ÖMER FARUK GERGERLİOĞLU İLE BİTMEYEN OHAL, DİNMEYEN KHK ZULMÜ

Söyleşi: Tuba Çameli
20 Şubat 2021
SATIRBAŞLARI
Cezaevlerindeki hak ihlâllerini sürekli gündeme getirdiği için iktidarın hedef tahtasına oturttuğu, Yargıtay’ın da hapis cezasını onayladığı HDP Kocaeli milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’ndan dehşet verici bir seyir izleyen insan hakları ihlâllerini, bitmeyen OHAL’i ve KHK zulmünü dinliyoruz. Express’in 171. sayısından naklen…

2 Aralık’ta demokrat kamuoyunu ayağa kaldıran kritik gelişmeyle başlayalım: Selahattin Demirtaş’ın göğüs sıkışması nedeniyle fenalaştığını, bilincinin kapandığını, fakat hastaneye sevk edilmediğini öğrendik…

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Selahattin Demirtaş’ın 26 Kasım’da rahatsızlandığını, bilincinin kapandığını avukatı sosyal medyada paylaşınca öğrendik, ancak beş gün sonra. Bu haber üzerine TBMM İnsan Haklarını İzleme Komisyonu’nun acilen toplanması için çağrıda bulundum. Oluşan kamuoyu baskısı sonucunda Demirtaş hastaneye sevk edildi. Cana kasteden bir hak ihlalidir bu. Komisyonun ivedilikle Edirne Cezaevi’ni ziyaret etmesi gerekir.

Bir yandan dışarıda da ölüm-kalım mücadelesi sürüyor. İntiharların ekonomik kriz ve savaş dönemlerinde arttığı biliniyor. Türkiye’de intiharların son birkaç yıldaki artışını ve iktidarın sessizliğini nasıl açıklıyorsunuz?

Bitmeyen bir OHAL yaşanıyor. Bireyler adeta tecrit edilmiş halde, büyük bir yalnızlık içindeler. Sert bir yabancılaşma da gözlemek mümkün. Emekçi, işsiz, sosyal lince uğrayan, geçim sıkıntısı çekenler, dışardaki veya cezaevindeki koşullara dayanamayan insanlar intihar ediyor. Toplumsal nedenleri itibarıyla ölümle sonuçlanan intihar girişimleri birer sosyal cinayettir. Aynı zamanda bu kokuşmuş sistemi protesto etmeye yöneliktir. İnsanlar arkalarında bıraktıkları mektuplarda bunu dile getiriyor. Barış Akademisyeni Mehmet Fatih Traş, geride bıraktığı mektupta yaşadığı hukuksuzlukları anlatmıştı. Kasım ayında Antalya’da dört kişilik bir aile ölü bulundu. Baba Selim Şimşek tanık olduğu yolsuzlukları ve vermek zorunda kaldığı rüşvetleri yazdı. Buna karşın iktidar intiharları münferit vakalar olarak göstermek istiyor. Çünkü en ufak bir kıvılcımın yol açacağı toplumsal infialin iktidarlarını tehdit ettiğini biliyorlar. Yetkililerin bir an önce intihar vakalarına ciddiyetle eğilmesi gerekiyor. Onlar ne yapıyor? Meclis’te muhalefetin verdiği intiharlarla ilgili araştırma önergelerini reddediyorlar!

Görüştüğümüz 4 bine yakın KHK mağdurunun yüzde 16’sı intiharı düşündüğünü belirtti. Yüzde 75’i sosyal ilişkilerinin bozulduğunu, yüzde 84’ü ülkeyi terk etmek istediğini ifade ediyor. Yüzde 85’e yakını psikolojik sorun yaşıyor. 20 Temmuz 2016’dan bu yana en az 60 KHK’lı intihar ederek yaşamına son verdi.

Size gelen başvurular arasında intihar eşiğine geldiğini ifade edenler var mı?

Bir buçuk yıldır bana gelen başvurularda insanlar intihar noktasına geldiklerini açık açık yazıyor. Şubat 2019’da yayınladığımız OHAL’in Toplumsal Maliyeti raporu için görüştüğümüz 4 bine yakın OHAL/ KHK mağdurunun yüzde 16’sı intiharı düşündüğünü belirtti. Yüzde 50’si kentlerinden taşınmak zorunda kalmış. Yüzde 75’i sosyal ilişkilerinin bozulduğunu, yüzde 84’ü ülkeyi terk etmek istediğini ifade ediyor. En az yüzde 95’i ekonomik sıkıntı içinde olduğunu belirtirken, yüzde 87’ye yakını dışlandığını ifade ediyor. Yüzde 85’e yakını ise psikolojik sorun yaşıyor. Kronik hastalıklar ve kanser vakalarında artış var. Öyle hazin olaylar var ki. Bülent Uçar KHK ile ihraç edildi, yaşadıklarına kalbi dayanamadı ve öldü. İki yıl sonra devlet “pardon” dedi ve görevine iade etti. Mücahit Karataş KHK sonrası kanser oldu, o da ölümünden sonra geçen ay görevine iade edildi. Adeta mezarlarına yapıldı tebligatlar. Bilmedikleri iş kollarında çalıştıkları için yaşamlarını yitiren KHK’lılar da var maalesef. Urfa Eğitim-Sen üyesi öğretmen Aslan Durmaz KHK ile ihraç edildi ve inşaatta çalışmaya başladı. Çalıştığı binanın çökmesi sonucunda yaşamını yitirdi. En acısı da 20 Temmuz 2016’dan bu yana en az 60 KHK’lı insan intihar ederek yaşamına son verdi. Sadece KHK’lılar değil, yakınları da olumsuz etkileniyor yaşananlardan. Kasım ayında eşi cezaevinde olan bir kadından yardım çağrısı geldi: “13 yaşındaki kızım okulun en üst katından kendini atmak üzereyken bir arkadaşı kurtarıyor. Birkaç gün önce de babasının giysilerine sarılıp uyumak istedi ve ağladı. Artık baş edemiyorum.” OHAL ve KHK’lar ülkenin üzerine bir kâbus gibi çökmüş durumda.

