Kürt müziğinin daha tanınır olmasına ve popülerleşmesine neden olmuştu. Ancak Türkiye’deki baskı ortamının yeniden alevlenmesi, Kürt siyasilerin tutuklanması, kayyumlarla birlikte kültür-sanat faaliyetlerinin dahi yasaklanması müziğe de sirayet etti. Fakat Kürt müziğinde uzun süren sessizlik, son zamanlardaki albüm çalışmalarıyla birlikte bozuldu. Kürt müziği nereden geldi, yolu, ufku nereye uzanacak? Yeni albümleri yakın zamanlarda yayınlanan, rock’tan caza çeşitli müzikal tarzlara zevkle uzanan, gelenekle bağlarını da sıkı tutan Tara Mamedova, Ruşen Alkar, Rewşan, Diljen Ronî ve Yunus Dişkaya anlatıyor…
Aynur Doğan’ın Hamburg konseri, Ağustos 2017

Dengbêjlik, hem müzikal açıdan hem de bir anlatı olarak Kürt toplumunun en güçlü tarihsel, kültürel, sanatsal kurumu. Halk ozanı olarak da adlandırabileceğimiz dengbêjler, Kürdistan’daki savaş koşullarının yanısıra sevda öykülerini, yoksulluğu, kahramanlıkları nesilden nesile dört bir yana taşıdı. Dengbêjlerin dilinde gelişen ve bugüne kadar ulaşan klam’lar, günümüz Kürt müzisyenleri için de önemli bir kültürel zemin oluşturdu.

Kürt müzisyenler, bu kültürel birikimden ilhamla, 1970’lerde sol politik imgelerle ve Batı müziğinin imkânlarıyla tanışma olanağını buldu. Politik temaların müziğe yansıması ve müziğin politik faaliyetler açısından önem kazanması bu dönemde gerçekleşti. 1970’lerin pop-rock geleneğiyle 1980 sonrasının sol protest türleri, 1990 sonrası politik Kürt müziğini de etkiledi.[1]

1980’lerin sonları ve 1990’lar ise Kürdistan’da çatışmaların şiddetlendiği, gazete bürolarının bombalandığı, faili meçhul cinayetlerin işlendiği, parti yöneticilerine yönelik baskıların arttığı yıllardı. Bu yıllarda devlet şiddetinin etkisini aşmaya çalışan Kürt politik çevreler, kendi tabanlarıyla iletişim kurmak adına kültür-sanat çalışmalarını da değerlendirdi.

90’lardaki çalışmalar Adorno’nun “Vatanı olmayan insanlar için yazmak, yaşamak için bir yer halini alır” sözü anımsatıyor. Çünkü vatanı dört parçaya bölünen Kürtler için yazmak, dolayısıyla müzik üretimi yaşamanın yeni bir formuydu artık.

Bu çalışmalar Alman düşünür, bestekâr ve müzikbilimci Theodor W. Adorno’nun “Vatanı olmayan insanlar için yazmak, yaşamak için bir yer halini alır” sözlerini anımsatıyor. Çünkü topraklarında sürekli savaş hali hâkim olan, vatanı dört parçaya bölünen Kürtler için yazmak, dolayısıyla müzik üretimi yaşamanın yeni bir formuydu artık.

2000’ler saklı kaset döneminin sonlandığı, uydu yayını yapan televizyon kanallarının çoğaldığı, politik imgelerin ilk defa televizyon ekranlarından evlere girdiği bir dönemdi. Bu yıllarda Kürtçe eserler dijital platformlarda yayınlanmaya başlandı, anadili üzerindeki yasaklar kısmen kalktı ve politikada yeni açılımlar ortaya çıktı. Aynı dönemde Türkiye’de çok önemli konserler veren Kürt müzisyenlerin isimleri Türk televizyon kanallarında ve gazetelerinde anılır oldu. Bu hızlı gelişmeler, popülerleşen Kürt müziğinin “özgürleşme” pratiğiyle birleşmesini sağlıyordu.

