30. TRIESTE FİLM FESTİVALİ

Murat Türker
1 Şubat 2019
SATIRBAŞLARI

İtalya’nın Orta ve Doğu Avrupa sinemasına bakan en büyük penceresi vasfını dirayetle koruyan Trieste Film Festivali, bu sene 18-25 Ocak tarihleri arasında gerçekleşirken kentin ve çizmenin gündemini yerel Il Piccolo gazetesinden izlemek yine farz oldu…

Ocak ayının ikinci yarısında bu sene otuzuncu kez düzenlenen film festivali için tekrar Trieste’deyim. Vakitlice geldiğimden festival öncesi normal gösterimdeki filmlerden ilgilenebileceklerimi seçmek için hemen Il Piccolo gazetesini alıyorum. Yalnız Trieste’nin değil, bütün Friuli Venezia Giulia bölgesinin nabzını tutan yerel yayın organını, taşralılıkla suçlansa da gündemi ânında yakalamamı sağladığı için okuyorum aslında.

Kentin tek alternatif sineması Ariston’daki bir gösterimi kıl payı kaçırmışım bile: The Community: Ordinary Serbian Life in Trieste (Cemaat: Trieste’de Sırpların Gündelik Hayatı) adlı belgesel şehrin Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun limanıyken edindiği “çokkültürlülük” payesini bir şekilde sürdürdüğünü kanıtlıyordu. Yönetmen Alessio Bozzer iki sene önce festivale Trieste, Yugoslavia adlı belgeseliyle katılmış, nispeten gevşek bir komünist rejimin tebaası olan Yugoslavların bilhassa blue-jean ve kahve gibi Batı ürünlerine İtalya üstünden kavuşmak üzere giriştikleri kitlesel bavul ticaretine eğilmişti.

Dünyada hâlâ ayakta duran, yeni inşa edilen veya coğrafyaları ayırmak üzere dikilmesi planlanan duvarlara inat, 30. Trieste Film Festivali’nin şık posterini Berlin Duvarı süslüyor. Gencecik Isabelle Adjani, “Possession” filminin çekimleri sırasında stresten arınmak için adeta dalga geçer gibi duvarın yanıbaşında ip atlıyor.

Trieste’nin coğrafi olarak gerçek sahipleri sayılması gereken Slovenlerin bölgenin tümündeki özel statüleri bir yana, Sırplara Trieste’deki en kalabalık cemaat unvanı verilmiş durumda. Zaten, ilerleyen günlerde, denize haç atma töreninde, Trieste’nin fazlasıyla erimiş tarihi Yunan cemaatine nispet yapıyormuş gibi göründüler, Bizanslı gözüme. Il Piccolo’nun altını çizdiği şekilde, Triestelilerin şimdiye kadar denize nazır tek kilisesi San Nicoló’nun cemaatinden bildikleri bu adeti ilk defa San Spiridione kapmıştı. Yalnız Sırpların değil Trieste’de yaşayan Moldov, Ukraynalı, Rus, Bulgar ve Makedon Ortodokslarının da geniş katılımıyla gerçekleşen törende, meraklı Katoliklerin varlığına bile rastlandı. Gazetede Yunanlı ve Kıbrıslılardan müteşekkil cemaatten bahis yoktu.

Trieste limanı ve San Nicoló Grek Ortodoks Kilisesi.

Vatikan güdümlü İtalya’da İstanbul’un Ekümenik Patriği Bartholomeos ile Moskova arasındaki Ukrayna Patrikliği krizinin fazla ilgi çektiğini sanmıyorum. Ama Putin’in protestolarla çalkalanan Sırbistan ziyaretiyle Aleksandar Vučić’e arka çıkıp krizin eşiğinden nasıl kurtardığı tam da o aralar Il Piccolo’da ayrıntılarıyla dillendirildi.

