ZEHRA KOSOVA SEMPOZYUMU

Söyleşi: Ayşegül Oğuz
29 Nisan 2023
Geçtiğimiz kış işten atılan Farplas işçilerini ziyaret eden Yoksulluğa Feminist İsyan Kampanya Grubu'nun buluşmasından
SATIRBAŞLARI

Zehra Kosova Kadın Sempozyumu fikri nasıl doğdu?

Necla Akgökçe: Kadın emeğiyle uğraşan, kendisi bizzat işçi olan, sendikalarda temsilci, delege olmuş, ilk defa sendika başkanı olmuş kadınlar var ve neredeyse hiçbirinin ismini bilmiyoruz. Örneğin DİSK üyesi olmuş, 12 Eylül öncesinde fabrikanın önünde faşistler tarafından öldürülmüş bir kadının hikâyesini duyuyoruz, ama onu tanımıyoruz, adını dahi bilmiyoruz. Tüm bu kadınların varolan emek tarihi içerisinde pek görünürlüğü yoktu. Hem o kadınları anmak, hem de emek alanında yapılan çalışmaları bir araya getirmek maksadıyla bu sempozyum için çalışmaya başladık. İlk olarak Zehra Kosova adıyla başlamamızın nedeniyse şu: Sendikacı olmuş pek çok kadına göre onun yaşamı biraz daha göz önünde. En azından kendi kitabını, Ben İşçiyim’i yazdı. Onun yaşamı üzerine makale üreten kadınlar oldu. Feministler de yıllar içinde Zehra Kosova’yı merak etti. Onun bir simge olduğu doğru, hem işçi, hem sendikacı, hem politik olarak aktif bir kadın. Bu yüzden ilk sempozyum onun adına düzenlensin istedik.

Necla Akgökçe

Peki bugünden bakınca Zehra Kosova ne ifade ediyor? Zehra Kosova’nın mücadelesinde bugün hâlâ ilham verici olan yönler ne?

Zehra Kosova tütün işçisi bir kadın, ilk defa tütün işçilerinin örgütlenmesinde yer almış kadın sendikacı, aynı zamanda tütün işçileri sendikası içerisinde kadınlarla ayrı bir çalışma yapılması gerektiğini ileri süren bir kişi. Sol siyaset içinde aktif rol oynuyor. Yaşamına dair ayrıntılar ortaya çıktığı oranda bizler de Zehra Kosova’nın kadın işçi tarihi açısından yerini daha iyi kavramaya başladık. Feminist politika açısından da öğretici bir hayat.

Zehra Kosova’nın yazdığı Ben İşçiyim kitabı TKP’den yoldaşı Zihni Anadol’un önayak olmasıyla 90’ların ortasında yayınlanıyor. Kitap Zehra Kosova’nın bir dönemine ışık tutuyor, ancak Zihni Anadol’un yönlendirmeleri bu otobiyografiyi biraz dönemin devrimci kadın profiline doğru çekiyor. Feministler yeniden Zehra Kosova’yı nasıl keşfetmeli? Sempozyum biraz bu arayışı da murad ediyor mu?

Sempozyum kapsamında Zehra Kosova’nın yaşamına feminist bir perspektifle bakan bir çalışma yok. Ama, erkeklerin gözünden kaçabilecek kadın yaşamının ayrıntılarına bakabilecek feminist kadınların dikkatini bu hayata çekmek istiyoruz. Amaçlarımızdan biri bu. Bu yalnızca Zehra Kosova için geçerli değil. Emek hareketi içerisinde yer alan pek çok kadının, pek çok politik kadının hayatı bir parça erkeklerin anlatısı etrafında şekillendi. Feminist biyografi bunları inkâr etme temelinde şekillenecek gibi geliyor bana. Bu Zehra Kosova’nın hayatı için de geçerli elbette.

Zehra Kosova’nın yeri feminist politika açısından da öğretici bir hayat. Tütün işçisi, ilk defa tütün işçilerinin örgütlenmesinde yer almış kadın sendikacı, tütün işçileri sendikası içerisinde kadınlarla ayrı bir çalışma yapılması gerektiğini ileri süren bir kişi. 

Sempozyum programı hayli yoğun; emek eksenli, ama disiplinler arası bir bakış sunmaya çalışıyorsunuz. Bu içerikle birlikte ortaya nasıl bir bütün çıkabilir?

