“VOODOO”DAN “SUSAMAM”A, ANKARA’DAN HIPHOP’A AGA B

Söyleşi: Anıl Olcan, Yiğit Atılgan
19 Nisan 2020
SATIRBAŞLARI

Faşizmden intiharlara, yoksulluktan kadın cinayetlerine, ekolojik yıkımdan hayvan haklarına, memleketin halini, hakikatini dile getiren “Susamam” bir gece aniden Türkiye’nin bir numaralı gündemi oldu, etkisini günlerce sürdürdü. 17 rap’çinin ortak şarkısında faşizm bölümünü söyleyen, geçtiğimiz günlerde yeni şarkısı “Bis”i yayınlayan Aga B ile Ankara sokaklarında devriâlem, Express’in kış sayısından naklen…

 

Hiphop kültürüyle nasıl tanıştın?

Aga B: Hikâye klasik. Cartel, abilerimizin bize doldurduğu karışık kasetler, Almanya’daki akrabaların getirdiği albümler… Abimin bir arkadaşının bana çektiği çift taraflı karışık kasetlerin içindeki Eminem şarkısına ayrıca kulak vermekle başladı hikâye. Velhasıl 2000’den beri bir şeyler üretmeye ve yazmaya çalışıyorum. 2012 civarında dikkatleri çektik, avazımız yükseldi, daha fazla insana hitap etmeye başladık. Ve şu an, devam.


Avazınızın yükseldiği dönemden kastın Voo-Doo Records ile rap yaptığın dönem mi?

Evet. Voodoo Records, Onur’un (Suppa) öncüsü olduğu, daha sonra Ezhel’in katılımıyla
oluşmuş bir kayıt stüdyosuydu. Kendi aralarında yaptıkları istişareyle “Aga da olsun”
dediklerinde katıldım ben. Daha sonra Funk’d Up ve başka arkadaşlarımız da katıldı. Bir dönem grup olarak da anıldık. Sahnelere Voodoo ismiyle de çıkıyorduk.

Ankara hiphop kültürünün de başkenti oldu neredeyse. Bunu neye bağlıyorsun?

Ankara’da alt kültür ve kolektif bir iş yapma becerisi daha gelişkin. Sosyal ortamımız ve
evlerimiz çok yakın. Her zaman bir alana yönelmiş arkadaşlarımız ile birlikte kolektif işler içindeydik. Aslında alt kültür, İstanbul’da da yaşıyor, İzmir’de de… Ankara’nın tek bir mahalle gibi oluşundan belki de mevzu daha farklı oldu hep.


90’larda Ankara’nın metal grupları konuşulurdu…


Hâlâ var. Türkiye’de metal müzik yapılıyorsa Ankaralı gruplar yapıyor. (gülüyor)

Ankara’da taksici bir abimiz var. Müzik yaptığımızı biliyorlar, “Susamam”ı izlemişler. Geldi, “gurur duyuyoruz” dedi. Bir anda “eyy, faşizm ne mi” diye başladı, liriklerin sekiz barını söyledi. Mutluluktan utandım, kızardım, durdurdum “abi yapma n’olursun” diye. 

Ankara’da farklı alt kültürleri besleyen bir nüvenin olmasının nedeni ne sence?

Sıkıcı bir şehir. Oradan olan biteni daha iyi gözlemleyebiliyoruz. İstanbul’da zaman çok hızlı akıyor ve akan şeyi yakalayamamak söz konusu. Eskişehir’den de çok yetenekli insanlar çıkıyor. Buna biraz coğrafi mi bakmak lâzım? Deniz yok diye mi? Arkadaşlarınla bir mekândan çok bir sokak köşesinde vakit geçiriyorsun. Bu sürekli bir şeylerle etkileşiminin devamlılığını ve insanların kendi kafasının içine yönelebilmesini sağlıyor. Ama artık “sokakta takılmak” benim gençlik dönemimdeki gibi değil. Sokakta arkadaşlarınla müzik alıp verdiğin bir durum kalmadı. O kültür evlerde devam ediyor. Benim evim böyle bir mekân. O zamanlardan veya daha sonra tanıştığım arkadaşlarımla kolektif içinde devam ediyoruz etkileşime. Müzik yaptığım insanlar arkadaşlarım. Müzik yapmadan önce de tanıdığım insanlar.

