Allah: Var ve görünüyor, fakat sade kemanlar çalarken. Bunu Huxley, La Mineur Kuvarteti için söylemişti.
Aşk: Uzviyet tecrübesine dayanan, onunla devam eden… Hayatın içimizde gülümseyen yüzü.
Barbunya: Dünyanın en güzel balığı. Fakat mevsiminde olmazsa, hatta ada açıklarında, yahut Boğaz’ın aşağı ağzında tutulmazsa iş değişir. Çanakkale’den ötede, Barbunya balığı hiçbir tasnife sığmayan bir deniz hayvanıdır.
Birkaç kişi: Her şeyi değiştirebilir.
Boğaz: Her şey bir akistir. Işık akis, ses akis, burada insan bile zaman zaman bilmediği bir şeyin aksi olabilir.
Cennet: Bulunduğumuz yer cennetimizdir.
Coğrafya: Tarihin bekası.
Çalışmak: İnsan beyhude çalışırsa çabuk yorulur.
Deve: Dünyanın en sulhperver hayvanı.
Efkâr-ı umumiye (Kamuoyu): Kaç başlı olduğunu bilemediğimiz acaip ve efsanevi mahlûk.
Emirgan korusu: Bir sabah erkenden Emirgan korusuna gidelim. Ağaçların adeta titreye titreye uyanışı çok güzel.
Emniyet: İnsanlara emniyet edilmeden yaşanmaz.
Epope: Dünyada Fransa İhtilâli kadar büyük ve güzel epope azdır. Yirmi-otuz sene içinde, beşeriyet, iki bin yıl kendisini idare edecek düsturların hepsini bulmuştur. Fakat, başladığı zaman, neticenin sadece bir burjuvazi hâkimiyeti ile biteceğini kim bilebilirdi?
Eski-Yeni: Yeniye başından itibaren bizim olmadığı için şüphe ile, eskiye eski olduğu için işe yaramaz gözüyle bakıyoruz.
Ev: İnsanın sevdiği bir evi olunca kendisine mahsus bir hayatı da olur.
Fert: Esastır. Ormanda ağacın esas olduğu gibi.
Fikir: Bazen iktidarı hazırlar. Fakat hükümran olamaz. Asıl hükümran olan hadiselerdir.
Gül: Trabzon’da daha ziyade kadınlar söyler: Gülden kurulmuş bir Pazar / Gül alırlar, gül satarlar / Gülden terazi tutarlar / Alanlar gül, satanlar gül.
Güneş: Ne kadar mustarip olursanız olun, ıstırabın arasında bir çatlak bulur, oradan altın bir ejder gibi kayar. Sizi iç mahzeninizden çıkarır. Ölüleri saçlarından tutup silker, uykularından uyandırır. Düşünceleri bal gibi eritir, kendi cevherine benzetir. Hayatın efendisi. Bulunduğu yerde yeis ve hüzün olamaz.
Hadiseler: Dünya gömlek değiştireceği zaman hadiseler sakınılmaz olur.
Halk: Bazen bir hazine, bazen de bir seraptır. Uzaktan namütenahi bir şey gibi görünür. Fakat, yaklaştın mı, beş-on motifin ve modanın içinde kalırsın… Hayatın tam manzarası, hem de tek kaynağıdır. Bazen bir fikir kadar güzel, bazen tabiat kadar haşindir. Çok defa büyük senizler gibi susar. Fakat, konuşacağı ağzı bulunca da…
Hayat: İnsan hayatı, sonunda sesten başka hiçbir şeyi benimsemiyor.
Hüner: El değiştirmezse devam edemez.
Istırap: İçinden geçeriz. Tıpkı çalılık, taşlık bir yolda yürür, bir bataktan kurtulmaya çalışır gibi ondan sıyrılmaya çalışırız.
İç harp: Medeniyetin gömlek değiştirme şekillerinden biri.
İhtilâl: Halkın veya hayatın devleti geride bırakmasıyla olur.
İhtilâl mühendisi: Bir şehrin eldeki planlarına göre elektrik tertibatını uzaktan hazırlayan herhangi bir teknik çalışma gibi ihtilâl hazırlayanlar.
İnsan: İnsan, insandır. Ve bu da oldukça güç varılacak bir merhaledir.
Kıskançlık: Aşkın öbür çehresi.
Kuyu: Birçok şey gibi, insanlar da kuyuya benzer. İçlerinde boğulabiliriz.
Kiracı: Biricik vasfı görünmemek, gizlenmek, aranmazsa, hatta arandığı zamanlarda bile mümkün mertebe geç ve güç meydana çıkmak.
