Başta Suriyeliler olmak üzere ülkelerindeki savaş, baskı ve tehditlerden kaçarak Türkiye’ye sığınan 4 milyon sığınmacının temel sorunlarından biri sağlık hakkına erişim. Sığınmacıların önündeki en büyük engel ise dil bariyeri. Sadece Türkçe hizmet veren randevu sistemi, sığınmacıların randevu almasını zorlaştırıyor. Dahası, bir şekilde randevu alıp hastaneye giden sığınmacılar da dertlerini anlatacak bir tercüman bulamadıkları için hekimle görüşmeleri uzuyor ve bu da Türkiyeli hastaların “Suriyelilere torpil yapılıyor, onlarla daha fazla ilgileniliyor” gibi kanaatler edinmesine, hastanelerde gerilimler yaşanmasına neden oluyor. Ayrıca sığınmacıların dilini bilmeyen hekimler bazen hastaları yanlış teşhis ve tedaviye de maruz bırakabiliyor. Doktora tezini Suriyeliler dışındaki sığınmacıların sağlığa erişimi önündeki engeller ve sağlık çalışanlarının sorunları üzerine yapan ve sığınmacılara “geçici bir sorun” olarak bakıldığı için kalıcı çözüm yollarına başvurulmadığını söyleyen Dr. Deniz Mardin’e bağlanıyoruz…
Türkiye dünyada en fazla mültecinin yaşadığı ülke olduğu halde, mülteci statüsüne sahip kişi bir elin parmağını geçmiyor. Bu neden böyle?
Deniz Mardin: Cenevre Sözleşmesi diye andığımız, ama asıl adı Mülteciler Sözleşmesi olan 1951 tarihli sözleşmeye taraf olup 1967 Mülteciler ile ilgili protokolü coğrafi çekince ile kabul eden dört ülkeden biri Türkiye. Diğer ülkeler de Madagaskar, Kongo ve Monako. İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında Avrupa’da yaşanan yoğun göç ve bu göçmenlerin ülkelerine dönemeyeceği öngörüsüyle böylesi bir sözleşme hazırlanmıştı. Dolayısıyla Mülteciler Sözleşmesi savaştan kaçan Avrupalıların ne gibi şartlarda korunacağını ve hangi haklardan yararlanacağını güvence altına almayı öngörüyor. Daha sonra 1967 New York Protokolü’yle göçmenlerin sadece Avrupa’dan olmayacağı kabul edildi. Fakat coğrafi çekinceyi kaldırıp kaldırmamak ülkelerin inisiyatifine bırakıldı. Türkiye bu çekinceyi kaldırmadığı için Avrupa dışından gelenler mülteci olarak kabul edilmiyor.
Türkiye’de şu an Mülteciler Sözleşmesi kapsamında, mülteci statüsünde kaç kişi bulunuyor?
Uluslararası Af Örgütü’nün bilgi edinme hakkı üzerinden yaptığı başvurudan edindiği bilgiye göre Türkiye’nin mülteci olarak kabul ettiği kişi 2011 yılı itibariyle 50 kişiden az. Öte yandan, sağlık hakkı açısından bakıldığında, uluslararası terminolojiyi temel alarak ifade edersem hem sığınmacı ve mültecilerin hem de geçici koruma altındaki Suriyelilerin haklarının kapsamlı olduğunu söyleyebiliriz. Oysa Avrupa’da sığınmacıların mültecilere nazaran bu haklarının epey kısıtlı olduğunu biliyoruz. Avrupa’da kişi mültecilik statüsünü elde ettikten sonra, neredeyse bir vatandaşınki kadar haklara sahip oluyor. Türkiye’de sığınma talebinde bulunan kişi önce İçişleri Bakanlığı’nın belirlediği bir şehre yerleştiriliyor. Kaydı yapıldıktan, kimliği verildikten sonra SGK’sı aktive ediliyor. O aşamadan itibaren, bulunduğu şehirdeki herhangi bir SGK’lı yurttaş gibi sağlık haklarına sahip olabiliyor.
Peki bakanlığın yerleştirdiği şehirden çıkan kişi, gittiği şehirde de benzer haklardan faydalanabiliyor mu?
