Marx 202 yaşında! Pastayı kesmeden önce Express’in bahar sayısına, Meram sayfasına bağlanalım, mumları dikelim…
Marx, bir marksist ve bir post-marksist bara gider… 18 Şubat’ta, Komünist Manifesto’nun 172. yıldönümü münasebetiyle, sosyal medya Marx kaynıyordu. Çok beğeni alan paylaşımlardan biri de bu fıkraydı. Evet, o üçlü bir bara gider. Ortam pek sarmaz. Marx fiyatlara illet olur, marksist müşterilere, post-marksist ise Marx’a…
Öyle ya, ne âlemi var fiyatlara takmanın, ağız tadını kaçırmanın. Marx işte, huyu öyle. Sadece post-marksistlerin de değil, ne marksistlerin tadı kalır ne de bar ahalisinin. Peki, barmen, barmaid, garsonlar? Fıkrada olmayan kısım bu, Marx onlara göz kırpıyor, onlar da ona. Mevzu fiyatlardan ücretlere uzanıyor çünkü, oradan da artı değer meselesine.
Bardan çıkalım, konuya dönelim, Marx’ın ağız tadı kaçırma huyuna. Mesela, 1875’te, Almanya işçi hareketinin iki eğilimi, Sosyal Demokrat İşçi Partisi ve Alman İşçileri Birliği birleşerek Almanya İşçi Partisi’ni kurmaya karar verdiklerinde, hazırlanan program taslağını ilk birleşik kongre –Gotha Kongresi– öncesinde tartışmaya açarlar ve taslağı Marx’a da gönderirler. Cevap zehir zemberek.
Öyle bir cevap ki, sonradan (1891’de) kitaplaştırılır: Gotha Programı’nın Eleştirisi (GPE)…[1] İşçi Partisi takdir umarken azar bulur, program Manifesto’yu, Enternasyonal’i temel alarak hazırlanmış olmasına rağmen.
“Biraz da Marx’tan konuşalım” dedik, nereden başlamalı? Elbette son eserden, son sözlerden.
Nedense, Marx’ın bu eseri diğerleri kadar popüler olmaz hiç, ne burada ne başka yerde. Belki de o yüzden, Marx’ın GPE’de itiraz ettiği bakış, her 1 Mayıs’ta pankartlarda taşınır: “Emek en yüce değerdir.”
Bara dönelim… Marx fıkradaki karakterlere anlatır, onlar kaş kaldırır: “Burjuvalar emeğe mucizevi güç atfediyor, çünkü işlerine geliyor. Bizimkiler niye böyle yapıyor, anlayana aşk olsun.”
1 Mayıs arefesinde, “biraz da Marx’tan konuşalım” dedik, nereden başlamalı? Elbette son eserden, son sözlerden.
Her 6 Mayıs anmasında, Deniz Gezmiş’in idam sehpasındaki son sözleri nasıl öncelik kazanıyorsa, Marx’ın GPE’de söyledikleri de öyle. O son sözlere yakından bakalım, Gotha Programı ne diyor, Marx ne gibi şerhler düşüyor:
1. Emek bütün zenginliğin ve kültürün kaynağıdır ve (…) emeğin gelirleri eksiksiz ve eşit olarak toplumun tüm üyelerine aittir.
Marx: “Emek bütün zenginliğin kaynağı değildir. Doğa da, tıpkı bir doğa gücünün, insan emek-gücünün tezahüründen başka bir şey olmayan emek gibi, kullanım-değerlerinin (ve kuşkusuz maddi zenginlik de bu değerlerden oluşur!) kaynağıdır.”
Devamında da “sosyalist bir programın, bu tür burjuva cümlelere, onlara anlamını kazandıran koşulları [vurgu Marx’ın] es geçerek yer veremeyeceğini” söylüyor.
Emek bahsindeki bu doğa vurgusu, bir Umut Sarıkaya karikatürünün içinde olsak, yanındakilerin düşünce balonlarına “usta, ekolojist olmuşsun” ile “vegan menü isteyelim mi?” dedirtebilirdi. Ama karikatürde değil, bardayız. Ve Marx söyleniyor: “Bir kavramı anlamak için ona anlamını kazandıran koşulları es geçmek…” [vurgu bizim]
GPE’ye dönelim: “Emek ancak sosyal emek olduğunda bütün zenginliğin ve kültürün kaynağı haline gelir. [Ama] şu da su götürmez: Emeğin toplumsal olarak gelişmesi ölçüsünde, işçiler arasında yoksulluk ve perişanlık, işçi olmayanlar arasında zenginlik ve kültür gelişir.”
