İntizar ve Can… Halep’te başlayıp Beyrut’ta devam eden, sık sık Afrin’e uğrayan, İstanbul’da geçirilen bir dönemin ardından Midilli Adası’nda demirleyen eşine zor rastlanır bir dostluk. Doğdukları günden beri göçmen olmanın binbir halini yaşayan iki yoldaşın Suriye’den Midilli’ye, erkeklikten kadınlığa uzanan hikâyelerini dinliyoruz.
Kendinizi tanıtır mısınız?
İntizar: Türküm, Halep’te doğdum. 20 yaşındayım. Üç ablam, iki de küçük erkek kardeşim var. Annem ev hanımı, babam bahçıvan. Önceleri Halep’in bir köyünde yaşıyorduk, sonra merkeze geçtik. Ben çok küçükken Halep’ten ayrıldım. Ailem ise savaştan sonra göç etti. Şimdi İstanbul’daki ablam dışında bütün ailem Bursa’da yaşıyor. Altı aydır Midilli’de yaşıyorum.
Can: Ben de Halep’te doğdum, 19 yaşındayım. Türküm. Sekiz yaşında yalnız başıma Halep’ten ayrıldım. Ailem savaştan sonra İstanbul’a göç etti, hâlâ orada yaşıyorlar. Midilli’ye altı ay önce geldim.
Suriye’yle ilgili neler hatırlıyorsunuz?
İntizar: Çok güzel ve güvenli bir yerdi Suriye. Hayat çok ucuzdu. Yoksullar rahat yaşıyordu. Halep’te herkesin durumu iyiydi. Yaz tatillerinde Afrin’e giderdik. Orası da çok güzeldi. Piknik yapar, denize girerdik. Köy hayatı yaşıyorduk. Zeytin, nar, armut, elma, meyve toplardık. Küçükken yazın iki-üç ay mevsimlik işçi olarak çalışıyordum. Çalışırken çok eğlendiğimi hatırlıyorum, hep güzel anılarım var. Afrin geceleri çok romantik bir yer, yıldızlar yakın. Bir görseniz…. Deniz görünüyor, uzakta Halep, Hatay gözüküyor.
Can: Halep’te yaşam çok huzurluydu. Biz de yaz aylarında aile ziyaretine Afrin’e giderdik. Ben de mevsimlik işçilik yapıyor, meyve topluyordum.
Afrin’de farklı halklardan insanların ilişkileri nasıldı?
İntizar: Ailemde hem Kürt hem Türk var. Hepsini eşit severim, ayrımcılık yapmam. Ama Afrin’de özellikle Kürtlerle Araplar birbirlerini hor görüyordu. Türklerle Kürtlerin arası iyiydi. Kürt hareketi gizliden örgütlenmeye başlamıştı, ama biz pek görmüyorduk.
Halep’ten neden erken ayrıldınız?
İntizar: Yedi yaşında eşcinsel olduğumu fark ettim. Çok kötü hissediyordum. Neden böyleyim diye kendi kendime soruyordum. Büyüyünce tek olmadığımı fark ettim. Dedem ve babaannem Lübnan’daydı, onların yanına gitmek ve çalışmak istiyordum. Halep’te ilk ve orta okulda çok ayrımcılığa uğramıştım. Sürekli “kız gibisin” diyorlardı. Ama öğretmenlerimle hiç sorun yaşamadım. Arkadaşlarım ne kadar alay ederlerse etsinler cesaretim kırılmadı. Cesaretim kırılmaz asla. Ama çevremin beni kabul etmediğini hissediyordum. İlk başlarda kışları okula gidip yazları Beyrut’ta çalışıyordum, ama savaştan sonra okula devam edemedim. O dönemlerde kendimi çok sorguluyordum. Erkeklerden hoşlanıyordum. Kaslı, güçlü, sakallı erkekler bedenen çok ilgimi çekiyordu. Bir erkekle birlikte olmak nasıl bir duygudur diye düşünüyor, hayal kuruyordum. Onlarla arkadaşlık ediyordum. Ama kendi bedenimle ilgili bazı şeylerin henüz farkına varamamıştım.
İntizar: İstanbul’da Suriyeli transseksüel bir arkadaşımda kaldım. O da ağır işler yapamıyordu, ama iki-üç müşterisi vardı. Harçlığını öyle kazanıyordu. Hem arkadaşlardı hem de ilişkiye giriyorlardı. Arkadaşım harçlığı benimle paylaşıyordu.