Kadın grevleri, kadın işçinin gündelik yaşamı, tarihi, sanatla olan ilişkisi üzerinden çalışmalar yapan kadın akademisyenlerin çalışmaları sempozyumda öne çıktı. Bu çeşitliliğin bir nedeni de şu: Feminist bilgi Türkiye’de sadece akademinin tekelinde değil, feminist gruplar da bilgi üretiyor. Sendikalar da artık kadın çalışması yapmaya başladı. Bu çalışmaların da bir biçimde sempozyuma yansımasını arzu ettik, ama sendikalarda çalışma yapan arkadaşlar bu işe çok da ilgi göstermediler. Sendikalarda kadınlarla ilgili halen az çalışma yapılmasına rağmen kadınlar direnişlerde, grevlerde en öndeler. Kadın işçiler artık kendi taleplerini dile getiriyorlar. Ancak, arkadaşlarım katılır mı, bilmiyorum ama, şöyle bir gözlemim var: Akademisyen gidip o anki durumu saptıyor, kendi meselesine çözüm bulduğu anda kadın işçiyle hikâyesi bitiyor. Oysa, bana kalırsa, alanın bilgisi bir sürecin de bilgisi. O sürecin öznesi olan kadın işçiyi akademinin çok iyi taşıdığını, tanıdığını düşünmüyorum. Bu tür karşı karşıya gelişleri artırabilecek başka formlar da bulabilsek keşke. Bu sempozyuma çok büyük anlam yüklüyor gibi bir yanılgıya düşmemeyeyim ama, kadın işçilerle akademiyi kaynaştıracak gibi geliyor bana. Kadınlar olarak yüz yüze, yan yana gelişlerden, karşılaşmalardan öğreniyoruz.

Kadın işçilerin durumunu anlamak için akademik bakış ne kadar imkân sağlıyor? Bu bakışta değişimler oluyor mu?

Elbette değişiyor. Akademide feminist bakış açısını kollayan, kadınların emek süreçlerini akademinin meselesi haline getiren kadınlar feminist hareketten, eylem alanlarından kürsüye geçen kadınlar oldu hep. Ama, son yıllarda akademide kadın çalışmalarının kurumsallaşmasıyla bu bağlantı koptu sanki. Feminist araştırmanın temel hedeflerinden biri kadın yaşamlarını değiştirmek, dönüştürmek. Feminist araştırma, eylem araştırmasıdır.

Akademide feminist bakış açısını kollayan, kadınların emek süreçlerini akademinin meselesi haline getiren kadınlar, eylem alanlarından kürsüye geçen kadınlar oldu hep. Ama, son yıllarda akademide kadın çalışmalarının kurumsallaşmasıyla bu bağlantı koptu sanki. Feminist araştırmanın temel hedeflerinden biri kadın yaşamlarını değiştirmek, dönüştürmek. Feminist araştırma, eylem araştırmasıdır.

Sempozyum için gelen bildirilerde farklı bakış açıları ve yöntemlerle karşılaştığımda ikili bir duygu yaşadım: Popüler feminizmin konuları bir biçimde emek alanına da sirayet etmiş, doğru. Bu, alanın görünürlük kazanmasına katkıda bulunur. Ama emek alanı somut bir alan, mesele insanların geçim meselesi. Kadın emeği alanında kadınların aldığı ücretler erkeklerden düşükse, biz bu açığı bir türlü kapatamıyorsak, sanki bu konuda daha fazla bir şeyler yapmamız gerekiyor. Türkiye’de tanımlı kadın meslek hastalığı yok. Bu konuda çalışan insan da yok. Feminist de yok. Halbuki, kadın işçinin derdine derman olabilecek meseleler üzerinde fikir üretmeliyiz. Şunu da biliyorum, bunlar değişebilir şeyler. Bugüne dek faşizan iktidarlarla mücadele ettik, en sıradan haklarımızı bile kanırtarak alıyoruz. Öte yandan, biraz daha sosyal demokrat bir iktidar kadınların ücretlerinin iyileştirilmesiyle uğraşabilir. Kadın işçi sağlığı için, kadın meslek hastalıklarına, kadın işçi ölümlerine karşı mücadele verebilir.

Tütün işçileri arasında örgütlenerek işçi mücadelesine katılan Zehra Kosova’nın sendika kartı

Kadınİşçi sitesinin geride bıraktığı iki yılı nasıl değerlendirirsin, sence bu karşılaşmalara ve dönüşüme nasıl katkılarda bulundu?

Yola çıkarken hedeflediklerimizin önemli bir bölümünü gerçekleştiremediğimizi söyleyebilirim. En önemli amaçlarımızdan biri, sürece kadın işçileri de çekmekti. Bir kadın işçinin deneyimlerini, günlük yaşantısını, kadınların sendikalarda bulamayacağı türden sorunları –örneğin kadın işçi sağlığını ve iş güvenliğini– açığa çıkarıp görünür kılmak ve bunlardan politika üretilebileceğine dair bir söz üretmek istiyorduk. Evet, bunu belli ölçülerde başardık, ama mesela muhabirlerimiz kadın işçiler olsun istiyorduk. Alanın, fabrikanın sıcak bilgisini bize aktarabilecek arkadaşlarımız olsun istiyorduk. Bu konuda yol kat ettiğimizi söyleyemem, böyle bir eksikliğimiz var. Yine de, örneğin Bahar Gök, eski bir kadın işçi, artık okurlarının yakından bildiği bir isim. Onun muhabirlik yeteneğinin ortaya çıkmasına vesile olmak Kadınİşçi’nin şimdiye kadar yaptığı hayırlı işlerden biri oldu.

