Türkiye’yi sarsan “helikopterden atılma” olayı giderek aydınlanıyor. İstanbul bağımsız milletvekili Ahmet Şık’ın hazırladığı ve bugün (2 Kasım) bir basın toplantısıyla duyurduğu rapora göre, Servet Turgut’un ölümü, Osman Şiban’ın ağır yaralanmasıyla sonuçlanan hadise esasen bir linç vakası. “Turgut-Şiban Raporu”na göre, resmi açıklamadaki “helikopterden atladılar” ifadesi işlenen suçu, öldüresiye dayak ve linç girişiminin üstünü örtme amacı taşıyordu. Bu ifadenin gerçeği gizlediği kanaatinin oluşmasıyla birlikte, “helikopterden atıldılar”a dönüşen anlatı da gerçeği tam olarak yansıtmıyor. Zira, Turgut ve Şiban’ın atılması helikopterin pistte olduğu esnada vuku buluyor. Pistte yaşananlar ise iki yurttaşın ölümcül bir işkenceye, bir linçe maruz kalması. Saha araştırması, keşif, tespit, görüşme ve doğruluk kontrolüne dayanan “Turgut-Şiban Raporu”na yakın plan…
İstanbul bağımsız milletvekili Ahmet Şık çalışma arkadaşı Yılmaz Ruhi Demir’le birlikte, 11 Eylül 2020’de Van’ın Çatak ilçesine bağlı Andiçen Köyü, Sürik mezrasında gözaltına alındıktan sonra ağır yaralı halde iki ayrı hastaneye kaldırılan Servet Turgut ve Osman Şiban olayı hakkında 38 sayfadan oluşan ayrıntılı bir rapor hazırladı. Kaldırıldığı hastanede 20 gün komada kaldıktan sonra 30 Eylül’de hayatını kaybeden Servet Turgut’un yakınları ve tedavisi halen devam eden Osman Şiban’la da görüşen Ahmet Şık’ın raporuna göre, köylüler helikopter piste indikten sonra beton zemine atıldı ve burada 100 ila 150 askerin linçine uğradı. Saha araştırması, keşif, tespit, görüşmeler ve doğruluk kontrolü çalışmalarına dayanan rapora göre, Turgut’un ölümünün ve Şiban’ın da ağır yaralanmasının nedeni kalabalık bir asker grubu tarafından linç edilmeleri.
Şık’ın aktardığına göre, Turgut ve Şiban’ın helikopterden atıldığına dair iddianın kaynağı işledikleri suçu, yaptıkları linçi örtbas etmek isteyen askerler. Raporda bununla ilgili şu ifadelere yer veriliyor:
Tanıklar Şiban’ı hastaneye getiren sivil jandarmaların tıbbi müdahale sırasında görevli personel ve çevrede bulunanlara, “Bunlar terörist. Çatışmada aldık, ama getirilirken helikopterden atlayarak kaçmaya çalıştılar” şeklinde konuşmalar yaptıklarını anlatmıştır. Bu ifadelerden de “Helikopterden atlama/atılma/düşme” iddialarının kaynağının bizzat failler olduğunu söylemek mümkün olacaktır. Askerlerin, ağır yaralanmayla sonuçlanan bu dayak/linç işkencesine açıklama yapılamayacağını düşünmüş olma ihtimallerinden hareketle, hastane personeli ve çevrede bulunanlara sarf ettiklerinin değerlendirildiği bu sözler, yakınlarını hastanede koma halinde bulan ailelerce de duyulmuş ve aile durumu HDP milletvekili Murat Sarısaç, avukatlar ve gazetecilere aktarmıştır.
Ahmet Şık ve danışmanı Yılmaz Ruhi Demir 22 Ekim’de, avukatlar ve bir köy sakiniyle birlikte, olayla ilgili incelemede bulunmak üzere Servet Turgut ve Osman Şiban’ın gözaltına alındığı Sürik mezrasında keşif ve incelemelerde bulunduktan sonra, Van’da çok sayıda tanık ve avukatla görüştü. Raporda aktarıldığına göre, Şık’ın ısrarlı taleplerine rağmen, Van Valisi, İl Jandarma Alay Komutanı, Van Cumhuriyet Başsavcısı ve soruşturmayı üstlenen savcıyla görüşmesi mümkün olmadı.
Rapora göre, Servet Turgut ve Osman Şiban’ın helikopterden atıldığına dair iddianın kaynağı işledikleri suçu, yaptıkları linçi örtbas etmek isteyen askerler.
