Netflix’te yayınlanan Uysallar dizisini izlediniz mi?
Tolga Saygılı: Bir-iki bölüm izledim. Benim için hiçbir şey ifade etmiyor. Ama punk kültürüne meraklı gençler için iyi olabilir.
Ali Trak: Uysallar bir punk dizisi değil ki, bir crossdresser dizisi. Oktay karakteri geceleri punk kılığına giriyor. İki bölüm izleyebildim.Konu nereye bağlanacak diye merak ettim, ama dizinin temposu bana yavaş geldi, dayanamadım. Bir şeylere heves etmişler, ama bazı kopukluklar var. Dizi punk kültürünü değil, bir tatlısu punk’ını anlatıyor. Bizde “cool generation” hikâyeleri pek olmuyor zaten. Biz Gemide veya Laleli’de Bir Azize gibi hikâyeleri anlatabiliyoruz. Onu biliyoruz çünkü.
Ali Özdemir: Punk’la tek alâkaları beni tanıyor olmaları olan iki arkadaşım var. “Uysallar’ı izledin mi?” diye sordular. İzlerken hep beni anmışlar! Hay dedim Allah kahretsin! (gülüyor) Dizinin afişine ve konusuna baktığımda ben de punk dizisi olduğunu sandım. Öyle değilmiş meğer. Aslında punk dizisi demeseler sevebilirdim. Merak edip dizinin müziklerine baktım, sadece bir tane yerli punk grubu vardı. Hedonistik Noise’un “Meaningless Walls”unu kullanmışlar. Onun dışında doğru dürüst punk grubu görmedim. Zaten dizi punk’ların ne yapıp ettiğine çok az değiniyor. Punk kültürü arkadaki bir muhabbet gibi. Dizideki hemen hiçbir karaktere sempati duyamıyorsun. Oktay karakteri de punk değil. Bir tek asi bir kız çocuğu var. O iyi, doğal punk…
İstanbullu punk’lar ince Mohikan yapardı. Ankaralılar kalın bırakırlar üstleri, yanları alırlardı sadece. Bozkır punk’ı! Yanlışlıkla direksiyonu kırıp Yozgat’a falan inse en fazla bakarlar biraz, dövmezler. Sonuçta o tipte futbolcular da vardı. Ama biz kazara gitsek var ya…
Oktay’ın Beyoğlu’nun arka sokaklarında tanıştığı Moloz karakteri punk değil mi?
Özdemir: Evet, Moloz punk. Amerika’da tren yollarında yolculuk edip folk-punk yapan karakterlere benziyor. Dizinin en punk cümlelerini Moloz söylüyor. Ama o kadar. Moloz’un punk tayfasıyla olan muhabbetlerini de pek göremiyoruz. Bu yüzden gerçek punk karakterleri de kavrayamıyoruz. Oktay’ın gençlik arkadaşı Fevzi de punk sayılır mesela. Ama Fevzi de ilk ve son bölümde çok kısa bir şekilde görünüyor.
Ama dizide görsel olarak punk öğeler hayli baskın…
Saygılı: Evet ama, punk kültürü basit söylemlere indirgenmiş. Mesela son bölümde Fevzi, Oktay’a “Bu mu ulan punk’çı?” diyor. Hangi punk kendine “punk’çı” der? “Punk’çı” demek terziye “terzici” demek gibi bir şey…
Trak: Ama Haluk Bilginer’in oynadığı Berhudar karakteri çok iyi. Berhudar tam bir siyasal İslâmcı. Cuk.
Berhudar’ın siyasal İslâmcı olduğunu düşündüren ne?
Trak: “Türkiye’nin veya dünyanın en büyük bilmem nesini inşa ediyoruz” diyen herkes siyasal İslâmcıdır. Tabii ki gizli kapaklı rakısını da içiyor. (gülüyor)
Peki Uysallar’ın gerçek hayattaki punk kültürüyle hiç bağı yok mu?
Özdemir: Mesela punk tayfa kadınlara bulaşan tipleri dövüyor. Gerçekten böyle şeyler olurdu.
Trak: Ama sen bıçaklanmıştın!
Özdemir: Önemli değil. Kadınlar taciz ediliyordu, ben de müdahale ettim. Tacizciye tekme atınca o da bana bıçak çekti. En azından Oktay gibi “Çocuğun doğumgünü için böyle giyindim” demedim.
Oktay beyaz yakalı bir mimar. Telefonundan sürekli bina yıkım videoları izliyor. Yaptığı işten nefret ediyor, ama kaçıp gidemiyor. Bir sahnede tasarladığı hapishanenin maketi önünde kendisiyle yüzleşiyor.
Saygılı: Kurumsal kafaya giren herkes o çelişkileri yaşamıştır. Bir noktada devam edemeyeceğini anlarsın, özüne dönersin. Ama Oktay’ın özüne dönüşü sorunlu. Ben birçok şeyden uzak bir hayat yaşıyorum. Mesaili bir hayatım yok. O yüzden dizideki insanların ruh halini anlayamıyorum.