Karapetê Xeco, Şakiro, Mihemed Arif Cizrewî, Meryem Xan, Ayşe Şan, Mizgîn Tahir, Aynur Doğan, Gülistan ve Şivan Perwer, Tahsin Taha, Aram Tigran, Ciwan Haco, Hozan Serhad, Delil Dilanar, Mihemed Şêxo, Nizamettin Ariç gibi daha birçok dengbêj ve müzisyenden etkilenen yeni nesil sanatçılar, bu dönemde farklı yorum ve tarzlarıyla Kürt müziğine soluk getirdi.

 

Tara Mamedova: “Zenginliğimizin kutusu daha açılmadı”

Ayşe Şan, Mizgîn Tahir, Meryem Xan, Gülistan Perwer ve Aynur Doğan gibi sanatçılar uzun yıllar Kürt müziğine hizmet ederek dilin ve kültürün aktarımında önemli roller üstlendi. Erkek egemen zihniyete karşı üretmekten hiçbir zaman geri durmayan Kürt kadın müzisyenler kendilerinden sonraki kuşağa da örnek oldu.
Bu önemli kültürel mirası devralan Kürt kadın müzisyenler, son yıllardaki albümlerinde blues, caz, pop-rock, progresif rock gibi türleri Kürtçeyle buluşturarak yeni bir tarz yarattı. Son yıllarda yapılan çalışmaların çoğunluğu kadınlara ait. Hedûr adlı yeni albümünü geçtiğimiz günlerde yayınlayan Aynur Doğan’ın yanısıra Rojda, Rewşan, Tara Mamedova, Ruşen Alkar gibi isimler farklı türlerdeki albümlerini dinleyicileriyle buluşturdu.
Kültür-sanat çalışmalarında kadınların sesi yükseldikçe toplumun da değişeceğine inandığını söyleyen Sovyet Kürtlerinden müzisyen Tara Mamedova, beş yıllık aranın ardından 2019’da etnik caz tarzındaki Canlı Performans Live adlı albümüyle yeniden sevenlerine ulaştı.

“Zenginliğimizi doğuran kutu daha açılmadı, bunu hep birlikte açmamız gerekiyor. Kadın müzisyenlerin üretimdeki rolü çok farklı. Kadın müzisyenler çoğaldıkça ve üretmeye devam ettikçe toplumda da bir değişim olacaktır.”

Kürdistan’ın çok kültürlü bir yapıya sahip olduğunu Mamedova, “Zenginliğimizi doğuran kutu daha açılmadı, bunu hep birlikte açmamız gerekiyor” diyerek kadın müzisyenlerin önemine dikkat çekiyor: “Kadın müzisyenlerin üretimdeki rolü çok farklı. Kadın müzisyenler çoğaldıkça ve üretmeye devam ettikçe toplumda da bir değişim olacaktır. Son yıllarda kadın müzisyenler tarafından çok kıymetli albüm çalışmaları yapıldı ve bu, Kürt müziğinde bir şeylerin değişeceğinin göstergesidir. Kürt müzisyenleri için bugün yeni bir eser yaratmak eskisine göre çok daha zor ve görüyoruz ki birçok sanatçı destek almadan çalışmalarını sürdürüyor. Bu çok kıymetlidir.”
Tabii içinde bulunduğumuz bilinç –ve bilinçdışı– endüstrileri çağında, müzisyenlerin üretim ilişkilerinin bir diğer veçhesi de dinleyicilerin beğenisi. Mamedova’ya göre sanatçılar terazinin bu kefesine fazlaca eğilmemeli: “Dinleyiciler eskiden albümleri ya da kasetleri satın alır, o müzikleri gün içerisinde birçok kez dinlerdi. Dolayısıyla o melodiler insanların ruhuna işlemiş olurdu. Bugünse bambaşka bir zamanda yaşıyoruz. İnsanlar kolaylıkla müziğe erişme imkânına sahip, dolayısıyla müzisyenler de bazen kendi prensiplerinden vazgeçerek dinleyicinin ilgisini çekebilecek arayışlar peşine düşüyor. Bu büyük bir hata.”