Olayın yaşandığı Sürik mezrasının 1989’da, halkın koruculuk dayatmasını reddetmesi nedeniyle boşaltılıp tahrip edildiği, daha sonra yayla yasağının getirildiği belirtilen raporda, Servet Turgut ve Osman Şiban’la ilgili şu bilgilere yer veriliyor:
Şartların görece düzelmesi üzerine, 29 Eylül 2016’da, Servet Turgut akrabası Tajdin Kaya ile birlikte Beytüşşebap Kaymakamlığı’na başvurarak, altı ailenin yıkılan evlerin yerine kendi ortak imkânlarıyla barınacak yerler inşa etmek ve tarlalarını ekip biçmek için, bu taleplerinin bugün neyi getireceğinden habersiz bir şekilde, özel izin verilmesini talep etmişlerdir. Beytüşşebap İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından 27 Ekim 2016’da işleme alınan dilekçeden sonra, köy sakinleri her yıl mayıs ayı sonundan ekim ayı sonuna kadar tarlalarını ekip biçeceklerine dair özel izin almışlardır. Servet Turgut ve akrabaları dört yıldır bu izinle tarlalarını ekip biçmeye gittiklerini, dedelerinden miras kalan tapulu yaylaları da hayvancılık yapan koçerlere kiraya verdiklerini ifade etmişlerdir. 50 yaşında, sekiz çocuk babası olan Osman Şiban köylerinin boşaltılmasının ardından ailesiyle birlikte göçtüğü Mersin’de esnaflık yapmaktadır. Gerçek yaşı 64 olan, yedi çocuk babası ve üç torun sahibi Servet Turgut nüfus kaydında 55 yaşında görünmektedir. Köylerinin boşaltılmasından sonra ailesiyle birlikte önce Van merkeze, daha sonra da Mersin’e göçen Turgut, birkaç yıl sonra Van Edremit’e göçmüştür.
İçişleri Bakanlığı’nın 8 Eylül 2020 tarihli açıklamasında, Van kırsalında 1040 asker ve polisin katılımıyla Yıldırım-10 Norduz adlı operasyonun başlatıldığını, 11 Eylül’de söz konusu operasyon sırasında üç PKK mensubu ve biri yüzbaşı, ikisi uzman çavuş olmak üzere üç askerin hayatını kaybettiğinin belirtildiğini hatırlatan Ahmet Şık, köylülerin bu çatışmalardan sonra, askerler tarafından yapılan arama-tarama faaliyetleri sırasında gözaltına alındığını aktarıyor.
Servet Turgut ve Osman Şiban’ın gözaltına alındığı sırada köyde çocuklar dahil 13 kişinin bulunduğunun not edildiği raporda, tanıkların beyanlarına dayanarak Şık şu bilgileri veriyor:
Köy sakinleri 11 Eylül 2020 günü saat 05.00 sıralarında, sabah namazına kalktıklarında kuvvetli bir patlama sesi duyulduğunu, patlamanın şiddetiyle evlerin sarsıldığını, patlama sesinden yarım saat kadar sonra, hava tam aydınlanınca, bulundukları yere Google Earth programına göre kuş uçuşu en yakın mesafesi yaklaşık 1.3 kilometre ötedeki dağlık alanın olduğu yerde, uçuş halinde ve iniş yapan çok sayıda helikopter gördüklerini ifade etmektedir. Daha sonra köylüler gündelik işlerini görmek üzere çalışmaya başlamıştır. Öğlene doğru Osman Şiban’ın evinin arka tarafına bir helikopterin iniş yaptığını ve içinden silah ve teçhizatlı olarak donanmış 20 kadar askeri indirdikten sonra yeniden havalandığını anlatan köylüler, “Herkesi köyün açıklık alanında toplayıp diz çöktürdüler. Kimlik kontrolü yaparlarken bize, ‘Buraya teröristler geliyor mu?, Kimler gelip gidiyor?, Siz teröristlere yardım ediyor musunuz?’ diye sordular. ‘Öfkeliyiz. Acımız var. Yüzbaşımızı şehit verdik. Acısını sizden çıkartırız’ diyerek birkaç kişiyi tokatladılar. Kendilerine başsağlığı diledik, ‘Siz asker biz vatandaşız, ama yüzbaşı bizim de komutanımızdır. Sizin şehidiniz bizim de şehidimizdir. Buraya gelip giden olmaz. Biz kendi işimizde gücümüzde insanlarız’ dedik. Ama hınçla davranıyorlardı” demişlerdir.
