Salgına karşı köklü tedbirler almaya yanaşmayan iktidar yararı tartışmalı kısıtlamalarla güvencesiz çalışanları işsizliğe mahkûm ediyor. Kafe-bar çalışanları derinleşen yoksulluk şartlarında ayakta kalmak için çeşitli çatılar altında örgütleniyor. Kafe-Bar Çalışanları Dayanışması bunlardan biri. Lizge Biter, Ezgi Gözoğlu, Emirhan Çelebioğlu anlatıyor.
Martta pandeminin ilan edilmesiyle kafe, bar ve restoranlar ya tamamen kapalı ya da faaliyetleri kısıtlı. Siz nasıl etkilendiniz bu durumdan?
Lizge Biter: Ben üç senedir hem öğrenci hem garsonum. Salgın başlamadan kısa bir süre önce çalıştığım kafeden ayrılmıştım. Kadıköy’de bir kahvaltıcıda part-time garson olarak çalışıyordum. Çalıştığım zamanlarda hiç sigortalanmadığım için kısa çalışma ödeneğinden de işsizlik maaşından da yararlanamıyorum.
Çalıştığınız üç senede hiç sigortanız yapılmadı mı?
Kafeler ve barlar genel olarak güvencesiz işçi çalıştıran yerler. Çalışmak zorunda olan öğrenciler in sigortalı işlerde gözü olmuyor. Günlük yevmiyeyle yetiniyorsun. Derslerin durumuna, sınav dönemlerine göre çalıştığın mekânı çok sık değiştirmek zorunda kalıyorsun. Mekân sahipleri sigorta yapmaya yanaşmadığı için işten çıkarıldığımızda işsizlik maaşı alamıyoruz. 100 bin işletmede 2 milyonu aşkın çalışan varsa, yarısından çoğu kısa çalışma ödeneğinden faydalanamamıştır sigortalı olmadıkları için. Peki ne yapacağız? Bir önlem var mı? Baş başa bırakıldığımız şey bu sefer korona değil, açlık.
Part-time garsonluk nasıl bir mesai düzeni, nasıl çalışma sistemi demek?
Part-time çalışmanın koşulları kafe ve barlara göre değişiyor. Barlar geç saatlere kadar açık. Bir öğrenci hafta içi okuldan sonra sabah 2’ye kadar barda çalışabilir. Çalışma saatleri esnektir. Mutlaka 3 buçuğa kadar sarkar çıkış saati. Kafeler genelde hafta sonları yoğun olur. Bu yüzden kafeler genelde hafta sonu part-time garson çalıştırır.
Hem öğrenci hem de garson olarak yaşam sürdürmek ne anlama geliyor?
Bir öğrenciye KYK’dan (Kredi Yurtlar Kurumu) aldığı 550 lira yetmez. Ne öğrenci evinde ne de yurtta bu 550 lirayla geçinebilirsiniz. Alınması gereken fotokopiler, ders kitapları, ödenmesi gereken kira ve faturalar… Ayrıca, salgınla birlikte online eğitim için edinmeye mecbur olduğumuz gerekli cihazların yükü de bizim sırtımızda. Bu yüzden hafta sonları ya da hafta içi derslerin olmadığı günlerde çalışmaya mecbur kalıyoruz. Hatta bazen okulda olmamız gereken saatlerde çalışmaya gidiyoruz. Kendimiz için hiç zamanımız yok. Sosyal hayat için de ne zaman ne hal kalıyor. Üniversite öğrencilerinin boş zamanlarını çalışmayla dolduruyorlar. Salgın yüzünden eve kapanmalar başladığında “eve kapanamam, ihtiyaçlarımı karşılayabilmem için hiçbir destek yok” diye düşündüm. O karmaşa ânı çok zordu.
Nasıl bir girdap bu?
Mesela kafede çalışıp kazandığın parayla bir yerde bir şey yemek istesen o para hemen biter. Yevmiyeni orada bırakırsın. Ertesi gün tekrar çalışmaya gitmek için eve dönersin. Bir süre sonra her şey o kadar yorucu hale geliyor ki… Ev, okul, iş arasında kıskaca sıkışıyorsun. Bu kıskacın adı geleceksizlik. Geleceksizlik kıskacı içinde çevrilip gidiyoruz. Ne akademik olarak ne de çalışma hayatında önümü görebiliyorum. Mimar Sinan Üniversitesi’nde sosyoloji okuyorum. Mezun olduğumda iş bulacağımı düşünmüyorum. Sosyolojiyi gerçekten sevdiğim için okuyorum. Öğrencilerin çoğu kaygıya bağlı psikolojik sorunlarla uğraşıyor. Bütün bunlara ek olarak taciz, mobbing, esnek çalışma koşulları çok büyük psikolojik problemler getiriyor. Çalışmak zorunda olan üniversiteli kafe ve bar çalışanları yarına dair bir plan yapamaz. Bize süslü “kariyerler” göstererek sınavlara ve yarışlara sürüklediler. Aslında hepimiz belirsizlik çarkının içindeyiz. Ne bugünün ne de geleceğimizin garantisi var.