Trak: Punk başka bir kafa yapısı, duruş, bakış. Bende çelişki çok yok. En başında kendimi punk olarak görmedim. Eğer “punk’ım” diye ortalarda gezmeye başlarsam “sen şöylesin, böylesin” diye beni göt edecekleri bir sürü şey olurdu. 16-17 yaşlarında bir karakter oluşturmaya çalışan insanlar için bu tür çelişkileri taşımak ağır bir şey. Mimar Sinan Üniversitesi’nde öğretim görevlisiyim, memurum yani. Bazen öğrencilerimle konserlerde karşılaştığımız oluyor. Buna çelişki diyemem, ama garip bir şey.
Özdemir: Hepimizde çelişkiler var. Bir süre reklam sektöründe çalıştım. Berhudar bir sahnede Oktay’a “Hapishane deyince sen ne anlıyorsun?” gibi garip bir soru soruyor. Bu, dünyanın en soyut sorusu. Ama patronlar o soyutluktan anlamlı bir şey çıkarmanı bekliyor. Esas çelişki de orada. “Keşke Oktay’ın punk olduğu ilkgençlik zamanlarını, babasının baskısını, sonra nasıl bu haline dönüştüğünü de görebilseydik bir parça” dedim izlerken.
Sizin punk kültürüyle ilk temasınız nasıl oldu, başınıza neler geldi?
Özdemir: Sivaslıyız biz. Kürt ve Alevi bir aileden geliyorum. Babam Kangallı, annem Zaralı. Ben İstanbul’da doğdum, Kürtçe bilmiyorum. Bütün akrabalar Ümraniye’deydi. Hepsi aynı yere yerleşmişler. Ama biz Bakırköy’deydik. Ümraniye’dekiler kapalı bir hayat yaşardı. Hep kendi içlerindeydiler. Sürekli düğün olur, sürekli o düğünlere gidilirdi. Sevmezdim düğünleri, gitmek istemezdim. Saçımı daha mohikan yapmadan önce ilk küpe takmıştım. Babamın köylüleri epey laga luga yapmışlardı. Düğünlere gitmiyorum diye de çok kızarlardı. Annemi kenara çekip “Bu çocuk satanistlerle mi takılıyor? Buna biraz bakın edin” derlerdi. Sonra bunların çocukları büyüdü, saçlarını uzattılar, küpeler takıldı. Kendi çocuklarına hiçbir şey diyemediler, ama bana çok laf etmişlerdi.
Çocukken The Clash’in “Should I Stay Or Should I Go”sunu dinlerdim. Punk dinlediğimi yıllar sonra fark ettim. Kendimi anarşist olarak tanımlamaya başladığım yıllarda rock türevlerini de dinliyordum. Metal, hard rock gibi türlerden gruplar dinleyip neyin hoşuma gittiğini keşfediyordum. Sonra Green Day’in Dookie ve The Offspring’in Smash albümü çıktı. Hasta oldum müziklerine, oradan Bad Religion’a sıçradım, Sex Pistols, Exploited, The Damned, The Adverts gibi daha old school grupları keşfettim. Beyazıt’tan çekme kaset alıyordum. Kasetleri satan eleman “Bunları seviyorsan şunu da seversin” diye farklı farklı gruplar öneriyordu. CBGB yılları, Amerikan punk’ı, hardcore, post-punk, new wave maceralarıma hiç girmeyeceğim, söyleşi bitmez… (gülüyor)
Bize “Bu şeyler cinsiyetçi” diyen kimse yoktu. Punk sahnesi büyüdükçe feministlerden, kuirlerden punklar çıkmaya başladı. İlk feminist punkları Ankara’da görmüştüm. Katran diye bir fanzin çıkarıyorlardı. İlk onlar “Siz biraz cinsiyetçiniz” diyerek uyarmıştı.
Saygılı: Ben İzmit’te yaşıyordum. Punk müziğe İzmit’te merak sarmıştım. Gitar çalıyordum, ufak tefek şarkılar yapıyordum. Punk kültürüyle temasım dolaylı yoldan. Önce Seattle grunge kültürüyle yakınlığım oldu. Grunge, punk’ı kısmen kapsıyor. Kendimi o ruh haline yakın hissettim diyebilirim. Sub Pop Records ekolünü dinliyordum. Daha keskin punka geçişim Epitaph Records gruplarını dinlemeye başlamamla oldu. Kendimi punk olarak tanımlamıyorum. Punk müzik yapmak veya dinlemek, punk olmamı gerektirmiyor. Armut yediğinde armut olmuyorsun. Armut yiyen biri oluyorsun. Benim punk tanımım, gezegenin genelinden biraz daha farklı ve kişisel. 1995’te İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nü kazanıp İstanbul’a geldim. 90’lı yıllarda İstanbul Üniversitesi’nin ortamı çok zorluydu, siyasal ortam sertti. Kantin bile sağ-sol diye ikiye ayrılmıştı. Saçlarım mohikandı. Okulda benim gibi biri yoktu. Ya sağcı ya da solcu vardı. Sağcılarla anlaşamıyordum. Arkadaşlarımın çoğu solcuydu. Punk’a yakın rock dinleyen tayfayla daha iyi anlaşıyordum. Onlarla beraber Beyoğlu’ndaki barlara gidiyorduk. Okulun yurdunda bazı sorunlar çıkmaya başlayınca arkadaşlarımın yanında kalmaya başladım. Üç gün orada, beş gün buradakaldığım evler vardı.