Can: Eşcinsel olduğum için hem ailemden uzak olmak hem de çalışmak istiyordum. Sekiz yaşındaydım. Kendimi çok garip hissediyordum, ne öyleyim ne böyleyim. Uzak bir yerlere gitmek istedim. O yüzden Beyrut’a gittim. Yalnız yaşamak istiyordum ama ailem peşimden geldi. Hiç okuyamadım. Lübnan’da iş bulmak çok kolaydı. İntizar’la Halep’ten tanışıyorduk. Beyrut’ta tekrar buluştuk. Her gün görüşüyorduk.
Beyrut’ta neler yaptınız?
İntizar: Beyrut’a 11 yaşında gittim, hizmetçilik yapmaya başladım. Zengin Hıristiyan bir ailenin ikiz bebeklerine yatılı bakıcılık yapıyordum. Aile iyiydi. Yemeğimi, aşımı veriyorlardı. Tüm ev işlerini yapıyordum. Bebekleri giydiriyor, banyolarını yaptırıyor, uyutuyordum. Onlara iyi bir annelik yaptım. İyi de para kazanıyordum. Arada bir dedemi ve babaannemi bir ziyaret ediyordum. Çok arkadaşım olmadı, genelde evdeydim. Güzel kıyafetler alıyordum. Yaz tatillerinde Halep’e dönüyordum, ama oradayken Beyrut’u özlüyordum. Okul, arkadaşlarımın, ailemin tavırları ve parasızlık çok can sıkıcıydı. Savaş çıkınca Lübnan’dan Suriye’ye bir daha dönemedim. Suriye’ye gittiğim zamanlar aklıma gelmiyor, sanki hiç yaşamamışım o anları. Beyrut’un anılarıyla yaşıyorum. Ama Beyrut’ta da hiç kimseye cinsel kimliğimi açıklayamadım.
Can: 11 yaşımda bir kadın kuaförüne çırak girdim. Bir buçuk sene devam ettim. Herkes beni çok seviyordu. Arada meyve toplamaya gidiyordum.
Beyrut’tan Türkiye’ye nasıl geçtiniz?
İntizar: Ailem Suriye’ye dönmemi istiyordu. O yüzden Halep’e geçtim, ama sonra Suriye üzerinden Türkiye’ye kaçtım. 2012 yılıydı, savaş yeni başlamıştı. Dera gibi yerlerde hissediliyordu. Türkiye’ye Afrin’den girdim. Korkunç manzaralar, cenazeler görüyordum. Silah sesleri her yerdeydi. 13 yaşındaydım, İskenderun’da tecavüze uğradım. Cahildim, çok küçüktüm. Adamın teki hem dövdü hem de tecavüz etti. Kaçtım. Kimseye şikâyet edemedim adamı, kime şikâyet edeceğim ki?
Can: Midilli’de arkadaşlarımız bizi psikolojik destek veren bazı derneklerle ilişkiye soktular. Ama iki kez psikoloğa gidip başlamadan kaçtık. Çok ağır geliyor, geçmişi unutmak istiyoruz.
Can: 2014’te Beyrut’tan İstanbul’a geçtim. Aslında arkadaşlarım ve akrabalarımı ziyarete gitmiştim, ama kaldım. Ailem de İstanbul’da kalmamı istedi, sonra onlar da geldi. İstanbul güzeldi, ama Lübnan’ı daha iyi tanıyor, o yüzden dönmek istiyordum.
Türkiye’de hayatınız nasıldı?