Bize süslü “kariyerler” göstererek sınavlara ve yarışlara sürüklediler. Aslında hepimiz ev, okul, iş arasında kıskaca sıkışmış durumdayız. Bu kıskacın adı geleceksizlik. Öğrencilerin çoğu kaygıya bağlı psikolojik sorunlarla uğraşıyor. Bütün bunlara ek olarak taciz, mobbing, esnek çalışma koşulları…
Nasıl bir tahribat yaratıyor bu durum, bu kaygının izlerini siz kendinizde görüyor musunuz?
Daha öfkeli olabiliyorsun. Psikolojimizi böylesine etkileyen bir sisteme karşı mücadele yolu açmak için belki de bu öfkeyi diri tutmak gerekiyor.
Kafe-Bar Çalışanları Dayanışması nasıl bir örgütlenme?
Bir Whatsapp grubumuz var, 180 kişiyiz. Bir gecede işsiz bırakılan, sosyal güvencesi olmayan insanlarız. Dertlerimiz ve çözümlerimiz ortak. Bizi bu belirsizlik kıskacından kurtaracak şeyin “askıda ekmek” olmadığının farkındayız. Neden bazı insanlar 60 ekmek alıyorken biz bir tane bile alamıyoruz… Hepimiz bunun nedenlerini görüyoruz, yaşıyoruz. Bizi var edecek şeyin birbirimizle dayanışma olduğunun farkına vardık. Bu artık bir haysiyet mücadelesi. İnsan onuruna karşı bir saldırı olduğunu görüyoruz. Bir gecede hiçbir şeysiz bırakıldık, ne bir destek ne bir güvence. Bütün bunların yakıcı farkındalığını yaşıyoruz.
Bu bir aradalık nasıl dayanışmaya ya da harekete doğru evrilir?
Hepimizin olan bitene itirazı vardı, son yaşananlar yan yana gelişimizi kolaylaştırdı. Temel sorun bir sendikamızın olmayışı. Ama sendikanın da haklarımızı güçlü bir şekilde savunması gerekiyor. Yaptığımız eylemler hem sosyal medyada hem de kafe, bar çalışanları tarafından çok iyi karşılandı. Bu heyecanla “neler yapılabilir” diye düşündüğümüz tartışmalar dönüyor aramızda. Bu yolun taşlarını hep beraber döşemek gerekiyor. Asıl amaç somut sorunların çözümlerini konuşabileceğimiz bir zemin yaratmak. Kimin doyup kimin aç kalacağına karar verenlere karşı mücadele etmenin ilk adımının dayanışma olduğunun önemi ortaya çıktı.
Somut sorunların çözümü için talepleriniz neler?
Somut sorunlarımız: sigortasız çalışma, uzun mesai saatleri, mobbing, taciz ve bunların beraberinde getirdiği başka psikolojik sıkıntılar… Kira, fatura ve kredi borçları ertelenmeli. Koşulsuz her çalışana insanca yaşam desteği verilmeli. Ücretli izin hakkı kabul edilmeli. Sigortalı çalışanlara şartsız olarak kısa çalışma ödeneği, sigortasız çalışanlara nakdi ücret desteği verilmeli. Üniversiteli kafe, bar çalışanlarının KYK borçları silinmeli, ücretsiz sağlık hakkı sağlanmalı.
Aranızda nasıl bir dayanışma var?
Kafe-Bar Çalışanları Dayanışması’ndan önce de daha küçük Whatsapp gruplarımız vardı, o zaman da birbirimizle dayanışıyorduk. “Burada bir iş varmış, ihtiyacı olan başvursun” gibi bilgiler paylaşılırdı. Ama şu an hiç iş yok.