Nasıl evlerdi onlar, işgal evi gibi miydi?
Saygılı: Evet. Kuruçeşme-Feriköy arasındaki boş evlerde kalıyorduk. O zamanlar Beleştepe’nin içinde terkedilmiş bir apartman vardı mesela. Öyle yerlerde bir ay falan kalırdık, ardından polis gelir, evleri kapatırdı.İşgal evlerinde senin-benim diye bir şey yoktu. Her şeyi paylaşırdık, kira zaten verilmezdi.
Gezi direnişinden sonra işgal edilen bazı mekânlar oldu. Kaldığınız işgal evleri o mekânlara benziyor muydu?
Saygılı: Yok. Kaldığım işgal evleri öyle politik etkinliklerin yapıldığı yerler değildi. Fight Club’daki ev gibi eski, dökük yerlerdi. O evlerde kalan punk tayfası en azından üç-beş punk albümü dinlemiş, saçını mohikan yapan, biraz punk kültürünü bilen insanlardı. O işgal evlerinde uyuşturucu meselesi de vardı. Ben hiç bulaşmadım, hep büyük bir aptallık olarak gördüm, ama eroinden ölenlere de yakından tanık oldum. Jack Kerouac’ın Yolda’da yaptığı gibi yaşadığımı, gördüğümü not alıyordum. Ama kitap yazmak gibi bir düşüncem olmadığı için şarkı yazıyordum.
Uysallar’da da punk’ların kaldığı bir işgal evi var. Duvarlarda Sid Vicious ve Neyzen Tevfik posterleri asılı…
Özdemir: Neyzen Tevfik posteri Moloz yüzünden duvarda. Bu şaşırtıcı değil. Moloz canki, ama politik bir tarafı da var. Neyzen Tevfik’in sözleri punk’tır. Küfürlü, net ve vurdukça vuran sözler. Sid Vicious’a eskiden, yaşlar küçükken anlam yükleniyordu, ama kafasızın teki.
Sizin esin kaynaklarınız neydi?
Saygılı: Beat edebiyatına meraklıydım. Kerouac, Ginsberg okurdum.
Özdemir: Bukowski çok okurdum. Beatkuşağına bayılıyordum. Bir de Orhan Veli beni çok etkilemiştir. Orhan Veli de punk’tır bence. Bu arada Ahmet Kaya da punk.
90’lar fanzinlerin revaçta olduğu yıllardı. Siz fanzin yaptınız mı?
Özdemir: Evet. Fanzinleri bedavaya dağıtıyorduk. Ama yaptığım fanzinlere bakınca utanç duyuyorum. Süper cinsiyetçi, iğrenç fanzinlerdi.
Saygılı: Sahaflardan aldığımız dergilerden kolajlar yapıyorduk. Fanzinlerimiz cinsiyetçiydi, evet. O zamanın kafasıyla yapmıştık.
Peki neden bu kadar cinsiyetçiydi? Feminizm punk âlemine uğramamış mıydı?
Saygılı: Tamamen benim öküzlüğümden, cehaletimden.
Özdemir: Biraz da burada doğup büyümekle alâkalı herhalde. Mesela ben hiç homofobik olmadım hayatımda. Ama şimdi nasıl olmuş bu iş diye düşünüyorum. Çünkü benim çocukluğumda gazeteler “Nonoşlara operasyon yapıldı” ya da “Nonoşların saçını kestiler” diye başlık atabiliyorlardı.
Saygılı: Burada yaşamamış olsam belki böyle olmazdı. Her şeyi yarım yamalak yaşıyorduk. İlişkiler de öyleydi. Psikolojik olarak hiçbir şey tamamlanmıyordu. Belki de o yüzden bu şekilde rahatlıyorduk. Bu fanzinler de aldatılan ve intikam almak isteyen bir herifin dünyası gibi… Eskiden yaptığımız birkaç cinsiyetçi şarkı da var. O şarkıların bu kadar yayılacağını bilmiyorduk. Şarkıları artık geri alamam. Ama o şarkıları konserlerde ya söylemiyorum ya da farklı söylüyorum. Mesela “sigarayı dönder, karıları gönder” diye bir şarkı sözümüz vardı. Ona artık “paraları gönder” diyorum.
