“Sevgili Arsız Ölüm”ü okuyanlar okumayanlara anlatmasın, Tiyatro Hemhâl’in “Dirmit”ine götürsün. Okumayanlar okumak isteyecektir, okuyanlar tekrar okuyacaktır. Nezaket Erden’in canlandırdığı –canlandırmak lafın gelişi değil– Dirmit, Latife Tekin’in romanındaki karakterlerden biri. Oyunda, Dirmit’in anlatımıyla “Sevgili Arsız Ölüm”ün diğer karakterleri de “sahne alıyor”: Seyyit, Halit, Mahmut, Nuğfer, Zekiye, Aysun, Dirmit’in annesi Atiye, babası Huvat… Çıplak bir sahnede, elinde saksısı, üzerinde pijamasıyla, Dirmit su tulumbasıyla, kuşkuş otuyla, sokakla, ayla, yıldızla dertleşe dertleşe anlatıyor yaşadıklarını ve yaşayamadıklarını. “Sevgili Arsız Ölüm” büyülü bir romandı, “Dirmit” o büyüyü hakkını vererek sahneye taşıyor. Nezaket Erden’e bağlanıyoruz.
Biraz kendinden bahseder misin? Nezaket Erden kimdir?
Nezaket Erden: 27 yaşındayım. Galatasaray Üniversitesi’nde felsefe okudum. Orada üniversite topluluğunda tiyatro yapmaya başladım. Çok sevdim tiyatroyu ve çalışmalarımı sürdürdüm, ardından yüksek lisans yapmaya karar verdim. Bitirme projesi olarak da Dirmit’i çalıştım. Hocalarımdan aldığım geri dönüşler sonrasında Dirmit’i Hakan Emre Ünal’ın yönetmenliğinde profesyonel bir şekilde sahnelemeye karar verdik.
Neydi seni Sevgili Arsız Ölüm’e çeken?
Bu romanla dört-beş sene önce karşılaştım. “Romandan Sahneye” konulu bir atölyeye katılmıştım. Katılımcılardan beklenen şey bir roman kahramanına bir tirad yazıp oynamaktı. Bunun için kitap araştırırken Sevgili Arsız Ölüm’ü buldum, aldım, okudum, ona bir tirad yazıp oynadım. Beş-on dakika süren bir şeydi. Bitirme projesi yapmam gereken dönemde tekrar aklıma düştü roman. O dönemde Emre (Ünal) ile tanışmıştım. Yönetmesi için ondan yardım istedim. Romanı okumamıştı, anlatmamı istedi önce, benim gözümden dinledi. Sonra bana sürekli tekrar tekrar anlattırdı. Benim romandan etkilenmemden etkilendiği için çalışmaya başladık. Sonra romanı okudu ve bitirme projesi vakti gelene kadar çalıştık. Her hafta hocalara gösterim yapıyorduk. Böyle bir çalışma sürecinden sonra, Zeynep Günsur Yüceyil hocanın da önerisiyle, Latife Tekin’le konuşmaya karar verdim. İstanbul’da zor bir dönemden geçiyordum, hem maddi hem manevi olarak. Oyunculukla ilgili bir şeyler yapmak istiyorum, ama felsefe okuyorum, okulla aram bir türlü iyi olmamıştı. Her anlamda zorluk yaşıyordum. Romanı okuduğumda çok iyi gelmişti. Oradaki karakterin direnci, kendine acımama hali beni çok etkilemişti.
Sevgili Arsız Ölüm’ün tamamını oynamıyorsun. Dirmit’in bazı bölümlerini oynuyorsun.
Dirmit’i, duyduğu ya da şahit olduğu şeyler üzerinden anlatıyorum. O yüzden Sevgili Arsız Ölüm – Dirmit yaptık oyunun adını. Sevgili Arsız Ölüm demek yanlış ve iddialı olur diye düşündük. Oyun kitabın özünü yansıtıyor, ama tamamını yansıtmıyor. Diğer karakterlerle ilgili de ayrı ayrı oyunlar yapılabilir, ama biz Dirmit’in bakış açısından bakmayı tercih ettik. Dirmit’in nereli olduğu, nerden geldiği pek önemli değildi. Onun yersiz yurtsuz olmasını istedik.
Dirmit’i nasıl bir kadın olarak yorumluyorsun?
Kendine acımayan, çok güçlü ve dirençli biri. Aslında Dirmit’i bir kadın olarak değil de, garip bir varlık olarak görüyorum. Cinsiyetiyle görmüyorum. İnsanlar oyunu izlediğinde kadın-erkek demeden hayatlarından bir şeyler buluyor. Dirmit’in direnci, gücü, yaşama arzusu herkese iyi geliyor. Masal kahramanı gibi.