Kafe-Bar Çalışanları Dayanışması’nın Twitter hesabından paylaşılan videoda bir arkadaşınız online eğitimden yakınıyor. Online eğitim çalışmak zorunda olan öğrencilere nasıl bir yük getiriyor?
Devlet online eğitime geçme kararı verdiğinde öğrenciye hiçbir destek sağlamadı. Bilgisayarın, internetin, telefonun, tabletin varsa online eğitimden faydalanabiliyorsun. Online eğitim için gerekli olan cihazlar çok pahalı. Online eğitim herkese eşit eğitim hakkı sunmuyor. Bu eşitsizlik aslında eğitim hakkının gasp edilmesi. Öğrenciler arasında büyük eşitsizlikler var, garsonluk yaparak bunu kapatmaya çalışıyoruz.
Ne zamandır garsonluk yapıyorsunuz?
Üniversite birinci sınıftayken garsonluk yapmaya başladım. Bir öğrenci KYK’ya başvurduğunda kredi veya burs alır. Kredi çıkarsa geri ödemek zorundasın, burs çıkarsa ödemiyorsun. KYK’ya başvurduğumda bana kredi çıktı. İlk başta krediyi almamıştım, borçlanmak istemiyordum. Geçimimi sağlamak için bir kafede garsonluk yapmaya başladım, hafta sonu çalışıyordum. Ama garsonluktan kazandığım para geçimimi sağlamama yetmiyordu. O yüzden KYK’dan çıkan krediyi almak zorunda kaldım. 550 lira temel ihtiyaçlarımı karşılamaya yetmediği için çalışmaya devam ettim. Dördüncü sınıftayım. Mezun olduktan sonra iş bulabileceğim meçhul. KYK borcumu ödeyemeyeceğimi bilmek şimdiden kötü hissettiriyor.
Bir gecede işsiz bırakılan, sosyal güvencesi olmayan insanlarız. Dertlerimiz ve çözümlerimiz ortak. Bizi bu belirsizlik kıskacından kurtaracak şeyin “askıda ekmek” olmadığının farkındayız. İnsan onuruna karşı bir saldırı olduğunu görüyoruz. Bizi var edecek şey birbirimizle dayanışmak.
Günlük çalışma ücretleri ne kadar?
2017’de günlük ücret 60-70 lira civarındaydı. Şimdilerde günde 80-90 lira kazanıyorum. Sırf hafta sonu çalışan bir öğrencinin eline herhangi bir şeye yetebilecek bir para geçmez.
Sinema, tiyatro, kitap gibi kültürel ihtiyaçlara bütçe ayırabiliyor musunuz?
Maalesef para yetmiyor. Ama, sinemaya, tiyatroya veya arkadaşlara ayırabilecek vakit de kalmıyor. Kendine ayıracak vakti olmaz çalışan öğrencilerin. Bu bir hayal. Kültürel bir aktiviteye ayırabileceğimiz ne zamanımız ne de maddiyatımız var. “Şurada oturup arkadaşımla kahve içeyim” diyebileceğin bir soysal hayat bizim için yok oluyor.
Bir kadın olarak garsonluk yapmanın ayrıca zorlukları var mı?
Tabii. İş ortamında daha az ciddiye alındığını hissediyorsun. Fikirlerimin daha az dinlendiğini ya da hiç dinlenmediğini fark ediyorum; müşterisinden patronuna, hep böyle… Erkeklere oranla sözlü ya da fiziksel şiddete daha çok maruz kalıyoruz. Çalışanların azaltılacağı bir durumda ilk kadınlar gözden çıkarılıyor. Kafede veya barda erkeklerle eşit ücret almadığını, aynı işi yapmana rağmen daha az ücret aldığın görüyorsun, daha zor statü atladığına şahit oluyorsun. Şiddet çok farklı çehrelerle karşına çıkıyor. Gece eve dönerken can güvenliğimiz yok. Sokakta yürürken şehrin kadınlara göre tasarlanmadığını fark ediyorsun. Çoğu sokak karanlık. Şehri ışıklandırırken bile kadınların düşünülmediğini idrak ediyorsun.
Mobbing yaygın mı?
Kadın kimliğinden dolayı karşılaştığın bir sorun olduğunda bazı işletmeler “olur öyle şeyler” diyerek bu olayların üzerini örtüyor. Bununla baş edebilecek tek şey kadın iradesi, kadınlar bu iradeyi koydukça bazı şeyler farklılaşabiliyor. Artık kadınlar tacize uğradıkları mekânları ifşa ediyor, mekânın önünde basın açıklaması yapıyorlar. İşin rengi o zaman değişiyor.