Diğer bir eksiğimiz de şu: Kadın işçiye dair sorunları feminist bakış açısıyla tek tek açığa çıkartıp bunları kadın işçilerle tartışmak, onlarla beraber bir eğitim çalışması yapmak, hem onlardan öğrenmek hem de bildiklerimizi onlara aktarmak istiyorduk. Bunu da çok iyi gerçekleştirdiğimiz söylenemez. Birkaç eğitim çalışması yaptık, fakat bunu yaygınlaştıramadık. Bunun nedenlerinden biri, örgütlü olan işyerlerinde sendikaların feminist bir çalışmaya sıcak bakmaması. Sendikalar feministleri pek sevmiyor, bu herkesin bildiği bir gerçek. Diğer taraftan, örgütsüz olan işyerlerine de bizim elimiz kolumuz uzanamıyor. Bu konuda açmazlarımız var. Bunun yanısıra başlangıçta hiç öngörmediğim bir şey oldu: Feryal Saygılıgil tarafından akademide yürütülen, zaman zaman benim de ders verdiğim, yüksek lisans ve lisans öğrencilerinin yoğun olarak katıldığı bir dizi atölye sayesinde epey bir görünürlük kazandık.

2020 yılında Kadınİşçi için kolları sıvadığınızda nasıl bir ortam vardı? Sizi bu platformu kurmaya iten temel saikler neydi?

Uzun süre sendikalar için kadın yayınları yaptım. Feministim. Feministlerin ücretli emek alanında aman aman bir varlık göstermediklerini düşünüyorum. Bunu arkadaşlara söylediğimde “sosyal güvenlik kampanyası yaptık” filan diyorlar da, buna ancak bir ya da iki örnek gösterebiliriz. Hepimiz ücretli çalışıyoruz, ama ücretli emeğe dair birkaç teorik okuma dışında konunun ayrıntılarına ve bu alanda yaşadığımız sorunlara ilişkin çalışmalar yok denecek kadar az. Emeğin sosyal ve ekonomik çıkarlarıyla ilgilendiğini söyleyen sendikalar da kadın işçileri umursamıyor. Genel olarak erkek işçi talepleri üzerinden geliştirilen ekonomik haklar kadın üyeler için de geçerli görülüyor.

Siyasi partilerin de, sendikaların da görmediği bir şey var. Kadınlar çıkarlarının nerede olduğunun erkeklerden daha fazla farkında artık. Kadın işçilerin algısı, ilgisi erkeklere göre her zaman daha açık olur. Kadınların yaşadıklarının bilgisini formüle etme kabiliyetinin erkeklerden önde olduğunu yıllardır gözlemliyorum.

Kadınların görünmeyen ev içi emeğinden başlayarak emek meselesinin yeniden tanımlanmasına ihtiyaç duyduk. Kadın işçi sağlığı ve iş güvenliği hepten başıboş bir konuydu örneğin. Bunun dışında, Türkiye’de ciddi bir biçimde ücret ayrımcılığı var. Ne akademi ne de feministler bu ayrımcılık biçimiyle yeterince ilgileniyor, sendikalar zaten ilgilenmiyor. Bunlar hep feminizm ve hak mücadelesi bakış açısıyla çözülebilecek sorunlar, fakat bunlarla kimse ilgilenmiyor. Bunların da politika konusu olabileceğini sendikalara ve siyasi partilere gösterelim istedik. Ben de dolmuştum açıkçası, sürekli bir yerlere bağımsız çalışmalar yapmak, bunları yaparken de devamlı onların çizdiği sınırlar içinden konuşmak artık yıpratıcı hale gelmişti. Ve üstelik hiçbir değişim, dönüşüm de pek mümkün olmuyordu. Kendi sözümüzün kurulduğu ve bu alanda politika ürettiğimiz bir noktada daha etkili olabiliriz diye düşündük.

Bursa’daki Acarsoy Tekstil’de altı ay süren direnişi zaferle bitiren dört kadın işçi: Dilek Ümit Dündar,  Öznur Mataracı, Selinay Yılmaz, Emel Didir

Son yıllarda kadınlar çok sayıda grevin başını çekti, fabrika önlerinde pek çok direniş örgütledi. Bu kadın isyanının sebeplerini nerelerde aramak lâzım?