Yaşatılan bu kâbusu Bülent Arınç “facia” olarak tanımladı. Sonra geri adım attı. Neden “KHK faciadır” dedi ve niye geri adım attı?

Bu açıklama üzerine kendisini ziyaret ettim. “KHK faciadır dediniz, o zaman kaldırın KHK’ları” dedim. “Haklısınız, bir yasa ile hallolur” dedi. Yaşanan vakaları anlatırken, “Anlatma olanları, sizden iyi biliyorum, benim de vicdanım var. Bana kalsa yapılması gerek belli” dedi. Geri adım atsa da böylesi bir açıklamanın Cumhurbaşkanlığı İstişare Kurulu üyesinden gelmesi önemli. Herkes faciayı biliyor, ama kimse dile getiremiyor. Çünkü dile getirenlerin üzerinde baskı kuruluyor. Nitekim, Bülent Arınç’ın da FETÖ soruşturmasında beraat verilen damadı hakkındaki karara Ankara Cumhuriyet Savcılığı itiraz etti. Aslında devletin birçok kurumu KHK zulmünü itiraf ediyor. Onur Erden KHK’lı, uzmanlık sınavının sonucunda yaptığı tercihleri ÖSYM değerlendirmeye almadı. Erden dava açtı. ÖSYM mahkemeye bir savunma gönderdi ve yapılanı “devletlerin arındırma politikası” ile açıkladı. Bu facia değil de nedir?

Kasım ayında Anayasa Mahkemesi eski başkanı Haşim Kılıç verdiği bir söyleşide yargıyı, OHAL ve KHK’ları değerlendirdi. Sizce bu söyleşide öne çıkan başlıklar hangileri?

Üç başlık öne çıkıyor kanımca: KHK’lar AYM tarafından denetlenmeliydi ve iptal edilmeliydi. Yargı bağımsız değil. Yasal çerçevede değil, uygulamada sıkıntı var. Hukukçuların bu sözleri ve kamuoyunun vicdanı siyasilere adım attıracak. Ancak AYM başkanlarının görevi bıraktıktan sonra doğruyu söylemesinden ziyade, görevdeyken yasaları uygulamasını bekliyoruz. Milyonların kaderiyle oynanıyor ve koca AYM sessiz kalıyor.

Yine kasım ayında, AKP Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş şöyle dedi: “Normal süreçlerle atmaya kalksak 2030’a kadar bu insanları devlet memurluğundan çıkaramazdık. KHK’lıların mahkemelerde beraat etmiş olması örgüt üyeliği olmadığı anlamına gelmez. Başka deliller var.”

Bu açıklamayla dönemin başbakan yardımcısı, KHK’larda imzası olan Numan Kurtulmuş KHK’ların hukuksuz olduğunu kabul etti ve bu bir nevi itirafname olarak tarihe geçti. OHAL döneminde bile askıya alamayacağınız kişi hak ve özgürlükleri vardır! Bir kişinin örgüt üyesi olduğuna ancak ve ancak mahkemeler karar verir. Mahkemeler beraat verdiği halde kişiyi cezalandırmaya devam eden hiçbir ülkeye hukuk devleti denmez. Bu açıklamaya göre, kişisel, kurumsal kanaatler yasaların yerini almıştır. Delil dedikleri ise sadece hukuksuz fişleme notları olabilir! Bizim kanunlarımızda fişleme notları delil niteliğinde değildir, ulusal ve uluslararası hukukta suçtur!

KHK’lı demek açlık, yalnızlık, işsizlik, ihbarcılık, ihanet, gözaltı, işkence, hapis, tehdit, boşanma, hasret, gurbet, Meriç, ölüm, hastalık, korku, intihar, direniş, cesaret, umut, dayanışma, kardeşlik, bilgi, bilinç, birlik demektir” diyor bir paylaşımında KHK’lı öğretmen, Yüksel direnişçisi Acun Karadağ. Siz nasıl tanımlıyorsunuz?

OHAL/KHK mağdurları, modern hukuk ve yönetim normlarına göre “adil” muameleler olarak görülemeyecek olan keyfi kararlar, hukuka aykırı soruşturma süreçleriyle çok ciddi hak ihlâllerine uğratıldılar. Mağdurların çoğu, gözaltında, hapishanelerde iken hak ihlâllerine maruz bırakıldılar. Tutukluluk sonrası serbest bırakılan veya hiç tutuklanmadan dışarıda yaşamalarına müsaade edilen mağdurların çoğunluğu ise “sivil ölüm”, “sosyal güvencesizlik” ve “açlığa terk edilme” uygulamalarına maruz kaldı. Mağdur yakınları keza. Düşman hukuku uygulandı. 130 binin üzerinde meslekten ihraç, doğrudan ve dolaylı olarak en az 1,5 milyon insanın yaşamının etkilendiği bir süreçten bahsediyoruz.

12 Eylül’den bu yana ne değişti? Yine yasama ve yargı yürütmenin denetiminde. 12 Eylül 3854 öğretmeni ihraç etti, bugün 55 bin öğretmen ihraç edildi. 12 Eylül 120 akademisyeni ihraç etti, bugün bu sayı 6 bin. Tutuklu gazeteci o dönem 31 kişi, bugün 320. ‘80 darbesinde iltica eden kişi sayısı 30 bin, bugün tam iki katı.

