Petrol rezervleri hızla tükeniyor. Yenilenebilir enerjiler konusunda ise naif bir iyimserlik hâkim. Yakın gelecekte radikal dönüşüme hazır mıyız? Küçülmeden yola devam etmek mümkün mü? Fizik kuramcısı, denizbilimci, “Petrocalipsis” kitabının yazarı ve “The Oil Crash” blogunun müellifi Antonio Turiel’i can kulağıyla dinliyoruz…
Çok uzun zamandır petrolün bitmekte olduğunu biliyoruz. Peki niye hâlâ bu sorun ortada duruyor?
Antonio Turiel: Çünkü konuya dair pek bir halt yapılmadı… (gülüyor). Hâkim siyasi anlatı iklim değişikliğiyle mücadele adına, yenilenebilir enerjiden faydalanmaktan bahsediyor. Bunda kuşku yok, ama durum zannedildiğinden daha karmaşık. İklim değişikliğinin yanı sıra enerji kaynaklarının tükenmesi gibi başka bir devasa sorun daha var. Aniden bastıracak petrol kıtlığının eli kulağında olduğu şu günlerde bu konu tamamıyla sumen altı ediliyor, tabu sayılıyor. Daha önce tüketmeyi bırakmadığımız için petroldeki ani düşüşe biz neden olduk. Beş yıl içinde şu an tükettiğimizin yarısı kadar petrole erişimimiz olacakken enerji dönüşümüne dair mutlu mesut bir hayal dünyasında yaşıyoruz. Bunun felaket sonuçları olabilir.
Hükümetler enerji dönüşümünden bahsederken, rüzgâr türbinleri ve elektrikli arabalarla bezeli bir gelecek resmi çiziyor. Temiz enerjiyle gezegene zarar vermeden büyümeye devam etmeyi vadediyorlar. Siz niye işin aslının böyle olmadığını söylüyorsunuz?
Çünkü bugün fiilen tüm taşımacılık sadece petrolle yapılıyor. Çin’in dünyanın fabrikasına dönüştüğü günümüz küreselleşmesi, bol miktarda ucuz petrol olduğu için gerçekleşebildi. Petrolü denklemden çıkardığınız anda uluslararası taşımacılığı nakavt ediyorsunuz. Uluslararası taşımacılık keskin bir biçimde azaltıldığındaysa ekonomik sisteme diz çöktürüyorsunuz. Temel mantık bu, ama tarım makineleri gibi başka faktörler de var: Traktörler ancak petrolle çalışabiliyor, bu da tarım endüstrisinin de tehlikede olması demek.
Peki ama, elektrikli uçak, gemi ya da traktör üretilebilir. Neden teknolojik çözümlerin çare olmayacağını düşünüyorsunuz?
Basitçe ifade edersem, tüm teknolojik çözüm önerilerini çalıştım. Ürün taşımacılığı ya da tarım makineleri için alternatifler bulabilirsiniz. Mesela petrolle çalışmayan, büyük yelkenlere sahip gemiler mevcut. Yelkenli gemilerle büyük miktarda ürünü epey hızlı taşıyabilirsiniz. Ancak, şu anki ölçeği ve de sınırsız büyümeye dayalı güncel modeli korumaya yönelik bir çözüm imkânsız. Somut sorunlara yönelik birçok somut çözüm üretebiliriz. Ama bu ölçek ve hacimde bir ekonomik sistemi petrol olmadan sürdürmeye niyetlenmek delice.
Büyük sorunlar 2025 öncesinde baş gösterecek. Uluslararası Enerji Ajansı petrol üretiminde beş yıldan kısa bir sürede yüzde 50 düşüş öngörüyor. Petrolün bir muadili yok. Kamyonları, gemileri ve traktörleri ikame etmek için ne yapacağız? Bunların elektrikle çalışmayacağı aşikâr.
Petrol neden bu kadar yeri doldurulamaz bir madde, neden onu ikame edecek bir enerji kaynağı bulma ihtimali yok?
Fosil yakıtların enerji yoğunluğu çok yüksek. Bir litre benzinden üretilen enerji bir insanın 83 saatlik fiziksel emeğine tekabül ediyor. Petrolün enerji yoğunluğunun taşıma, yükleme ve istikrar açısından erişilebilir bir muadili yok. Petrol fişe takılmayan makineleri hareket ettirmek için son derece uygun. Ona benzeyen başka bir şey bulamadık. Sonuçta, varolan tüm enerji çeşitleri hakkında kapsamlı bilgiye sahibiz.