İntizar: İstanbul’da bir buçuk yıl yalnız yaşadım. Dayımın oğlu beni atık çöpleri toplamaya çağırdı. Ben arabayı çekiyordum, o da çöpleri topluyordu. O gün 30’ar lira kazandık. İki gün sonra devam edemedim. Sonra birkaç ay teyzemlerde, sonra da dört ay Suriyeli transseksüel bir arkadaşımda kaldım. Sonra iki ay halamda kaldım. Ardından yazın üç ay parklarda yaşadım. Suriyeli arkadaşımla geziyor, tozuyorduk. O da ağır işler yapamıyordu, ama iki-üç müşterisi vardı. Harçlığını öyle kazanıyordu. Hem arkadaşlardı hem de ilişkiye giriyorlardı. Arkadaşım harçlığı benimle paylaşıyordu. 300 lira alıyorsa, 100 lirasını bana veriyordu. Bazen müşterilerine, “Arkadaşım geldi yanımda, ona da bir harçlık verin” diyordu, bana da harçlık veriyorlardı. Ben de zamanla ilişkiye girdim. Midilli’ye gelebilmek için para toplamam lazımdı. Seks işçiliği demiyorum ama, arkadaşlık yapıyorduk. Paraya ihtiyacım olduğunu söylüyordum. Aldığım para ilişkimizden bağımsızdı. Bana destek olmak için veriyorlardı. Bana çok iyi davranıyorlardı. Hâlâ da konuşuyoruz, çok samimi arkadaşlarım.
Ailen İstanbul’a geldikten sonra hayatında neler değişti?
İntizar: Ben 2012’nin haziranında geldim, onlar 2014’te savaş nedeniyle geldi. Onlarla Bursa’ya geçtim. Benim için bir dönüm noktasıydı. Beni evlendirmek istediler. 16 yaşındayken kuzenimin kızıyla nişanlandım. Kararsızdım, ama kabul ettim. Yüzüğü atmayı planlıyordum. Olmadı, babamın baskısıyla evlendim. Eşim de ailesinin baskısıyla evlendi. Evlendiğimizde o 15, ben 18 yaşındaydım. Eşcinseldim. Zorlandık. “Nasıl evlendim!” diyordum kendi kendime. Hep kavga ettik. Kısa sürede boşandık zaten. Onunla cinsellik yaşamak iğrençti, bana dokununca çok kötü hissediyordum. Gece uyandığımda yanımda bir kadının uyuduğunu görünce hayret ediyordum, bir erkek gibi görmek istiyordum onu. Evliliği yürütemediğim için herkes beni eleştirdi. İki ailenin arasında yalnız kaldım. Bunları pek düşünmek istemiyorum. Bu evliliğin tek iyi yanı kendi kendimi tanımamı sağlamasıydı. Bir kadınla ilişkiye girmek zorunda kalınca aslında kendimin de bir kadın olduğunu anladım. Evlenmeden önce bir kadınla birlikte olmamıştım. Evlenince kadın duygularımı keşfetmeye başladım. Şimdi en çok sevdiğim duygu bu kadın duygum.
İntizar: Eşcinseldim. Evlenmeye zorlandım. Evliliğin tek iyi yanı kendi kendimi tanımamı sağlamasıydı. Bir kadınla ilişkiye girmek zorunda kalınca aslında kendimin de bir kadın olduğunu anladım.
Bu olayın ardından da Bursa’da yaşamaya devam ettin mi?
İntizar: Bir tekstil atölyesinde ütü ve katlama işi buldum. Patronla bir aile gibiydik. Bana resmen aile oldular, ben de onların oğluydum ya da kızıydım diyelim. Patronuma “Ben senin kızkardeşinim, çocukların bana hala desinler” diyordum. Beni hiç yargılamadılar, çok güzel insanlardı. Sonlara doğru sıkıldım bu işten. Zaten Bursa’dan kaçmanın planlarını yapıyordum.
Türkiye’de Suriyeli mülteci olmak genel olarak zorlu bir süreç olsa gerek…
İntizar: Allah var, ilk başta çok iyiydi. Herkes çok seviyordu ve yardım ediyordu Suriyeli mültecilere. Ama son dört senedir davranışları çok kötüleşti. Türk olmama rağmen Türkiye’ye geldiğimde bir Suriyeliydim. Beyrut’ta da son zamanlarda Suriyelileri hor görmeye başlamışlardı. Ama biz Türkiye’de ayrımcılığı mültecilikten çok transgender kimliğimizden dolayı gördük. Sürekli tehdit altındaydık. İskenderun’dan sonra İstanbul’da da bir kez tecavüze uğradım. Sonrasında intihar girişiminde bulundum.
Can: Bir sürü zorluğu var tabii ki… Bir keresinde polis bizi seks işçisi sanıp tutukladı. İstiklal caddesinde dolaşıyorduk. Sonra karakolda dört saat tuttular, “Orospular!” diye bağırıp tekmelediler.