Bazı şehirlerdeki hastaneler bu tür kişileri ücretli olarak tedavi ederken, bazıları da “sağlık turizmi genelgesi” bağlamında, çok fazla ücret alabiliyor. Hatta aynı şehirdeki hastaneler farklı fiyatlar öngörebiliyor. Bu konuda bir mevzuat açığı var ne yazık ki. Öte yandan sığınmacılar, yerleştirildikleri şehirlerde bazı haklarda ikinci sıraya konabiliyor. Örneğin organ nakli sırası konusunda Türkiyeli vatandaşlara öncelik tanınıyor. Hatta organı verecek kişi aileden olduğu halde, nakil işlemi SGK kapsamında değerlendirilmeyip yapılmayabiliyor. Keza bazı kronik hastalıklar, eğer kişi ülkeye girmeden önce başlamışsa, yine SGK kapsamı dışında bırakılıyor. Bu konuda inisiyatif kullanıp tedavi yapan yerler de var, ama homojen bir uygulamadan söz edemiyoruz.
Sığınmacılar, yerleştirildikleri şehirlerde bazı haklarda ikinci sıraya konabiliyor. Örneğin organ nakli sırası konusunda Türkiyeli vatandaşlara öncelik tanınıyor. Hatta organı verecek kişi aileden olduğu halde, nakil işlemi SGK kapsamında değerlendirilmeyip yapılmayabiliyor. Keza bazı kronik hastalıklar, eğer kişi ülkeye girmeden önce başlamışsa, yine SGK kapsamı dışında bırakılıyor.
Söylentilere bakılırsa Suriyeli sığınmacılara hastanelerde öncelik tanınıyor, vatandaşlardan ücret alınırken sığınmacılardan hiçbir ücret alınmıyor. Uygulama böyle mi gerçekten?
Suriye ya da başka ülkelerden gelen mülteciler Türkiye’de kayıt olduktan sonra, kayıtlı olduğu şehirde hastaneye başvurma, birinci basamak hizmetlerinden, aile hekiminden yararlanma hakkına sahipler. Normalde hastanelere gitmeden önce telefondan randevu almış olmak gerekiyor, ama Türkiye’deki bu hatlar uzun süre Türkçeydi. Dolayısıyla mülteciler randevu almadan hastaneye gidiyor, tüm hastalara bakıldıktan sonra muayene olabiliyor, bazen ertesi güne kalıyorlardı. Elbette bazen randevusu olmadığı halde, durumunu dikkate alarak hastayı alan ve muayene eden doktorlar oluyor. Bu, bazen Türkiyeli hastalar için de geçerli. Öte yandan, Suriyeliler Türkçe bilmeyince, muayene süresi uzayabiliyor. Bu da diğer hastalarda, sanki Suriyelilerle daha fazla ilgileniliyormuş gibi bir tepki yaratıyor. Oysa mevzuatta Suriyelilere öncelik tanınacağına dair herhangi bir husus yok.
Peki randevu hatlarında Arapçaya da geçildi mi?
Hayır, ama Sağlık Bakanlığı’nın bir tercümanlık hattı var. Bu hattı arayıp tercümanlık desteği alabiliyorsunuz. Ama hastaneden randevu almak veya hastanede derdinizi anlatmak için profesyonel tercüman desteği yok. Acil durumlarda sağlık hizmetinin sunulabilmesi için tercümanlık hizmetinin sağlanması, fakat bunun da profesyonel şekilde sağlık sistemine entegre edilmesi gerektiği unutulmamalı. Sonuçta hastalar hekime en mahrem bilgilerini aktarıyor. Dolayısıyla tercümanların da sağlık etiği bağlamında hareket etmesini, mahrem bilgileri üçüncü kişilerle paylaşmamasını sağlamak lâzım. Keza, bir kadın, kadın doğuma müracaat ettiğinde, erkek tercüman istemeyebilir. Aynı şey, ürolojiye giden bir erkek hasta için de geçerli. Aslında Türkiye gibi çok dilli, çok etnili ve çok inançlı ülkelerde zaten bu hizmetlerin sağlanması gerekiyordu. Öte yandan, doktora çalışmam esnasında gözlemlediğim kadarıyla genellikle aile yakınlarına tercümanlık yaptırılıyor. Mevsimlik işçi olarak çeşitli bölgelere giden ve buralarda hastanelere başvuran Kürtlere kendi çocukları tercümanlık yapıyor. Bunun hem çocuk hem de doğru bir sağlık hizmetine erişim açısından sakıncaları olduğu çok açık.
Suriyeliler Türkçe bilmeyince, muayene süresi uzayabiliyor. Bu da diğer hastalarda, sanki Suriyelilerle daha fazla ilgileniliyormuş gibi bir tepki yaratıyor. Oysa mevzuatta Suriyelilere öncelik tanınacağına dair herhangi bir husus yok.