Belki bu zorluk yeni buluşlarla aşılabilir. Günümüzde petrolle çalışan birçok makine yavaş yavaş elektriğe geçiyor.
Elektrik birçok şeye hizmet edebilir, ama her şeye değil. Bunu göz ardı etmek birçok hükümetin ortak hatası.Gelişmiş ülkelerdeki enerji tüketiminin yüzde 80’ini elektrikle sağlanmıyor. Çelik mesela, elektrikle üretilemez; üretimi için fizyo-kimyasal bir işleme ihtiyaç duyuyoruz. Aynı şey çimento için de geçerli. Dahası, bunlar inşaat için kesinlikle gerekli malzemelere sadece iki örnek. Elektrikli hale getirilmesinin mantıklı olmadığı başka şeyler de var: 80 kilometre hızla gidecek bir kamyon için, kamyonun yarısını kaplayacak bir pil gerekiyor. Bu türden süper piller kullanmamak için kamyonu elektrik şebekesine bağlayabilirsiniz, ama zaten böyle bir araç var, adına tren diyoruz.
Elektrikli otomobiller hakkında ne düşünüyorsunuz? Piyasada gerek elektrikli gerek hibrid birçok model mevcut. Büyük markalar bunlardan giderek daha fazla üretiyor.
Şu an arabası olan herkesin bir elektrikli araba edinebileceğine inanan epey insan var. Ancak bunun gerçekleşmeyeceğini, sadece küçük bir azınlığın elektrikli otomobile erişebileceğini ortaya koyan pek çok etken var. Tüm otomobilleri elektrikli hale getirebileceğimizi düşünmek hayal. Gerekli altyapıya, araba parçalarına ve hammaddeye dair birçok kısıt mevcut. 2019’da üretilen 80 milyon otomobilin sadece yüzde 2,6’sı elektrikli ya da hibrid modellerdi. Bunların da üçte biri sadece elektrikle çalışıyordu.
Ama tüm markalar reklamlarında elektrikli otomobili öne çıkarıyor, örneğin İspanyol hükümeti bu alanda üretimi teşvik ediyor.
Otomobil sanayi elektrikli otomobilin kötü bir ürün olmadığına canı gönülden inanıyor. Ama aslında sadece zenginlere yönelik lüks bir ürün. Arzuladıkları senaryo elektrikli otomobilin benzinle çalışan otomobillerin yerini alması, ama şimdiden büyük ölçekte üretimin kısıtlarını kabullenmiş durumdalar. Otomobil sanayinin gelecek senaryolarından birinde, önümüzdeki 10-20 yılda pazarın yüzde 95 daralacağı öngörülüyor. Bu senaryo giderek ağırlık kazanıyor. Buna hazırlık da yapıyorlar: Artık çok az dizel araba üretiyor, giderek daha fazla carsharing’den bahsediyor, pazar daralacağı için tekelleşmeye yöneliyorlar. Ancak, bu teşhisler şimdilik kamuoyuyla paylaşılmıyor, zira iyimserlik pompalamaları gerekiyor. Aksi takdirde, borsadaki işlemleri yere çakılır. Peki, kamyonları, gemileri ve traktörleri ikame etmek için ne yapacağız? Bunların elektrikle çalışmayacağı aşikâr. Kamuoyunu meşgul eden otomobil meselesi çok tali. Öte yandan, ağır makineler gibi toplumun işleyişi açısından elzem konulardan bahseden yok.
Güneş enerjisiyle ilgili temel sorun, onu üretmek için harcanacak enerji ile ondan kazanılacak enerji miktarı arasındaki oranın düşük olması. Bu oran 1’e 2 ile 1’e 3 arasında. Sanayisi, okulları, hastaneleriyle kompleks toplumları sürdürülebilir kılmak için gerekli oran 1’e 10.
Rüzgâr enerjisi neden petrolün yerini alamıyor?
Rüzgârdan sadece elektrik üretilebilir. İkincisi, bir maksimum potansiyel var. Daha önce maksimum potansiyel konusunda iyimser öngörülerim vardı, ama yeni yaklaşımlar daha çok türbin sistemlerinin ortaya bir orman etkisi çıkardığını gösteriyor. Bir ormanda rüzgâr fazla esmez, çünkü rüzgârın ağaçların, dolaysıyla sürtünmenin daha az olduğu bir yerden geçmesi daha kolay. Dar bir alana çok sayıda rüzgâr türbini yerleştirdiğinizde de aynısı meydana geliyor. Türbinler atmosferdeki havanın yönünü değiştiriyor, böylece umduğun kadar enerji elde edemiyorsun. Önemli bir referans haline gelen Valladolid Üniversitesi Enerji, Ekonomi ve Sistemler Dinamiği Grubu’nun (GEEDS) hesaplamasına göre, rüzgârla şu an tükettiğimiz enerjinin en çok yüzde 6’sını üretebiliriz.