Bir sosyoloji öğrencisi olarak bu yaşadığımız dönemi nasıl değerlendirirsiniz?
Pandemi toplumdaki eşitsizlikleri daha da görünür kıldı. Biz kadınlar evde şiddete daha çok maruz kaldık. İşçiler, emekçiler açlıkla baş başa kaldı. Yüzde 1’lik zengin kesim hayatına “normal” bir şekilde devam ederken geriye kalan yüzde 99 hem virüsle hem de açlıkla mücadele ediyor. Virüs herkese eşit değil, salgınla birlikte ortaya çıkan sorunlar da.
Biz batarken yükselenleri görüyoruz, kör değiliz
Kasım ayında açıklanan genelgeyle birlikte kafe, bar ve restoranlarda çalışan pek çok garson işsiz kaldı. Siz bu durumdan nasıl etkilendiniz?
Ezgi Gözoğlu: Martta açıklanan kısıtlamalar sırasında çalışmıyordum. Sonrasında çalışmam gerekti. İş bulmakta çok zorlandım. Güç bela ekimde Kadıköy’de bir barda part-time garson olarak işe başladım. Kasımda çıkan genelgenin üzerine çalıştığım mekân kapandı. Tekrar işsiz kaldım. Hafta sonu ve hafta içi de bir gün çalışıyordum. Günlük ücret ve bahşiş alıyordum. Günde 10 saat çalışıyordum, karşılığında 100 lira alıyordum, günde ortalama 10-15 lira da bahşiş geliyordu. Salgın tamamen bitmediği için zaten sürekli işsiz kalma endişesiyle çalışıyordum.
Bahşişten alınan pay bar çalışanı açısından önemlidir, değil mi? 10-15 lira bahşiş çok düşük değil mi?
Gece 24’ten sonra müziği kapatıyorduk. Müziğin kesilmesiyle daha az insan geliyordu. Doğal olarak bahşiş geliri düşüyor. Biz günlük ücretle çalışıyoruz, ama birçok ödemeyi aylık yapıyoruz. Kira, faturalar hep aylık. Bardan aldığımız parayı günü gününe harcayamayız, biriktirmek zorundayız. Bu yüzden 10 liralık bahşiş bile önemli. Emeğinin karşılığını zaten hiçbir zaman tam olarak alamıyorsun.
Sigortalı mıydınız?
Sigortam yoktu. Garsonluk koşulların çok ağır olduğu ve öğrencilerin yoğun olarak çalıştığı bir iş kolu. Bir mekânda uzun süre çalışmaya devam eden eleman çok nadirdir. Bir taraftan okumaya çalıştığınız için işe giriş çıkışlar sık olur. Bu yüzden mekânlar sigorta yapmaya pek yanaşmıyor. Öğrencisin, ama yarı-zamanlı işçisin de. Bu görmezden geliniyor. İşten çıktığında ya da çıkarıldığında tazminat alamıyorsun, hak iddia edemiyorsun, ucuz iş gücü olarak çalıştırılıyorsun. İşveren günlük paranı verir, ertesi gün seni çağırmayabilir.
Devlet desteklerinden faydalanabildiniz mi?
Yok, hiç. Kısa çalışma ödeneği gibi desteklerden faydalanmak için belli bir sürenin üzerinde sigortalı çalışmak gerekiyor. Benim sigortam yoktu.
Garsonluk yapmaya nasıl başlamıştınız?
2015’te Kocaeli’den İstanbul’a üniversite okumak için geldim. İstanbul Üniversitesi’nde sosyal bilgiler öğretmenliği okuyorum. Üniversitenin ilk yılında çalışmaya başladım. Organizasyon şirketlerinin vasıtasıyla otellerde, düğünlerde garsonluk yapmaya başladım. Ama o işler düzenli değildi, hem sigorta yoktu hem de iş çok ağırdı. Sabit bir gelire ihtiyacım vardı. Kafe, bar gibi yerlerde iş aramaya başladım. Böylece barlarda çalışmaya başladım. Akşam 18’den sabaha karşı 4’e kadar çalışıyordum.
Salgın başladıktan sonra çalıştığınız o kısa dönemde, işyerinde virüse karşı yeterince korunabiliyor muydunuz?