Mültecilerin sağlığa erişim hakkı üzerine yaptığınız çalışmalarda ve yazdığınız doktora tezinizde Suriyeli sığınmacılarla diğer sığınmacılar açısından farkılıklar olduğu görülüyor. Nedir bu farklılıklar?
Doğrusu, Suriyeli olmayan kayıtsız sığınmacılar açısından neredeyse hiçbir güvence sağlanmış değil. Doktora çalışmasına başladığım sırada, 2013 yılına kadar sığınmacıların hiçbir sağlık hakkı yoktu. Acil servis bile ücretliydi. Konuya eğildiğimde kayıtlı 50 bin sığınmacı ve mülteci vardı. Şimdi o sayı milyonları buluyor. Suriyeliler dışındaki sığınmacılar çok görünür olmayabilir, ama bu insanlar da geldikleri ülkelerde, yolda veya göç ederken işkenceye maruz kalıyor. Özellikle kadınlar açısından yolda tecavüz, taciz olayları söz konusu. Türkiye’ye geldiklerinde de benzer saldırılarla karşılaşabiliyorlar. Bu insanlara, özellikle çocuklarına, LGBTİ bireylere pozitif ayrımcılık yapılmalı.
Suriyeliler dışında Türkiye’ye yaygın olarak hangi ülkelerden sığınmacı geliyor?
Yaygın olarak Afganistan, Irak, İran, Somali’den gelişler var. İnsanlar bulundukları bölgelerdeki çatışmalardan, savaşlardan kaçtığı gibi, mesela İran’da cinsel yönelimi, politik tutumu yüzünden hayati tehlike yaşayanlar da geliyor. Afganistan’dan gelen kişilerin sayısında büyük bir artış var. Keza daha önce savaştan dolayı Suriye’ye kaçmış olan Iraklılar da buraya geliyor. Sığınmacılarla ilgili destekler konusunda hem uluslararası örgütlerin hem de devletlerin farklı tutumları var. Uluslararası kuruluşlar insani değerler veya dayanışma üzerinden değil, daha ziyade politik saiklerle bütçelerini esas olarak Suriyelilere ayırıyor. Bu da hem diğer ülkelerden gelen sığınmacıların pek çok destekten mahrum kalmalarına sebep oluyor, hem de sığınmacıların birbirine bakışını olumsuz etkiliyor. Devletin sağladığı koşullar, başta dil bariyerinin tercümanlık sistemi üzerinden çözülmemesi gibi konular olmak üzere, kısıtlı. Mevzuata bakarsak, sığınmacılar açısından geniş hizmetlerden söz edilebilir. Fakat bu hakların bir bölümü kâğıt üzerinde kalıyor.
Neden?
Bir kere sığınmacılara “geçici bir sorun” olarak bakıldığı için kalıcı çözüm perspektifi geliştirilmiyor. 2014 yılına kadar sadece sınırda bulunan 11 ilde sağlık hizmetleri sunuluyordu. “İstanbul’da, başka illerde bu hizmeti sunarsak, çok sayıda sığınmacı büyük illere gelir” diye düşünülüyordu. Fakat sonuçta sağlık hizmetlerinin 11 ille sınırlandırılması bu gidişatı değiştirmedi, insanlar İstanbul’a, Ankara’ya veya başka kentlere doğru gitti. Meseleye bir hakkın sunumu değil, bir proje olarak bakıldı hep. Bu da hem Suriyeli sığınmacıların sağlığını hem de sağlık çalışanlarını olumsuz etkiledi. Örneğin tercüman olmadığı için bir Suriyeli sığınmacıya hastanede şikâyetiyle ilgisi olmayan çok sayıda tetkik yaptırılabiliyor. Çünkü dil bariyeri yüzünden hastanın şikâyeti anlaşılmıyor. Hatta bunlar yanlış teşhis ve tedavilere de sebep olabiliyor.
Suriyeli olmayan kayıtsız sığınmacılar açısından neredeyse hiçbir güvence sağlanmış değil. Doktora çalışmasına başladığım sırada, 2013 yılına kadar sığınmacıların hiçbir sağlık hakkı yoktu. Acil servis bile ücretliydi.