Dirmit’i bir kadın olarak değil de, garip bir varlık olarak görüyorum. Cinsiyetiyle görmüyorum. İnsanlar oyunu izlediğinde kadın-erkek demeden hayatlarından bir şeyler buluyor.
Nasıl çalıştınız oyuna?
Emre, Dirmit’le kurduğum ilişkinin kendim üzerinden olduğunu gördü. Oradan başlayarak çalıştık. Önce hem kendi hikâyemi anlattım hem de kendi gözümden Dirmit’in hikâyesini. İkimizin hikâyelerinin benzeştiği yerlere çalıştık. Sonra böyle olursa çok romantik kalacağı için farklılaştığımız yerleri çalıştık. Dirmit’in kendisine hiç acımaması mesela. Ben kendime acırım, ama Dirmit’i oynadıktan sonra ben de biraz ona benzemeye başladım. Sonra da “bu nasıl olacak, nereden anlatacağız” diye düşündük. Tek bir gecede mi geçecek, nerede geçecek, seyirciyle nasıl ilişki kurarız, köyü mü şehri mi anlatacağız? Bu soruları Emre yöneltti bana. Yaptığımız gösterimlerle oyun bu formunu buldu. Tek gecede geçmesine, tulumbayla konuşmasına ve şehirde yaşadıklarını köyde anlatmasına karar verdik.
Senin hikâyen nasıl ki Dirmit’le bu kadar bağdaştırdın?
Aslında birebir bir benzerlik değil, ama benim de köyle bir ilişkim var. Mersinliyim. Çocukluğumun bir kısmı köyde geçti, sonra okul zamanı geldi, kışlarım falan da öyle geçti. Aile yaşantımız da bu kadar olmasa da benziyor. Dirmit’i anlayabiliyorum. Çok çocuklu olmamız benziyor. Benim de dört kardeşim var. Köy hayatını da, onun yaşadığı baskıları da bilebiliyorum. Bu hikâyenin herkese bu kadar dokunmayacağını düşünüyordum. Bu durumu bu kadar şiddetli yaşamayan kadınlar bunu anlamaz zannediyordum. Ama hangi ekonomik sınıftan, hangi sosyal çevreden olursa olsun her kadının buna benzer şeyler yaşadığını fark ettim. Kadınlar oyun sonrası bana hislerini anlatınca fark ettim ki, yanlış düşünüyorum. Herkese dokunuyor metin. Nerede yaşıyorsa yaşasın.
Sahnedeyken ve sahneden indikten sonra Dirmit’le olan ilişkin nasıl?
Bu aslında Dirmit’in bana açtığı bir alan. Sonda attığım çığlıkla benim de hayatla kurduğum ilişkiyi değiştiriyor her oynadığımda. İlişkilerimde daha rahatlamış hissediyorum kendimi. Bazen öyle anlar oluyor ki, oyun bittiğinde onun etkisini atamıyorum üstümden. Öncesinde, kendi ailemle ilgili, onu tetikleyen bir şey olmuşsa, daha ağır geçiyor oyun ya da oyun sonrası. Ama çoğu zaman böyle bir şey yaşamıyorum. Yaşamamam da gerekir zaten. Sonuçta Dirmit değilim. Hayatla aramdaki ilişkiyi iyileştiren bir şey oldu onunla kurduğum ilişki. İnsanlardan şunu duyuyorum –benim için de sahnede öyle oluyor: Gülüyoruz, ama tam gülerken bir şey oluyor, boğazın düğümleniyor. Benim için de öyle, arındıran bir şey oluyor. Aslında Dirmit’in insanlarda ay, ah, vah diye bir his bırakmasını değil, umut ve direnç vermesini istiyorum. Umarım öyle oluyordur.
Anneannem annemle aynı kadın değil, ben de annemle aynı kadın değilim, ama değişen o şeylerin izleri geçmiyor. Annemden çok farklıyım diyemiyorum. Hatta gittikçe benziyorum ona.
Bugünün kadınını, nasıl görüyorsun, yorumluyorsun? Ailene nasıl bakıyorsun?