Dezenfektanımız vardı. Servisten hemen sonra ellerimizi dezenfektanla temizliyorduk. Masaları salgın kurallarına göre ayarlamıştık. Sürekli maskeyle çalışıyorduk. Maskeyle çalışmak çok zor, ama takmazsan da virüsü kapabilirsin. Bunlar çok basit önlemler. Yapabileceğimiz pek bir şey de yok. İnsan hem kendisi hem de karşısındakiler için korkuyor. Servis yaparken “ya başka birine bulaştırırsam” diye düşünüyordum. Risk grubunda olan düzenli bir müşterimiz vardı. Onun için çok endişeleniyordum.
Öğrencisin, ama yarı-zamanlı işçisin de. İşten çıktığında ya da çıkarıldığında tazminat alamıyorsun, hak iddia edemiyorsun, ucuz iş gücü olarak çalıştırılıyorsun. İşveren günlük paranı verir, ertesi gün seni çağırmayabilir.
Nasıl bir ruh haliydi böyle bir ortamda çalışmak zorunda olmak?
Korkuyordum. Ama işsiz olduğum dönemler de korkutucuydu. Mecburen ailemden destek alıyordum. Ödemem gereken kira ve faturalar varken korkunun ecele faydası olmuyor. Çalışmayıp kiramı ödeyemezsem sokakta kalacağımı biliyorum. Bir farkı yok. Galiba bir süre sonra tehlikeyi anlamamaya başlıyoruz. Anlarsak baş edemeyiz gibi geliyor. Marttan beri bir distopya içerisindeymişiz gibi hissediyorum. Maskesiz insanlar gördüğümde tuhaf oluyorum, çok alışmışım gerçekten.
Bara gelen müşterileriniz tedirginlik duymuyor muydu?
Elbette bir korku duyuyorlardı. Bu yüzden garsonlarla mümkün olduğu kadar az diyalog kurmaya çalışıyorlar. Daha kenarda köşede bir yere oturmak istiyorlar. Garsonların nasıl servis yaptığına daha çok dikkat ediyorlardı. Sürekli “dezenfektan var mı” diye soruyorlardı.
Kadın garsonlar işyerinde normal zamanlarda erkek çalışanlardan daha farklı sorunlarla karşılaşıyor mu?
Geliri daha yüksek olduğu için gece çalışıyordum. Barda çalışan bir kadına “rahat kadın” gözüyle bakarlar ve taciz edilirsin. Kadınlara her şeyi rahatlıkla söyleyebilirler, sarkıntılık edebilirler. Bu yüzden her yerde çalışamazsın. Patronunu bilmek zorundasın. Bir erkeğin tacizine uğrayıp cevap verdiğimde patronumun benim arkamda olduğunu bilmem lâzım. Yoksa sen kovulursun. Patronlar da taciz edebiliyor aynı zamanda. Bazı mekânlara müşteri çeksin diye kadın garson alınır: “Bir kadın personel olsun müşteri çeker”. Ne bu? Meta mıyım ben? Çalışıyorum ve servis yapmak için o mekâna gidiyorum. Kimse benim bedenim için o masaya oturmasın, gitsin başka yerde otursun.
Bir yandan günde on saat çalışmak ve öğrenciliği sürdürebilmek zor değil mi?
Çok zor. Okula devam edemediğim zamanlar oldu. Okulumu uzattım. Benim gibi mecburen okulunu uzatan çok arkadaşım var. Bu şekilde üniversitelerin dört yılda bitirilmesi çok mümkün değil. Arkadaşlarına, kendine, işe ve okula vakit ayırmak çok zor oluyor. Sınav dönemleri izin alabiliyorsan alıyorsun, alamıyorsan “mazeret sınavına girerim” diye düşünüyorsun. Günü kurtarmaya yönelik hamleler yaparak hayatımı devam ettirmeye çalışıyorum. Zamanım ve hayatım benim elimde değilmiş gibi geliyor. Kendini özgüvensiz hissediyorsun. Suçu hep kendinde aramaya başlıyorsun. “İyi bir öğrenci olamadığım için organize edemedim”, “İyi bir arkadaş olamadığım için zaman ayıramıyorum”, “İyi bir okuyucu olmadığım için yeterince kitap okuyamıyorum…” diyorsun. Aslında bu düşüncelerin gerçekliği yok. Bu bir sistem sorunu. Hem çalışıp hem okurken yapmayı istediğin her şeyi istediğin gibi yapabilmenin imkânı yok. Biz sadece öğrenci değil, yarı-zamanlı işçiyiz de. Hem öğrenci hem işçi olmak zaman yönetimini belirleyemediğin, hayatını yönetemediğin bir duruma sokuyor seni. Bu koşulları yaratan biz değiliz. Ama her şey bizim omzumuza bindiriliyor. Çabalarımızın karşılığı da borç batağına sürüklenmek. Geleceğimizi elimizden alıyorlar.