İntizar: Bir keresinde yine polisler arabayla peşimizden gelip bağırıp çağırdı. Can kaçtı, ben korkmadım, yanlarına gittim. Aralarından biri, “Ne yapıyorsunuz bu saatte?” dedi camı açıp. “Siz ne yapıyorsunuz bu saatte?” diye cevap verdim. “Ben Suriyeliyim, alın bakıp kimliğime” dedim. “Terbiyeli konuş” dediler. “Gayet terbiyeli konuşuyorum. Terbiyemi daha bozmamışım” dedim. Güldüler. Sonra da “top” diye bağırdılar. Ama bir polis arkadaşım da oldu, metro istasyonunda tanışmıştık. Bize “Siz eşcinsel misiniz?” diye sormuştu. Evet, deyince “Ben polisim, ama korkmayın benden” dedi. Böyle bir arkadaşlık başladı, onunla ilişkiye de giriyordum. Bana harçlık veriyordu. Bana güveniyor, evine alıyordu. İyi arkadaştık.
Türkiye’de yaşayan Suriyelilerle ilişkileriniz nasıldı?
İntizar: Akrabalarım dışında pek Suriyeliyle görüşmedim. Eşcinsel olduğum için bu gerçekliği çok farklı yaşadım. “Siz bana hor davranıp beni yerimden ettiniz, ülkemi bırakmak zorunda bıraktınız, şimdi sıra sizde” diyordum içimden. Ama tabii çok üzüldüm. Toprağa bağlılık nedir bilmem, ama kimsenin zorla topraklarından edilmesini de istemem. Yabancı ülkede ne hak var ne hukuk. Suriye’de bir söz vardır: “Yabancısı olduğun ülkede çıplak gezersin.” Bana göre eğer sana çıplak diyorlarsa, daha da soyun, özgürleş, serbest ol. Bizim ahlâkımızı sorgulayanların bu yabancılık içinde çıplak kalmalarına tanık oldum.
İstanbul’dan ayrılmaya hangi noktada karar verdiniz?
Can: İstanbul’dan ayrılmam eşcinselliğimle ve ailemle alâkalı. Türkiye’de çok akrabamız vardı, rahat değildik. Çevre baskısını üzerimizde sürekli hissediyorduk.
İntizar: İstanbul’da bir gün güzel geçiyorsa ardından bir ay kötü geçerdi. Annemi üzmek istemiyordum. O beni oğlu olarak görmek istiyordu. İstediğim hayatı ancak ondan uzakta yaşayabileceğimi anladım. 2014’te Türkiye’den çıkmaya karar verdim, ama maddi durumum kötüydü. Ancak 2018’de çıkabildim. Can’la birlikte para biriktirdik. Akşamları ailemiz duymasın diye telefonda kısık sesle planlar yapıyorduk. Ailelerimiz önce çok üzüldü, ama şimdi kabullendiler.
Sınırlar arası yolculuk nasıldı?
İntizar: İstanbul’dan İzmir’e kadar güzeldi, normal otobüsle gittik. İzmir’de iki gün deniz kenarında yattık. Sahil Güvenlik’i gözlemledik. Sonra botla yola çıktık. Dalgasız bir gündü.
Can: Kaptan çok kötüydü, bir Türkiye’ye, bir Yunanistan’a kıvırıyordu botun burnunu. Bir ara yanlışlıkla Bodrum’a doğru ilerlemeye başladı. Sonra Sahil Güvenlik geldi. Üstümüze ışık tuttular, ama bizi göremiyorlardı. Onları atlatmayı başardık. 45 kişiydik botta. Yolculuk üç saat sürdü. Ağustos ayıydı. Akşam 11’de vardık adaya.
İntizar: Bottayken çok güzel bir ağlama geldi. Yeni bir hayata başlıyoruz. Tüm sıkıntılarımızı denize atıp geliyorduk işte. Hiç korkmadım. Hep Kur’an okudum ve ağladım. Botun kenarına oturmuştum, elim yol boyunca denizin içindeydi.
Can: Midilli’de eşcinsel olduğumuz için bizimle ilgilenecekler, bizi hemen Atina’ya gönderecekler diye düşündük. Avrupa’da bize değer verecekler sanıyorduk, ama öyle olmadı. Moria kampını görünce gözlerimize inanamadık. Korkunç bir yer.