Siyasi partilerin de, sendikaların da görmediği bir şey var. Kadınlar çıkarlarının nerede olduğunun erkeklerden daha fazla farkında artık. Bu biraz da feminist hareketin başarısıdır, fakat bunun nüveleri zaten vardı. Kadın işçilerin algısı, ilgisi erkeklere göre her zaman daha açık olur. Kadınların yaşadıklarının bilgisini formüle etme kabiliyetinin erkeklerden önde olduğunu yıllardır gözlemliyorum. İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesini, çalışma hayatında şiddet ve tacizin önlenmesi için yıllardır mücadelesi verilen 190 sayılı ILO Şiddet ve Taciz Sözleşmesi’nin hâlâ yürürlüğe girmemiş olmasını, 6284’e yönelik saldırıları, kendi aleyhlerine olan tüm bu haberleri kadınlar takip ediyor, kulakları dolu. Erkekler kendi hayatlarını doğrudan değiştirmeyen siyasetin, futbolun filan meraklısı…

Son yıllarda varolan tüm krizler, pandemi, pandemiyle beraber artan işsizlik gibi dışsal faktörlerle birlikte kadınlar hakları için daha fazla düşünür hale geldiler. Fabrikalarda yaşanan cinsel tacizi, mobbing’i, şiddeti görmeye, adını koymaya başladılar ve isyan ediyorlar. Ücret eşitsizliği mesela, kadın adamla aynı işi yapıyor, ama ondan düşük ücret alıyor, “e ben neden düşük ücret alıyorum” diye sorduğunda kadına “ee, o ev geçindiriyor” diyorlar. Ev geçindiren binlerce boşanmış kadın var, “ben de maaş alıp ev geçindiriyorum, adamdan neyim eksik” diye soruyor onlar da. Bu tür eşitsizlikleri gözler önüne seren feminist hareketin etkisiyle de kafaları açılan kadınlar başka alanlara da o gözle bakmaya, yeni tarifler yapmaya girişiyor.  Feminist hareket kadınlara şu bilgiyi yerleştirdi: Şiddete uğruyorsan, bunda utanılacak bir şey yok. Söyle, haykır! Kadınlar kendi başlarına gelenlerden kendisinin değil de bir başkasının sorumlu olduğunun farkına vardı. Feminist hareketin kadına yönelik şiddete karşı mücadelesi kadınların yaşamında bir sıçrayışa neden oldu.

Ellerini çok hızlı hareket ettirmek zorunda kaldıkları için akortta çalışan kadınlarda karpal tünel sendromu oluyor. Montajda çalışan kadınlarda da bu sendroma rastlanıyor. Bu öyle bela bir hastalık ki, ilerlediği zaman el tamamen güçsüzleşiyor, mendil dahi tutamıyorsunuz. Ama bu hastalık kadın meslek hastalığı olarak tanımlanmıyor. 

Kadınİşçi feminist hareketin yönünü fabrikaların önüne, içine çevirmekte etkili olabildi mi?

Evet, bir nebze de olsa katkımız olduğunu düşünüyorum. Ben Petrol-İş’te çalışırken de feministlerle sendikalar arasında bir ilişki vardı, feministlerin grev ziyaretleri oluyordu. Ama şimdi bu görüşmeler neredeyse geleneksel hale geldi, konular çeşitlendi. İlk zamanlarda işyerlerindeki cinsel taciz, mobbing, ücret eşitsizlikleri feminist politikanın konusu haline gelmiyordu. Bu ziyaretler sendikalı kadın işçilere bir nevi destekten öteye gitmiyordu. Feminist hareketin bu alana ilgisi arttı, işçi kadınlarla temas halindeler, bu ilişkinin gelişmesine yönelik çalışıyorlar. Sempozyumda yaşanacak karşılaşma alanlarından biri de grev ve direnişler üzerine. Buralarda kalış süremizi biraz uzatmak, eğitimler aracılığıyla karşılıklı bilgi alışverişi yapmak, feminist bilgiyi birbirimizden edinmek eyleme yönelik süreçleri de canlı tutacaktır.

Kadın işçilere has meslek hastalıklarının henüz tanımlı olmadığını söyledin. Kadın işçilerde sıklıkla görülen hastalıklar neler?