Özdemir: Türkiye’de ne feminizm ne de punk kesişebilecek kadar büyümüştü. Bize “Bu şeyler cinsiyetçi” diyen kimse yoktu. Punk’lar, feministler, kuirler vardı, ama bambaşka yerlerdeydik, temas yoktu. Neyin cinsiyetçi olup olmadığını bilmiyorduk. Punk sahnesi büyüdükçe feministlerden, kuirlerden punk’lar çıkmaya başladı. İlk feminist punk’ları Ankara’da görmüştüm. Katran diye bir fanzin çıkarıyorlardı. Hatta, ilk onlar bizi “Siz biraz cinsiyetçiniz” diyerek uyarmıştı.
Bir de “Ankara punk” var galiba. İstanbul’dan farklı mı?
Saygılı: 2000’lerin başlarında biz burada çıkarken Ankara’da Sokak Köpekleri vardı. Gitmeler gelmeler oldu. Biz konsere gittik onların ortamlarına, onlar buraya geldi. Ama bizim aksimize çok erken bıraktılar. O gitme gelmelerde kitle büyüdü, başka grup kuranlar çıktı. Ankara punk ortamı farklıydı hep buradan. Bir grup vardı mesela, isimleri Ömrüm Parklarda Geçti…
Özdemir: İstanbul’da punk’ların parklarda takıldığını hiç görmedik. Niye parka gidiyor Ankara’dakiler derdik, anlamazdık. O zamanlar hâlâ kaset vardı bunlarda. Ellerinde boombox, nereye gitseler punk çalıyorlardı. Gittikleri yeri punk barına çeviriyorlardı. Bir de Joe Strummer Ankara doğumlu diye Ankara punk’ları için Clash en büyük gruptur.
Saygılı: İstanbul’dakiler Sex Pistols takılırdı. “Ankara Clash, İstanbul Sex Pistols” gibi bir durum vardır. Ankaralılar hemşerileri diye Strummer’ı sahiplenirler. (gülüyor)
Sizin nasıl bir ilişkiniz vardı Pistols’la?
Özdemir: Başlarda çok seviyordum. Daha sonra nasıl kurulduklarını öğrendikçe, grup elemanlarını ve menajerini tanıdıkça soğudum.
Saygılı: Clash’in müziği Pistols’a göre daha tekniktir. Pistols’ın müziğindeki sadeliği ve gücü seviyorum. Sex Pistols bir proje gibi başladı ve filmin sonu pek iyiye gitmedi. Ama bu durum müziğe gölge düşürmemeli. Kısacık dönemde bile bıraktıkları etki reddedilemez.
Özdemir: Clash müzik olarak daha iyi olduğu için onlara özenerek çaldıklarından Ankara punk grupları müzikal olarak daha gelişmiştir. Hep daha iyi gruplar çıkar o yüzden. (gülüyor)
Saygılı: Strummer Ankaralı diye hadiseyi abartmışlar, ama siyasi kafa olarak İstanbul her zaman daha iyiydi. Onlar işin müzik tarafındaydılar hep. Bürokrat çocukları sonuçta, politik tarafları bize göre çok zayıftı.
Tipler de farklı mıdır? Karşıdan bakınca İstanbullu punk ile Ankaralı punk belli olur mu?
Saygılı: Tip olarak İstanbullu punk’lar ince Mohikan yapardı. Ankaralılar ise kalın bırakırlar üstleri, yanları alırlardı sadece. Amerikan traşı gibi biraz. (gülüyor.) Bozkır punk’ı bunlar! Yanlışlıkla direksiyonu kırıp Yozgat’a falan inse en fazla bakarlar biraz, ama dövmezler yani! (gülüyor) Sonuçta o tipte futbolcular da vardı. Ama biz o zaman kazara gitsek var ya…
Özdemir: Ama demin dediğim gibi, feminist punk kızları da ilk kez Ankara’da gördüm.
İstanbul’a dönersek, Beyoğlu’nun punk ortamı nasıldı?
Saygılı: Punk’ların takıldığı sokaklar vardı. Düşünsene, Tarlabaşı punk mahallesi olsa hoşuna gitmez miydi?