Can: Adaya ilk geldiğimizde eşcinsel olduğumuz için bizimle ilgilenecekler, bizi hemen Atina’ya gönderecekler diye düşündük. Avrupa’ya geldik, bize değer verecekler sanıyorduk, ama öyle olmadı. Moria kampını görünce gözlerimize inanamadık. Korkunç bir yer. İnsanlar arasında hiç uyum yok.
İntizar: Moria’ya yazın ilk gittiğimizde fare, yılan, akrep ve korkunç böcekler her yerdeydi. Güvenli bir yer değil. Kışın soğuktan ölenler oldu. İçindeki insanlar envai çeşit, uyum içinde yaşamaları mümkün değil. IŞİD’liler, muhalifler de var. Aşırı dinciler var. Bazen hırsızlık oluyor, tecavüz vakaları yaşanıyor. Bizi de çok rahatsız ettiler, eşyalarımızı çaldılar. İlk günlerde sistematik biçimde tecavüze uğradık. Birçok köyde yaşadım, en zor doğa koşullarını gördüm, ama bu kadar pis bir yer görmedim. Moria mikrop. Toplamda iki ay kaldım orada, sürekli Türkiye’ye dönmek istedim. Tüm bu yaşananlardan sonra iki kez intihara teşebbüs ettim.
Can: Hep kavga oluyordu yemek sırasında. Hâlâ da iştahım kapalı, doğru düzgün yemek yiyemiyorum. İlk defa böyle bir şey yaşıyoruz, görüyoruz. Ben de bir kez intihara kalkıştım. Kendimi denize atacaktım. Arkadaşlarımız bizi psikolojik destek veren bazı derneklerle ilişkiye soktular. Ama iki kez psikoloğa gidip başlamadan kaçtık. Çok ağır geliyor, geçmişi unutmak istiyoruz.
İki ay Moria’da kaldıktan sonra nereye gittiniz?
İntizar: Oradan kaçıp plajda yatmaya başladık. Sonra bir gün bizi yolda bir kadın gördü. Bize, “Hello” dedi. Ben de tüm kadınlığımla “Hello” diye cevap verdim. Alison adında bir Avustralyalı. Bize “eşcinsel misiniz” diye sordu. Ne büyük zorluklar yaşadığımızı yüzümüzden anladı. Herhangi bir kurumdan değil, insanlık namına bize yardım etmek istedi. Arkadaş olduk. Alison eşcinsel değil, hiç evlenmemiş. Yanında İngiliz lezbiyen bir kadın vardı. Bize kucak açtılar. Termi’de bir otele yerleştirdiler. Tam zamanında temiz insanlara denk geldik. Sonra bize Panagiouda’da da bir ev tuttular. Moria’ya yakın küçük bir köy. Ev güzeldi, ama çevre baskısını üzerimizde çok hissediyorduk. Akşamları dışarı çıkmaya çok korkuyorduk. Peşimize takılanlar, elle tacizde bulunanlar oluyordu. Alt komşularımız bir grup Afgan gençti, apartmana girip çıkarken beni sıkıştırıyorlardı. İstediğimiz gibi giyinemeyeceksek, makyajımızı yapamayacaksak niye Avrupa’ya geldik ki? Afgan çocuklar sonra evraklarını alıp Atina’ya gittiler. Giderken özür dileyip helalleştiler. Özünde kötü insanlar değiller, onlar da toplumun önyargılarına esir olmuşlar. Bir arada yaşamayı öğrenmeye başlamıştık son zamanlarda.
Can: O sırada anarşist bir gruptan yemek yardımı almaya başladık. Haftada iki gün bir kutu içinde temel ihtiyaçlarımızı getirdiler. Sonra BM bizi durumu hassas olan mültecilerin kaldığı Pikpa Kampı’na yönlendirdi.
İntizar: Annemi üzmek istemiyordum. O beni oğlu olarak görmek istiyordu. İstediğim hayatı ancak ondan uzakta yaşayabileceğimi anladım. 2014’te Türkiye’den çıkmaya karar verdim.
Son durak Pikpa kampı mı?