Musıkî: Düşünceyi değil, nabzı idare eder.
Mahur Beste: İnsanın tenine yapışan o acı çığlıklardan biri. İnsanı büyük mânâsında kederle karşılaştıran bir parça.
Mistik: En korkunç şey. Bir kere ayağınızı topraktan kesmeyin. Her şey olursunuz, havadan kaptığınız her şey… İnsanlık mistiği, kuvvet mistiği, ırk mistiği, hacalet, ıstırap mistiği… Tanrılık yanıbaşınızda bir aktör elbisesi gibi asılıdır, derhal giyinmek öyle kolay ki…
Muvazza: Daima tehlikelidir.
Ney: Biricik sırrı hasrettir. Mevcut olmayanın yerine geçerek, onun izinden yürüyerek konuşur.
Okumak: Çoğumuz seyahat eder gibi, kendiliğimizden kaçar gibi okuyoruz.
Omuz: Düşüncelerimizi çok defa omuzlarımızda taşırız. Onun için onları kımıldatmamız bu düşüncenin ağırlığı nispetinde güç olur.
Ölüm: Kozmik zamanı kendi içinde duymak, onun dağıtıcı pervanesi uzviyetinde evvela hatıraları ve hafızayı, sonra duyumları ve duyuları perde perde kaybetmek, sonsuz boşlukta bu pervanenin hızına göre birbirinden uzaklaşan bir yığın zerreye dağılmak…
Piyasa müziği: Musıkîmiz kendi içinde değişene kadar hayat karşısındaki vaziyetimiz değişmez.
Rakı: Yavaş içeceksiniz… O zaman tadı çıkar.
Roman: Yahya Kemal “bizim romanımız şarkılarımızdır” diyordu, hakkı var.
Saadet: İnsan için asıl saadet, sonunu bile bile ve o sona rağmen kendisini idrak etmek.
Sabır: Patience dans l’azur.
Sağlık: Yarabbim, bize sağlık ver… Kuvvet değil, sağlık… İnsanoğlunun sıhhati… Hayatı olduğu gibi kabul edecek sağlık… Tanrılara benzer ömür istemiyoruz. Bize nasip olan ömrü yaşayalım… İnsanca yaşamak… Hiçbir şeye aldanmadan, kendimize yalan söylemeden, kendi yalanlarımıza, gölgelerimize tapınmadan yaşamak…
Sefalet: İnsanı hoyratlaştırır, ruhen sefil eder. İnsanı insanda öldürür. İnsanlık şerefi ancak muayyen bir refahla mümkün olabilir.
Sızlanma hakkı: Sızlanmak ve şikâyet etmek halka yakışıyor ve hatta affediliyor. Fakat münevverde hoş görülmüyor. Demek ki onun sızlanma hakkı yok! Demek ki, o mesul.
Şiir: Kuru bir yaprak yığını gibi, yakıldığı zaman seyredilen bir patırtıya benzer.
Türkü: Tanburacı Osman Pelvan’ın yaydığı o güzel Rumeli türküsü: Bulut gelir pare pare / Dördü aktır dördü kare / Sen açtın kalbime yâre / Yağma yağmur, esme deli rüzgâr / Yârim yoldadır…
Uçurum: İnsanlık fena bir ihtimali bir kere kendisine ufuk bilmesin, bir kere uçurumu görmesin. Bir daha ondan dönemez.
Uyku: Ölümün kardeşi.
Ümit: Çok defa temennilerimizin imkânsızlığa akseden çehresi.
Vaziyet: Bir vaziyet bir kere yerleşmeyegörsün!
Ya hep ya hiç: Tabiatta ne hep ne hiç var. Hep veya hiç berbaber oldukları zaman, insan kafasının o terazi mükemmeliyetinin bir sakatlığı oluyor. Bu öyle bir noktadır ki, orada yalnız kendimiz varız. “Hep veya hiç”i kendimizde derinleştirdik mi, terazi mücerret muvazenesinden kıl kadar uzaklaştı mı, azapların, aldatıcı hayallerin, ümitlerin, pişmanlıkların dünyası başlar. Ya hep ya hiç. Hayır, her şeyden biraz.
Yaşamak: İnsanlar kesif yaşasınlar yeter.
Yaz: O harikulâde kuş.
Zaman: Shakespeare’in dediği gibi, zamana doğru koşmaya mecburuz.
Zan: Kendimize ait olanlar tehlikelidir.
Express, sayı 9, Ocak 2002