Son aylarda bu kadar çok öğrencinin bu kadar uzun süre işsiz kalmasının nasıl etkileri oldu?
Garsonluk yapan gençlerin çoğu öğrenci evlerini kapattı. Bazısı ailesinin yanına dönmek zorunda kaldı. “Eve dönmek” basit bir şey gibi görülebilir, ama değil. Toplum şu anda bu sorunu görmüyor. Ekonomik anlamda bağımsızlaştıktan sonra tekrar ailenle bağımlılık ilişkisi kurmak çok zor. Bu bağımlılık ilişkisi bir yandan öğrenciyi yıpratıyor, diğer yandan aileleri çok zorluyor, ümitsizliğe sürüklüyor. Ekonomik olarak ailelere yük olmaya başlayan öğrenciler psikolojik açıdan zor zamanlar geçiriyor. Sadece bizi değil, aileleri de tüketen bir süreç bu. Ayrıca ailenin yanına döndüğünde birçok sorgulamayla başa çıkmak durumundasın. Aile evine geri dönmek yaşam biçiminin sorgulanması demek. Bu aile içi çatışmaya dönüşüyor.
Kirasını ödeyemeyen, ama ailesinin yanına da gidemeyen öğrenciler ne yapıyor?
Öğrenciler artık daha kalabalık evlerde yaşamaya başladı. Ben de yaz aylarında evimi kapatmak zorunda kaldığımdan beri arkadaşlarımın yanında kalıyorum. Altı-yedi öğrenci 2+1 evlerde yaşıyor. Ortak yemek yapmak yapmaya başlıyorsun. Önceden iki dilim ekmeği bölüşürken şimdi bir dilim ekmeği bölüşüyoruz. Gidebileceğimiz başka bir yer yok. Bunun sonucunda özel alanlarımız azalıyor. İstesek de istemesek de artık evler daha kalabalık.
Günü kurtarmaya yönelik hamlelerle hayatımı devam ettirmeye çalışıyorum. Zamanım ve hayatım benim elimde değilmiş gibi geliyor. Bu koşulları yaratan biz değiliz. Ama her şey bizim omzumuza bindiriliyor. Geleceğimizi elimizden alıyorlar.
Mahremiyeti yitirmek nasıl etkiliyor?
Bunu düşünemem, çünkü seçeneğim yok. Çalışsak da çalışmasak da ev kirasını ödeyemiyoruz. İki türlü de seçeneksizsin. Bu koşullara alışmak zorundayım. Ortak yaşamak zorundayız. Bu yük sadece öğrencilerde değil. İşçiler bu koşullarda hâlâ çalışıyor. Güya ulaşıma düzenlemeler getirdiler, göstermelik önlemler alıyorlar. Ama salgın bizim suçumuzmuş gibi davranıyorlar. “Siz önlem almadınız, dışarı çıktınız, şunu yaptınız, bunu yaptınız” diyorlar. Kabahati bireylerin üstüne atarak bu yükten kurtulamazlar. Aynı gemide olduğumuz söyleniyor. Biz aynı gemide değiliz. Onlar konaklarında, arabalarında, kalabalıktan uzak yaşıyor. Biz evlere kapanamıyoruz. Ya çalışarak öleceksin ya da açlıktan öleceksin ikilemine sıkıştırılmış vaziyetteyiz. Bir taraf batarken bir taraf yükseliyor. Yükselenlerin kimler olduğunu görüyoruz, kör değiliz.
Kafe-Bar Çalışanları Dayanışması salgından önce de var mıydı, siz nasıl dahil oldunuz bu gruba?
Bildiğim kadarıyla salgından önce yoktu. Çoğumuz birbirimizi tanıdığımız için bazı arkadaşlarla iletişimimiz oluyordu, ama bir örgütlenme zeminimiz yoktu. Çevremdeki bar çalışanı arkadaşlardan böyle bir dayanışma grubu olduğunu duymuştum. Başta sosyal medyadan takip ediyordum. Kasımdaki genelgeden sonra Kafe-Bar Çalışanları Dayanışması’nın Whatsapp grubuna dahil oldum. Kadıköy, Taksim ve Beşiktaş’tan katılım yoğun, ama başka ilçe ve illerden de dayanışmaya katılanlar var.