Dakika bir, gol bir. “En yüce değer” işçide yoksulluk, işverende zenginlik yaratıyor. Bu bahis, ta ilk esere, 1844 El Yazmaları’na uzanıyor, Atinalı Timon’daki tiradlara…
Dakika iki: “O halde ‘emek’ ve ‘toplum’ üzerine genel sözler yerine, bugünkü kapitalist toplumda işçileri bu beladan kurtulmada yetenekli kılan ve onları buna zorlayan maddi koşulların nasıl yaratıldığı kanıtlanmalıydı. ‘Emek geliri’, ‘eşit hak’ konularına ileride döneceğim.”
Sınıflar ve ittifaklar
Eşit hak konusuna bir dönüyor, pir dönüyor. Onu sonraya bırakalım… “Bela”dan kurtulmanın koşullarına bakalım. İttifaksız olamayacağı aşikâr. Peki, kimlerle?
Programın Marx’ı kızdıran maddesine bakalım önce:
4. Emeğin kurtuluşu işçi sınıfının işi olmalıdır, işçi sınıfının karşısındaki tüm diğer sınıflar gerici bir kitledir.
Marx: “Cümlenin ilk kısmı Enternasyonal’in tüzüğünün önsözünden. Ama ‘geliştirilmiş’. Önsözde denen şu: İşçi sınıfının kurtuluşunun işçi sınıfının kendi elleriyle olması… Burada ise işçi sınıfı neyi kurtarıyor? Emeği. Anlayan beri gelsin. Bu yetmezmiş gibi, cümlenin ikinci kısmı: ‘İşçi sınıfının karşısındaki tüm diğer sınıflar gerici bir kitledir.’ Komünist Manifesto’da denen şu: Burjuvazi ile karşı karşıya gelen sınıflar içinde sadece proletarya devrimcidir. Öteki sınıflar modern sanayi karşısında çürür ve ortadan kalkar. Proletarya ise onun özel ve asli ürünüdür. Burjuvazi, Manifesto’da, miadı dolmuş üretim tarzlarının yarattığı konumlarını korumayı arzulayan feodal beylere ve alt-orta sınıflara kıyasla, devrimci bir sınıf olarak, büyük sanayinin taşıyıcısı olarak değerlendirilmektedir. Yani, bu sınıflar, burjuvazi ile birlikte, gerici bir kitle oluşturmuyorlar sadece.
Öte yandan, proletarya, büyük sanayi zemininde gelişmiş bir sınıf olarak, üretimi burjuvazinin ebedileştirmek istediği kapitalist niteliğinden arındırmaya uğraştığı için, burjuvaziye kıyasla devrimci bir sınıftır. Ama Manifesto şunu da ekler: Alt-orta sınıf, proletaryaya dönüşmek üzere olduğundan, devrimcileşme yolundadır.
Dolayısıyla, bu sınıfın burjuvaziyle, hele feodal beyleri de katarak, işçi sınıfının karşısında gerici bir kitle oluşturduğunu söylemek saçma. Son seçimlerde, zanaatkârlara, küçük üreticilere vb., köylülere ‘burjuvalar ve feodallerle birlikte, karşımızda gerici bir kitle oluşturuyorsunuz’ diye haykırıldı mı?”
Bu bahse “bela”dan kurtulmanın koşulları diye başlamıştık. “Bela”nın koşulları beladan kurtulmanın yollarını da döşediği gibi, “kimlerle ittifak” sorusunu da cevaplıyor.