İntizar: Moria’yla kıyaslanamayacak bir yer. Sadece 100 kişi kalıyor, tertemiz. Her gün yemek pişiyor. Güzel bir dayanışma ortamı var. Ama özgürce giyinmemiz oradaki mültecilerin de hoşuna gitmedi. Aynı odada dört eşcinsel yaşadığımız için hedef haline geldik. Tehdit ettiler, hor gördüler. “Çocuklarımızın terbiyesini bozuyorsun” dedi bir tanesi. Ben de “O zaman çocuklarını Avrupa’ya getirmeseydin, Avrupa böyle işte! Daha neler neler görecekler” dedim. Cevap veremedi. Pikpa ekibi müdahale edince durum yumuşadı. Afrin’den, bizimle aynı köyden bir aile var, bize selam bile vermiyorlar. Anladım ki güler yüzlü olup her şeyi alttan almayacaksın, sen de onlar gibi hor davranacaksın ki seni sevsinler. Biz böyleyiz, sert olamayız, ince davranırız. Sesim de ince ve yumuşak. Bu yüzden çok sorun yaşadım.
Adada neler yapıyorsunuz?
İntizar: Burada her türden insan var. Son zamanlarda Hıristiyan misyoner bir grup sardı bize. Yunanlı değiller. Bir gemide göçmenlere din dersleri veriyorlar. Bir kere gittim, ama bin pişman oldum. Bir de gemi sallanıyor sürekli. Hiç dayanamadım, resmen sarhoş oldum, midem bulandı. Ders İngilizce, ama Arapça tercüman var. O gün saçlarım dağınıktı. “Sende bu halinle kadın tipi var” dedi aralarından biri. İstanbul’da da öyle oluyordu. Çok seviniyordum. Herkesi Hıristiyan yapmak istiyorlar. Ben “tüm dinlere saygı duyuyorum Hz. Muhammed’in dinine inanıyorum” dedim. “Hıristiyan olursan, Hz. İsa tüm günahlarını affeder, seni cennete götürür” dediler. Onun üzerine sordum: “Ameliyatla kadın olursam Hz. İsa beni affedecek mi?” Kimse cevap veremedi.
Adadaki LGBTİQ toplantıları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Can: Buradaki güzel örgütlenmede teselli buluyor, yeni şeyler öğreniyoruz. Kendimizi ifade ediyoruz. Bazen sorular soruyoruz, bazen cevaplar veriyoruz. Yılbaşı partisinde de çok güzel eğlendik. Dans etmeyi çok seviyoruz.
İntizar: Cinsel kimliğime dair cesaretim çoktandır var, ama bazı günler insan depresyona giriyor. Yemekten dahi kesiliyor. O zaman cesaret de bir işe yaramıyor. Ama grupla bir araya gelmek çok iyi geliyor.
Adalılarla ilişkiniz nasıl?
Can: Çok merhametsizler. Saatlerce otobüs gelmiyor mesela, kimse bizi arabasına almıyor. Mültecilerden korkuyorlar. Geçen gün Mosaik okuluna İngilizce dersine giderken otobüs gelmedi. Araba dursun diye deli gibi göbek atmaya başladım. Durup bakıyorlar, gülüyorlar, ama içeri almıyorlar.
İntizar: En büyük saygıyı Afrikalı göçmenlerden görüyoruz. Bizi bir kere bile rahatsız etmediler. Moria’da biri onlara sataşırsa hemen geri çekiliyorlar.
Gelecekten beklentileriniz neler?
İntizar: Fotomodel olmak istiyorum. Güzel bir hayat hayal ediyorum. Zengin olup fakir, yetim, eşcinsel, hasta olanlara yardımcı olmak için. BM’nin verdiği 90 avronun 20 avrosunu Halep’teki bir arkadaşıma yollamaya çalıştım. En azından bizim kalacak yerimiz var, aşımız var. Arkadaşım savaşın en kötü hallerine tanık oldu. Suriye’de 20 avroyla bir ay karnı doyar. Ama başka bir şehre gitmiş para.
Can: Ben de ya güzellik salonunda çalışmaya devam edeceğim ya da fotomodel olacağım.
Can: İki transgender arkadaşımız var. Biri mülakata travesti gitti, diğeri erkek kıyafetleriyle. Travesti olana izin çıktı, onu Hollanda’ya gönderdiler, diğeri ret aldı. En güzel kadın kıyafetlerimle ve makyajımla gideceğim.
Şimdi Avrupa’ya yeni bir yolculuğa hazırlanırken ne hissediyorsunuz?