Özdemir: Evet, ama yaptırmazlar. Mafyatik tipler o sokakları bitirir. Uysallar’da da biraz öyle. Dizide punk’lar bir hapishaneyi işgal evine dönüştürüyor. Daha sonra zenginler işgal evini görüp gece kulübü yapıyor. İşgal evinin de, sokakların da ruhu böyle ölüyor. Ben anarşistim. Daha sonra punk’a merak sardım. Çok az anarşist arkadaşım vardı, hiç punk arkadaşım yoktu. Beyoğlu’nda Abdullah Sokak’ta bir sene takıldım, hayat tükettim. Bir sene sonra aklım başıma geldi, “bir şeyler üretmem lâzım” dedim. Bok gibi gitar çalıyordum, ama punk müzik yapmak istiyordum. Anabala Pasajı’nda Cevdet adında müslüman-anarşist, punk bir sahaf vardı. Cevdet’in müzik bilgisi çok iyiydi. Düzgün biriydi, muhabbet etmeye başladık. Bir gün Tolga sahafa gelip Cevdet’e “bas gitarist var mı?” diye sordu. Yanılmıyorsam ‘99 yılının sonuydu. Cevdet beni Tolga’nın önüne attı. “Buyurun, işte size basçı” dedi. Klasik gitar filan çalıyordum, ama bas gitara elimi sürmemiştim. Tolga’ya “Cevdet abi öyle söyledi ama, bas gitar çalmayı bilmiyorum” dedim. Tolga “Ben sana akorları söyleyeceğim, dümdüz çalarsın” dedi. Dın dın dın, çaldım bir şeyler. Benim yanımda bir arkadaşım vardı. Tolgalar bize bakıp gülüyorlardı.
Trak: Sen kıvırcık saçlı mohikandın!
Kıvırcık mohikan niye dalga konusuydu?
Özdemir: Kıvırcık saçta mohikan düz durmaz. Benim de saçlarım kıvırcık. Bana “Kıvırcık mohikan mı olur lan?” derlerdi. Meğer o arkadaşım internetten punk kıyafetleri sipariş ediyormuş. Tolgalar bunu anlamış ve arkadaşımla dalga geçiyorlarmış. O zamanlar punk kıyafetini kendin yapardın, sipariş etmek ayıptı.
Trak: İşte Uysallar! (gülüyor)
Saygılı: Dizide Oktay’ın “havalı” kıyafetleri var ya… Oktay’ın saçının takma olduğunu görünce gözüm döndü. Biz dayak yiyeceğimizi bilsek bile bere takmazdık. O saçı taşımak bir çeşit gururdu.
Trak: Sen bu arada resmi mahkeme tutanaklarına “punk” olarak geçmiş insansın!
Nasıl yani?
Saygılı: 90’larda İstanbul Üniversitesi’nde çok olay olurdu. Bir gün polisler okulun kantinini bastı. Solculara “Çökün” dediler, “alâkası olmayan varsa çıksın”. Olayla alâkam yoktu, ama bütün arkadaşlarım oradaydı. “Onları tanımıyorum” deyip çıkmak olmazdı. Saçlarım mohikan olduğu için göze batıyordum. Kantinden çıkmadım ve beni Vatan Emniyet’e götürdüler. Nezarete attılar ve mahkemeye çıktık. Hâkim “Anlat bakalım” deyince, “Beni saçım mohikan diye punk olduğum için aldılar, olayla alâkam yok” dedim. Hâkim alâkam olmadığını anlamıştı zaten, çünkü diğerleri hep mahkemeye çıktığından onları tanıyordu. Hâkim zabıt katibine sırıtarak “Punk olduğu için gözaltına alınmıştır” dedi ve beni bıraktılar. (gülüyor)
Punk müzik yapmak ne anlam ifade ediyordu sizin için?
Trak: Çok hevesliydik. Bize benzeyen birileri geçmişte bir şeyler yapmıştı. Bizim de onlar gibi müzik yapmak içimizden geliyordu.
Özdemir: Ben politik bir kafayla müzik yapmak istedim.
Saygılı: Müzik yaparakbir şeylerin boşa gitmediğini fark ediyorduk. Bir şey bıraktığımızı düşünüyorduk. Bu yola ünlü olmak için çıkmadık. Sadece takılıyorduk. Yaptığımız şarkılar biraz gürültülü çocuk şarkıları gibiydi. Bizim hikâyemiz uzun soluklu oldu. Müziği bırakmadık. Üniversitedeki siyasi ortam çok sertti, punk müzik iyi geliyordu.
Punk ortamı sert değil miydi? Özellikle konserler sert geçmiyor muydu?
Saygılı: Evet ama, o farklı. Punk ortamında kimseye hesap vermek zorunda değildin.
Özdemir: Mekân sahipleri “Punk konserinde hep kavga çıkıyor” diye konser vermemizi istemezlerdi. Konser verebildiğimiz bir-iki mekân vardı. En kolay Lay Lay Lom’da konser verirdik. Orada konser verebilmek için senet imzalardık, bilet garantisi verirdik. “Şu kadar kişi getirmezseniz enstrümanlarınıza el koyarız” gibi laflar edilirdi. Lay Lay Lom’da konserlere çıktığımız dönemde, beş grup oluyordu mesela, dört grup Rancid’in “Time Bomb”unu çalıyordu. Çevremizdekiler bize “Kendi bestenizi mi çalacaksınız? O zaman kimse dinlemez ki” diyorlardı.
