On parmağında on marifet vardı. Genç milli takım formasını giymiş bir futbolcu, sergiler açmış bir ressamdı. Heykeltraştı, müzisyendi, gazeteciydi, yazardı, stand-up’çılığı bile vardı. Futbol yazarlığına Express dergisinin sayfalarından 1997’de zuhur eden, ömrü kısa süren Meşin Yuvarlak dergisinde başladı, sonrasında çeşitli yayınlarda yazarlık, yorumculuk, editörlük yaptı. “Mahallenin En Şık Abileri” (2001), “İşte Öyle Bir Şey” (2002), “O Gol Kaçmazdı” (2002), “Maçı Kaybettik Ama Zemin Futbol Oynamaya Müsait Değildi” (2003), “Top Yuvarlaktır” (2006) adlı kitapları yazdı, “Kartal’ın Yüzyılı” (2003) adlı belgeseli hazırladı. Bütün bunlarla birlikte, Express’e katkısını eksik etmedi. Hepsi bir yana, dostluğu kaldı geriye. 7 Mart 2021’de, henüz 59 yaşındayken kolon kanserine yenik düştü. Onu hep ışıltılı tebessümüyle hatırlayacağız. Hakan Dilek’i, önce Meşin Yuvarlak’taki yazılarından biriyle, ardından Express’e yaptığı bir söyleşiyle sonsuzluğa uğurluyoruz. Ruhu şad olsun…
Futbolun serüvenini ülkenin genel durumundan soyutlayabilmek ne kadar olanaklı?
Bakın neler oluyor:
Futbolcular SSK’ya bağlı “çalışanlar”dır. Asgari ücret üzerinden aylık alırlar. Otuz çalışma gününe denk düşen süre için “ücretli” çalışırlar.
Şimdi, “futbolcunun kazandığı paradan haberin var mı?” diye bir soru gelebilir.
Futbolun lordlarının kazandığı paradan söz etmiyorum. Fark gözetmeksizin her türlü haksızlığa karşı çıkıyorsak, futbolcular açısından yan tutuşumuzun daha bir anlam kazanacağını düşünüyorum. Kaldı ki, futbolcular içinde önemli bir kesim, çok yönlü bir sömürüye maruz kalıyor. Ücretlerinden yapılan kesintiler diğer asgari ücretlilerinkiyle aynı. Aynı statüye tabiler yani. Bu nedenle, 55 yaşını doldurduklarında SSK’dan emekli olmaları gerekir. Emeklilik için gerekli yaş sınırını zorlayacak kaç futbolcu tanıyorsunuz?
Sigorta primlerinin çalışma sürelerinin üçte biri kadar bir zaman için yatırılması da işin bir başka tarafı. Bunun yanında, kendilerinin ve ailelerinin sağlık problemlerinin de hesapta SSK tarafından çözümlenmesi gerekiyor. Spor sağlığı ve sakatlıklarıyla sıradan insanların yaşadığı sakatlıklar arasında büyük fark var. Her futbolcu Amerika’ya gidemiyor. Büyük çoğunluk sakatlığıyla uzun yıllar mücadele ederek futbol oynuyor.
Futbolun lordlarından söz etmiyorum. Futbolcular içinde önemli bir kesim, çok yönlü bir sömürüye maruz kalıyor.
Gelecek sıkıntısı, primlerini ve transfer taksitlerini alamamanın getirdiği gerginlik, başka bir yaşantıya intibak edememe gibi handikaplı durumların futbolcuların başında Demokles’in kılıcı gibi asılı durduğunu bilelim. Bilelim ki, neyin yanında durduğumuzun da farkına varalım.
Kaldı ki, çok iyi durumda olan futbolcular içinde mağduriyetin farklı durumları var. İkinci ve üçüncü lig futbolcularının durumunu bir başka yazıya bırakıyoruz. Bunun yanında, sınıf ve kategori farkı gözetmeksizin her türlü haksızlığın karşısındayız.
Yönetenler ve yönetilenler
Bir de işin yönetme-yönetilme ilişkisi açısından taşıdığı handikaplar var. Birileri “ben devletim, atarım, kovarım” diyor. Bir diğeri de “ben yöneticiyim, kadro harici bırakırım” diyor. Birbirlerinden hiç farkları yok aslında. Toplumsal yaşantının iliklerine kadar sinmiş olan zorbalık, futbol dünyasında da aynı anlayışla farklı biçimlerde tezahür ediyor.
Hele ki yöneticinizde hep bencillik ve tek yargıçlık özentilikleri varsa. B. Ali (Gültigen) ile Beşiktaş’ta başlayan vefasızlık, Feyyaz’la devam etti; B. Ali’nin jübilesinde seyircilerin tüm isteklerine rağmen Feyyaz’ı oynatmayarak barbarlıklarını sürdürdüler. Ancak tribün, jübile maçı boyunca efsanevi “MAF şarkısı”nı söyleyerek en iyi cevabı verdi.