Şarkılarında Kara-Kızıl’a göndermeler yapıyorsun. “Bir Ankara Rüzgârı: Gençlerbirliği” ile olan ilişkini nasıl tanımlarsın?

Futbolla pek alâkam yok. Biz Kara-Kızıl rengi seviyoruz, temsil ettiği şeyi ve hissiyatını. Kara-Kızıllarla ve Alkaralarla aynı sokaktayız. Gençlerbirliği’nin tribününün genel olarak duruşunu ve kibarlıklarını çok seviyorum. Dünyada bir şehir, ülke ve ilçe ismi ya da marka taşımayan kulüp Gençlerbirliği. Bu bile sevmek için yeterli. Önceden maçlarını daha sık takip ediyordum. Heyecanlı bir maç yoksa izlemekten keyif aldığım bir spor değil futbol. Türkiye ligi de malûm, heyecanlı bir maç izlemek zor.

 

 

Ankara sokakları deyince Erkin Koray da geliyor akla. Nasıl bir ilişkin var bu mirasla?

Erkin Koray’ı çok severim. Birçok insanı dinliyorum, okuyorum. İsim isim söylesem kendimi sadece söylediğim kadarıyla var etmiş olurum. Herkesten, her şeyden beslenmeye çalışıyorum. Karakterimi var eden bir sürü insan var. Nâzım Hikmet dövmem var misal. Nâzım Hikmet babaannemin kuzeniymiş. Birebir kan bağım yok, ama bir akrabalık söz konusu. Bunu yalnızca bu hisle, bağla vücuduma işlemem bile karakterime perçin… Erkin Koray, Cem Karaca… Bu coğrafyada yapılmış alternatif veya halk müziği, kültür diyebileceğimiz her şeyi anlamaya ve algılamaya çalışıyorum. Bunların mutlaka etkisi olmuştur.

Ezhel’le birlikte yaptığınız “Ateşi Yak”ta Mos Def’in uzaktan akrabanız
oluşundan bahsediyorsun. Nasıl tanımlarsın Ankara’nın Mos Def ile kurduğu ilişkiyi?

Mos Def’in hiphop müzikteki duruşu ile ilgili bir selamdı o. Birçok lirik
sitesinde yanlış yazılmış bu arada o sözler. “Pardon bu kez beni alttan alın, Brooklyn’in köyünden alt tabanım” diyorum. Ama “Brooklyn’in köyü ben alt tabanım” gibi çeviriler okudum. Alt kültür temsili Mos Def’te çok güzel duran bir şey. O yüzden o selam.

Mos Def, “Mathematics” şarkısında Latinlere, Siyahlara selam göndermeyi ihmal
etmiyor. Senin bazı şarkılarında “keke” diye seslenişin de bu minvalde mi?

“Keke” derken tam olarak kelime anlamından bahsediyorum. Keke Kürtçede kardeş demek. Benim hikâyem “farklı olayım” gibi değil. Tam tersi, “şuna da bak” diyerek bir şeyleri teklif etmek istiyorum. Keke de öyle… Arkadaş gruplarında insanlar birbirine “keke” diye hitap ediyor. Biz yaptık demek çok iddialı, ama eminim bizim bir etkimiz vardır. Kardeş çok iyi, gardaş da…  Keke var bir de bu coğrafyadan.

2016’da yayınlanan “Nasip”te “Delirip delirdikçe delirtir deli. Eritip beyin edindik kemiksiz delil” diyorsun. Bu dil örgüsü için ne söylemek istersin?

Bunu çok kontrollü yapmıyorum. Mevzuyu muhabbet eder gibi anlatmaya çalışıyorum. Sanırım anlaşılmamı zorlaştıran durumlardan biri de bu. Bir sohbet halinde olduğu için insanlar “ne anlatıyor” diyebiliyor. Ama bunu çözersen… (gülüyor) Benimle aynı şeyleri hisseden insanlar var. O yüzden çok serbest akıyor.
 