 

Ruşen Alkar: “Tamamlayıcı bir yolculuk”

Sonbahardan bu yana özellikle kadın müzisyenlerin ağırlıklı olduğu bir döneme girildiğini düşünen Ruşen Alkar’a göre, Kürt sanatçıların durgunluk döneminden daha enerji dolu bir zaman bu: “Yol açıcı ve değişimi temsil eden sanatçıların kadın olmasının dinleyici üzerinde kıymetli bir tesir yarattığını gözlemliyorum. Toplumsal bakımdan zor evrelerdeki şartlarla kadınların daha iyi mücadele ettiğini düşünüyorum. İçinde olduğumuz üretken süreç de bu tespiti destekler nitelikte.”
Alkar, kadınların ürettikleri her şeyle yenilik yaratacağına, bunun toplumsal yaşama da yansıyacağına inanıyor: “Erkek egemen toplumda yaşadığımız için sosyal statü anlamında gerilerde olan her kim üretirse bu bir yenilik yaratacaktır. Çünkü dayatılan yaşama modelinin dışına çıkıyor her şekilde. Hele ki kadın kendi sözünü, bestesini, aranjesini yapıyorsa, bu onu egemen gözünde tehdit unsuru yapar. Son zamanlarda sosyal medya üzerinde kadın Kürt sanatçılara yönelik tatsız ve mesnetsiz yorumlar buna örnek gösterilebilir. Kadınlar üretimleriyle yeni kapılar açar ve zor zamanlarda ayakta kalmayı çok iyi bilirler. Yenilenmek ve üretmek bir kadının mayasında vardır. Dolayısıyla kadın yaşamın ta kendisidir. Yeter ki iç dünyasını dışa aktarabilecek bir cesaret noktasına gelebilsin.”

“Kürtçe müzik deyince akla gelen klişelerden kaçarak, ama aynı zamanda dinleyicinin kimlik ile ilgili hafızasına dokunarak bir müzik üretmek oldu misyonum. Tabii ki Koma Wetan, Nûbûn gibi örneklerden cesaret alarak.”

Alkar, Kürt müziğinin belli bir dönem için sessizliğe bürünmesinin siyasi konjonktürle ilgisi olduğunu belirtiyor: “Aslında müzik siyasi gelişmelerle son derece ilintili. Biz kusuru hep müzikte aramaya meyilliyiz, ama tıkanma aslında siyasi ve toplumsal boyutta. Müziğin yeni ufuklar açtığı dönemleri göz önüne getirdiğimizde o dönemde ana akım medyada ya da siyasi düzlemde daha demokratik ve çoğulcu söylemlerin var olabildiği bir hal gözlemleriz. Bu atmosfer yoksa eğer, müzisyen ne kadar yeni bir şey üretirse üretsin, tek başına bu engeli aşamaz. Bunun sağlamasını şöyle yapabiliriz: Bir dönem çığır açan sanatçılar günümüzde hâlâ üretmeye devam ediyorlar, fakat bu üretimler dinleyicide aynı duyguları yaratmıyor. Çünkü o coşkuyu hissedecekleri bir sosyal, siyasi rahatlık içinde değiller.”
2015 tarihli Sebr’in ardından Hêdî Hêdî adlı ikinci albümü kasım sonunda yayınlanan Ruşen Alkar, “Kürtçe müzik dinlemeye başladığım ilk zamanlarda bu alanda önemli bir parçanın eksikliğini hissettim hep. Kürtçe şarkı söylemek ve beste yapmak uzun süre benim için bir ihtimal değildi” diyor: “Bunun haddim olmadığı fikriyle çekinik kaldım uzun süre.  Fakat hayat bir noktada sana bu sorumluluğu veriyor. Ben de kendimi bu mesuliyetle ve heyecanla baş başa buldum bir anda. Tamamlayıcı bir yolculuk başladı böylelikle. Kürtçe müzik deyince akla gelen klişelerden kaçarak, ama aynı zamanda dinleyicinin kimlik ile ilgili hafızasına dokunarak, risk alan, deneyerek ihtimaller üreten bir müzik üretmek oldu misyonum. Tabii ki bizden önce varış noktasını daha ileriye taşımaya cesaret etmiş Koma Wetan, Nûbûn gibi örneklerden cesaret alarak.”