Ellerini çok hızlı hareket ettirmek zorunda kaldıkları için akortta çalışan kadınlarda karpal tünel sendromu oluyor. Ağır parçalar kaldırdıkları için montajda çalışan kadınlarda da bu sendroma rastlanıyor. Bu öyle bela bir hastalık ki, ilerlediği zaman el tamamen güçsüzleşiyor, mendil dahi tutamıyorsunuz. Ama bu hastalık kadın meslek hastalığı olarak tanımlanmıyor. Boyun fıtıkları örneğin, yine kadınların çalışma biçimlerinden kaynaklı olarak en sık rastlanan hastalıkların başında geliyor. Ritmik hareketlerin tekrar etmesi sonucu boyun fıtıkları oluyor. Tekstildeki kumaş ve iplik tozlarının büyük bir bölümünün kanserojen olduğu söyleniyor –belli kanser türleri için tekstil alanı büyük bir risk. Batı’da bu konuda yapılan araştırmalar var, ama Türkiye’de bu konuda herhangi bir akademik çalışma yok. Havayolları şirketlerinde çalışan kabin görevlileri çok fazla radyasyona maruz kalıyorlar. Dinlenme saatleri oluyormuş, ama kadınların aktardığına göre o tanımlı dinlenme saatleri yeterli değil. Bu sektörde çalışan kadınlarda rahim kanserlerine çok rastlanıyor örneğin. Petrokimya, kimya laboratuvarları ve ilaç fabrikalarında çalışan kadınlarda maruz kaldıkları kimyasallar sebebiyle gelişen kanser türleri var, ama bu konuda da araştırma yapılmıyor.

Seçimlere sayılı gün kaldı. Kadın işçilerin seçimlere dair beklentilerini sorduğunuz son haberlerden birinde başlığa da çıkarttığınız soru şöyle: “Köle gibi çalışıyoruz ama geçinemiyoruz, bunu düzeltecek parti var mı?” Siyasi partiler kadın işçilere ulaşamıyor mu?

Bizler her şeyi belli gruplar üzerinden düşünüyoruz. Seçim de dahil olmak üzere, kadın işçi yaşantılarında neyin ne olduğunu kestirmek zor. O röportajları biraz daha fazlalaştıracağız. O röportajdan çıkan sonuçlar beni de umutsuzluğa sevk etti. İşçi kesiminde aman aman bir bilinç dönüşümü yaşandığını söyleyemeyiz, öyle bir şey yok. Bir de, unuttuğumuz çok önemli bir gerçeklik var: Türkiye’de kadın işçiler çok çalışıyorlar. Kadınların oturup da bir şeyler üzerine uzun uzun düşünebilecekleri vakti yok. O yüzden onlara bu bilginin dolaysız bir biçimde ânında gitmesi gerekiyor. Sol partilerle yaptığımız konuşmalarda da bunu farkediyorum, onların da böyle bir bakış açısı yok. Kadın işçinin hayatını somut olarak değiştirmeye yönelik somut politikaları anlatabilmiş değiller. Sol partiler de politikalarını geleneksel anlayışı devam ettirerek yapmaya başladı. Sanıyorum bir-iki sol grup dışında fabrika çalışması yapan sol parti yok. Sendika çalışması yapan sol grup bile kalmadı. CHP hakeza öyle. Haber dilini kullanarak kadınlara ulaşma noktasında Kadınİşçi’nin bir rol oynadığını düşünüyorum. Esasında geç kaldık, ama seçim yaklaşırken kadınların taleplerini, zihin dünyalarını aksettireceğimiz haberlerin sayısını artıracağız. Ama araya deprem girince durduk ve depreme yöneldik.

1 Mayıs mesajıyla bitirelim…

Tüm kadın işçiler için hem ev içi emeğin görünür olduğu hem de ücretli emeğimize yeterli değerin verildiği zamanlar diliyorum.

ZEHRA KOSOVA SEMPOZYUMU’NUN ÇERÇEVESİ

Kadınların sosyal bilimine doğru

Feryal Saygılıgil: 2022 yılından bu yana düzenli olarak kadın emeği atölyeleri yapıyoruz. Bu atölyeler çok verimli geçiyor, bu sayede daha çok kadına ulaştığımızı, Kadınişçi çevresi olarak gün geçtikçe büyüdüğümüzü hissediyoruz. Üç ya da dört ayrı başlıkta yapıyoruz atölyeleri ve iki saat dolu dolu geçiyor her biri. Bu çalışmalarda tanıştığımız arkadaşların çoğu şimdi Kadınişçi oluşumunun bir parçası oldu.  Atölyelerimiz sonrasında genellikle “başka neler yapabiliriz?” diye tartışıyoruz, 1 Mayıs üzerine düşünürken de bu sempozyum fikri doğdu. Sempozyumun bir seferlik kalmamasını, her yıl başka bir kadın emekçinin adına yapılmasını ve gelenekselleşmesini istiyoruz. Bu yıl Zehra Kosova’ya ithaf ettiğimiz gibi her yıl hem ithaf ettiğimiz kadını anmak hem de kadın emeğine dair geniş katılımlı bir tartışma ortamı yaratmak, kadın emeğini gündemleştirmek istiyoruz.   