Bu kelime örgüsü belki şiirle kurduğun bağın bir sonucudur, ne dersin?

İnsanlar “Susamam”da çok net sloganlar atmamı beklemiş. “Ne anlattın, faşizm bu
mu yani” dediler. İnsanlar anlamadığından dinlememiş. Ben kıymetli bir şeyden bahsettiğimi düşünüyorum. Bugün Twitter’da okudum, “Faşizm böyle mi işlenir? Şovunu yapmış” demiş biri. Hoşuma gitti bunu teknik bir şov olarak görmesi. Bir ansiklopedi açarak da yazabilirdim ve insanların istediği gibi olurdu. Ama beni anlamayacak insanların kafasına cümle cümle girmeye çalıştım. Faşizm sadece etnik ve siyasi bir mesele değil. Bir insanın diğerine fazla göz teması, insanın hayvana tavrı veya bir memurun yaşlı yurttaşlara kötü davranması da faşizm. Faşizmi besleyen, insanın içinde olan şeyler bunlar. Bu yüzden bunlar hallolduğunda faşizm hallolur demeye çalıştım.

Gezi sonrası dönemde toplumla kurduğun ilişkinin farklılaşmaya başladığını söyleyebilir miyiz? Daha gitgelli bir ilişki göze çarpıyor…


“Hem zerdüşt hem ekol” diye bir sözüm var. (gülüyor) Gezi isyanından sonra hepimiz bir boşluğa düştük, ne olduğunu anlamadık. Mevzu bitince “şimdi nasıl hayat devam ediyor” diye düşünmek benim için birkaç yıl sürdü. Çoğu konudaki fikirlerim değişti. Bunlar benim için deneyimdi. Bunun bir parçası olmak heyecan verici ve üzücüydü. Bu iki kelime yan yana geldiğinde garip duruyor, ama öyleydi. Bu deneyimin benim için acılı bir şey olduğunu söyleyemem o yüzden. Kendimi tanımladım tekrar. Bir ideoloji değil bahsettiğim şey. Bir fikre hizmet etmeye başlamak… “Fikir ve adanmışlık” deyince çok uç yerlere çekilebilir, çekilmesin. Daha düzgün biri olmaya çalışmak, ama “çiçek ekin” demek gibi bir şey değil. “Tükürme” kadar bir etkileşim belki de. Bu, Gezi’den sonraki süreçte oldu.

“Keke” derken tam olarak kelime anlamından bahsediyorum. Keke Kürtçede kardeş demek. Arkadaş gruplarında insanlar birbirine “keke” diye hitap ediyor. Biz yaptık demek çok iddialı, ama eminim bir etkimiz vardır. Kardeş çok iyi, gardaş da. Keke var bir de bu coğrafyadan.

2014’te “Para Pula Meyil” şarkısında yazdığın “Ethem’in kanı ispat ve suçtur” dizesinden 2019’da yaptığın “Telkin” şarkısındaki “en kötü koza kalır” sözüne doğru giden bir dönüşüm varmış gibi hissediliyor halet-i ruhiyende. Mesela Muaf albümünün kapağında da kendi odandan dışarıyı izliyorsun. Bu hissiyatı nasıl tarif edersin?