Biraz geriye gidersek, 2003’te Kocaeli’de “başörtüsüne özgürlük” eylemlerini başlattınız. Bu tür eylemlerin AKP’nin iktidarını güçlendirdiğini düşünüyor musunuz? O dönem yanınızdaki insanlar bugün size destek veriyor mu?

Benim de içinde olduğum başörtüsü eylemlerinin yarattığı rüzgârla AKP iktidara geldi, doğrudur. AKP “demokratikleşeceğiz” dediği zaman 28 Şubat’ın baskılarından, Kürt ve Ermeni meselesindeki baskılardan bunalmış pek çok kesim umutlanmıştı. Mazlum-Der Kocaeli Şube başkanıyken AKP’nin politikalarında eleştirdiğim hususlar olmasına karşın olumlu adımları destekliyordum. Hatta insan hakları savunucusu olarak görüşlerimi TBMM çatısı altında savunmak istiyorum diyerek 2011’de AKP’den aday adayı oldum. Aday gösterilmedim. Dün 28 Şubat ve sonrasında “irtica tehlikesi” ithamlarından mağdur olanlar bugün aynı belirsizlikteki bir başka kavramı, “iltisak”ı kullanarak insanları itham ediyor. Nasıl başörtüsü “irtica” tehlikesine işaret etmez ise, bir bankaya yatırılan para veya barışı talep etmek bir örgütle ilişkiye, iltisaka işaret etmez. Aynı zalimliği şimdi AKP yapıyor. Başörtüsü eylemlerinde aynı safta yer aldığımız insanlarla uzaklaştık. Adres defterlerinden bir gecede silmişler bizi. Çözüm sürecinde beni mihmandar yapanlar barışa hâlâ destek verdiğim için “terörist” ilan ettiler. Biraz geriye giderek birkaç örnek vermek istiyorum. İzmit’te, Aralık 2004’te, Protestan Kilisesi’ne molotof kokteyli atıldı. Mazlum-Der’deyim, etrafımdaki insanlar şaşırmıştı “başörtüsü diyen adamsın, kiliseye yapılan saldırıyı ilk kınayan sen oluyorsun” diye. Kilisenin pastörü bir Almandı, Wolfgang Hade, yaptığım açıklama üzerine beni aradı. 2007’de Zirve Kitabevi’nde katledilen Tilman Ekkehart Geske Hade’nin kayınbiraderiydi. İhraç edildiğimde beni ilk arayan Wolfgang Hade oldu. AKP’nin kulu kölesi olan Müslümanların umurunda olmadım, ama bir Protestan duyarlılık gösterdi. Mazlum-Der çoğu dindarlardan oluşan bir dernektir. Ben insan hakları diyordum, bazı arkadaşlar bunu Müslüman hakları anlıyordu. Kürdün de, Hıristiyanın da, Ermeninin de hakları çiğnendi, çiğneniyor diyordum, tartışıyorduk. “Sen işleri karıştırdın hoca, başörtüsü yanına bir de Kürt meselesini koymuşsun, senin niyetin bozuk” diyorlardı. Barış Platformu’nun eylemleri başladı 2006’da. Kürtçe pankartlar vardı bu eylemlerde. Yerel basın “Başörtücü Ömer Kürtçü oldu” diye yazdı. Hrant Dink öldürülmüş, beş yıl geçmiş, İslâmi çevrelerden ses yok, bir site kurduk ve sesimizi duyurduk. Bu kez de Akit gazetesi beni “Ermenici” ilan etti. Bugün AKP’ye bakın, çıkış programına ve bugünkü uygulamalarına. Kürt sorununu çözeceğiz dediler, çözüm sürecinde sorumluluk alan partimizin yöneticileri, milletvekilleri, belediye başkanları tutuklandı. 26 belediyesine kayyım atadıkları yetmiyormuş gibi, gözaltılara, baskı politikalarına devam ediyorlar. 12 Eylül zihniyetini ortadan kaldıracaklarını söyleyerek iktidara geldiler. 12 Eylül’den bu yana ne değişti? Yine yasama ve yargı yürütmenin denetiminde. Aydınlar keyfi bir biçimde cezaevlerinde tutulabiliyor. 12 Eylül 3854 öğretmeni ihraç etti, bugün 55 bin öğretmen ihraç edildi. 12 Eylül 120 akademisyeni ihraç etti, bugün bu sayı 6 bin. Tutuklu gazeteci o dönem 31 kişi, bugün 320 kişi. ‘80 darbesinde iltica eden kişi sayısı 30 bin bugün tam iki katı.

AKP’yi izlerken Cemaat’in güçlendiğini gözlemlediniz mi?

Ömer Faruk Gergerlioğlu

Gülen Cemaati kendi iktidarı için uğraşıyor ve herkesle kol kola girebiliyordu. Biz kadrolaşmayı görüyorduk ve dile getiriyorduk. Özellikle sivil toplum Ergenekon sürecinde yaratılan medyatik ortamdan etkileniyordu. Buna karşın hukuksuzluklara yönelik eleştirilerimi ifade ediyordum. Basındaki düşmanlaştırıcı tutumlar beni rahatsız etmeye başlamıştı. İslâmi kesimin bir kısmı hakikatin çizgisinden ayrılarak militan bir bakış açısıyla davranıyordu. O gün cemaat ve iktidar ilişkisini sorgulamayanlar şimdi esip gürlüyor. Sürecin faturası fakir fukaraya kesiliyor, soykırım uygulanıyor. Bu kavramı bilerek kullanıyorum, adil bir yargılama yapılmadan pek çok insan sadece muhalif oldukları için bir torbaya atıldı ve düşmanlaştırıldı. Ben de “barış” dediğim için o torbaya atılanlardanım.

Neden ve nasıl açığa alındınız?