Peki güneş enerjisinin başarı şansı daha yüksek mi?
Maksimum potansiyel açısından evet, rüzgâr enerjisine kıyasla daha yüksek: Şu anda tükettiğimiz enerjinin yüzde 20-25’i güneşten sağlanabilir. Ancak, güneş enerjisiyle ilgili temel sorun performansının epey düşük olması. Yani onu üretmek için harcanacak enerji ile ondan kazanılacak enerji miktarı arasındaki oran tatmin edici değil. Performans oranı 1’e 2 ile 1’e 3 arasında değişiyor. Kulağa çok gelebilir, ama enerjiye aslında başka şeyler yapmak için ihtiyaç duyuluyor. Yapılan hesaplar sanayisi, okulları, hastaneleriyle kompleks toplumları sürdürülebilir kılmak için gerekli performans oranının 1’e 10 olduğunu gösteriyor. Yani bir enerji sistemini ayakta tutmak için çok enerji harcanırsa, başka şeyler yapmaya yeteri kadar enerji kalmaz. Bu sorunu daha fazla tesisle de çözülemez, çünkü o zaman da gerekli hammadde ve işgal edeceği araziler gibi, başka kısıtlar karşımıza çıkar. Güneş enerjisi açısından, her şeyden önce, üretiminde kullanılan gümüş kaynakları çok kıt.
Yani daha fazla rüzgâr türbini ve güneş enerjisi tesisi kurmaya gerek yok mu?
Soru daha ziyade “hangi amaçla” olmalı. Bugün İspanya’da, ihtiyacımızdan çok fazla, 110 GW kurulu elektrik gücü var. Azami elektrik tüketimi 2008’de 45 GW olarak gerçekleşti, ardından düzenli olarak azaldı. Daha fazla güneş ve rüzgâr enerjisi tesisi kurarsak elektrik üretim kapasitesini artıracağız. Ama zaten eldeki enerjiyi tüketemiyoruz, yeni kapasite neye hizmet edecek? Bu da tartışmanın can alıcısı noktası: Tüm meselenin daha fazla yenilenebilir enerji sistemleri kurmaktan ibaret olduğuna dair yaygın bir inanç var, ama gerçekte elektrik dışı enerji kaynaklarına ihtiyaç duyuyoruz. Elektrik toplamda tükettiğimiz enerjinin yüzde 20’sine tekabül ediyor. Geri kalanı elektrik değil ve elektriğe dönüştürülmesi ya çok zor ya da imkânsız.
Yenilenebilir enerjiyi elektrik dışında hangi amaçlar için kullanabiliriz?
Mesela apartman sakinlerinin önce fotovoltaik panellerle elektrik üretip sonra suyu ısıtmalarındansa, çatıda doğrudan sıcak su üretmesi çok daha mantıklı. Enerji verimliliği çok daha yüksek ve gerekli teknoloji çok daha basit: Güneşi toplayacak ve su deposunu ısıtacak siyah bir panelden ibaret. Hem ihtiyacın olan sıcak suyu üretiyor hem de doğal gaz tüketmiyorsun. Sanayi alanında da enerji elde etmek için pek çok sistem kurulabilir. Ama bunlar doğanın döngüsünün dalgalanmalarına göre işleyen yapılar, ekonomik sistemimizi niteleyen durmaksızın artan enerji tüketimine uygun değiller.
Kitabınızda enerji verimliği ve tasarrufundan da bahsediyorsunuz. Hayatımız boyunca enerji tasarrufu için kullanmadığımız zaman ışıkları söndürmemiz gerektiğini dinledik. Bu da mı doğru değil?
