GUSTAVE FLAUBERT’DEN MEKTUPLAR –V  

Kerem Eksen, Emre Ayvaz
31 Mart 2022
SATIRBAŞLARI

Marie-Sophie Leroyer de Chantepie’ye 

[Paris, 18 Mart 1857]

Hanımefendi,
Size teşekkür etmek için sabırsızlanıyorum, gönderdiklerinizin hepsi elime geçti. Mektup, kitaplar ve bilhassa portre için teşekkürler! Bu nazik ilginiz beni derinden etkiledi.
Gönderdiğiniz üç kitabı da yavaş yavaş, dikkatle -yani hak ettikleri şekilde- okuyacağım, şimdiden eminim bundan.
Ancak şu anda buna mani olan işler var hayatımda, zira Croisset’ye dönene kadar antik çağın en az bilinen dönemlerinden biri üzerine arkeolojik çalışmalarla meşgul olacağım – bütün bunlar bir başka çalışmanın hazırlıkları. Olayların İsa’dan üç yüz yıl evvel geçtiği bir roman yazacağım, zira modern dünyadan uzaklaşma ihtiyacı hissediyorum. Kalemim modern hayata fazlasıyla batmış durumda ve bu dünyayı görmek midemi ne kadar bulandırıyorsa, resmetmek de bir o kadar yoruyor.
Sizin gibi candan bir okur karşısında dürüstlük bir vazifedir hanımefendi. Bu nedenle sorularınıza cevap vereceğim: Madam Bovary’de gerçek olan hiçbir şey yok. Hikâye bütünüyle uydurma; içine ne kendi duygularımdan, ne de kendi hayatımdan herhangi bir şey kattım. Aksine, yanılsama etkisi (eğer varsa öyle bir şey) eserin gayrişahsiliğinden ileri geliyor. İnsan kendisini yazmamalıdır, benim ilkelerimden biridir bu. Tanrı yarattığı evrende nasılsa sanatçı da eserinde öyle olmalıdır, görünmez ve her şeye kadir; onu her yerde hissetmemiz ama hiç görmememiz gerekir.
Ayrıca Sanat şahsi heyecanların ve duygusal hassasiyetlerin ötesine geçmelidir! Sanata  –acımasızca uygulanacak bir yöntemle– doğa bilimlerinin kesinliğini kazandırmanın vakti geldi artık! Bununla beraber benim için hâlâ başlıca zorluk üslup, biçim, tasavvurun kendisinden kaynaklanan ve –Platon’un dediği gibi– Hakikat’in ışıltısı olan o tanımlanamaz Güzellik.

Marie-Sophie Leroyer de Chantepie


Ben de uzun bir zaman sizinki gibi bir hayat yaşadım, hanımefendi. Ben de yıllarımı taşrada yapayalnız geçirdim; kışları tek işittiğim rüzgârın ağaçlardaki mırıltısı ve Seine Nehri penceremin dibinde buzları sürükleyip götürürken çıkan çatırtılar olurdu. Hayata dair birazcık bilgim varsa, onu kelimenin düz anlamıyla az yaşamakla edindim, – az yemek yedim ama bolca geviş getirdim; her türden insanla karşılaştım ve farklı diyarları gördüm. Yeri geldi yürüyerek, yeri geldi deve üstünde seyahat ettim. Paris’in borsa simsarlarını da tanırım, Şam’ın Yahudilerini de, İtalya’nın pezevenklerini de, zenci hokkabazları da. Kutsal Topraklar’dan gelen bir hacıyım ben ve Parnassos Dağı’nın karlarında yolumu kaybetmişliğim de var ki bu pekâlâ biraz sembolik bulunabilir.
Hiç şikâyet etmeyin; dünyayı biraz gezip dolaştım ve şu hayalini kurduğunuz Paris’i çok iyi tanıyorum; ateşin yanı başında eline güzel bir kitap almak, coşkulu bir gününde Hamlet ya da Faust okumak gibisi yok. Benim (naçizane) hayalim, Venedik’te, Büyük Kanal üzerinde ufak bir saray almak.
İşte hanımefendi, merakınızı bir nebze gidermiş oldum böylece. Portremi ve hayat hikayemi tamamlamak için bir de şunları ilave edin: yaşım 35, boyum 1.73, omuzlarım hamal omzu gibi ve sinirlerim genç bir ev hanımınınki kadar hassas. Bekârım ve münzeviyim.
Mektubumu bitirirken, müsaadenizle «Resminizi» gönderdiğiniz için tekrar teşekkür edeyim size. Çerçevelenecek ve büyük kıymet verdiklerimin yüzlerinin yanına asılacak. Kalemimin ucuna kadar gelen bir iltifatı yazmaktan vazgeçiyor ve beni muhabbetle dolu bir dostunuz saymanızı rica ediyorum.

Çeviren: Kerem Eksen, Emre Ayvaz

^