Kocaeli’de Barış Platformu kurmuştuk. Akil insanlar heyetinin Kocaeli’deki görüşmelerine mihmandarlık yaptım. Çözüm süreci bozuldu ve ortalık kan gölüne döndü. Barışı dillendirenler lince uğramaya başladı. 9 Ekim 2016’da bir paylaşım yaptım. Cumartesi Anneleri’nin bir gösterisi vardı, “Çocuklar ölmesin, anneler ağlamasın” temalı. İki tabut vardı mizansende, biri PKK’li, biri de bir asker cenazesini simgeliyordu. Ben de “bu gençlerin tabutları yan yana duracağına dirileri yan yana dursa daha iyi olmaz mı?” dedim ve barış çağırısında bulundum. Milliyetçi kesimler “vatan haini” ilan etti beni. Paylaşım gazete manşetlerine çıktı. Kocaeli İzmit SEKA Devlet Hastanesi’nde göğüs hastalıkları uzmanı olarak çalışıyorum, 27 yıllık doktorum. Odamda hasta beklerken dışarda hastaların gazete manşetleri hakkındaki konuşmalarını duyuyorum. 13 Ekim’de mesai bitiminde başhekim çağırdı ve valiliğin açığa alma kararını bildirdi. İdari ve adli bir soruşturma açıldı. Haber Kocaeli Valiliği’nin sitesinde duyuruldu. İdari soruşturma bir başka hastanede yapıldı. Düşüncelerim sorgulandı. “Niye barış istiyorsun?” gibi sorular soruldu… Valiye mektup yazdım, “yasaları çiğniyorsunuz” dedim. Vali suç duyurusunda bulundu. Böylece iki adli soruşturmam oldu. Bu süreçte önce çocuğumun okulundaki okul aile birliği üyeliğime ve mahalledeki cami yardımlaşma derneğindeki üyeliğime itiraz edildi. Bana KHK ile ihraç edilenlerin resmi kurumlara giremeyeceği söylendi. KHK ile atılmamışım, ama kamu bürokrasisi beni sakıncalılar listesine almıştı çoktan. Çocuğumun okuluna giremiyorum, yıllardır üyesi olduğum cami yardımlaşma derneğinin yönetim kurulundan çıkarılıyorum. Dernekler masası müdürü “bu adamı okula almayın” diyor. Dernekler masası müdürüne gittim. “Nasıl böyle bir hukuksuzluk yaparsanız, ben açığa alındım, atılmadım ki. Ayrıca atılsam bile yasa dernek üyesi olmama engel değil” dedim. Yaşadığımız dönemin ruhunu yansıtan bir cümle kurdu: “Evet, yasada böyle bir şey yok. Ama ben inisiyatif alıyorum. Var mı diyeceğiniz?

KHK ile ihracınızı ne zaman ve nasıl öğrendiniz?

6 Ocak 2017’de 679 sayılı KHK ilan edilmişti. Gece Ahmet Faruk Ünsal aradı, “geçmiş olsun, listede adın var” dedi. Başımdan aşağı kaynar su döküldü. Adli soruşturmalar sonuçlanmamış. İhraç edilen bir arkadaş aradı sonra, “hoşgeldin aramıza, artık sen de vebalı oldun” dedi. Hanıma “ihraç edilmişim” dedim, “hayırlısı olsun” dedi. Oğlum Kayseri’de okuyordu, o gece eve gelecekti, karşılamaya gittim. Kar yağmış. Ortalık bembeyaz, içimiz simsiyah. Sosyal medyadan öğrenmiş. Birbirimize ne diyeceğimizi bilemedik. Herkes suskun. Gece ev ahalisi yattı. O gece sosyal medyada bilinen troll gruplarının saldırılarına maruz kaldım. Bir yerden emir verilmiş belli ki. Web sitemi, sosyal medya hesaplarımı ele geçirdiler. “Kurdun dişine kan değdi” gibi mesajlar yayınladılar. Sabah beşe kadar uyumadım. Ailem için endişe ediyordum. Sokakta biri “terörist” diyerek üzerime yürüdü. Altı ay iş bulamadım. Harcamaları kısmaya başladık. Hastalarım arıyor, ne diyeceğimi bilemiyorum. Özel hastanedeki bir arkadaşa gittim. “Hiçbir hastane seni almaz” dedi.

Sürecin faturası fakir fukaraya kesiliyor, soykırım uygulanıyor. Bu kavramı bilerek kullanıyorum, adil bir yargılama yapılmadan pek çok insan sadece muhalif oldukları için bir torbaya atıldı ve düşmanlaştırıldı. Ben de “barış” dediğim için o torbaya atılanlardanım.

Sonra nasıl iş buldunuz?

Bir doktor Soma katliamında televizyonda çağrı yapan Kimse Yok Mu Derneği’ne SMS ile yardım gönderdiği için ihraç edildi. Bir petrol istasyonuna pompacılık için başvuruyor. Gözlüğü olduğu için işe almıyorlar. “Profesör oldum, ama pompacı olamadım” diye yakınmıştı. Bunları anlatan yazım üzerine Batman’daki özel bir hastane beni aradı, doktora iş vermek istedi. Kabul etmedi hoca. Sonra hastaneyi aradım ve “ben de göğüs hastalıkları uzmanıyım” dedim. Bir sene çalıştım orada. Bu arada çalıştığım özel hastane aranmış, tehdit edilmiş, sonradan duydum.

Adli soruşturmalarınız nasıl sonuçlandı?

Cumartesi Anneleri paylaşımım değil, Murat Karayılan’ın haber de olan bir sözü üzerine yaptığım paylaşım suç kabul edildi. İki buçuk yıl ceza verildi. Diğer adli soruşturmadan bir sonuç çıkmadı. Ben yazıyorum çiziyorum o zaman da. 2017’de Hak ve Adalet Platformu’nu kurduk. OHAL/KHK mağduriyetlerini inceleyen bir rapor yayınladık. Bu arada HDP “vekil adayımız olur musun?” dedi. Ben adaylığımı açıklayınca tekrar kıyamet koptu. Sonradan duydum, istinafa bazı baskılar olmuş. Aralık 2018’de istinaf onadı cezayı. İlk yargı paketinden sonra cezamın kesinliği bozuldu. Şimdi dosyam Yargıtay’da. Bir de dokunulmazlığımın kaldırılmasını talep eden evlere şenlik bir fezlekem var.