Feryal Saygılıgil

Zehra Kosova, Türkiye’nin ilk kadın sendikacısı. Son derece direngen, mücadelesinden hiçbir koşulda vazgeçmeyen bir figür. Ben tanışmıştım kendisiyle. 1996 yılında, Taksim Evrensel Kültür’de, Zihni Anadol’un hazırladığı Ben İşçiyim kitabıyla ilgili bir etkinlik düzenlenmişti. Beni en çok etkileyen tarafı dik duruşu, mütevazılığı oldu. Kitabı için imza istediğimde mahcubiyetini hissettim. Şefkatli ve güler yüzlü birisiydi. İmza sonrasında kucakladı beni. Ne yaptığımı sordu, sohbet ettik. Zihni Anadol’la birbirlerine bakarken yılların dostluğunun getirdiği sıcaklık çok belliydi. Zehra Kosova’yı daha yakından tanımak isteyenler Kadınlar Hep Vardı kitabının içindeki Sevda Karaca’nın portre yazısını okuyabilir. İncelikli bir araştırmaya dayalı, son derece titizlikle yazılmış bir metin. Zehra Kosova bugünün kadın işçilerine yaşamıyla, yaptıklarıyla örnek olabilecek, umut verecek, yalnız olmadıklarını hissettirecek bir kadın.     

Sempozyumda başka kadın işçi profillerini de daha yakından tanıyacağız. Örneğin sempozyumda bizzat dinleyeceğimiz Fikriye Sarıgül’ü ben de yaklaşık 15 yıldır tanıyorum. Şemsa Özar’a Armağan kitabı için onun portresini de ben yazmaya çalışmıştım. 

Artık kadın işçiler kadın oldukları için sömürüldüklerinin farkında, haklarını biliyorlar ve sadece sınıf mücadelesi değil, feminist mücadele de veriyorlar. Sempozyumdaki başlıklar kendini anlatıyor: Deneyimin ve Direnişin Kadın Bilgisi, Kadın Emeğinin Sanatsal ve Kültürel Yansımaları, Ücretli İşin Ötesinde Kadın Emeği, Tarih İçindeki Görünürlükten Kadın İşçi Tarihine, Kadın İşçiler Anlatıyor, Emeğin Göçmen Kadın Halleri… Kadın işçilerin hallerine, mücadelesine, gündelik yaşam deneyimine, çalışma koşullarına, tarihine, sanata yansımalarına dair pek çok şey bulacağımız çok boyutlu bir sempozyum gerçekleşeceğini umuyoruz.

Kadın işçilerin sesleri, mücadeleleri hâlâ çok görülür değil. Başka türlü bir emek vermek, akademinin pozitivist yöntemi dışında başka türlü yöntemler, feminist yöntemler geliştirmek gerekiyor

Kadınlar kendilerine dokunan her şey için mücadele ediyorlar. Başta düşük ücrete, kadın oldukları için işyerinde maruz kaldıkları kötü çalışma koşullarına, şiddet, taciz, mobbing’e karşı çıkıyorlar, kendi çalışmalarının “ek gelir” olarak görülmemesi için mücadele ediyorlar. Direniş alanında öğrenilen şeyler eve de yansıyor. Cinsiyetçi işbölümüne karşı çıkmaktan kazandığı paranın üzerinde söz sahibi olmaya kadar seslerini yükseltiyorlar.

Zehra Kosova’dan Feryal’e bir hatıra

Hikâyeler de bizim için önemli. Kadınların sosyal olayları, geçmişi nasıl yaşadıkları sosyal bilim yazınında yer almaz. Yeni bir sosyal bilim anlayışında, kadınların gündelik yaşamlarının ne şekilde evrildiği, sosyal ilişkilerin nasıl yaşandığı gibi soruları da sormak gerekir.

Kadın emeği üzerine çalışan, akademi içinden ya da dışından kadınların bir araya gelmesi, kadın işçilerin sesinin duyulması temel meselemiz. Tanışmak, birbirimizi tanımak, bilgilerimizi ve deneyimimizi paylaşmak, birlikte ne yapabiliriz üzerine düşünmek istiyoruz.

Akademi sokaktan her zaman çok beslendi ve besleniyor. Ancak kadın işçilerin sesleri, direnişleri, eylemleri, mücadeleleri hâlâ çok duyulur, görülür değil. Başka türlü bir emek vermek, dert etmek, masa başında değil de sokakta olmak, akademinin pozitivist yöntemi dışında başka türlü yöntemler, feminist yöntemler geliştirmek gerekiyor. Bu da zahmetli çoğu insan için. Yine de Kadınişçi’nin gün geçtikçe daha çok kadın, sendika, parti tarafından takip edildiğini, merak uyandırdığını görüyorum. Sempozyumun kadın işçi mücadelesi ile akademik alanın bir araya gelmesine, kaynaşmasına vesile olacağını umut ediyorum. 