İçinde olduğumuz toplumsal manzarayı nasıl tarif edersiniz, nasıl tanımlarsınız?
Salgın bitse de büyük bir dert yığınıyla baş başa kalacağımızı biliyoruz. İşsizler, öğrenciler, çalışan işçiler açısından salgın bitmeyecek. Ciddi bir açlık sorunu ortaya çıktı ve yoğunlaşarak devam ediyor. Bunu görüyoruz, yaşıyoruz. Herkes durduğu yerden mücadele etmeye çalışıyor. Kaçacak ve gidecek yerimiz kalmadı. Bunun yansımalarını toplumsal mücadeleler içinde görüyorum. Ben umutluyum. Umudumu toplumdaki hareketlilikten alıyorum. Öğrenciler bir şeyler yapmaya çalışıyor. Öğrencilerin çeşitli örgütlenme çabalarını görüyorum. İşçi direnişlerinin arttığını görüyorum. Kadınlar OHAL’de de salgında da hiç durmadı. Öfke büyüyor.
Tek kurtuluş dayanışma
Pandemiyle beraber mekânların kapatılması sizi nasıl etkiledi?
Emirhan Çelebioğlu: Üç buçuk senedir Moda’da bir kahvaltıcıda çalışıyorum. Martta çalıştığım mekân kapatıldı. Sigortalı çalıştığım için kısa çalışma ödeneği aldım, ama bu ödenek işsizlik maaşımdan kesilmek üzere verildi. İşten çıkartılırsam ne kadar işsizlik maaşı alacağım şüpheli. Ben salgından önce de geçinemiyordum. Hayatım dört dörtlük değildi ki…
Çalıştığınız mekân kapatılınca ne yaptınız?
Ailem Avcılar’da oturuyor, salgının başlarını orada geçirdim. Babam kıraathane işletiyor. Salgın yasaklarıyla birlikte kıraathaneler kapatılınca o da işsiz kaldı. Bir süre sonra, kıraathaneler açıldı, ama oyun oynamak yasaklandığı için kahve iş yapmıyordu. Evde sabit geliri olan sadece bendim. Bir anda ev geçindirmeye çalışırken buldum kendimi. Hem aile evimi, hem kendi evimi çekip çevirmeye çalışıyordum. Bu durumda elime geçen para hiçbir şeye yetmemeye başladı.
Sizin sabit geliriniz neredendi?
Çalıştığım mekân maaşlarımızı ödemeye devam etti. Bu çok nadir olur. Bu yüzden şanslıyım. Hem garsonluk yapan hem de öğrenci olan arkadaşlarım var. Onlar çalıştıkları yerlerden hiçbir ücret almadan çıkarıldı, bazılarının KYK’sı bile kesildi. Siyasi sebeplerden dolayı bu süreçte KYK’ları kesilen onlarca öğrenci var. Bu yüzden birçok arkadaşım evinin kirasını ödeyemedi.
Çalıştığınız mekân ne kadar süre daha maaşınızı ödeyecek, biliyor musunuz?
Şu an için ödüyorlar, ama mekân kapalı, her an bu ödemeler kesilebilir.
Siz tam zamanlı olarak mı çalışıyordunuz?
Evet. Lisede okulu bıraktım. İşyerimizde sürekli çalışan ve sigortalı olan üç kişi var. Diğer arkadaşlarımız yarı zamanlı işe gelirdi. Şu anda onlar hem işsiz hem de ödeneklerden mahrumlar.
Kafe-Bar Çalışanları Dayanışması ne zamandır var?
Kafe-Bar Çalışanları Dayanışması daha önceden de kurulmak istenen, ama bir türlü kurulamayan bir şeydi. Sanayi çalışanlarının başları sıkıştığında gidebilecekleri örgütlü yapıları var, ama bizim yoktu. İkinci kapanmadan sonra dayanışmaya dahil oldum. Genelde 23-25 yaşındaki çalışanların ağırlıkta olduğu bir grubuz, 30’lu yaşlarında çok az arkadaşımız var.
Dayanışmaya katıldıktan sonra kendimi hayata ve işverene karşı daha güvenli hissetmeye başladım. Dayanışmadaki tecrübeli arkadaşlarımızla konuşmak, birlikte bir çözüm aramak iyi hissettiriyor.
Bir araya gelirken ne amaçlamıştınız?