Meclis’te iktidar vekilleriyle ilişkileriniz nasıl?

İktidar bloku ne kürsüde ne komisyonlarda ne de kuliste insan hakları ihlâllerine sahip çıkıyor. İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’na bir buçuk yılda 3500 başvuru geldi, hiçbiri incelenmedi. Dertleri ihlâlleri araştırmak değil, örtbas etmek, aklamak. Cezaevleri Alt Komisyonu var, oraya da 2500 başvuru geldi, topu topu beş cezaevi ziyareti gerçekleştirildi. Sincan Cezaevi ziyaretinden sonra “bu komisyondan bir beklentim olamaz” dedim kendi kendime.

Barış Yürüyüşü için İstanbul’dan Şemdinli’ye yürüyecek üç kişilik ekibi Kocaeli’de Barış Platformu üyeleri karşılamıştı. (11 Temmuz 2016)

Ne zaman ziyaret ettiniz Sincan Cezaevi’ni?

Ocak ayında. AKP’li, MHP’li üyeler kırk takla atıyorlar siyasi koğuşlara girmemek için. Ziyaret sırasında mazgallardan bir kadının sesini duyduk, bizi koğuşa davet etti. MLKP koğuşundaki üç genç kadın konuşmak istedi. Öncesinde PKK koğuşuna girdik, açlık grevleri var o dönemde, su yok, kalabalık, insanın yaşamayacağı şartlar vardı karşımızda. Cezaevi alt komisyon başkanı AKP’li Hüseyin Yayman girmek istemedi MLKP koğuşuna. Zor bela girdik. Kadınlar anlatmaya başladı. Yayman konuşturmadı onları. Üç dakika dinlesen ne olur, bırakıp çıkacaksın, insanlar o zindanda kalacak. Sonunda Yayman bağıra çağıra koğuştan çıktı gitti. “Bağımsız olması gereken bir komisyonun başkanı olarak ayıptır yaptığınız” dedim. Benimle de münakaşa etti. Sincan’dan sonra Silivri ve Bakırköy cezaevleri de ziyaret edildi. Silivri ziyaretine bilerek beni dahil etmediler.

Diyarbakır ve Elazığ cezaevlerinde neler gözlemlediniz?

Onca ısrarın sonucunda, kasım başında Diyarbakır Cezaevi Kampüsü’nü ve Elazığ Cezaevi’ni ziyaret ettik. Şehrin içindeki Diyarbakır Zindanı olarak bilinene değil, şehrin dışında farklı tipte cezaevlerini barındıran komplekse gittik. Mahkûmlar ve tutuklular yaşananları sıraladılar: Yemekler yetersiz ve kötü, çocuklara uygun değil. Kantin pahalı. Kadın mahkûmların giysilerine müdahale var. Banyo, tuvaletler yetersiz ve kirli. Soğuk ve sıcak su yetersiz. Kitap kısıtlaması sürüyor. Hastane sevkleri aylarca geciktiriliyor. Çocuklar annesiz, yetişkinler kelepçeli çıkarılıyor doktorun karşısına. Şikâyet dilekçeleri buharlaşıyor. Yeni Yaşam gazetesi verilmiyor. Radyolar toplatılıyor. Havalandırmada Kürtçe türkü söyleyip halay çekince disiplin cezası veriliyor. Mektuplara el konuyor. Çocuk bölümlerinin tuvalet kapıları kırık, havalandırma süreleri kısa ve koğuşların fiziki durumu çocuklara göre değil. Kadın koğuşlarındakiler gözlendiklerini düşünüyor. Kadın koğuşunun banyosunun çıkışında kamera var örneğin. Çocukların boyama kitapları ve kalemleri bilerek verilmiyor. Bir olay anlattılar: Hevi 13 aylıkken yasaya aykırı biçimde annesi ile cezaevinde tutulmuş. Ağır şartlar nedeniyle emzirirken annesi dışarı çıkarmak zorunda kalmış çocuğu. Bu dönemde geçirdiği ağlama krizleri nedeniyle kekeme olmuş Hevi… Elazığ Cezaevi’nde ise gökyüzüne bile tel örgü çekilmiş. Elazığ Cezaevi, hakkındaki işkence raporlarını görmezden gelen bir cezaevi. Adli bölümde içliklerin toplatıldığını gördük. Nakillerde sorun vardı. Herkes üç numara tıraş ediliyor. Bazı koğuşlarda 10 kişilik yerde 21 kişi kalıyordu. Görüş saatleri kısıtlı. Cezaevine gönderilen fotoğrafların üç kişiden fazla olması yasaklanmış. Darp ve kötü muamele iddiaları var. Görevliler burası T.C. değil, “Elazığ Cumhuriyeti” diyorlarmış. “Barış Pınarı” ile şiddet artmış. Görüş günlerinde kadın ziyaretçilere ince arama yapılıyormuş. Bir genç Sakarya Hukuk’u kazandığı halde nakil yaptıramadığı için okula gidemediğini anlattı. PKK ile IŞİD davalarından yatanlar aynı havalandırmaya çıkarıldıklarını ifade ettiler. Mahkûmlara sık sık hücre cezası veriliyormuş. Kadınların vitaminsizlikten saçlarının döküldüğünü öğrendik. Ayrıca 24. dönem vekili Mülkiye Birtane’yi ziyaret ettik. Kanser ve tansiyon hastası. Hastaneye sevk sırasında kötü muamele gördüğü için hastaneye gitmediğini söyledi.