Bunlar bizim gördüğümüz şeyler. Televizyonda veya haberlerde gördüğümüz için değil. Sokağımızdan, şehrimizden tanıdıklarımızın kahvelerine gidip çay içtiklerini bildiğimizden o isimler geçiyor. Bunları konuşmak demagoji gibi oluyor, ama bunları yaşadık. Bombaların patladığı dönemde stüdyodan çıkan genç bir kardeşimizin evine giderken önüne bacak düşmesi mesela. Bunlar travmatik şeyler, o yüzden bahsetmemek olmaz. Keza 15 Temmuz. O videolarını gördüğümüz kanlı yollar bizim her gün evden işe, işten arkadaşa yürüdüğümüz yollar. Nerden baksan sadece mahallemle ilgili konuşuyorum aslında. Kozaya yaptığım atıf benim ekipleşme ve kolektif yaratma durumuyla ilgili eleştirilerimle ilgili. Hep kolektif bir şeylere yeltenip başaramamaktan o kadar sıkıldım ki. Bu toplumsal bir şeye de çevrilebilir tabii. Sen ve ben güzel olur. Ama en son koza kalsa da olur. Sonra tekrar başka bir şeye dönüşebiliriz. Muaf albümünün kapağı tam olarak bu düşünceyle inşa edildi. Belki ben oraya kapandım, belki de beni oraya kapattılar. Biri de sorarsa “Aga B kimdir” diye, Aga B muaftır.
 


Bir yandan birçok rap’çiyle birlikte “Susamam”da yer aldın. Kadroya katılman nasıl oldu?

Şanışer eski bir arkadaşım. Bir-iki konserde karşılaşıp selamımızı tazelemiştik. Bir arkadaşımız vasıtasıyla bana ulaştılar. Bir şarkı yapmak istediğini, bunun bir sosyal sorumluluk projesi olduğunu ve konular belirlediklerini söyledi. “Çok isterim” dedim. Şarkının içinde kimlerin olduğunu bile sormadım. Hatta ben geç kaldım kendi bölümümü göndermek için. Sağolsun geç kalmama rağmen şarkıya benim bölümümü ekleyebildi. “Susamam”ın içinde bulunmak onur verici.

“Susamam”ın faşizm ile ilgili bölümünü sen söylüyorsun. Sen mi seçtin?

Evet. Kendi konumu kendim seçtim. Şarkının çerçevesi belirlenmişti. “En mustarip olduğum, içimi kaynatan durum nedir” dedim. Faşistlik. Nasıl faşizm? Gündelik faşizm. İçeriği böylece seçtim.

Faşizm gibi çetrefilli bir konuyu kısa bir bölümle anlatmak zor değil mi? Nasıl aştın bu handikapı?

Çok zor. 16 bar beni çok zorladı. Yazdım sildim. Yazdıkça uzamaya başladı ve bu yüzden
üçe ayırdım kendi bölümümü. Faşizm ne mi? Şunları yaparlar. Çözüm ne? Tohum. Matematiği böyle oturttum. Yalnızca ektiğini alacaksın. O yüzden uyan! (gülüyor)

Bir sabah uyandık ve “Susamam” Türkiye için önemli bir vaka haline geldi. Böyle bir etkisinin olacağını düşünüyor muydun?

Bu kadar büyüyeceğini düşünmüyordum. Tabii ki dinleneceğini tahmin ediyordum, ama
bu kadarını düşünmemiştim.

“Susamam”ı sevmeyenler de oldu. Hatta hakkınızda bazı komplo teorileri ortaya atıldı…

Benim aldığım tek negatif yorum var. Oluşturulan “teröristler” algısına kanan bir
 Instagram kullanıcısı “yahu sen de öyle miydin?” deyip ardından rahatsız etmeyecek bir-iki küfür etti. Birbirimizi engelledik. (gülüyor)

“Susamam” kadrosundan fire verenler oldu. Sen nasıl değerlendiriyorsun?

Bence bu durum bile projenin kendi içinde ne kadar tarafsız olduğunun göstergesi. Şarkı nezdinde herkesin hayat dinamikleri farklı, o yüzden kimse için bir şey söyleyemem. Sağolsunlar.


“Susamam”da Deniz Tekin’in kadın haklarıyla ilgili bölümü çok çarpıcıydı. Deniz Tekin kadrodaki rap’çi olmayan tek kişi, değil mi?

Hiphop’çu değil, ama bilir. Yakın arkadaşımız. Eminim Şanışer kadın rap’çilere de gitmiştir. Muhtemelen onların programlarının uymaması ile alâkalıdır.


Türkiye’de kadın Mc’lerin az oluşunu neye bağlıyorsun?