Aslında Gezi’deki herkes punk’tı o an! Herkes kendi gerçeğini yaşıyordu. Biri boynuna ince bir çizgi dövmesi yaptırmıştı. “Bu ne dövmesi?” diye sorulduğunda eliyle boynunu gösterip “Burama kadar geldi” diyordu. Gezi’de herkes bu ruh halindeydi.
Saygılı: “Barış Manço ömrünü cover’la mı geçirdi lan? Kendi şarkılarımızı çalacağız, cover yok” dediğimizde bize hayalet görmüş gibi bakıyorlardı. Bir ara Sıraselviler’de Güllüm Disko Bar diyebir yerde sahneye çıkıyorduk. Saz amfileri falan vardı sahnede. Bizim konserimiz bittikten sonra punklar mekândan ayrılıyordu. Bizden sonra sahneye Çılgın Sedat çıkıyordu, mekânın esas müşterileri geliyordu. Bar sahipleri mafyatikti, punk kültürüyle ilgilenmezlerdi. Peyote bitince Beyoğlu’yla ilişkimiz de kesilmeye başladı.
Şimdilerde “2000’lerin başında Beyoğlu çok güzeldi” diye nostaljik bir söylem dolanıyor. Öyle miydi?
Saygılı: Bugünle kıyaslarsan öyleydi belki. Ama değildi aslında.
Trak: Kör öldü, badem gözlü oldu. Belki bugünlere göre daha güzeldi, ama “güzeldi” dediğin şeye bakınca bugünün ne kadar kötü olduğu ortaya çıkıyor. Yoksa o zamanlar da kötüydü.
Saygılı: Biraz daha özgürdük sanki.
Trak: Evet, ama bugüne göre nispeten öyleydi sadece.
Saygılı: Evet. Sanırım, her şey bugünkü kadar ortada değildi. Kendi içine kapalı, gizemli gibi bir durum vardı. Gözden uzak gibiydik, o yüzden sanki daha özgürdük. Şimdi her şey göz önünde, kontrol altında. Baskıyı daha çok hissediyorsun. Şimdi ulaşabileceğin şeyler çok gibi, ama hepsi aynı, tektip. O yüzden daha sıkıcı sanki.
Hissettiğiniz baskıyı nasıl tarif edersiniz?
Saygılı: Bir şey söylemeden önce üç kere düşünüyorsun. Daha fazla tarife gerek var mı? Bir kere düşündüm, hadi onu kabullendik de üç kere niye düşünüyorum?
Trak: Önce düşünmeyi düşünüyorsun, sonra nasıl ifade edeyim derken, iş “böyle dersem şimdi ne olacak” kısmına geliyor. Bence iktidar değişse de düzelmeyecek çoğu şey.
Saygılı: Toplum olarak duvara çarpa çarpa uyuştu her yanımız. Bunca yıldır bunu yaşadığın için hep böyle gidecek, düzelmeyecek hissi geliyor. Umudun da azalıyor.
Gezi direnişi sırasında halet-i ruhiyeniz nasıldı?
Özdemir: Gezi Parkı’na 28 Mayıs’ta gittim. İşlerin büyüyeceğini düşünmemiştim. Bazı arkadaşlarım eylemin medya ayağını kurmuştu. Fuat Ergin’in bir şarkısına video çekilmişti. Ben de videoyu kurgulamaya başladım. Akşam olunca uyumak için Gezi Parkı’ndan ayrıldım. O sabah çadırları ateşe verdiler. Ertesi gün artık ayrılma yok tabii, oradayız. Sabaha karşı daldılar, ama böyle dalma yok. İnsanlara kaçacak yer bırakırsın normalde. Polis dört tarafı kapatıp parkı gaza boğdu. Tekerlekli sandalyede bir adam gazın ortasında, bir başına kalmıştı. Onun yanına gidip çekip kurtaramadım. O sahne hep aklımda. Sonra 31 Mayıs’ta herkes sokağa çıkmıştı. Çok şaşırtıcıydı. Gezi’ye ilk gidenlerin içinde liberter, sol, anarşist tayfa vardı. Hatta kırmızılı kadına gaz sıkılırken tekme atarak polisi engellemeye çalışan kişi punk’tı.
Saygılı: Aslında Gezi’deki herkes punk’tı o an! Herkes kendi gerçeğini yaşıyordu.
Sizi Gezi direnişine çeken neydi?
Trak: Polisin çadırları yaktığını görünce kafam attı. Çadır insanların uyuduğu yer, mesken yani. Solingen’de neonazilerin Türklerin evini ateşe vermesinden hiçbir farkı yoktu o hareketin.