6 Ocak 2017’de 679 sayılı KHK ilan edilmişti. İhraç edilen bir arkadaş aradı, “hoşgeldin aramıza, artık sen de vebalı oldun” dedi. Gece sosyal medyada troll gruplarının saldırılarına maruz kaldım. Sokakta biri “terörist” diyerek üzerime yürüdü. Altı ay iş bulamadım.

Tüm bu ihlâllerin değerlendirileceği Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’yla görüştünüz mü?

Bana gelen başvurular bile TİHEK’e gönderilenden katbekat daha fazla. Van, Ankara ve Urfa baroları işkence raporları yayınlıyor, TİHEK’in umurunda olmuyor. Ekim sonunda İnsan Hakları Vakfı’nın düzenlediği bir toplantıda karşılaştım onlarla. “İnsan hakları ihlâlleri çığrından çıkmış, sesinizi çıkarmıyorsunuz, nasıl insanlarsınız, sonuçlandırdığınız şikâyet var mı?” dedim yüzlerine. Kazara yayınladıkları cezaevi raporlarını da kaldırıyorlar sitelerinden.

OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu ile bir araya geldiniz mi?

Birçok kez görüşmek için başvurmuştum. Sonunda, İnsan Hakları İnceleme Komisyonu olarak OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu’na gittik. Onlarca dosya götürdüm. Askeri bir kurumun yüksek güvenlikli bir binasında çalışıyorlar. Girerken resmen ürperdim. Sarayın seçtiği yedi kişiden oluşuyor komisyon. Biliyorsunuz, biz KHK’lılar ilk altı ay bizi muhatap alacak mahkeme bulamadık. Tüm bunlardan sonra OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu kuruldu ve “iki yılda her şeyi temizleyeceğiz” dediler. Üç yıl bitmiş, 126 bin 200 başvurunun 84 bine yakınını reddeden komisyon 34 bini aşkın başvuruyu değerlendiriyor. Bana göre keyfi bir yavaşlıkla çalışıyor. Mahkemelerin takipsizlik ve beraat verdikleri kişilere komisyon ret kararı veriyor, bu anayasal bir suç. Kararları AİHM ve Venedik kriterlerine aykırı, bir an önce kapatılmalı bu komisyon. Yanımda skandal dosyalar götürmüştüm. Mesela bir kişiyi gerekçesiz ihraç etmişler. Durumunu sordum. Başkan “ben o adamı biliyorum, suçludur, evrakta sahtekârlık yapmıştır” dedi. “Aslını getirin” dedim. “Üç dakikan doldu, sus” dediler. 45-50 kişilik bir oturumda tek kişiyim önünde onlarca dosya olan. Onlarca vaka sundum. “Tamam, bunları araştıracağız, sizi tekrar davet edeceğiz” dediler, üzerinden 11 ay geçti, ses yok.

Üyesi olduğunuz Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’nda neler yaşanıyor?

Toplantılarımız kavga ile geçiyor, kalbim 180-200 atıyor, tansiyonum yükseliyor. Bir partide vekil kalmak için bu kadar zalimliğe neden göz yumuyorlar, hiç anlamıyorum. “İstifa edeyim” diye düşündüm. Sonra, bana yapılan başvuruların resmi tutanaklara geçmesini sağlıyorum, bakarsanız biri dikkate alır diye kararımı değiştirdim. Bir komisyon toplantısında cezaevindeki anne ve bebeklerin durumunu anlatıyorum. AKP vekili Oya Eronat, “ne diye büyütüp duruyorsun bunları, bak biz Sincan’a gittik, bebekli annelere devlet çocuk bezi veriyor, daha ne istiyorlar” dedi. Kulaklarıma inanamadım. Vicdanlar sağır. MHP’li üyeler diyor ki “teröristin insan hakları mı olur”. AKP’liler de destekliyor. Kimin vakasını getiriyorsam komisyona “sen ocusun, bucusun” diyorlar. Sezgin Tanrıkulu hariç, CHP’li komisyon üyeleri belli bir dozda bırakıyorlar itirazlarını. Sadece Meclis değil, her yer böyle. Bir keresinde bir cezaevi müdürünü aradım. Bir adam üç senedir hücrede tutuluyordu. Nedenini öğrenmek istedim. “Siz bakmayın, bunların keyfi yerinde, hücrelerinde ketılları bile var” dedi. Komisyon başkanından randevu aldım, sırf eşleri kayıp olan kadınların hatırı için. Kayıpları anlatıyorum, dedi ki, “işimiz gücümüz yok bu insanların mağduriyetini mi araştıracağız?

KHK mağduru Yüksel direnişçisi Acun Karadağ Ömer Faruk Gergerlioğlu TV’nin konuğu.

Kaçırılanlarla ilgili son durum nedir? Bu kişilerin avukat talep etmemesi vakaların kapatılacağına mı işaret ediyor?