Anneannem annemle aynı kadın değil, ben de annemle aynı kadın değilim, ama değişen o şeylerin izleri geçmiyor. Ben annemden çok farklıyım diyemiyorum. Hatta gittikçe benziyorum. Onlar bir noktada sıyrılabileceğimiz şeyler değil, ama bir yandan görüyorum annemin benimle, ben büyüdükçe, ilişkisindeki dönüşümü. Ama bunun bir yere kadar olduğunu düşünüyorum. Çünkü sonuçta yaşadığımız ülke bazı şeyleri belirliyor. Bir yere kadar dönüştürebiliyoruz, ama bir yerden sonra o duygusal bir yerde kalıyor. Ailemizle kurduğumuz ilişki ikircikli. Sevgi-nefret ilişkisi gibi. Vicdan devreye giriyor. O ilişkiyi sürdürmek çok zor geliyor bana. Bir tarafta hayatın farklılaşıyor, ama köklerin de seni tutuyor. Bu bir yandan güzel geliyor, çünkü dönüp baktığımda hayatta bulduğum kuvveti köklerimden aldığımı hissediyorum. Bugünün kadınının dönüştüğü, değiştiği, kendini özgürleştirdiği birçok alan var, ama yüzleşemediği şeyler de var geçmişinde.
Bir yandan da toplum muhafazakârlaşıyor.
O yüzden bu romanı okuduğunda, “ah bunlar çok eskide kaldı” diyemiyorsun maalesef. Aksine daha da fazlasına gidiyor gibi şu an. Şehirli kadınlar biraz daha özgürleşebiliyorlar, ama Anadolu’da, taşrada, hatta İstanbul’da da birçok insan var kadınlığını istediği gibi yaşayamayan. Köklerimizi silemeyiz, ama onlarla yüzleşerek özgürleşebileceğimizi düşünüyorum. Yok sayarak değil, kabul ederek, gerçek bir yüzleşme yaşayarak. Latife Tekin bunu yapabildiği için bu romanı yazabilmiş. Ailesini, geçmişini yok saymayıp gerçekle yüzleşme yaşayabildiği için bu kadar güçlü. Bu anlamda Dirmit’in de, Latife Tekin’in de umut verici bir tarafı var.
Ailenden kadınlar seyretti mi oyunu?
Annem izledi. Çok etkilendi. Babaannem izledi. Anneannem izleyemedi, köyde yaşıyor ve çok yaşlı. Babama çok garip bir şey oldu. Biraz alındı. İnsanların, bu kız bunu oynuyorsa babası öyle mi diye düşünmelerinden korktu. Onu sakinleştirdim. (gülüyor)
Cinsiyet ayrımına, cinsiyetçiliğe, toplumsal normlara bakış açın felsefe okuyarak mı değişti?
Büyüdüğüm yerde kadınla erkek çok farklıydı. Kadına ve erkeğe davranış çok farklı. Bunlarla mücadele etmenin yollarını zamanla keşfettim.
Sadece evdeki, sokaktaki eşitsizlik miydi bütün bunları keşfettiren?
Etrafımda hissettim bunu, ama ailemin garip bir duyarlılığı da vardı. Yapmak istediğim şeyleri bazen engelliyorlardı, ama bazen, anlayabildikleri kadar, izin veriyorlardı. İçimde hep bir his vardı o çevreden uzaklaşmaya dair. Oradan uzaklaşıp biraz daha özgür olmak, kendimi daha iyi ifade edebileceğim bir şeyler yapmak hissettiğim bir şeydi, ama nasıl yapacağımı bilmiyordum. Çevremin ve olanaklarımın izin verdiği ölçüde bir şeyler deniyordum. Ortaokulda voleybol oynadım. Çok mutlu ediyordu beni. Sonra derslerim kötüleşmeye başladı antrenmanlar yüzünden. İlk defa orada mini tayt giymiştim, çok hoşuma gitmişti. Annem beden eğitimi öğretmenimizle konuşmuş, “dersleri kötüleşti, onu takımdan uzaklaştırır mısınız” demiş. Dirmit’in ailesinin yaptığı gibi. Adam da çıkardı beni takımdan. Bilmiyordum annemin konuştuğunu. O kadar üzüldüm ki, bunun benimle, yeteneksizliğimle alâkası varmış gibi düşündüm. Çok geç itiraf etti annem. Voleyboldan vazgeçtim. Bir ilan gördüm, tiyatroyla ilgili bir kurs, seçmelerine katıldım, girdim, ama orada çok mutsuz oldum. Çok çekingendim, insanlarla ilişki kurmakta zorlanıyordum. Beceremedim, ama içimde o his hâlâ vardı. Üniversite zamanında, üniversite tercihlerinde hangi okulda tiyatro kursları var diye baktım. Galatasaray oldu. Sonra direkt oradaki tiyatro gruplarına girdim. Orada kendimi çok iyi hissettim. Derken rahatlayıp kendimi ifade edebilmeye başladım. Genelde yerli metinlerden bir şeyler bulamıyorduk, çoğu zaman bana değmeyen şeyler olduğunu görüyordum. Bir yerinden değiyor, ama tamamıyla bizden değil. Hep bana dokunan bir hikâyeyi insanlara anlatma isteği vardı. Sadece oynamak değil de gerçekten anlatmak isteği duymak istiyordum. Sevgili Arsız Ölüm benim için öyle oldu. Anlatma isteği duyuyorum, olabildiğince fazla insana oynamak istiyorum. Romanı okuma fırsatı olmayan insanlarla paylaşmak istiyorum. Böyle metinler bulmak zor. Mücadele araçlarından biri de bu bence. İnsanların böyle şeylerle karşılaşması, bir şekilde dönüşmesi, dönüştürmesi… O zaman yapılan iş bir şeye yarıyor. Oyun beni dönüştürüyorsa, izleyenleri de dönüştürüyordur diye hissediyorum.