Mia’ya musallat olan lanet

Faşizmin kalıntısı “ulusal dilde dublajlı” filmlere olan alerjim yüzünden mecbur kalmadıkça İtalya’da sadece orijinal olarak İtalyanca konuşulan filmlere gitmeyi tercih ediyorum. Her ne kadar büyük usta Pasolini’nin, görsel bir sanat olan sinemada kendini yakın planda ifade etmekte olan bir karakterin dudaklarını altyazıyla örtmenin korkunçluğu hakkındaki kanısına hak versem de, prensibime sadık kalarak dar seçenek listesinden Io Sono Mia adlı filme gitmeye razı oluyorum. Fragmanından bile televizyon estetiğine göre çekildiği belli olan Riccardo Donna’nın yönettiği biyografik film, ne de olsa fazla tanımadığım şarkıcı Mia Martini’yi tekrar gündeme getiriyor.

Türkiye’de daha çok olgunluk döneminde Sanremo’da parladığı duygusal “Almeno tu nell’universo” veya Ajda Pekkan’ın Türkçe aranjman “Son Yolcu”yla bize tanıttığı “Quante volte” ile bilinen Mia’nın gayet çalkantılı hayatına vakıf oldum. Gençlik yıllarındaki asilikleri, aileyi terk etmiş babasıyla hesaplaşmaları, kızkardeşi Loredana Bertè ile inişli çıkışlı ilişkileri, damardan Güneyli kızın üzerine yapışmış gibi görünen anlamsız bir lanet, müzik endüstrisiyle bitmeyen mücadelesi ve yüksek miktardaki kokainden kaynaklı kalp krizinden ölümü… Özellikle 70’li yıllarda Mia’nın parladığı dönemin şarkıları ve o senelerin İtalyasını hatırlamanın yüklediği nostaljiyle sinemadan çıkıyorum.

“Pepe” Mujica’nın Uruguay’daki diktatörlük sırasında gördüğü işkencelerle ilgili Álvaro Brechner imzalı La Noche de 12 Años’u (12 yıllık gece) daha önce Türkiye’de Netflix’te seyretmiş olduğum için Trieste’deki dublajlı versiyonuna yüz vermek zorunda olmadığıma sevinip festivale odaklanıyorum.

Otuzunda olgun bir festival

Nicoletta Romeo ile Fabrizio Grosoli’nin artistik direktörlüğündeki etkinlik gezegeni sarsmakta olan vaziyetin vahametine işaret ediyor. Dünyada hâlâ ayakta duran, yeni inşa edilen veya coğrafyaları ayırmak üzere dikilmesi planlanan duvarlara inat, 30. Trieste Film Festivali’nin şık posterini Berlin Duvarı süslüyor. Gencecik bir Isabelle Adjani yönetmenliği Andrzej Zulawski’ye ait 1981 yapımı Possession filminin çekimleri sırasında mevzunun ağırlığından kaynaklı stresten arınmak için adeta dalga geçer gibi duvarın yanıbaşında ip atlıyor. Fotoğrafın sahibi Dominique Issermann’ın parlak kariyerinde Leonard Cohen parçalarına klip çekmişliği de var.

1989 yılında işlevini yitirmiş olan duvarla ilgili festivaldeki özel seçki de unutulmamalı. Berlin Duvarı hakkında görüp görebileceğiniz en matrak belgesel Rabbit Á La Berlin (Berlin usûlü tavşan), Doğu ile Batı arasında kalan tavşanların gözünden mevzuyu hicivle işliyor. 2009 yılı yapımı, Bartek Konopka imzalı film dünyada yetmişten fazla festivalde gösterilmişti.

Büyük komedyen Totó’ya tekrar tekrar hayran olunmasını sağlayacak Totó E Peppino Divisi A Berlino (Totó ve Peppino’yu ayıran Berlin) da duvarla adeta dalgasını geçiyor. Giorgio Bianchi’nin yönettiği komedi 1962 yılı yapımı olmasına rağmen kıkırdatarak eğlendiriyor, Batı ile Doğu arasındaki çekişmeden günün birinde Çin’in faydalanacağına dair öngörüyle de şaşırtıyor. 