 

 

Rewşan: “Kadim zamanların ilhamı”

Kürt müziğindeki değişim ve dijital teknolojinin getirdiği olanakların öneminden söz eden müzisyen Rewşan, “Denemeler kıymetli, denemelerin yerini bulması için ulaşılacak kitlenin buna hazır olması da önemli” diyerek sözlerine başlıyor:
“Günümüzde yeni neslin dünya müziği ile kurduğu bağ, farklı kültürlerden haberdar olabilme becerisi, teknolojinin buna elverişli hale gelmesi, farklı kültürlerle temas içinde olma kolaylığı gibi faktörler de belirleyici diye düşünüyorum. Yani bu bir buluşma. İki kanat da yerli yerinde olunca kuş kanatlanıyor. Yenilik, zoraki olabilecek bir olgu değil. Şartlar oluştuğunda kendiliğinden gerçekleşir.”
2018 Şubat’ında Ax Lê Wesê adlı ilk albümüyle sevenlerine ulaşan Rewşan, 2020’nin ilk gününde TOV (Tohum) albümünü çıkardı. TOV’da yer alan şarkıların derleme, araştırma ve besteleme gibi ön çalışma gerektiren kısımları yaklaşık dört yıl sürdü. Rewşan’a göre, bu eserlerin ortak bir sound ile tek albümde paylaşılmasını istedikleri için dört yıl beklemişler:

“TOV geçmişin şiirsel belleğinden besleniyor; bazen bir güzelin utangaç bakışıyla kara sevdaya tutulmuş bir delikanlının serzenişini, bazen muhacir bir babanın kızına öğüdünü, bazen de bir din önderinin nefsi ve inancıyla olan imtihanını anlatıyor.”

“Albümün müzik direktörlüğünü ve aranjelerini Hakan Gürbüz üstlendi, kendisi hem çok güvendiğim bir müzisyen hem de inanılmaz ufuk açan, dünya ölçeğinde işler yapma arzusunda olan bir aranjör. Sonuçta bir yıllık bir çalışmayla albümü tamamladık. Uzun bir süre şiirlerin metin analizleri yapıldı; tüm ekip şarkıların hikâyeleri, alt metinleri, şairlerin üslûpları ve hikâyelerin dönemsel bağlamı hakkında bilgilendirildi. Aranjeler tüm bu bilgiler ışığında, yavaş yavaş, ince ince düşünülerek tasarlandı. Kâmuran Ali Bedirhan, Fêrikê Ûsiv ve Aram Tigran gibi çok değerli şair ve ozanların dizeleri ve günümüz bestekârlarından Dr. Ahmet Kaya ve Mirady Doğan’a ait eserlerin birlikteliğiyle progresif folk türünde ortak bir sound oluşturmaya çalıştık.”
Yeni albümü için “aşkın anlatıldığı ve haliyle dilin daha naif olana doğru boyut değiştirdiği zamanlardan söz ediyor” diyen Rewşan’a göre TOV, dillerin ve gönüllerin henüz sınırlarla tanışmadığı kadim zamanlardan ilham alınarak yapılmış:
“Geçmişin şiirsel belleğinden besleniyor; bazen bir güzelin utangaç bakışıyla kara sevdaya tutulmuş bir delikanlının serzenişini, bazen muhacir bir babanın kızına öğüdünü, bazen de bir din önderinin nefsi ve inancıyla olan imtihanını anlatıyor. Müziğin öz hikâyemize nasıl sirayet ettiğini hissettiren TOV, tıpkı bir tohumun belleğinde varolan bilgi gibi, hem büyülü bir geleneğin parçası hem de hiç bitmeyecek bir nefes gibi.”