Burada biraz yavaş ilerliyor, ama şu dönem hızlandı onlar da. Eski ortamlar daha az kadın barındırabilen ortamlardı. Geldiğini bildiğim kadın rap’çiler var. Yavaş yavaş artacaktır. Rap müziğin yükselişinin kadın rap’çilerin artmasına etkisinin olacağını düşünüyorum. Bir sene içinde çok güzel işler yapacak kadın MC’ler var.

Ezhel ve Khontkar’a açılan davaların senin üzerinde bir etkisi oldu mu?

Dürüst olmak gerekirse bunu ikiye ayırmamız gerektiğini düşünüyorum. Evet, sokakları
anlatıyoruz. Gördüğün şeyleri anlatırken dolaylı anlatabilirsin. Gördüğün olayların ana
kahramanı senmişsin gibi anlatıyorsun. Herkes iyi bir sinema izleyicisi değil. Bu ülkede ölen bir dizi karakteri için mevlit okutuldu. Bu şaka gibi gelebilir, ama insanlar böyle hissettiler. Bunu gözardı etmeden üretmek gerekiyor.

Otosansür uyguluyor musun?

Evet, yapıyorum. Başıma bir şey gelmesinden korktuğum için değil. Hakkıma ve haklılığıma güveniyorum. İnsanlarla fikrimi paylaşacağım bir imkânım var. Bu fikirlere karşı çıkacak birinin müzikle bunu söylemesi hoşuma gider. Bu hayal mi? Mesela ben müzikle “yere tükürme” dediğimde yine müzikle “hayır, tükürsün” diyecek birinin çıkması kötü mü olur? Beni bu korkutmuyor. Hatta her şey daha da belirginleşir.

Seni korkutan nedir?

Beni, beni dinleyen genç insanların kafasına yanlış bir fikir ekmek korkutuyor. Bu yüzden otosansür uyguluyorum. Sinirlenip yanlış bir şey söyleyebilirim. Söylememem lâzım. Söylediklerime kulak kesilen insanların olduğunu biliyorum. Bu beni endişelendiriyor ve söylemek istediğim şeyi daha kibar anlatıyorum. Ulaşabildiğim insanların hayal gücünü tetiklemeye çalışıyorum. Hem de böyle bir anlatımı daha zekice buluyorum. Dinleyicinin ve aynı zamanda benim de kafamı çalıştırıyor.

Bu dilin imkânlarıyla mı ilgili, yoksa bahsettiğin konularla mı?

İkisi de. Dille ilgili olan taraf daha teknik. İnsanlara bir konuyla ilgili farklı taraflardan
baktırmaya veya bir okuma biçiminin farklı bir cenah için farklı bir anlamının olduğunu
düşündürmeye çalışıyorum. Bunu görselle de desteklemeye çalışıyorum.

Türkçe rap önemli bir ivme kazandı. Önümüzdeki günlerde bu ivmenin seyri nasıl
olacak sence?

Eskiden işsiz gibiydik. Şimdi biri sorunca tanımlayabiliyoruz işimizi. (gülüyor) Ankara’da
taksici bir abimiz var. Müzik yaptığımızı biliyorlar, “Susamam”ı izlemişler. Geldi, “gurur
duyuyoruz” dedi. Bir anda “eyy, faşizm ne mi” diye başladı, liriklerin sekiz barını söyledi. Mutluluktan utandım, kızardım, durdurdum “abi yapma n’olursun” diye. Yeraltı müziği hiphop’un tabii ki taksilerde çalması lâzım. Gece kulübünde de çalması lâzım. Tek bir müzik çalsın demiyorum. Ama hiphop’un her yere ulaşabilecek bir esnekliği var. Diğer tarafları düşünmemeyi bırakmaması lâzım. Yoksa sadece bir sound’dan öteye gidemez. Bazen o sınırlarda gezme durumunu seviyorum. Ama sadece bunun üzerine inşa etmemek gerekiyor müziği. Hiphop’un temelindeki isyankâr durumu kaybetmemek lâzım.

Express, sayı 171, Kış 2020

^