Enerji verimliği ve tasarrufu yanlış yaklaşımlar değil. Gelecekte çözüm mecburen bu yollarla gerçekleşecek. Fakat mevcut sistemde tasarruf mümkün değil! Bugün sizin tasarruf ettiğiniz enerjiyi bir başkası tüketiyor. Enerjiyi israf etme nedenimiz tüketiminin iktisadi değer yaratması. Daha verimli sistemler yaratıldıkça, bu sistemlerin kullanımı azaltmadığı, tam tersi, arttırdığı ispatlandı. Yeni sistemler bir rezonans etkisi yaratıyor ve harcama miktarı artıyor. Bu da sistemin daha az verimli olduğu eskiye kıyasla, yeni enerji kullanım türlerinin mümkün hale gelmesinden kaynaklanıyor. Bu olay 19. yüzyılda ispatlanmış ve Jevons paradoksu diye adlandırılmıştı. Bir yandan enerji verimliği ve tasarrufuna dair tedbirler alırken, diğer yandan aşırı enerji tüketimini cezalandıran yasalar çıkarmak farklı bir yaklaşım olur. Yani kısaca, evet tasarruf faydalıdır. Ancak, finansal kapitalizme dayalı sonsuz büyümenin hüküm sürdüğü bir piyasada, verimlilik artışı işe yaramaz.
Öyleyse istikamet ne? Büyümekten vazgeçmenin ötesinde başka somut çözümler var mı?
En mühim meselelerden biri borçların ertelenmesi ve finansal sistemin reforma tabi tutulması. Güncel borçlar ödenebilir değil, üstelik bu saçma büyümenin temelinde bu durum yatıyor. Bunun yanında her şeyin yeniden yerleştirilmesi gerekiyor. Toplumsal ihtiyaçları mümkün mertebe yerel üretimle karşılamaya çalışmalıyız. Teknik açıdan da, mesela nesneleri tamiri mümkün olacak şekilde tasarlamak gibi birçok olanak mevcut. Buna kullanım alışkanlıklarını değiştirmeyi de ekleyebilirsek ne âlâ. Örneğin, bir binada her dairede bir çamaşır makinesine gerek yok, bir bina için iki-üç tane pekâlâ yeter. Nesneleri her an kullanmadığımız için müşterek kullanıma açabilir, böylece daha az kaynak harcayabiliriz. Hatta daha da ileri gidelim. Bir çamaşır makinesi almaktansa kullanım hakkını kiralamaya ne dersiniz? Böylece üretici de malları bilinçli olarak çabuk eskiyecek şekilde üretmekten vazgeçecek, çünkü bu yolla kazanç sağlayamayacak. Bunun gibi değişikliklerle, yakın gelecekte yaşanacaklara karşı çok daha dirençli hale gelebiliriz.
İspanya devleti hidrojene epey yatırım yapmaya başladı. Bu çözümün bir parçası olabilir mi?
Baştan belirtelim: Hidrojen bir enerji kaynağı değil, enerji taşıyıcısı/vektörü, onu enerjiyi depolayacağınız bir yer olarak kullanabilirsiniz. Evet, her şeyin başka bir şekilde tasarlandığı bir düzenekte, hidrojen çözümün bir parçası olabilir. Ancak, ağır makineleri hareket ettirmek gibi somut amaçlara hizmet etmeli. Hidrojenle ilgili en büyük sorun taşıması ve işlemesi zor bir materyal olması. Çok küçük bir molekül olduğu için kaçma eğilimi gösteriyor, dahası konvansiyonel boruları aşındırıyor. Bu yüzden çok tedbirli depolamak gerekiyor. Verimliliği de yüksek değil. Hidrojenle tüm sorunları çözeceğimizi düşünmek hayalperestlikten öteye geçmez. Büyük miktarda yaygınlaştırmaya uygun bir yapısı yok. Sahte teknolojik vaatlerin tuzağından kaçınmalıyız.
Nesneleri tamiri mümkün olacak şekilde tasarlamak gibi birçok çözüm mevcut. Buna kullanım alışkanlıklarını değiştirmeyi de ekleyebilirsek ne âlâ. Örneğin, bir binada her dairede bir çamaşır makinesine gerek yok, bir bina için iki-üç tane pekâlâ yeter. Hatta çamaşır makinesi almaktansa kullanım hakkını kiralamaya ne dersiniz?
Fransa hükümetine bakılırsa çare nükleer santraller!