Son üç buçuk yılda 28 kişi kaçırıldı. Şubat 2019’da kaçırılan yedi kişinin altısı ortaya çıktı. Bir kişi hâlâ kayıp: Yusuf Bilge Tunç. Eşi gözaltına alındı yakın zamanda. Bazılarıyla doğrudan konuşma imkânım oldu, bazıları da bana cezaevinden mektup yazdılar. Uzun bir süre bir yerde tutulup işkence görmüşler anlatımlarına göre. Kaçıranlar kendilerini devlet görevlisi olarak tanıtıyormuş. Kaçırılan kişiler 25-30 kilo zayıflamış ve güneş görmedikleri için tenleri solmuş. Ulusal mekanizmalardan bir şey çıkmayınca yakınları AİHM’e, BM’ye başvurdu. AİHM martta Adalet Bakanlığı’na sordu, bakanlık eylüle kadar izin istedi. Eylül ayı gelmeden dört kişi birden ortaya çıktı. Bir kişi ekimde ve diğeri de kasımda ortaya çıkarıldı. Türkiye 80’li, 90’lı yıllara dönmüş durumda. Bakanlıkların yanıt vermediği, AKP’lilerin “vallahi bizim haberimiz yok” dediği, kimsenin haberi olmadan veya birilerinin bilgisi dahilinde insanlar alıkonuyor, işkenceye uğruyor. Hakkında belli bir kamuoyu oluştuğunda da birden ortaya çıkartılıyorlar. Kayıplarla ilgili olarak 12-13 ülkenin büyükelçilikleri geldi, onlarla görüştüm. Ortaya çıkarılanlar tehdit edildikleri için avukat istemiyor, varsa AİHM başvurularının çekilmesini istiyor. Bu yolla vakalar kapatılmak isteniyor. Yeni kişilerin kaçırılmaması için gelişmeleri kamuoyu ile paylaşmayı sürdürüyorum.

780 bebek-çocuk cezaevinde. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?

Bu zulmü “cadı avı” ile açıklayabiliyoruz ancak. Ortaçağ’da cadı avına uğramış muhalifler, ateşlerde yakılmışlar. “Cadılaştırılan insanların” çocukları da aynı ateşlere atılmış. 21. yüzyılda, Türkiye’de 0-6 yaş arasında 780 bebek anneleriyle beraber cezaevinde. 6-18 yaş arasında 2500 çocuk zindanda. Dışarda da KHK’lıların çocukları engelli ise yardımları kesiliyor, okullara kabul edilmiyorlar, sosyal yardımlardan yararlanamıyorlar. Sosyal lince uğruyorlar. Bu zulme bir örnek: Burhan Ataç kan kanseri bir çocuk. Babası tutuklu, annesi KHK’lı. Almanya’da tedavi şansı doğmuş, ama annesinin yurtdışına çıkış izni olmadığı için gidemiyor. Meriç ve Ege’de otuza yakın KHK’lı yaşamını yitirdi, 18’i çocuk ve bebek. Öldükten sonra bile linç devam ediyor. Bir geceyarısı telefonum çaldı, Ege’de bir bot batmıştı. Bursa Adli Tıp Kurumu’na bir bebek ve kadın getirilmiş. Aile cenazelerin Amasya’ya nakline yardımcı olmam için arıyordu beni. Bursa Büyükşehir Belediyesi’ni aradım. Durumu anlattım, cenaze aracı istedim. Vermediler aracı. Aile çaresiz para bulup buluşturup özel bir firmadan kiraladıkları araçla Amasya’ya doğru yola çıktı. Ben de olup biteni sosyal medyaya yansıttım. Kıyametler koptu. Belediye aileyi aramış “gelin araç verelim” diye. Aile “yolu yarıladık” demiş. Ertesi gün belediye “biz araç verdik, aile istemedi” diye açıklama yaptı. Bir bebek ve kadının naaşına hain ilan edildikleri için cenaze aracı verilmiyor. Bunlar cadı avı değil de nedir? Felçli ve yüzde 90 engelli hastalar, yaşlılar yasaya aykırı olarak tutuluyor cezaevlerinde. Yasaya göre, hamilelerin ve altı aya kadar emziren annelerin cezaevinde tutulmaması gerekir. Buna karşın hamile kadınlar ve çocuğunu emziren anneler cezaevinde tutuluyor. Hamile tutuklular çok kötü günler yaşadı. Bazıları çocuklarını düşürdü. Kimi erken doğum yaptı. Erkek gardiyanlar kaldı yanlarında, kadın refakatçiye izin verilmedi. Doğumdan birkaç saat sonra cezaevine getirildiler. Yapılan bu hukuksuzluğu savunanlar kadınların bilerek hamile kaldığını, amaçlarının kamuoyu oluşturmak olduğu söylüyorlar. Adını da “Pennsylvania hamileliği” koymuşlar.

Toplantılarımız kavga ile geçiyor, kalbim 180-200 atıyor, tansiyonum yükseliyor. “İstifa edeyim” diye düşündüm. Sonra, bana yapılan başvuruların resmi tutanaklara geçmesini sağlıyorum, bakarsanız biri dikkate alır diye kararımı değiştirdim.

Kritik eşiği geçen açlık grevlerini de yakından takip ediyor, aileleriyle görüşüyorsunuz…

Gizli tanık ifadeleri ile oluşturulan ve uzun zamandır takip ettiğim Grup Yorum davasında içlerinde açlık grevinde olan Helin Bölek, Bahar Kurt’un da olduğu beş kişi tahliye edildi. Gerçi aynı gün savcılık tahliyeye itiraz etti. Grup Yorum’un üç üyesi halen cezaevinde ve açlık grevinde. Mustafa Koçak, savcı Selim Kiraz davası çerçevesinde cezaevinde. Dosyası bomboş. İşkence iddiaları var. Mesut Şerifoğlu kaymakam Safitürk davasında müebbet hapse mahkûm edilen ve adil olmayan bir yargılama sonucunda açlık grevinde olan bir kişi. Açlık grevleri hakkında Adalet Bakanlığı tarafından tek bir açıklama yapılmadı. KHK’lılar bitmeyen OHAL’e karşı üç yıldır Ankara’da Yüksel’de, Sakarya caddesinde, Düzce’de ve daha birçok platformda mücadele ediyor, yaşadıkları haksızlığı dile getiriyorlar.

Yargı paketleri tüm bu sorunlara yanıt verebilecek mi?