 

Diljen Ronî: “Caz da olur, heavy metal de”

Diljen Ronî de artık müziğin hızlıca tüketilmesinden, daha kısa müziklerin tercih edilmesinden yana dertli:
“Bizler beste yapmaya, üretmeye devam edeceğiz. Kürt müziğinde belki de çıkmazlar oldu, sanıyorum kuşak farkından ötürü eski müzisyenler yeni kuşağa hitap edemedi. Ayrıca eskiden Kürtçe müziğin kıymeti daha fazlaydı, çünkü sayıca azdı. Dolayısıyla yaratılan çoğu eser kalıcı olmaya adaydı. Şimdi çok sayıda albüm ve güzel beste söz konusu. Bu çok umut verici bir durum. O dönemde çok iyi eserler ortaya çıktı, örneğin Koma Wetan en az yüz yıllık bir albüm bıraktı. Ancak her şeyde olduğu gibi şimdilerde her şey çok hızlı tüketiliyor. Uzun müzikler ve intro’lar yapılmıyor.”
Kürt müziğindeki yenilik ve farklı tarzların niteliği hakkında ne düşündüğünü sorduğumuz Diljen Ronî, Kürt müziğinin belli bir çerçeveye sıkışmadığını ve sınırlarının dışına çıktığını ifade ediyor. Kürtlerin sanat adına birçok kaynağa sahip olduğunu belirterek önemli eserlerin de Türkçeleştirildiğine veya müzisyenlerin Türkçe müzik yaptığına dikkati çekiyor: “Dilimizle duyuramadığımız pek çok kaliteli eserin üzerine Türkçe sözler yazıldı ya da başka dillere mâledildi. Bu eserlerin aslına sadık kalınarak tanıtılması gerekiyordu ve uzun süre bütün Kürt sanatçılar bu kaynaktan beslenerek hem tanındılar hem de Kürtçeyi beslediler, tanıttılar.”

“Klasik Kürtçe şarkıları seslendirmekten çok keyif alıyorum. Ama yeni şeyler denemeyi de seviyorum. Son albümüm pop-rock altyapısı olan bir albüm oldu.”

Ronî, Kürt müziğinin zannedildiği gibi “lê lê”den, “lo lo”dan ibaret olmadığını vurguluyor: “Bizlerin sadece halk müziği temelli, dengbêj temelli şarkılar yapacağına inananlara yaptığımız müzikle cevap veriyoruz. Diyoruz ki, Kürtçeyle pop müzik de, rock müzik de, caz da, heavy metal de yapılır. Bakın hepsinin örneği vardır. Ben de albümlerimde gelenekten yararlanmayı seven biriyim. Klasik Kürtçe şarkıları seslendirmekten çok keyif alıyorum. Ama yeni şeyler denemeyi de seviyorum. Son albümüm pop-rock altyapısı olan bir albüm oldu. ‘Xewna Derew’, yaklaşık beş yıl aradan sonra yaptığım bir albümdü ve gerçekten her bir şarkıyı keyif alarak hazırladım.”
Beş yıllık aradan sonra 2018’de Xewna Derew (Yalan Rüya) adlı albümüyle sevenlerine ulaşan Diljen Ronî, albümdeki dokuz şarkının beşinin sözlerini, yedisinin bestesini yaptı ve Koma Wetan’dan Kerem Gerdenzerî’nin “Sînê” şarkısını yorumladı. Ayrıca Cigerxwîn’in şiirinden Hozan Dilgeş’in bestelediği “Ez û Yar” adlı eserini yeniden seslendirdi.