“Helikopter içinde bizi çok dövdüler. Bir askerin Servet’i kastederek ‘Bu ihtiyarı dövmeyin, ölecek’ dediğini duydum.”
Askerlerin daha sonra tehditler savurarak yaya halde köyden ayrılıp araziye dağıldığını anlatan köylüler kendilerinin de işlerini görmeye devam ettiklerini belirtmişlerdir. Servet Turgut ise diğer köylülerden ayrılarak saman çuvallamak için yayla diye tabir edilen ve Google Earth programına göre köye kuş uçuşu yaklaşık 700 metre mesafede olan tarlasının bulunduğu yere gitmiştir. Köy sakinleri akşam 16.00-17.00 sıralarında askerleri yeniden karşılarında bulmuşlardır. Osman Şiban’ın Ahmet Şık ile görüşmesi kapsamında anlatımlarına göre, yaşananlar şöyle gelişmiştir.
“Ben evin önünde, çoluk çocuğun yanındaydım. Çay içiyordum. Tam hatırlamıyorum, ama akşamdı, saat 4-5 gibi vardı. Baktım Servet Turgut’u getiriyorlar. İki kolunda iki asker, arkasında da silahını beline dayamış bir başka asker olduğu halde kalabalık bir grup asker geliyorlardı. Servet’in başına çuval gibi bir şey geçirmişlerdi. İçimden, ‘Vallahi bunlar çok tehlikeli askerlerdir. Acaba neden böyle yaptılar?’ diye geçirdim. Korkmuştum. Bana doğru geliyorlardı. Bende 100-150 metre benden uzaktayken, ‘Osman Şiban kim?’ diye bağırıyorlardı. Ben de çay içiyordum dışarda. Servet’i öyle görüp de benim adımı bağırınca bardağım elimden düştü. Elimi kaldırdım ‘Osman Şiban benim’ dedim. ‘Gel lan buraya!’ dediler. Ayağa kalktım, o sırada yanıma gelmişlerdi. Servet’in kafasındaki çuval benzeri şeyi de çıkarmışlardı. ‘Servet Turgut, Osman Şiban bu mu?’ diye sordular. ‘Evet budur’ dedi. ‘Osman Şiban bu mu, doğruyu söyle’ diye bağırıyorlardı. Tam üç sefer sordular, üçünde de öyle söyledi. Sonra benden kimlik istedi, verdim. Kimliğe baktı, Servet Turgut’u göstererek, bana ‘Sen bu adamı tanıyor musun?’ diye sordu. ‘Tanıyorum, Servet Turgut’tur. Zaten benim yeğenimdir, nasıl tanımam’ dedim. ‘Bizimle gel’ dediler ve dört-beş asker beni yakalayıp kollarıma girdiler. Ben çoluk çocuğa ‘Korkmayın. Beni geri gönderecekler, ben geleceğim’ dedim. Bizi sardıktan sonra alıp otun (samanların) olduğu yere götürdüler.”
Ahmet Şık’ın askerlerin neden kendisini aradığına ilişkin sorusuna Osman Şiban’ın yanıtı rapora şöyle yansıyor: “Çatışmaların yaşandığı yerin yakınında koçerler vardı. Koçerlere sormuşlar ‘Siz nereden geldiniz, kim sizi getirmiş buraya?’ diye. Koçer de ‘Bu yaylayı Osman bana verdi’ demiş. Adımı oradan öğrenmişler. Ben köy sahibiyim, ev sahibiyim. Buralar dedemin yeridir. Ben öyle saygısız da gitmem oraya. Tapuları da bizim cebimizde. Koçerler, ‘Ben bu yaylayı Osman’dan kiraladım, parasını da Osman’a verdim. İzinsiz gelmedim buraya, yayla Osman’ındır’ diyorlar. Asker de ‘Osman nerede?’ deyince bizim köyü söylüyorlar. Asker iki parça oluyor. Biri, bir dere var, derin bir dere, o dereden geçiyor, biri de ta bizim köye geliyor. Bizim köyün yukarda o tepeye geliyor, Servet’i görüyor. Servet saman doldurmuş, çuval dikiyor, elinde sujin var, biz sujin diyoruz, çuvaldız. Çuvalın ağzını dikiyor. Onun yanına geliyor, ne yapıyor, ne ediyor bilmiyorum, dövüyor, ondan sonra diyor ki, ‘Gel Osman’ı bana göster’. Servet’i alıyor köye getiriyor.”