Faşizm hortladı mı?

Neofaşist şovmen Salvini polis üniformasıyla.

Bu arada ben Il Piccolo’dan gündemi takip ederken İtalya halkını şaşırtmaktan fazlasıyla hoşlanan İçişleri Bakanı Matteo Salvini’nin sansasyonel icraatlarına bir yenisi eklendi. Brezilya’da Bolsonaro iktidara gelir gelmez yoğunlaşan ilişkiler sayesinde, solcu militan Cesare Battisti, Brezilya’dan kaçtıktan sonra Bolivya’da yakalanmış, İtalya’ya iade edilmişti. Uçak Roma’ya ulaştığında yanına Adalet Bakanı Alfonso Bonafede’yi alan Salvini, etrafında güvenlik kuvvetlerinden oluşan bir kortej ve üstünde polis armalı montuyla Ciampino havalimanında şov yapıyordu.

Salvini, ilerleyen günlerde, Empoli’deki bir karakolda elleri ve ayakları bağlı olarak gözaltında tutulan bir Tunus vatandaşının ölümü vesilesiyle İtalya güvenlik kuvvetlerinin arkasında olduğunu ifade etti. Tam da o günlerde 170 mültecinin denizde öldüğü ve Afrika’dan Avrupa’ya göçün kışa rağmen durmadığı haberleri gündem oluşturuyordu. Mültecileri kastederek Almanya’ya da olan garezini “Berlin’e, Hamburg üzerinden gitsinler!” sözleriyle ifade etti. Hatta, Trieste piskoposu Crepaldi’nin talihsiz “Göçmenlik bir hak değildir” cümlesine atıfta bulundu. Crepaldi açıklama yaparak sözlerinin yanlış anlaşılmaması gerektiğini bildirmek zorunda kaldı. Salvini, Berlusconi’nin AB Parlamentosu’na adaylığını koyacağına dair açıklamasına da pek olumlu bakmadığını belirtti; ne de olsa kısa süren flört döneminden sonra araları iyice bozulmuştu. 

Faşizmin babası Mussolini, Yahudilere karşı ırkçılık yasalarını 1938 yılında Avrupa’nın denize açılan en büyük meydanlarından Trieste’nin Piazza d’Unitá d’Italia’sında coşkun bir kalabalığa seslenerek açıklamıştı. Yoğun etkisi, faşistlerin ve nazilerin yok etmek istediklerini yaktıkları fırınlardan birinin Trieste’de olmasından da anlaşılabilir.
 

Mussolini, Yahudilere karşı ırkçılık yasalarını Trieste’de açıklamıştı. Friuli Venezia Giulia bölgesindeki Gay Pride’ın ilk defa Trieste’de düzenleneceğine dair duyuru yapılır yapılmaz faşistler kükredi. Mussolini’nin konuşmasının yıldönümünde bir yürüyüş yaptılar. Sağduyu sahibi 10 bini aşkın Triesteli aynı gün sokağa dökülerek faşistlere ayaklarını denk almaları gerektiğini hatırlattı.

Aynı faşist zihniyet geçtiğimiz günlerde tezahür etti ve ânında Il Piccolo’ya malzeme oldu. Trieste’nin başkentliğini yaptığı Friuli Venezia Giulia bölgesindeki Gay Pride’ın ilk defa Trieste’de düzenleneceğine dair duyuru yapılır yapılmaz Forza Nuova adlı faşist oluşum kükredi. Trieste’nin sağcı belediye başkanı Dipiazza’nın yürüyüşe belediye olarak destek vermeyi düşünmediklerini belirtmesi bir yana, Forza Nuova üyeleri Gay Pride’a karşı gerekirse kafalarına göre önlem alacaklarını duyurdular.