Nükleer santrallerin çevresel açıdan, mesela atık yönetimi gibi çok derin sorunları var. Ama bunun da ötesinde, uranyum rezervleri tükeniyor. Uranyum üretimi 2016’da tepe yaptıktan sonra düşüşe geçti. 2025’e doğru talep ve ulaşılabilir uranyum arasında derin bir uçurum yaşanacağı öngörülüyor. Iskartaya çıkarılan atom bombalarında kullanılan uranyumdan faydalanıldığı için bu durum şu ana kadar pek fark edilmedi. Ama Fransa’nın nükleer santrallerinin yüzde 40’ında zaten üretimi durdu ve uranyum tedarikinde sorunlar yaşanıyor. Diğer taraftan uranyuma ihtiyaç duymayan, nükleer füzyona dayalı dördüncü nesil reaktörlere dair sonu gelmez vaatler de berdevam. Ama altmış yıldan uzun süredir yapılan deneyler bir sonuç vermedi. Süreç henüz deneysel bir aşamadayken ve çözülmesi belki de imkânsız teknik zorluklar mevcutken, “nükleer füzyon kapıda” fikrini pazarlamaya çalışıyorlar. Enerji sektöründe çok yaygın bir espridir, nükleer füzyona ulaşmak için hep elli yıl kaldığı söylenir.Ancak, engeller aşılsa bile enerji krizine tepki vermek için elli yıl gibi bir süremiz yok. Durum çok daha acil. Ve yine aynı mesele: Füzyon sadece elektrik üretecek!
Peki, ufuktaki enerji krizini ne zaman fark etmeye başlayacağız?
Yaşlandığımda diye umuyordum, ama sanmıyorum. (gülüyor) Pandemiyle beraber her şey çok hızlandı. Bence büyük sorunlar 2025 öncesinde baş gösterecek. Uluslararası Enerji Ajansı yakın zamanda geleceğe dair dört senaryo ortaya koydu. Petrol üretiminde beş yıldan kısa bir sürede yüzde 50 düşüş öngörüyor. Devletler bu duruma karneyle dağıtma ya da şirket kamulaştırma gibi önlemlere müdahale edebilir. O takdirde, düşüş daha az olsa da, yine de hatırı sayılır ölçüde gerçekleşir. Karşılaştırma adına, 2008 krizi sırasında petrol tüketiminin sadece yüzde 4 düştüğünü hesaba katalım. 2025’e doğru 2008 krizinin şaka gibi gözükeceği bir ekonomik krizle yüzleşeceğiz. Kullandığımız birçok hammaddeyi petrolle çıkarıyor, petrolle çalışan kamyonlarla taşıyoruz. Kıtlık baş gösterdiğinde tüm bunlar etkilenecek. Mesela Barcelona gibi şehirlerde gıda dağıtımı nasıl halledilecek? Açıkçası, bu kadar hızlı bir ivme beklemiyordum. Ama bu ölçüde bir soruna çözümünüz yoksa, sonuçları da çok derin olacaktır. Ham petrol üretimi 2005’te tepe noktasına ulaştı. On beş yıldır sorunu bir yandan katmerlerken, diğer yandan göz ardı ettik. Hiçbir haltı çözmedik.
Peki iyimserliğe hiç mi yer yok?
Evet, bundan daha iyi senaryolar da mevcut. İşlerin ne kadar kötü gidebileceğine dair kendimizi hırpalamanın âlemi yok. Anahtar mesele insanlık açısından bir dönüm noktasında bulunduğumuzu ve olabildiğince demokratik, müzakereye dayalı bir çıkış aramamız gerektiğini idrak etmemiz.
Bahsettiğiniz senaryonun eli kulağındaysa, siyasi ve iktisadi güçler şimdikinden farklı davranıyor olmaz mıydı?
Sorun hakkında yavaş yavaş bir söylem yerleşiyor. Ancak, kimse bunu yaygın siyasi söyleme nasıl dahil edeceğini bilmiyor. Meselenin çetrefilliğini teslim ediyorum, çünkü epey pedagojik bir yaklaşımı gerektiriyor. Ancak, buna epey kafa yoran, dümeni iyi bir istikamete büken insanlar olduğunu biliyorum. İspanya Ekolojik Geçiş Bakanlığı’nda konuyu çok iyi bilen insanlar var. Sonuçta, bizim kadar, belki de daha iyi verilere sahipler. Asıl sorun ekonomi ve finans çevreleriyle savaşmak. Buna karşılık, iktisadi güçler bizim gün gibi gördüğümüz sorunları çözme noktasında değil. Stratejik kararlar alması gerekenlerin –unutmayalım tonla para söz konusu!– elinde tüm gerekli para, bilgi ve alet edevat mevcut, ama korkuyorlar.
Çeviri: Ulus Atayurt
Bu söyleşi ilk olarak El Critic dergisinde yayınlandı.