Kadın emeğine dair çok boyutlu, renkli bir program var önümüzde. Biz çok heyecanlıyız doğrusu. Birlikte dinleyelim, dertleşelim, konuşalım, deneyimlerimizi tartışalım istiyoruz. Çözümler üretelim ve birlikte devam edelim…

KADIN İŞÇİ HAREKETİNE AKADEMİDEN BAKMAK

Direnişin özgüveni ve bilinci

Fatma Betül Kocaaslan: Zehra Kosova Sempozyumu’nda “Kadın İşçilerin Direniş Deneyimlerine Bakmak: Bursa Tekstil Direnişleri” başlıklı bir sunum yapacağım. Bu konu Boğaziçi Üniversitesi’nde yazmakta olduğum yüksek lisans tezimin bir bölümüne dayanıyor. Son iki yılda Bursa’da tekstil sektöründe çalışan kadınların yapmış olduğu direnişlere odaklanıyorum. Kadınların anlatımına sadık kalarak şu soruların cevabını arayacağım: Kadın işçilerin fabrikalardaki çalışma koşulları nasıl? Onları sendikal faaliyetin içine sokan ne? Motivasyonlarını neler belirliyor?

Fatma Betül Kocaaslan

Türkiye’de sendikalaşma genelde işten atılmayla sonuçlanıyor. Patronlar işçilerin sendikaya girdiğini duyar duymaz onları işten atmak istiyorlar. Bu gibi durumlarda sendikalar fabrikaların önünde kalıcı direniş başlatıyor. Bu direnişlere katılan, örgütlenmede öncü rol oynayan kadın işçilere, sendikalaşma sürecinde ne yaşadıklarına, sendikalı olduktan sonra fabrika içinde ne gibi baskılarla karşılaştıklarına, sendikalaşmanın ne hissettirdiğine odaklanıyorum.

Çalışma boyunca gözlemlediğim şu: Sendikalaşmak kadınlara özgüven sağlıyor. Kadınlar işyerinde ustalardan, müdürlerden, amirlerden ya da iş arkadaşlarından gördükleri baskıya, mobbing’e karşı daha özgüvenli ve güçlü bir şekilde karşı çıkıyorlar. Korkmuyorlar, sendikaya girmek korku duvarının yıkılması anlamına geliyor. “En fazla işten atılırım” diye düşünmeye başlıyorlar. Kadınlar sendikaya girdiğinde haklarını öğreniyor. O güne dek yaşadıklarının mobbing ve taciz olduğunu keşfediyorlar, bunun bir haksızlık olduğunu, buna karşı bir hak mücadelesine girişebileceklerini anlıyorlar. Pek çok kişide böyle bir güçlenme sürecine tanıklık ettim. Uzun süren direnişlerde kadınların aileleriyle, çevreleriyle ilişkilerinin, işçi ve kadın hareketine bakışlarının ne yönde değiştiği gibi soruların peşinden gidiyorum.

Kadın işçiler uzun süreli ve sistematik ayrımcılıklar yaşıyorlar. Mobbing ve baskının yanısıra ücret temelli ayrımcılık da yaşıyorlar. Eşit işe eşit ücret almıyor kadınlar, çoğu zaman piyasanın da altında düşük ücretlere çalıştırılıyorlar. Mobbing’e dahil ama, doğrudan haysiyete yönelik saldırı da yapılıyor kadınlara. Tekstilde çalışan kadınların iş yükü sürekli artıyor, görev tanımında olmayan işler yaptırılıyor. Bu ağır iş yükü, düşük ücretlerle, meslek hastalıklarıyla, işyerinde yaşanan taciz ve mobbinglerle birleştiğinde kadınlar için çalışma hayatı çekilmez hale geliyor ve o son noktada sendikalaşmaya yönelik talep artıyor. Sendikalara örgütlenirken, hem kendilerini örgütlemeye çalışan işçilerle hem de sendikayla kurdukları güven ilişkisi belirleyici rol oynuyor.

Feminist hareketten kadınların direniş alanlarına yaptığı ziyaretler çok önemli. Kadınlar böyle durumlarda her zaman diyor ki, “yalnız olmadığımızı, değerli olduğumuz hissettik”.

Bursa’da kadın işçilerin öncülüğünde örgütlenen ve yaklaşık altı ay süren Acarsoy Tekstil direnişinin kazanımla sonuçlanması bölgedeki diğer tekstil işçisi kadınlar için bir umut ve cesaret kaynağı oldu, başka örgütlenmelerin de önünü açtı. Bu fabrikada çalışan kadınlar yaşadıkları cinsiyet temelli ayrımcılık ve düşük ücretler nedeniyle Öz İplik-İş Sendikası’na üye olmaya başlayınca sudan sebeplerle dört kadın işçi işten atılmıştı. Dört kadın fabrika önünde yaklaşık altı ay boyunca direniş yaptılar. Bu direnişin en güçlendirici yanlarından biri de feminist grupların oynadığı roldü, Yoksulluğa Feminist İsyan grubu bu direniş için kampanya düzenledi. Acarsoy Tekstil’in üretim yaptığı Zara ve H&M mağazalarına gidildi, sosyal medyada direnişin görünürlüğünü artıran bir kampanya başladı, altı ayın sonunda kadınlar direnişi kazandı. Öz İplik-İş Sendikası da fabrikada yetki aldı. Bu, orada çalışan işçilerin koşullarının iyileşmesi demek tabii. Fabrikada toplu sözleşme yapıldı. Aynı sanayi bölgesinde kadınların yaptığı bir direnişin kazanımla sonuçlanması diğer kadın işçilerin sendikalara bakışını etkiliyor.