Nerelere gittin oyunla?
Diyarbakır, Urfa, Mersin, Ankara’ya gittim. İzmir’e, Hatay’a, Van’a… Olabildiğince çok yere gitmek istiyorum.
Köklerimizi silemeyiz, ama onlarla yüzleşerek özgürleşebileceğimizi düşünüyorum. Yok sayarak değil, kabul ederek, gerçek bir yüzleşme yaşayarak. Latife Tekin bunu yapabildiği için bu romanı yazabilmiş.
İstanbul’u Ankara’yı geçelim, diğer illerdeki tepkiler nasıldı?
Oralarda etkisi çok daha fazla. Diyarbakır’da çok acayipti. İnsanlar çok daha başka bir yerden algılıyorlar tabii. Her şehirde farklı algılıyorlar. Örneğin eylem sahnesinde, defterimi yırttılar diye slogan atmaya başladığımda birçok şehirde güldüler, ama Diyarbakır’da gülmediler. Oyun sonrası konuşurken, “oraya nasıl gülerler, nasıl olur bu?” dediler, tepki gösterdiler. Onlar için daha ağır. Dirmit’in köyüne dönüp oraları otların kapladığını görmesi onlar için başka bir şey.
İnsanlara ergenlikleriyle de ilgili bir sürü şey hatırlatıyorsun. Memeler, ilk cinsellik, izin alma durumları, yalan söylemek…
Kadınlara daha çok dokunuyor tabii. Bir erkek seyirci geldi, ağlamamak için kendini zor tutuyordu, sarıldık, “konuşamayacağım” dedi, ağlamaya başladı, gitti. Bana mail atmış, üç kardeşi varmış, ağabeyleri ilkgençliğinde tıpkı Dirmit’in abileri gibi davranıyormuş onlara, iyi bir şey yaptıklarını düşünerek, iyi niyetli bir yerden. Sonra üniversiteye geçtiğinde dönüşmüş ilişkisi. “Bana onları hatırlattı ve çok garip hissettim” dedi. Kardeşlerini de getirdi oyuna, o garip bir şeydi, bir erkeğin bu kadar açık olması. Kadınlar daha rahat ifade ediyorlar duygularını, erkelerde de böyle bir etkisi olabiliyor.
Anlatma isteği duyuyorum, olabildiğince fazla insana oynamak istiyorum. Mücadele araçlarından biri de bu bence. İnsanların böyle şeylerle karşılaşması, dönüşmesi, dönüştürmesi…
Kitap büyülü bir metin, Dirmit büyülü bir kahraman, senin sahnede insanlara tuttuğun ayna da başka bir büyü…
Herkes kendi mücadelesini hatırlıyor. Romandaki erkek karakterler de çok garip bir mücadele veriyorlar şehirle. Seyit’in, Halit’in, hepsinin ayrı ayrı mücadelesi var.
Sence Dirmit’in o aile içinde farklı olmasının nedeni ne?
Biraz annesine, Atiye’ye benzetiyorum Dirmit’i. İnatçı ve tuttuğunu koparıyor. Sanki Atiye okusa, şehirde yaşayan bir kadın olsa Dirmit’ten beter olur gibi. (gülüyor) Biraz Atiye’den aldığını hissediyorum o gücü. O kavgalar Dirmit’te öyle bir şeye dönüşüyor. Ben de annemle didişirdim ve o inat başka bir şeye dönüşürdü. Merakı, bir de inatçılığı Dirmit’i farklı kılan. Bir de çok sevgi dolu. Bu da etkili onun diğerlerinden farklı olmasında. Korkusuz. Ailesinin ona yaptıklarına rağmen, nefret etmiyor, seviyor hepsini. Her şeyle konuşabiliyor, doğayla güçlü bir ilişkisi var. Onu güçlü yapan da doğayla kurduğu ilişki.
Express, sayı 162, Nisan 2018