Konu ittifaklar olunca, inançlar da söz konusu. Enternasyonal’in tüzüğüne “ateizm”in yazılmasına Marx’ın itirazını hatırlayalım. Ve GPE’de söylediklerine bakalım:
“Vicdan özgürlüğü! Liberalizme eski sloganları anımsatılmak isteniyorsa, bu ancak şöyle yapılmalı: ‘Herkes, polis burnunu sokmadan, dini ve bedensel ihtiyaçlarını yerine getirebilmelidir.’ Ama İşçi Partisi, burjuva vicdan özgürlüğünün, her türlü dini vicdan özgürlüğüne hoşgörüden başka bir şey olmadığının farkında olduğunu ve partinin, vicdanı dinin büyüsünden özgürleştirme çabasında olduğunu söyleyebilirdi.”
Gelelim, kurtuluş mücadelesinin düzlemine, çerçevesine.
5. İşçi sınıfı (…) halkların uluslararası kardeşliği bilinciyle, kurtuluşu için, ilk önce bugünkü ulusal devlet çerçevesi içinde çalışır.
Marx’ı kızdıran bir cümle daha. Kenar notu şöyle:
“Manifesto’nun tersine, işçi hareketi en dar ulusal açıdan kavranmış. Elbette, işçi sınıfı kendi ülkesinde örgütlenmelidir ve her ülke, ayrı ayrı sınıf mücadelesinin doğrudan alanıdır. İşçi sınıfının mücadelesi bu anlamda ulusal nitelik taşır, ama Manifesto’nun da dediği gibi, içerik olarak değil, biçim olarak. Bugünkü ulusal devlet iktisadi bakımdan dünya pazarı çerçevesine, siyasal bakımdan da devletler sistemi çerçevesine girer. Her işadamı bilir ki, ticaret aynı zamanda dış ticarettir.
Peki, İşçi Partisi enternasyonalizmini neye indirgemektedir? Burjuva bir kuruluş olan Barış ve Özgürlük Ligası’ndan aktarılan parlak bir ifadeye. O yüzden Alman işçi sınıfının uluslararası işlevleri hakkında tek kelime yok! İşçi sınıfı, kendisine karşı bütün öteki ülkelerin burjuvazisiyle kardeşlik bağı kurmuş olan Alman burjuvazisine karşı böyle mi meydan okuyacak!”
Devlet ve devrim
Ve devlet… Ama hangi devlet, nasıl bir devlet? Gotha Programı:
İşçi Partisi bütün legal yollardan yararlanarak özgür devlet ve sosyalist toplum için çaba gösterir.
Marx’ın tepesi atıyor tabii: “Özgür devlet, bu nedir? Özgür devlet, boyun eğmişlerin dar görüşlü zihniyetinden kendilerini kurtarmış işçilerin hiç de amacı değildir. Özgürlük toplumun üstüne yerleştirilmiş bir organ olan devleti topluma tamamen bağlı hale sokabilmektir.
Bu program bugünkü toplumu bugünkü devletin temeli kabul edeceğine, devleti kendi manevi ve özgür temellerine sahip bağımsız bir gerçeklik olarak ele alıyor. Bugünkü toplum kapitalist toplumdur. Bugünkü devlet ise Almanya’da İsviçre’ninkinden başkadır, Britanya’da ABD’ninkinden başkadır. Demek ki ‘bugünkü devlet’ bir uydurmadır.
Bununla birlikte, biçimlerinin çeşitliliğine karşın, şu ortak yanları vardır: Kapitalist anlamda çağdaş burjuva toplumunun temeli üzerine kurulmuştur. Bu yüzden bazı ortak nitelikleri de vardır.
Bu durumda şu soruyla karşı karşıya geliyoruz: Komünist bir toplumda devlet, hangi değişikliğe uğrayacaktır? Halk sözcüğü devlet sözcüğüyle bin bir biçimde birleştirilerek bir arpa boyu ilerlenmez.
Kapitalist toplumla komünist toplum arasında, devrimci dönüşüm dönemi yer alır. Buna da bir siyasal geçiş dönemi tekabül eder ki, burada devlet, proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz.”
Demokratik cumhuriyet
Bara dönelim… Bu son cümle ortamda soğuk rüzgârlar estiriyor. Marksist ve post-marksist soran gözlerle bakışıyor. Marx oralı değil, aynı hızla devam ediyor:
“Programın siyasal taleplerinde eski demokratik nakarattan fazlası yok. Ama bir şey unutulmuş. Bütün bu güzel küçük şeyler halk egemenliği denen şeyin kapsamına girer ve ancak demokratik bir cumhuriyette olabilir.”