Saygılı: Bir kişi boynuna ince bir çizgi dövmesi yaptırmıştı. “Bu ne dövmesi?” diye sorulduğunda eliyle boynunu gösterip “Burama kadar geldi” diyordu. Gezi’de bence herkes bu ruh halindeydi.
Taksim’den Beşiktaş’a inen yoldaki barikatlardan birinde “Çok sıkıcıydı hayat” yazıyordu…
Trak: “Bazen canım çok sıkılır / Balkondan atlarım…”
Evet, sizin “Süper Aşk Şarkısı”ndaki sözleri hatırlatıyor…
Saygılı: Bence şarkıdaki o canı çok sıkılıp balkondan atlayan kişi, politik görüşü sağlam bir insana göre, orada ne yapacağı belli olmayan insandır. Beş adım sonra oradan da sıkılıp geri dönebilir. Belli olmaz onun işi. Şarkı biraz fantezi, gerçek durumda çok işe yaramayabilir şarkıdaki adam. Ayrıca, tamam sıkılmış da, niye bu kadar sıkılıyorum diye de düşünmesi lâzım! (gülüyor)
Gezi direnişi için “Buldozer” diye bir şarkı yaptınız…
Trak: Şarkıyı yapmışlar, internete koymuşlar. Benim haberim yoktu. (gülüyor)
Özdemir: Bilgisayarla yaptık davulu. Acelesi vardı, hemen çıkarmak lâzımdı şarkıyı. İnsanlara şarkı lâzımdı.
Nasıl bir hisle yazıldı o şarkı?
Saygılı: Ayaküstü yapılmış bir şarkıydı. “Niye hep öyle şarkı yazmıyorsunuz” diyenler oluyor bazen. O an büyük bir hadisenin içindeydik. Yaşadıklarımızı anlattık. Başka bir zamanda yazılamazdı o şarkı.
25 Nisan’da, Gezi davasında cezalar verildi. Siz de “Yürü bre Hızır paşa, senin de çarkın kırılır” diye bir tweet attınız. Bugünlerde neler hissediyorsunuz?
Saygılı: Görüşlerimiz ve müziğimiz değişmedi. Biraz yaş aldık sadece.
Trak: Ama belli bir açıyla havaya sıkması gereken gaz tüfeğini insanların kafasına sıkan, bir genci tekmeleyerek öldüren insanlarla muhatap olduğumuzu da anladık.
Özdemir: Gezi’den sonra çok fazla şey yaşandı, hepsi başka etkiler yarattı. Mesela İmamoğlu çıktı, İstanbul’u aldı. Önce bir “oh” diyorsun, bir süre bir rahatlama. Ama sonrası başka mesele. Şimdi Zafer Partisi diye bir şey çıktı. Milletin içinde ırkçılık, faşistlik uyanıverdi. Ben lisedeyken ülkücü tayfa vardı. Şimdi Zafer Partisi’ne meyleden tipler çıktı. “Bu tiplerden hiç kurtulamayacak mıyız?” diye düşünüyorum bazen. Bir de bu yeni ırkçı tipler daha farklı. Seküler faşo; farklı bir model bunlar. Toplumda muhafazakârlaşma çok bariz artık. Sadece dini anlamda değil, bütün kesimlerde var. Çok depresif yaptı beni son zamanlarda. Son aylarda uzun uzun yürüyorum, biraz rahatlatıyor. Ben muhalif olarak görülen diğer yüzde 50’nin içinde de çok küçük bir azınlığa mensubum aslında. Bunu düşünmek çok sıkıyor. Bir de galiba çok fazla kimlik siyasetine gömüldük. O zaman iyice artık kendi küçük alanına hapsoluyorsun…
Instagram’da gördüm. Bir kadın sokakta yürürken bağırarak bizim “Gripin” şarkımızı söylüyor. Başka bir kadın da onu çekmiş, kıyafetini kastederek “Donla mı dolaşıyorsun?” gibi bir şey söylüyor. Bu lafı söyleyen öyle muhafazakâr, dindar değil, (iki elini kaldırıp tırnak işareti yapıyor) modern bir tip.
Trak: O hareketi bir daha yapsana, ne olur!
Özdemir: Neyi?
Trak: Havaya tırnak işareti atıyorsun ya, bana çok eğlenceli geliyor o hareketi yapanlar. Kanat çırpıp havalanmak ister gibi! (gülüyor)
Saygılı: Sonuçta sadece AKP’liler değil, aynı baskıcı kafada çok daha geniş bir kitle var.
Özdemir: Rakı içen ve içmeyen AKP’liler diye ikiye ayrılıyorlar! Mesela toplumda hâlâ evlenmemiş olmak bir başarısızlık gibi görülüyor. AKP iktidarı sona erse de değişen bir şey olmayacak gibi.
Saygılı: Toplum alternatifi yine sağ siyasette arıyor. O yüzden değişmeyecek tabii.
Toplumdaki yerleşik muhafazakârlığa karşı yükselen bir kültür var mı sizce?