Raporda, Osman Şiban’ın kardeşi Cengiz Şiban’ın da tanıklığına yer veriliyor. Cengiz Şiban, ağabeyi Osman ve Servet Turgut’un helikoptere bindirilişine dair tanıklığını şu sözlerle aktarıyor:
“Biz o tepeden izliyoruz. Oradan bir tane ateş yaktı, işaret verdi. 10 dakika sürmedi helikopter indi onların etrafına. Bir çembere almışlardı Servet ve Osman’ı. 15-20 asker vardı. Bir grup asker bindi, Servet ve Osman’ı attılar içine, dışarıda çok asker kaldı. Bunları aldılar, sonra helikopter havalandı. Sonra zaten akşam karanlığı oldu, net göremedik. Zaten helikopter de gelmedi. Askerler orada kaldı. O tepelerde, ileride karşı tarafta, dağda asker vardı. Üçüncü gün operasyon kalktı. Ayın 14’ü olmuştu. Ben ata bindim, ulaşım yerine gitmek için. İki-üç saat sürüyor ulaşım yeri, orada telefon çekiyor. Oradan biraderlerle konuştuğumda, bana ‘İkisi de Van Eğitim Araştırma Hastanesi’nin yoğun bakımında’ dediler. O anda bir şok yaşadım. ‘Nasıl olur, sağlam götürdüler. İkisini de bizim yanımızdan aldılar’ dedim. Oradan Van’a gidecektim, ama aile kuşkulanıp üzülür diye vazgeçtim ve hep beraber gitmek için köye döndüm. Araba ayarlamıştık, gece yarısı geldi. Biz de toparlanıp Van’a hastaneye gittik. Orada bizi görüştürmüyorlardı. Sivil askerler, polisler vardı. Akrabalarımız gelmişti.”
“Helikopterin kapısının ağzından arkamızdan aşağıya itildik. Betonun üzerine düştük. Birini duydum, dedi ki ‘bu terörist sağ.’ Sonra, 100-150 asker üzerimize çullandı. Tekmeler, yumruklar… Hepsi dövüyordu bizi.”
Osman Şiban ise helikoptere bindirildikten sonra, uçuş sırasında neler yaşandığını Ahmet Şık’a şu sözlerle anlatıyor:
“Bizi otun oraya götürdüler. Sonra baktım bir helikopter geldi, oraya indi. Bizi döverek helikoptere bindirdiler. Birkaç asker de bizimle bindi, ama çoğu otun orada kaldı. Helikopterde, tam hatırlamıyorum, 20 kadar asker vardı. Ne köyden alırken ne de helikopterin içinde bizi suçlayan hiçbir şey söylemediler. Ben öyle bakıyordum askere, yüzüme yumruğu yapıştırdı. ‘Bakmak yasak, konuşmak yasak, sağa sola bakmak yasak’ diyerek bana vuruyordu. Yüzüme vuruyordu hep. Servet’e de vuruyorlardı. Helikopterin içinde kaç tane yumruk ağzıma vurdular. Helikopterin içinde iki tane cenaze vardı, örgüt mensuplarıymış. Böyle poşet gibi bir çuvalın (ceset torbası) içine torbalamışlardı. Birini açıp başını çıkarttılar, yüzünü gösterdiler ölenin. Bana ‘Sen bunu tanıyorsun’ dediler. Ben ‘tanımıyorum, ne bileyim kimdir’ dedim. Beni yine dövmeye başladılar. Hatta öyle dövdü ki, başımı o poşetin üstüne düşürdü. Telsizden birbirleriyle konuşuyorlardı. ‘Van’ın kışlasına getirin’ gibi şeyler söylediklerini duydum. Helikopterin içinde Servet’le konuşma monuşma hiçbir şey olmadı. Servet’e de bir kez yumruk attıklarını görebildim. Sonra başımız eğik, göremedim, ama helikopter içinde bizi çok dövdüler. Bir askerin, komutan mı bilmiyorum, Servet’i kastederek ‘Bu ihtiyarı dövmeyin, bu ihtiyar ölecek’ dediğini duydum.”