Bir Umut Sarıkaya karikatürünün içinde olsak, düşünce balonları perhiz-turşu çeşitlemesi olurdu. “Bu ne diktatörlük, bu ne demokratik cumhuriyet?”
Marx devam ediyor: “Fransız işçilerinin Louis Napoléon zamanında programlarına yazdıkları demokratik cumhuriyet…”
Louis Napoléon zamanı (1848-1870), Paris Komünü’nün (1871) bir tık öncesi. Komün dendi mi durmak lâzım. Marx Komün’ü “nihayet keşfedilen siyasi biçim” ilan etmişti. Çünkü Komün “Cumhuriyete gerçekten demokratik olan kurumlardan oluşan temeli sağlamıştı” ve bu nedenle, “emeğin iktisadi kurtuluşunun gerçekleşmesini sağlayabilecek olan siyasal biçimdi”.
Peki, Paris Komünü’ne “proletarya diktatörlüğü” denebilir mi? “Bir kavramı anlamak için ona anlamını kazandıran koşulları es geçmemeyi” vurgulamıştık. Marx, Komün’ün topla tüfekle yıkılması sonrasında kullanmıştı “proletarya diktatörlüğü” kavramını. Sözü Taha Parla’ya bırakalım:
“Esas itibarıyla ‘burjuva diktatörlüğü’ne bir retorik misilleme olarak formüle edilmiştir. Nasıl ki ‘ücret köleliği’ metaforik bir çağrışım da yaratan apaçık bir analitik kategori olarak kullanılmışsa ‘proletarya diktatörlüğü’ de öyledir. Burjuva diktatörlüğüne veya karşı-devrimci güçlere karşı bir öz-savunma ve devrimsel dönüşümleri gerçekleştirme aracıdır. Kendi içinde demokratik ve barışçıldır. Paris Komünü son âna kadar demokratik ve barışçıl kalan bir sosyalist topluluk ve proto-devlet, kalıcı ve baskıcı olarak tasarlanmış bir siyasal organizasyon değil.” [2]
Komünist toplumun evreleri
“Eşit hak konusuna bir dönüyor, pir dönüyor” demiştik. 1 numaralı kenar notunun o bölümüyle bitirelim:
“Burada ele almamız gereken, kendi temelleri üzerinde gelişmiş olmayan, kapitalist toplumdan doğduğu şekliyle komünist toplumdur. Dolayısıyla, bağrından çıktığı eski toplumun damgasını hâlâ taşıyan bir toplumdur. Eşit hak hâlâ burjuva sınırlar içinde kalmaktadır.
Bir insan bedenen veya zihnen bir başkasından üstün olabilir, aynı sürede daha fazla emek sağlayabilir, daha uzun süre çalışabilir. Bu eşit hak, eşit olmayan bir emek için, eşit olmayan bir haktır. Eşitsiz bireysel yetenekleri ve üretken kapasiteyi doğal bir ayrıcalık olarak zımnen kabul eder. Demek ki, bu, her hak gibi eşitsizliğe dayanan bir haktır. Eşit olmayan bireyler (eşit olsalardı birey olmazlardı) yalnızca belirli bir yönden ele alındığında aynı ölçütle ölçülebilir. Ayrıca, bir işçi evlidir, diğeri değildir, birinin diğerinden daha çok çocuğu vardır, vb., vb. Bütün bu sakıncalardan uzak durabilmek için, hak eşit olacak yerde, eşitsiz olmalıydı.
Ama bu gibi kusurlar, uzun ve sancılı bir doğumdan sonra kapitalist toplumdan çıkıp geldiği şekliyle komünist toplumun birinci evresinde kaçınılmaz şeylerdir. Hukuk hiçbir zaman toplumun iktisadi yapısından ve onun koşullandırdığı kültürel gelişmeden daha yüksek olamaz. Komünist toplumun daha yüksek bir evresinde, burjuva hukukunun dar ufukları aşılacak ve toplum, bayraklarının üzerine şunu yazabilecektir: Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre!”
Bara dönelim… Iron Butterfly çalıyor. “In-A-Gadda-Da-Vida”… Peşinden Lennon geliyor, “Imagine”…
Express, sayı 172, Bahar 2020