Forza Nuova ile çekişiyormuş gibi görünse de aynı kafada olan Casa Pound adlı oluşum zaten geçtiğimiz aylarda kentte varlığını çeşitli faaliyetlerle hissettiriyordu. Mussolini’nin mevzubahis konuşmayı yaptığı günün yıldönümünde provokasyonu Trieste’de bir yürüyüş yapmaya kadar vardırdılar. Sağduyu sahibi 10 bini aşkın Triesteli aynı gün sokağa dökülerek faşistlere ayaklarını denk almaları gerektiğini hatırlattı. Yine Piccolo’da geçenlerde yayınlanan bir habere göre Casa Pound’un Trieste’de, üstelik sembolik bir faşist merkezinin yakınında bir üs açma girişimlerine karşı durmak üzere yeni bir organizasyona hazır olduklarını da ilan ettiler.

Trieste’den belgesel seçkisi

Bu arada festival tüm hızıyla devam ediyordu. Trieste’nin opera ve bale binası olan Teatro Verdi’ye göre zamanında daha avam bir kitleye seslenmek üzere inşa edilmiş, yine tarihi Politeama Rossetti festivalin açılışı dahil birçok etkinliğe ev sahipliği yaptı. Bu sene bazı gösterimler son yıllarda tekelci ticari anlayışla işletilen sinemalardan Cinema Ambasciatori de gerçekleşti, fakat festivalin otuz senesini kapsayan geniş retrospektifte yer alan filmler festivalle özdeşleşmiş Teatro Miela’da, çok daha sıcak bir atmosferde perdeye yansıdı.

Chris the Swiss — 30. Trieste Film Festivali’nin en iyi belgesel filmi ödülünü Yugoslavya Savaşları sırasında öldürülmüş İsviçreli gazeteci hakkındaki Chris the Swiss aldı. Yönetmenliğini gazetecinin yeğeni Anja Komfel’in üstlendiği, animasyon katkılı belgesel bizi paralı askerlerin arasına karışmış Chris’in şaibeli durumuyla başbaşa bıraktı.

Meeting Gorbachev — Werner Herzog ve André Singer imzalı Meeting Gorbachev (Gorbaçov’la görüşme), Putin’in politikalarını tasvip etmediğini ifade eden Gorbaçov’la özlem gidermemizi sağladı. Sonradan öğrendiğimiz kadarıyla, doktorların yasaklarına rağmen yattığı hastane odasından kalkıp belgeselin Moskova’daki gösterimine gitmiş olan kurt politikacı silahlanma karşıtı fikirlerini bu vesileyle de dillendirmiş.  

Putin’s Witnesses — Bir zamanlar Sovyet rejiminin belgeselcisi olduğu için Putin’in iktidara geldiği ilk yılları bize Vitalj Manskij ayrıntılarıyla sundu. 2018 yapımı Putin’s Witnesses (Putin’in tanıkları) adlı belgeselde Rusya liderinin sevimsizliği, hakkında konuşmayı uygun bulmadığı hususlardaki ketumluğu dışında, gelecekte iyice su yüzüne çıkacak karanlık profilinin işaretleri de var.

Nina Cassian — Doğu Bloku’nun nispeten yumuşak diyarlarından Romanya’ya geçelim… Kendine has şair Nina Cassian kadın olduğu için erkek egemen edebiyat elitleri tarafından uzun süre dışlanmıştı. Sistemle barışık şiirleri müfredata girmiş olmasına rağmen gizli servislerin dikkatini çekecek kadar da eksantrikti. Erkeklerin ona karşı duyduğu yoğun ilgi bir yana, evindeki içkili, şarkılı, danslı toplantılarda komünizm tartışılıyor ve baskıcı rejim kıyasıya eleştiriliyordu. Çavuşesku döneminde iyice artan gerginlik ve yakın bir arkadaşının gözaltına alınıp öldürülmesinden sonra New York’a yerleşti ve hayatının sonuna kadar orada yaşadı. Romanya’nın en aktif sinemacılarından Ada Solomon ve Alexandru Solomon’un itici gücüyle Mona Nicoară ile Dana Bunescu’nun yönettiği Distanța dintre mine și mine (Benle ben arasındaki mesafe) arşiv görüntüleriyle bizi maziye döndürürken, Cassian’la hayatının son günlerinde yapılmış uzun röportaj çocuk ruhunu asla kaybetmek istemeyen kahramanımıza hayranlık duygularımızı artırıyor.  