“Acarsoy Tekstil direnişinin en önemli kazançlarından biri de Öz İplik-İş Sendikası’nın fabrikada örgütlenmeyi başarması.”

Tekstil Bursa’daki en önemli iş kollarından biri. Şehirde çok sayıda fabrika olmasına rağmen sendikalı yerlerin sayısı beş-altıyı geçmiyor. İşçiler çok kötü, ağır koşullarda çalışıyorlar. Ama işten atılma korkusu, sendikalara duyulan güvensizlik, önceki kötü deneyimlerin fazlalığı sendikalaşmanın önündeki en önemli etmenler arasında.

Görüştüğüm kadınların kimi on yıldır çalışıyor, kimi yirmi. Genellikle ortaokulu bitirir bitirmez tekstil atölyelerinde çalışmaya başlamış, daha sonra fabrikalarda iş hayatına devam eden kadınlar. Kadınlar büyük fabrikalara biraz da borçlanma durumuna göre giriyor. Örneğin evlendikten sonra ev kredisine girmiş, Bursa’da bir ev satın almak isteyenler ya da boşanmış, çocuklarıyla beraber yaşayan kadın işçiler fabrikaların imkânlarından yararlanmak istiyor, ama yine de ekonomik koşulları iyi değil, onca emeğe rağmen yoksul kadınlar çoğu.

Feminist hareketten kadınların direniş alanlarına yaptığı ziyaretler çok önemli. Kadınlar böyle durumlarda her zaman diyor ki, “yalnız olmadığımızı, değerli olduğumuz hissettik”. Kadınların regl dönemlerinde, hamilelikleri esnasında yaşadıkları haksızlıkları ifade edebilmelerinde bugün bir kolaylık varsa bu da feminist hareketin etkisiyle oldu. Kadınlar direnişi, sendikalaşmayı deneyimledikten sonra başka kadın işçi direnişlerine destek veriyor, onların takipçisi oluyor, dayanışma göstermek istiyorlar.

Kadın işçiler son üç-dört yılda direnişlerde ön plana çıksa da, medyada görünürlükleri yok. Akademik çalışmalarda kadın işçilerin sömürülme koşullarına odaklanıyoruz, çalışma koşullarının zorluğunu, sendikalardaki ataerkil yapı sebebiyle kadınların eşit temsil edilemediğini, kadınların sömürülme ve ezilme biçimlerini konuşuyoruz. Ama direnme biçimlerini, o direnişlerin onları ne yönde değiştirdiğini bilmiyoruz. Bunu farkettiğimde bu alana yöneldim. Kadınİşçi’nin yaptığı haberler de beni çok etkiledi. Türkiye’de bir boşluğu dolduruyorlar, bu çok kıymetli.

Zehra Kosova’nın el yazısıyla kaleme aldığı Ben işçiyim Temmuz 1996’da İletişim Yayınları tarafından basıldı

Kadın işçilerle ilişki kurmak için direniş ziyaretlerinin ötesine geçmemiz gerekiyor. Sempozyumda bir oturumda kadın işçilerin kendi deneyimlerini anlatmasına şahitlik edeceğiz. Bu boyut çok önemli. Sempozyuma gelecek kadınlar, kadın işçilerin deneyimlerine kulak verecek. Kadın işçi hareketini oluşturmaya yönelik çalışmalarımızın akademik faaliyetlerimizi aşarak örgütlenmesi gerekiyor. Sahada çalışmalar yapmamız, kadın işçilerle tanışmamız gerekiyor.

Kadın emeğinin, kadın işçi direnişlerinin daha az görünür olması şimdinin sorunu değil. Türkiye kadın emek tarihine baktığımızda bu görünmezliğin, sessizleştirme pratiğinin her zaman böyle olduğunu görüyoruz. Kadınlar iş gücünün önemli bir bölümünü oluştursa da, onların koşullarına, mücadele pratiklerine çok yer verilmiyor. Emek tarihine bakışımızı erkek işçilerin hayatları şekillendiriyor. Zehra Kosova’nın yazdığı Ben İşçiyim kitabını okuduğumda çok etkilenmiştim. Osmanlı’nın son döneminden başlayarak bir kadın işçi tarihi var bu topraklarda. Zehra Kosova ve başka kadınların mücadelelerini görünür kılmak gibi bir amacı olacak bu sempozyumun.

^