Tezinizde sağlık çalışanlarıyla mülteciler arasındaki ilişkileri ve sorunları da irdeliyorsunuz. Mülteci karşıtlığının ürkütücü boyutlara vardığı ortamdan sağlık çalışanları, hekimler azade mi?
Sonuçta sağlık çalışanları da herkes gibi belli önyargılar üzerinden kanaat geliştiriyor. O yüzden sadece mültecilerin değil, sağlık çalışanlarının da hakkını korumak durumundasınız. Fakat siz bunu yapmadığınız zaman, sağlık çalışanları da muhatap oldukları mültecilere kızıyor. Topluma doğru bilgileri aktarmadığınız zaman, bilgisizliğin yerini önyargı alıyor. Bu önyargılardan kaynaklanan aşağılamalar, dil bariyeri, sığınmacıların sağlık sorunları yaşasalar bile bir süre sonra hastaneye gitmemelerine neden oluyor. İnsanlar aşağılanmak yerine hasta kalmayı tercih edebiliyor. Tabii sığınmacılarla karşılaşma sıklığı da burada belirleyici olabiliyor. Sağlık çalışanları sığınmacılarla çok sık karşılaşınca belli bir empati geliştiriyor veya hastalardan en azından genel bilgileri alabilecek kadar üç-beş kelime Arapça öğrenebiliyor.
Doktorlarla diğer sağlık çalışanlarının yaklaşımı arasında fark var mı?
Doktorlar nispeten avantajlı konumda. Çünkü sığınmacıları son aşamada gören onlar. Öncesinde hastanın randevu almasını sağlamak, hangi bölüme yönlendireceğini belirlemek, girişteki görevlilerin işi. Onlar da dil bariyeri dolayısıyla çoğu zaman hiçbir şey yapamıyor, çaresiz kalıyor ve sinirini yine hastadan çıkarıyor. Bu tür sorunlar hastaneden hastaneye değiştiği gibi, sağlık çalışanlarının eğitim seviyesi de belirleyici olabiliyor. Burada işin sağlık çalışanlarının eğitim seviyesine bırakılmaması gerekiyor. Her hastanede tercüman bulundurmak, hem sığınmacıların hem sağlık çalışanlarının işini kolaylaştırır.
Peki hastanede ayrımcılığa maruz kalan veya Türkçe bilmediği için başka hastanelere yönlendirilen, yanlış teşhis konan sığınmacıların başvurabileceği bir şikâyet mekanizması var mı?
Birebir ayrımcılık konusunda çalışan bir mekanizma yok. Hizmete erişiminizin engellenmesi halinde şikâyet edebileceğiniz bir telefon hattı var, ama onu kullanmak için de yine dil bilmek gerekiyor. Dolayısıyla, bırakın şikâyet mekanizmasını, biz daha hastanın hastaneye kabulündeki sıkıntılarla boğuşuyoruz. Sağlık sistemimize bakıldığında, bu konuda çok gerilerde olduğumuz açık. Oysa bu konuda Avrupa’dan örnek alabileceğimiz uygulamalar var. Portekiz özellikle mevzuat konusunda çok iyi atılımlar yapmış bir ülke. Portekiz’de mülteci sayısı çok yüksek değil, ama hastanelerde profesyonel tercümanlar çalıştırıyor. Profesyonel tercümanlar, belli bir eğitimden sonra kültürel arabuluculuk yapıyor.
Uluslararası kuruluşlar insani değerler veya dayanışma üzerinden değil, daha ziyade politik saiklerle, bütçelerini esas olarak Suriyelilere ayırıyor. Bu da hem diğer ülkelerden gelen sığınmacıların pek çok destekten mahrum kalmalarına sebep oluyor, hem de sığınmacıların birbirine bakışını olumsuz etkiliyor.
Portekiz’deki örnek uygulama tercümanlıktan mı ibaret?
Bir kere eğer sığınmacıysanız, yani henüz mültecilik statüsü almamışsanız, örneğin Almanya’da sağlık haklarınız çok kısıtlıdır. Mültecilik statüsünü elde ettikten sonra işler kolaylaşıyor. Portekiz’de ise kayıtsız göçmen de olsanız acil bölümüne gittiğinizde ücretsiz hizmet alıyorsunuz. Ayrıca belirli merkezlerde sığınmacı, göçmen veya mültecilere sağlık, eğitim, barınma, yaşam veya anayasal hakları öğretiliyor. Öte yandan Türkiye’de, İçişleri Bakanlığı tarafından yerleştirildiği şehirden çıkıp örneğin İstanbul’a gelen ve burada hastalanan bir sığınmacı hastaneye gittiğinde tedavisi yapılmayabiliyor veya polise haber veriliyor.