İşte Oğuz’un, Engin’in ve Aykut’un başına gelenler. “Benden başka ve benden daha Fenerbahçeli kimse olamaz” diyen bir yöneticinin hezeyanları yüzünden, yıllarca emek verdikleri formalarından ve kulüplerinden oldular.
Ali Şen tipik bir örnek. Trabzon maçı sonrası, o düzeyli ve alkışlanacak tavrı dolayısıyla Aykut’a yaptığı, düpedüz barbarlık. Oğuz’un imparatorluğunu içine sindirememesi de işin bir başka tarafı. Fenerbahçe, başkanının kaprisleri yüzünden Türkiye’nin gelmiş geçmiş en iyi orta saha oyuncularından birini kaybetti.
Trabzonsporlu Kâzım’ın öyküsü bir başka çarpıcı örnek. Antalya kampı sonunda kendisini transfer etmek isteyen Vanspor idarecileri, Trabzonsporlu Kâzım’ı uçaktan indirmeye kalkıştılar. Bu futbolcu, Şenol Güneş karşı çıkmasa, uçaktan indirilip Van’a götürülecekti. Kâzım, “bana söyleyecek şey bırakmadılar ki” diyor.
Yakın zamanda Bülent’in Fenerbahçe’den uzaklaştırılması, bardağı taşıran son damla oldu. Şimdilerde Bülent, örnek bir karşı duruş göstererek, Ali Şen’e tazminat davası açtı. “Fenerbahçe başkanına tazminat davası açılamaz” diye büyük gürültü koptu.
Bülent kazancı ile diğerlerinden farklı bir yerde olabilir ama, yanıtı ve tavrı ile futbolcuların tümü için bir karşı çıkış kapısı araladı. Bülent’in bu tutumu, Ali Şen’in başta Futbol Federasyonu’na ve kendisine karşı çıkan herkese saldırmasının karşısında “anne bak, kral çıplak” gibi. “Artık yeter, biz de insanız” gibi. “Yönetilenler yönetenlerden hesap sorabilir” gibi. “Bütün karşı duruşlar için bir umut” gibi.
Medyanın yarattığı futbolcu imajı bu karşı çıkışlarla kırılacak. Bugün birkaçı, yarın futbolcu kardeşlerimin tümü karşı çıkacak bu rezilliğe.
Bir futbolcular örgütünün ne kadar gerekli olacağı görülecek. Federasyonla, kulüple yaşanan mağduriyetlerin sona ereceği, kolay ve birikimsiz spor muhabirliğinin önünün tıkanacağı yer, futbolcuların örgütleneceği yerdir.
Mağduriyetlerin sona ereceği yer
Adı lâzım değil, bir “spor” (!) programı. “Muhabirin” (!) elinde boş bir çay fincanı. Antalya kampında yemekten çıkan Beşiktaşlı futbolcuların üzerine yürüyor ve selamlaşacakları anda boş bardağı kulbundan tutup futbolcunun üzerine çeviriyor. Futbolcu da haliyle üzerine çay döküleceğini zannederek şöyle bir çekiliyor. Efektten kasıklarını tuta tuta gülen insan sesleri. Muhabirin yüzünde sırnaşık bir gülümseme. Böylece “spor programı”nın futbol takımlarının kamplarından “haberler” bölümü halledilmiş oluyor. Nasıl bir “spor programı” ki, Kompela’nın “Arap Bacı” Türkçesinden medet umarak reyting arıyor.
Dedim ya, bugün birkaçı, yarın büyük çoğunluğu mutlaka yan yana gelecek. Hatta, bir futbolcular örgütünün ne kadar gerekli olacağı görülecek. Federasyonla, kulüple, antrenörle yaşanan sıkıntılı durumların ve sakatlıkların sonrasında yaşanan mağduriyetlerin sona ereceği, kolay ve birikimsiz spor muhabirliğinin ya da yazarlığının da önünün tıkanacağı yer, futbolcuların örgütleneceği yerdir.
Evet, futbolda yukarıdakiler-aşağıdakiler vardır. Kulüp başkanlarının ve yöneticilerin keyfine göre bir yaşantı vardır. Adam kayırma vardır. Menfaat ilişkileri vardır. Futbolcunun geleceğini kendisinden bağımsız ve barbarca tayin edebilme yüzsüzlüğü vardır. Hissiyatınızla oynandığı anlar vardır. Bütün emeklerin ve katkıların gözardı edildiği bir belleksizlik vardır. Bilgisiz, görgüsüz ve düzeysiz bir ilişki ağı vardır.
Ama bunların dışında, kalabalık kitlelerin spor duygularının ve belleğinin şekillendiği bir süreç de vardır. İnsanlar, büyük taraftar kitleleri, renklere ve takımlara bağlılıklarını kendilerinden sonraki insanlara da taşır. Futbolcusuyla taraftarıyla, üretilen sportif değerlere sahip çıkacak olanlar da bu insanlardır.
Meşin Yuvarlak, sayı 2, Şubat 1997