Yargı paketlerini kuşa çevirdiler. İkinci ve üçüncü paketleri milyonlar bekliyor. İktidar gayet rahat. Muhtemelen ocak, şubat aylarına kaldı paketler. Maalesef ikinci yargı paketinin örgüt suçlarını içermeyeceği, adli suçluları kapsayacağı görülüyor. Bu haliyle yaraya merhem olmaz. Yargıda ve cezaevlerinde iş çığrından çıktı. Korkunç bir keyfilik var. Hesap sorulmuyor, yasalar çiğneniyor. Öte yandan, devletin kasasında para yok. Bu durum cezaevlerine de yansıyor. Üç kişilik yemekle on kişi besleniyor. Bana gelen şikâyetleri ele alırken ilgili kamu görevlilerini arıyorum ve yasaların uygulanmasını istiyorum. Bir buçuk yıldır gelen 5 bin vakadan 100’ünü böyle sonuçlandırdık, yasaların uygulanmasını sağlayarak. Mutlaka bir şeyler yapılmalı. Ancak özellikle sivil toplum bir atalet içinde, halbuki gümbür gümbür kampanyalar yapmamız gerek. Geçen sene sağlık yasası çıkarken iktidar bloku genel kuruldan 7 bin KHK’lı doktorun özel hastanelerde çalışmasını engelleyecek maddeleri geçirmek istedi. Engellemeyi başardık. Meclis’in işlevi tartışılır. Ancak kamuoyu desteğiyle yasa ve uygulamalarda değişiklik yapılabilir. Benzeri bir karşı çıkış yargı paketlerine yönelik de yapılabilir. KHK’lıların yaşamsal o kadar çok sorunu var ki.

Özellikle iş yaşamıyla ilgili olanlara birkaç örnek verebilir misiniz?

Barış Akademisyenleri’nin yargılandıkları davalardan beraat etmeleri yaşadıkları haksızlığın telafisi anlamına gelmiyor. 406’sı KHK’lı olan ve pasaportlarına da tahdit koyulan 549 Barış Akademisyeni’nin kayıtsız şartsız il ve kurum kısıtlaması getirmeden görevlerine iade edilmesi gerekiyor. Halen güvenlik soruşturmalarının sonuçlarını bekleyen binlerce doktor var. İşyeri hekimliği belgeleri iptal ediliyor KHK’lı doktorların. Eczacıların medula ekranları hukuksuz bir şekilde kapatılıyor. Yüzlerce KHK’lı öğretmenin çalışma izinleri iptal edildi ve soruşturmaları valiliklerce geciktiriliyor. KHK ile ihraç edilen bir öğretmen miras hakkından yararlandırılmadı mesela. KHK’lıların İŞKUR başvuruları kabul edilmiyor. Emeklilik işlemleri yapılmıyor. SGK verilerine düşülen notlarla insanlar özel sektörde bile iş bulamıyor. Ne yesin bu insanlar? Ağaç kökü mü? Bunların tümü yasalara aykırı bir biçimde intikamcı bir zihniyetle yapılan uygulamalar. Tüm bunların ileride sorun oluşturacağını biliyorlar. Ne yapıyorlar? Tıpkı OHAL İşlemlerini İnceleme Komisyonu gibi SGK’ya da verdiği haksız kararların hesabı sorulamayacak artık. Meclis’e getirilen torba yasa içindeki bir madde ile on binlerce KHK’lıyı sivil ölüme mahkûm eden SGK’ya dokunulmazlık sağlandı.

Size gelen başvuruları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’nin dört bir tarafından, her türlü görüşten başvuru alıyorum. Bir buçuk yıldır üç danışman ve KHK’lı gönüllülerle beraber gece gündüz çalışıyoruz. Daha çok insana ulaşmak için Periscope yayınlarına başladım, elliye yakın yayın yaptık. Ortalama 70 bin izlenmeye ulaştık. Geçen ay Twitter’daki görüntülenme sayımız 36 milyon olmuş. Neredeyse her hafta basın toplantısı yapıyorum, hem web sitemden hem de sosyal medyadan paylaşıyorum. 1003 soru önergesi verdim, bunun sadece yüzde 10’u yanıtlandı. Araştırma önergeleri, kanun teklifleri var. Hamile kadınlar ve yeni doğum yapan annelerle ilgili yaptığımız kampanyalar sonucunda en az 12 kadın tahliye edildi. Anne-babası tutuklu çocuklara psikolojik destek için gönüllü ağı oluşturma gayretim sürüyor. Gelen çağrıları yanıtlamak için kamu kurum kuruluşları ile sürekli irtibat halindeyim. Olumlu sonuç alınca ekip olarak havalara uçuyoruz sevinçten, bir görseniz.

KHK platformları nasıl çalışıyor?

Yaşamın her alanında ihlâller artıyor, pervasızlık ve cezasızlık sürüyor. Hepimizin gözleri önünde 21. yüzyılın felâketi yaşanıyor. İşte bu süreçte ortaya çıkan dayanışma ağları umut veriyor. Ayrıca yirmi civarında ilde KHK platformlarında farklı kesimlerden insanlar KHK zulmüne karşı bir araya geliyor. Sol ve Kürtler mücadele geleneğine sahipti, şimdi muhafazakâr kesim de bununla tanıştı. Ses getiren sosyal medya etkinlikleri yapıyorlar. 5 Ekim’de Ankara’da bu platformlarla bir araya geldik, polis engellemeye çalıştı, toplantımızı yine de yaptık ve sonuç bildirgesi yayınladık. İktidar bize haklarımızı iade etmeyecek, bunun için ayrımsız ve sürekli mücadele etmemiz gerekiyor. Kendime hikâyelerine dokunduğum insanlar için elimden geleni yapacağıma söz verdim. Benim hikâyem de KHK’lı bir insan hakları savunucusu olarak devam ediyor, nasıl ve nereye kadar, göreceğiz.

Express, sayı 171, Aralık 2019

^