Saygılı: Rap gibi olmaz, ama punk’ta bir patlama olabileceğini düşünüyorum. Aslında punk değil de, biraz daha gürültülü müzik diyeyim. Özellikle Kadıköy tarafında onun işareti yeni gruplar görüyorum.
Hiphop kültürüyle aranız nasıl?
Saygılı: Ben çok uzağım.
Özdemir: Sevdiğim rapçiler var. Ezhel, Aga B çok iyi tipler. Vatan-Millet-Sakarya rap’çileri yerine onlar yürüsün isterim. Ayrıca, Ezhel iyi müzisyen.
Punk sahnesinde yeni nesil gruplar var mı?
Saygılı: Toplumda baskı olunca bir şekilde punk grupları fırlıyor. Onlarla aynı ortamı paylaşıyoruz. Belki onların babası yaşındayız, ama aynı şeyleri hissediyoruz. Boğaziçi Üniversitesi tayfasından Padme diye bir grup var. Veganlık ve LGBTİ+ gibi konulara daha yatkın. Biz de insan haklarını savunuyoruz, ama Padme zamanın ruhunu iyi yansıtıyor. Punk, rap gibi patlamayabilir. Ama punk müziğin bizim zamanımızdakinden daha iyi bir yerde olacağını söylemek mümkün.
Özdemir: Yeni nesil punk’ların içinde politik doğrucu bir tayfa da var, bizden daha küfürlü konuşan tayfa da… Geçenlerde genç punk gruplarının çıktığı bir konsere gittim. Hayatımda bu kadar fazla üstü çıplak, kaslı genç erkek görmemiştim.
Sizin konserlerinizde üstü çıplak erkek yok mu?
Özdemir: Bazen iki-üç kişi olur. Geçen konserimize anarko-feminist bir arkadaşım gelmişti. Uyuz olmuş onlara, bazılarını tekmelemiş. Son iki konser hadiseli oldu. Pandemi yüzünden iki seneden fazla sahneye çıkmadık, insanlar çok beklemişti. Konser çok kalabalıktı. Bir ara sahnenin üzerinde otuz kişi vardı. Aslında o ortamı seviyorum. Seyirciyle göz hizasından kurulan ilişki başka. Sahneye çıkan iki zıplayıp aşağıya atlarsa sorun değil, ama bazen işi abartıp şarkı söylemeye çalışanlar oluyor. O biraz kötü olabiliyor. (gülüyor)
Saygılı: Sonra, “iyi mi çaldın, kötü mü çaldın?”… Ne çalması lan, hayatta kalmaya çalışıyorum ben orada! Müzik kalitesinin anlamsızlaştığı bir ortam oluşuyor bazen. Hep kötü mekânlar, kötü tesisatlar, hep sahnede rahatsız çalmak zorunda olmak, müziğin arka plana geçip işin enerji patlamasına dönmesi falan… İşte o yüzden Zorlu gibi bir yerde çıkmak istiyoruz. Gerçek bir sahne, iyi bir ses sistemi. Bir kere ne çaldığımızı duyalım. İnsanlar da duysun. Çünkü aslında gayet güzel çalıyoruz.
Yeni kuşak punk gruplarıyla ilişkiniz nasıl?
Saygılı: Biz onların artık yaşlanmaya başlamış abileri değil, rakipleriyiz. Bizim için de amaç bir tık yukarı çıkmak. Ünlenmekten bahsetmiyorum, kitleyi biraz genişletmekten bahsediyorum. Daha büyük yerlerde çalıp daha geniş bir kitleye ulaşmaktan bahsediyorum. Asla Karga ya da Peyote tarzı yerlere gelmeyen, ama bizi dinlediğinde sevebilecek insanlar var çünkü. Bizim de bu olası patlamada böyle bir etkimiz olabilir.
Trak: Belki Cemiyette Pişiyorum ismi yeni nesil tuhaf isimli gruplara ilham kaynağı olmuştur. Son Feci Bisiklet, Yüzyüzeyken Konuşuruz falan gibi şeyler var ya. (gülüyor)
Sizin isminiz nereden geliyor?
Saygılı: Eskiden tek kelimelik grup ismi modası vardı. Duman, Küf, Buz, Kum gibi isimler yaygındı. Punk kanadında da Jetons, Pisliks gibi isimler konuyordu. Çıkardığımız fanzinlerden birinde “punk gruplarına isim önerileri” diye bir bölüm yapıyorduk. Ama bunlar Estonya’da Simit Yedim, Nurettin’in Süt Kabı gibi saçma sapan isim önerileri olurdu. Grubu kurarken “Şu bizim listelere bakalım” dedim. Bir baktım, en son listenin en sonuncu önerisi Cemiyette Pişiyorum. “Tamam, budur” dedik.
1+1 Express, sayı 180, Yaz 2022