İntizar: Hayatta her şeyi terbiye ve saygıyla yaparım. İçkimi de haşhaşımı da içerim, ilişkiye de girerim, ama herkese saygı duyarım. Gerekirse orospuluk da yaparım, ama haddimi bilirim. Ama insanlarda bu yok. İçip sana eziyet ediyorlar, seni dövüyor, tecavüz ediyorlar, eşyalarını çalıyorlar. Dün İranlı bir arkadaşımla içtik mesela, dört aydır buradaymış. Cigaramızı tüttürdük efendi efendi. Gayet kadın gibi mini etekli, makyajlıydım. Adam mafyaya bulaşmış, hapse girmiş. Ama bak, terbiyeli. Bizden faydalanmaya çalışmadı.
Mülakat hazırlıkları nasıl gidiyor?
İntizar: Belge işlemleri yolunda gidiyor. Ama hemen sevinmek istemiyorum. Canım tatlı istediğinde de hemen yemem, önce bir hak edeyim, yorulayım isterim. Kolay sahip olmak hoşuma gitmiyor.
Can: İki transgender arkadaşımız var. Biri mülakata travesti gitti, diğeri erkek kıyafetleriyle. Travesti olana izin çıktı, onu Hollanda’ya gönderdiler, diğeri ret aldı. En güzel kadın kıyafetlerimle ve makyajımla gideceğim.
İntizar: Bekliyoruz işte. Bekleyeceğiz. Adımı boşuna İntizar yapmadım…
İntizar’ın anlamını anlatır mısın?
İntizar: Bu benim kendime verdiğim isim. Bundan önce de başka isimlerim oldu. Suriye’deyken Rihap’tı ismim. Bir çiçek adı. Lübnan’da Nilüfer, Türkiye’de Hayran yaptım. Ama bazen Yarin ve Aşkın da kullanıyordum. Yakışıklı erkekler ismimin ne olduğunu sorduklarında, Yarin ya da Aşkın deyince güzel oluyordu. Son zamanlarda Yağmur da oldum. Burada İntizar ismini kullanmaya başladım. “Güzel bir şeyi beklemek” anlamına geliyor. Yani aslında beklemeye olumlu bir anlam yüklüyor. Sadece belgeleri beklemiyorum. Ailemle tekrar görüşmeyi bekliyorum. İstediğim hayatı, huzuru bekliyorum. Tüm bunlar İntizar’a dahil. Senin gibi insanlarla karşılaşmak da İntizar’a dahil.
(Bu sırada Can, İntizar’ın kapattığı orta şekerli elliniko kahvenin falına bakmaya başlıyor)
İntizar: Allah aşkına, gemi mi çıkmış, ne çıkmış? Gidecek miyiz yoksa? Sen de baksana, gemiyi görüyor musun?
Can: Kocaman bir balık mı? Güzel haberler geliyor. Balık şans getirir.
İntizar: Evet, ya balıktır ya gemi.
Can: Balık gibi. Sadece güzel şeyleri söyleyeceğim, kötüleri söylemeyeceğim. Gideceksin, ama ne zaman gideceğini bilmiyorsun. Dört yol var, hangi yoldan gideyim diye düşünüyorsun.
İntizar: Ya uçak ya gemi. Başka ne yol olabilir ki?
Can: Çok kararsızsın. “Hangi yoldan gideyim” diye düşünüyorsun. Ama yollar güzel. Kalbin çok temiz. Bir de adam var, o gitmen için sana yardım edecek.
Nereye gitmek istiyorsunuz peki?
Can: Lüksemburg. Başbakanı gay. Orayı sevmezsek Avustralya ya da Britanya’ya geçeceğiz. Hollanda da özgür bir ülkeymiş.
İntizar: Nisanda bütün yollar açılacakmış Avrupa’ya. Mülteciler istedikleri yerlere gideceklermiş. Avrupa eşcinseller için özgür, serbest bir yer.
Can: Almanya, Hollanda, Fransa ve Amerika’da Lübnanlı eşcinsel arkadaşlarım var. Ayrımcılık görmüyorlarmış. Okula gidiyorlar, karınları doyuyor, gezip dolaşıyorlar.
(Bu söyleşiden kısa süre sonra İntizar ve Can’ın Midilli’deki bekleyişi sona erdi, Atina’ya geçtiler. Bürokrasiyle mücadelede yeni bir safha başladı. Önlerinde hâlâ uzun bir yol var…)