Polise haber verileceği bilgisi, sığınmacıların hastaneye başvurmasını engelliyor mu?
Olabilir, ama ikameti olmayan bir Suriyeli sığınmacı ise polis genelde kişiyi gelmiş olduğu şehre kaydedebilir. Kaydı yapılıp SGK’sı açıldığında ise sağlık haklarından faydalanıyor. Bazı durumlarda ise, örneğin çocuk lösemi hastasıdır ve tedavi olabilmesi için hasta yakınının kendisi polisin gelip kaydını açmasını isteyebiliyor. Bazen de Göç İdaresi kaydının yapılması için kişinin kalkıp gelmesini istiyor, ki bu da hem hasta hem de sağlık çalışanları açısından sıkıntılara neden oluyor.
Peki başvuran her sığınmacıya yaşamak isteyeceği şehir için izin veriliyor mu?
Her zaman mümkün olmuyor bu. Türkiye’de sığınmacıların yerleştirildiği 62 tane uydu şehir var ve büyükşehirler, metropoller veya Edirne gibi Avrupa sınırındaki şehirler bunun dışında. Gerçi İstanbul’da Suriyeliler için kayıt açıldı, ama İstanbul’da bulunan Suriyelilerin bir bölümü kayıtlı değil. Yine de sığınmacılar, akrabaları burada olduğu veya iş olanakları bulunduğu için İstanbul’a geliyor.
Tercüman olmadığı için bir Suriyeli sığınmacıya hastanede şikâyetiyle ilgisi olmayan çok sayıda tetkik yaptırılabiliyor. Çünkü dil bariyeri yüzünden hastanın şikâyeti anlaşılmıyor. Hatta bunlar yanlış teşhis ve tedavilere de sebep olabiliyor.
Geçenlerde bir doktor twitter hesabından şöyle bir mesaj yayınladı: “Mültecinin havuzda arkadaşıyla şakalaşırken düşüp geldiği hastanede izinsiz gün aşırı çalışan bir hekimim. Diyecek başka bir şeyim yok.” Bu tür ayrımcı beyanlara karşı örneğin Türk Tabipler Birliği’nin herhangi bir yaptırımı var mı?
Sadece sığınmacılara değil, farklı din, dil, mezhep, renk veya cinsel yönelime sahip insanlara karşı da böylesi bir dil kullanılamaz. Fakat ne yazık ki bu türden mesajlar yayınlandığında yapılabilecek şey en fazla böyle bir tutumu kınamak olabilir. Hekimler, sağlık çalışanları bir hastanın sağlık hakkına erişimine karşı ayrımcı bir uygulamaya gittiğindeyse TTB Etik Kurulu bunu ele alıyor ve gerekli girişimlerde bulunuyor.
Sizce sığınmacılar için sağlık alanında yapılması gereken temel düzenleme nedir?
Bir kere kökten bir bakış açısı değişikliğine ihtiyaç var. Devletin değişen sosyal koşullara göre sağlık sistemini sürekli dönüştürmesi, yeni koşullara uyarlaması gerekiyor. Sorunlar sadece tercüman ihtiyacını gidermekle veya çeşitli yamalarla da çözülmez. Bir kere hastanın hastaneye erişimi ve hastane kapısından içeri girdiği anda derdini anlatabileceği görevlileri rahatlıkla bulabilmesi gerekiyor. Bu da sadece sığınmacılar için değil, tüm yurttaşlar için yapılması gereken bir düzenleme. Şehir Hastaneleri o kadar uzak bölgelere kuruldu ki, insanların hastaneye gitmesi bir dert, oraya ulaştığında çare bulması başka bir dert. Farklı kültürlerden, dillerden, dinlerden insanların durumlarına, hassasiyetlerine yanıt verecek, onların hem hastalıkları hem de hakları konusunda bilgilenmesini kolaylaştıracak, başvuru ve randevu imkânlarını sağlayacak yapısal düzenlemeler şart.
Doktor ve hemşireler, pek çok bebeğin kucaklarında öldüğünü, çünkü annelerin sağlık hizmetine erişim hakkında bilgilerinin olmadığını, bu yüzden hastaneye çok geç başvurduklarını söyledi. 18 yaş altı evliliklerin arttığı, sosyal bağların azaldığı şartlarda anneler bebeklerinin ne tür risklerle karşılaşabileceğini bilmiyorlar. O yüzden bebeklerini hastaneye götürdüklerinde çok geç kalınmış oluyor.