 

Yunus Dişkaya: “Çatlaklardan sızan sesler”

Kürt müziğinin daha kıdemli isimlerinden Yunus Dişkaya ise tarihsel koşullara ve ilişkilere dikkat çekerek başlıyor söze: “Türkçenin referansları içinden Kürtlere dair bir konuyu konuşmanın, aslında indirgenmiş ve çarpık olan bir verili durumu standart ve normalmiş gibi kabul ederek her konuya başlamak gibi bir sıkıntısı oluyor. Bir sömürge toplumuna dair hiçbir şey normal değildir.”
Olağanüstü hal kararnameleriyle hem kültür sanat merkezleri hem de Kürtçe yayın yapan birçok televizyon kanalı, radyo ve gazete kapandı. Bu nedenle dijital medya dışında Kürt sanatçılarının kendilerini ifade edebilecekleri alanlar kısıtlandı. KHK’ler ve kayyum atamalarıyla birlikte sanatsal faaliyetlerin göçertildiğinden söz eden Dişkaya, şunları ifade etti:
“Daha birkaç yıl önce Kürt sanatçıların az da olsa sesini duyurabildiği bütün radyo ve televizyonlara el kondu, kültür sanat merkezleri kapatıldı ve şu an güç bela toparlanan bazı yerler de kayyum eliyle göçertiliyor. Üzerine konuşma şansı bulduğumuz şeylerin de büyük bölümü bu sömürge yapısının tolere edebildiği çatlaklardan bir şekilde sızan sesler. Müzik hakkında sanki şarkı sözünün bir aksesuarıymış gibi konuşulması, nedenlerini anlayabildiğim, ama uzlaşamayacağım bir durum, ama Kürtçe normal bir varoluşa sahip olmadığı için benim için de bir meşruiyet zemini var ve istisnai bir öneme sahip.”

“Müzik hakkında sanki şarkı sözünün bir aksesuarıymış gibi konuşulması, nedenlerini anlayabildiğim, ama uzlaşamayacağım bir durum, ama Kürtçe normal bir varoluşa sahip olmadığı için benim için de bir meşruiyet zemini var ve istisnai bir öneme sahip.”

Yunus Dişkaya, şimdiye kadar yaklaşık 25 albüm hazırladı. Yakın zamanda Red Müzik ile anlaştı ve buradaki ilk albümü Kamîran’ı 2019’da yayınladı. Albümde Kamuran Ali Bedirhan’ın şiirlerinin bestelenen eserler yer alıyor.
“Birkaç yıldır karakterimin aksine sosyal angajmanlara sahip biri gibi görünür olmamın da temel nedeni Kürtçe albümler” diyor Dişkaya: “Ama daha önce söylediğim gibi, normalde şarkı sözü benim için sadece vokalin bir parçasıdır. Temelde performans ve prodüksiyona bağımlı sinema ve müzik gibi sanat dallarını bu sömürge yapısını, insanların bu yapıyla ilişkilerini, imkân ve imkânsızlıklarını vs. yok sayarak konuşmanın bir anlamı yok. Ayrıca müzik benim için üzerine konuşması en zor konulardan biri. Bazı insanların işin doğrusuna dair evrensel bir bilgiye sahipmiş gibi konuşabilmeleri beni hep şaşırtıyor.”
Kürtler ve Kürdistan için müziğin toplumsal süreçte üstlendiği rol çok önemli oldu her zaman. Dengbêjlerden günümüz sanatçılarına kadar yapılan tüm çalışmalarda Kürdistan’ın içinde bulunduğu savaş hali, yarım bırakılan hikâyeler, acılar ve travmalar hiç eksik olmadı. Bu yüzden Kürt müziği zaman zaman duraksasa da hiç eksilmedi. Adorno’nun ifadesiyle iyi müzik, “ancak toplumun o anki koşullarını aktarma ve acının dilini kullanarak dönüşümü tetikleme becerisi sayesinde mümkün olabilir”. Denebilir ki Kürt müziği dün de bu yolu takip etti, bugün de bu beceriye tutunuyor, dönüşümü tetiklemenin yollarını arıyor.

[1] Besime Şen, Devlet, Piyasa, Parti: Nizamettin Ariç ve Kürt Müziği, Avesta Yayınları, 2016.
^