King Skate — The Clash, Sex Pistols, Killing Joke, Visaci Zámek, Miroslav Žbirka’nın zımba gibi müziklerinin eşliğinde Çekoslovakya’nın kaykaycılarıyla da tanıştık Trieste’de. Yazar, gazeteci, DJ ve yönetmen Šimon Šafránek’e ait King Skate (Kral kaykay) adlı belgesel Batı icadı olduğu için ortaya çıktığı dönemde Doğu Bloku’nda garipsenen, dışlanan, lanetlenen, ama eninde sonunda teslim olunan bir kültürün gücünü ispatladı. 70’li ve 80’li yıllara ait zengin arşiv malzemesinin yanında günümüzde ruhlarını yitirmemiş kaykaycılarla yapılmış röportajlar da belgesele renk kattı. Kaslı olduğu kadar esnek vücutlarıyla kadınların gözbebeği haline gelen kaykaycılar, sokakların hedonist ve matrak yıldızları, punk dünyasının sportif asileriydiler. Hâlâ öyleler mi acaba?

LP Film Leibach — Slovenya’nın medarı iftiharı Leibach grubunun ilk albümü hakkındaki LP Film Leibach: Glasba je časovna umetnost 3 adlı belgesel de müzikseverlerin ağzına bir parmak bal çalmayı başardı. Üniformaları ve kullandıkları semboller yüzünden uzun süre anlaşılamamış, hatta faşizmle özdeşleştirilmiş grubun 80’lerin başında Yugoslavya’da ortaya çıkıp kendini Avrupa’ya tanıtması pek kolay olmadı tabii ki. Arşiv filmleri dışında grup elemanlarıyla günümüzde yapılmış görüşmeler sayesinde grubun gizem aurası azıcık da olsa aralanıyor. Trieste’de seyircilerin sorularına cevap veren filmin yönetmeni Igor Zupe, John Cage’e ait 4’33’’ adlı kompozisyonun yorumlarından oluşan toplu albümde Leibach’ın da yer aldığını ve şarkıya çekilen video klibini de şahsen yönetmiş olduğunu belirtti. Albümde yer alanlar arasında Depeche Mode, Einstürzende Neubauten, Richard Hawley, Goldfrapp, New Order, Miranda Sex Garden, Moby ve Erasure gibi isimler dikkat çekiyor.

Ben Trieste’den ayrılmadan önce bilhassa Friuli Venezia Giulia bölgesinde kesinlikle unutulmamış araştırmacı Giulio Regeni’yi anma etkinlikleri yapılıyordu. 1988 yılında Trieste’de doğup Fiumicello kasabasında büyümüş olan Regeni Mısır’da tam üç sene önce kaçırılmış, işkenceye tabi tutulmuş ve akabinde öldürülmüştü. İtalyanın adli makamlarının da desteğiyle sürdürülen yoğun soruşturmaya rağmen Mısırlı yetkililer faillerin yakalanmasında fazla bir mesafe katetmiş değiller. FVG’nin birçok köşesinde Giulio Regeni hakkındaki gerçeklerin ortaya çıkarılmasına yönelik talepler pankartlarda, posterlerde, afişlerde ifade buluyor: “Veritá per Giulio Regeni.”

Festival hakkında ayrıntılı malûmata buradan ulaşabilirsiniz.

^