Sistemsel değişiklikler kadar organizasyonla ilgili de düzenlemelere gidilmeli. Öte yandan mesela kayıtlı olmayan sığınmacıların bebeklerine aşı yaptırabilmesinin önü açılmalı. Ayrıca gebelerin sağlık durumlarının düzenli olarak kontrol edilmesi gerekiyor. Göçmen anne ve bebek ölümlerinin oranı hakkında herhangi bir bilgimiz yok. Yaptığım görüşmelerde doktorlar ve hemşireler pek çok bebeğin kucaklarında öldüğünü, çünkü annelerin sağlık hizmetine erişim hakkında bilgilerinin olmadığını, bu yüzden hastaneye çok geç başvurduklarını söyledi. 18 yaş altı evliliklerin arttığı, sosyal bağların azaldığı şartlarda anneler bebeklerinin ne tür risklerle karşılaşabileceğini bilmiyorlar. O yüzden bebeklerini hastaneye götürdüklerinde çok geç kalınmış oluyor. Dediğim gibi, elimizde ne yazık ki istatistiki bilgi yok, ama yaptığım görüşmelerde sığınmacılar arasında anne ve bebek ölümlerinin Türkiye vatandaşlarına oranla çok daha fazla olduğunu iddia edebilirim.
Sağlık Bakanlığı’nın elinde bununla ilgili veri yok mu?
Büyük ihtimalle bilgi var, ama paylaşmadıkları için istatistiklere erişimimiz söz konusu değil. Ama ölümlerin tümü kayda tespit edilip kayda geçiriliyor.
Sığınmacıların aile hekimliklerinde kaydı var mı?
Eğer sabit adresleri ve geçici kimlikleri varsa, kayıtları yapılıyor. Sığınmacıların TC kimlik numaraları genellikle 99 rakamıyla başlarken, Suriyelilerin gelmesiyle birlikte 98 rakamına geçildi. Fakat hastane sistemleri uzun bir süre 98 ile başlayan TC kimlik numaralarını kabul etmedi. Hatta SGK’sı olsa bile kaydı yapılamadı.
Neden Suriyelilere de 99 rakamıyla başlayan TC kimlik numarası verilmedi?
Çünkü geçici koruma altındaki Suriyeli sığınmacıları diğer sığınmacı başvurularından ayırmak istediler. Bu sorun zamanla düzeltildi. Şu anda yaşanan bir başka sorun var. Sığınmacı kayıtları daha önce Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından yapılıyordu. Göç İdaresi kurulduktan sonraysa bu iş oraya aktarıldı. Fakat yeterli personel ve altyapı hazırlığı olmadığı için şu anda yeni gelen sığınmacıların kaydı yapılamıyor. Dolayısıyla bu kişiler yabancı kimlik kartı alamıyor.
Ne zamandan beridir bu böyle?
Yaklaşık Ekim 2018 tarihinden beri kayıt alınamıyor. Bu yüzden de bu insanlar hastalandıklarında, hastanelerde ücretli olarak muayene olup tedavi görebiliyorlar. Bu da çok büyük engellerden bir tanesi. Şu anda aile hekimleri hareket halindeki bir sığınmacıyı kayıt etmek istemiyor. Çünkü bir gebenin gerekli takiplerini yapmazsanız ceza puanı yiyorsunuz. Özellikle gebe ve çocuk aşılarında teşvik yapılacağına, ceza üzerinden gidildiğinden aile hekimleri bu kayıtları yapmamayı tercih ediyorlar. Bu birazcık insiyatife bağlı oluyor. Aile hekimi hizmeti verebiliyor, ama kayıt etmiyor. Öte yandan daha çok Suriyeli göçmenlere hizmet vermek üzere tasarlanan Göçmen Sağlığı Merkezleri 2014’ten itibaren kurulmaya başlanmıştı. Buralarda çoğunlukla Suriyeli sağlık çalışanları var. Buralar da aile hekimliği gibi hizmet veriyor, ama sorunları var. Suriyeli hekimlerin bir kısmı uzman ve kendi sahalarında iş buldukları için mutlular, ama kendi uzmanlıklarını pratiğe geçiremediklerinden dolayı motive değiller. Ama en azından bir istihdam yaratıldı ve dil bariyeri olmadan hizmet sağlanabiliyor.