Rapora yansıyan ifadelere göre, Osman Şiban, bindirildikleri helikopter Van İl Jandarma Alay Komutanlığı içindeki piste iniş yaptığında, kendilerini 100-150 civarında bir asker grubunun beklediğini görmüş. Raporun canalıcı kısmını oluşturan bu bölümde Şiban maruz kaldıkları işkenceyi şu sözlerle aktarıyor:
“Helikopter indi. İçindeki askerlerin de hepsi inmiş. Ben de böyle sağa sola baktım. Bizi daha indirmemişlerdi. Helikopterin içinden görünüyor. Baktım dışarıya, 100-150 asker var. Kuşatmış asker, hazır durumda bekliyordu. Silah da var üstlerinde. Birisi, ‘O teröristleri indirin aşağıya’ dedi. Baktım, iki asker yukarı geldi. Önce cenazeleri attılar. Sonra bizi de attılar. Helikopterin kapısının ağzından arkamızdan aşağıya itildik. Servet’le betonun üzerine düştük. Servet’i de attılar, o da benim yanımda. Attılar. Hani yere attılar, biz de yere düştük. Biz öylece yerdeydik. Birini duydum, dedi ki ‘Ya bu terörist sağdır.’ Sonra, o gördüğüm 100-150 asker üzerimize çullandılar. Tekmeler, yumruklar… Vallahi bizi yere sürdüler. Her birimizin başında 10 kişi, 20 kişi. 10 kişi bir kişinin üstüne geçiyordu, hepsi dövüyordu bizi. Bize ne yaptılar bilmiyorum. Bana ne yaptılar bilmiyorum. Yere attılar, oradan sonra başıma geçtiler. Ezdiler başımdan. Helikopterin içinde de dövdüler bizi. Dayak atarlarken ‘teröristler’ diyorlardı bize. Biz köylüyüz, vatandaşız. Bize de terörist diyorlar. Artık ne kadar geçti bilmiyorum. Ne yaptılar, ne ettiler hatırlamıyorum. Orada bayılmışım. Nasıl hastaneye getirdiler, hiç hatırlamıyorum. Gözümü açtım, baktım yanımda biri var, avukat. Çok korkuyordum. Ağlamaya başladım. Polisler de vardı çok. ‘Beni askere teslim etme, beni öldürecekler’ dedim. Dedi ki bana ‘Korkma. Ben buradayım. Akrabaların burada. Seni dövemezler artık’. Ben öyle hatırlıyorum. Bana bunları yaptılar.”
“Faillerin yalanı, müdafilerin gerçeğine dönüşmüş, olayın aslını oluşturan kitlesel dayak ve linç işkencesi gölgede kalmış demek yanlış olmayacaktır. Helikopterden atılma olayının işkence ve kitlesel dayak ile geçen birçok saatin sadece bir detayı olduğu anlaşılmaktadır.”
Raporda, olayla ilgili ısrarlı takipleri ve yaptıkları haberler nedeniyle Mezopotamya Haber Ajansı muhabiri Cemil Uğur, ajansın haber müdürü Adnan Bilen, Jin News muhabiri Şehriban İba’nın, haklarında yürütülen eski bir soruşturma gerekçe gösterilerek, eski Mezopotamya Haber Ajansı çalışanı Nazan Sala’yla birlikte 6 Ekim 2020 tarihinde gözaltına alınıp tutuklandıkları da hatırlatılıyor.
Raporun sonuç bölümünde, Ahmet Şık kamuoyunun ve muhalefetin tepkisine neden olan “helikopterden atıldılar” iddiasının, aslında faillerin suçlarını gizleme telaşıyla ortaya attıkları “resmi yalanın” biçim değiştirmesinden ibaret olduğunu iddia ediyor ve şu ifadelere yer veriyor:
“Helikopterden atladılar” şeklindeki beyan, kayıtlara “yüksekten düşme” ve bu dolayımla “helikopterden düşme” şeklinde girmiştir. Bir yurttaşın ölümü, bir diğerinin de ağır şekilde yaralanması suçunun failleri olan askerler nezdinde “helikopterden atlamış” olan köylülerin yaşadığı işkence/linç, aileler ve peşi sıra Türkiye kamuoyu nezdinde “helikopterden atıldılar” şeklinde yerleşmiş görünmektedir. Yani, faillerin yalanı, müdafilerin gerçeğine dönüşmüş, olayın aslını oluşturan kitlesel bir dayak ve linç işkencesi gölgede kalmış demek yanlış olmayacaktır. İşkenceden sağ kurtulabilen Osman Şiban’ın yere inen helikopterden askerler tarafından arkalarından itilerek beton zemine düşürülmelerini, yaşadığı ağır travmaya da bağlı olarak “atıldık” diye ifade etmesinin de bu iddianın yaygınlaşmasında rol oynadığını söylemek mümkündür. Şiban’ın anlattıklarına bakıldığında, helikopterden atılma olayının işkence ve kitlesel dayak ile geçen birçok saatin sadece bir detayı olduğu, Turgut’u öldüren ve Şiban’ı ağır yaralayan olayın esasen ağır işkence ve kitlesel dayak olduğu anlaşılmaktadır.”