Kafe-Bar Çalışanları Dayanışması mobbing ve güvencesiz çalışma koşullarına karşı kurulmuştu. Salgınla birlikte işsiz kalan kafe, bar ve restoran çalışanlarının seslerini yükseltebileceği bir zemine dönüştü. Bu dayanışma grubu olmasaydı ne eylemler yapılabilirdi ne de insanlar sesimizi duyardı. Bir araya gelebilecek bir ortamımız olmayacaktı. Herkes sorunlarını kendi içinde yaşayacaktı. Böyle bir oluşumun olması bütün kafe, bar çalışanlarını daha güçlü hissettiriyor.
Grubunuzda Kadıköy dışında başka ilçelerde çalışanlar da var mı?
Evet, Kocamustafapaşa’dan, Avcılar’dan aramıza katılan pek çok çalışan var. Çalışanlar dertlerini anlatabilecekleri, onları anlayan insanlarla tanışmaya başladı. Patronunla, şefinle yaşadığın sorunları samimiyetle anlatabileceğin bir ortam var. Bu bile insanlara kendini iyi hissettiriyor. İşyerinde bir sorun yaşamış ve onu çözmüş olanlar benzer sorunlardan mustarip olanlara yol gösterebiliyor. Dayanışmaya katıldıktan sonra kendimi hayata ve işverene karşı daha güvenli hissetmeye başladım. Dayanışmadaki tecrübeli arkadaşlarımızla konuşmak, birlikte bir çözüm aramak iyi hissettiriyor.
En temel ortak sorunlar neler?
Sigortasız çalıştırılma çok yaygın. Kadıköy’de 12-13 saat çalıştırılan, ama karşılığında 60-70 lira kazanan, işyerinde yemek bile yiyemeyen çalışanlar var. 12-13 saat çalıştırdığı insanlara 10-15 lira yemek parası veren mekânlar var. Bar sektöründe taciz ve mobbing çok yüksek. Kadıköy’de bazı sözde eski solcu patronların mekânlarında iyi niyetli politik öğrencilerin emeği çok ciddi sömürülüyor. İşçiden, emekçiden dem vurup gençlerin politik hassasiyetini sömüren, gençleri 12 saat çalıştırıp 60 lira veren onlarca patron var. Ben mekânlara gidip çalışanlarla sohbet etmeyi severim. İşverenlerle de tanışıyorum. Bazı işverenlerle sohbet ettiğinizde politik görüşlerine bakıp muhteşem biri olduğunu düşünürsünüz. Ama garsonların aldığı bahşişi bile çalışanına vermeyen yerler var. Genç insanlar “abi” veya “abla” olarak gördükleri insanlara karşı bir aidiyet duygusu geliştiriyor. İşten çıkmak istese bile “yarı yolda bırakmak olmaz” diye düşünüyor. Patronların birçoğu bu duygusal sömürüyü yapıyor.
Sizce nasıl bir mücadeleyle çalışanlar bu haksızlıklara karşı daha korunaklı hale gelebilir?
Hepimiz bir yol bulmaya çalışıyoruz, insanların birlik olup bu mücadeleye katılması gerekiyor. Örgütlü davranmaktan başka çaremiz yok. İnsanların çok özel bir çaba göstermesine de gerek yok. Gelip sorununu anlatacağı, beraber çözüm yolu arayabileceğimiz bir oluşumdan bahsediyoruz. Biz sonuçta arkadaşız. İnsanların tahmin ettiğinin ötesinde dayanışmanın arttığını görüyorum. Artık insanların gelebilecekleri bir kapıları var. Tanıdığımız ve gruba dahil olmayan çalışanlarla da görüşüyoruz, onları dinliyoruz, dayanışmaya katılmalarını sağlamaya çalışıyoruz. Çalışanına mobbing yapan, hakkını sömüren mekânların önünde gerekirse eylem yapılmalı ve teşhir edilmeli. Mekânlar kapalı olduğu için şimdi bunlar öncelikli değil, ama böyle eylemlerle sorunlarımızı çözebileceğimizi düşünüyorum. Garsonluk benim mesleğim, ama sürekliliği yok. Hep “yarın işten çıkabilirim” kaygısıyla sürdürüyoruz. Her şey sürekli zamlanıyor. Ulaşım ücreti bile az değil, Avcılar’dan işe gelirken günde en az 9-10 lira yol parası ödüyordum. Sosyal hayat çok kısıtlı. Garsonların boş zamanı neredeyse yoktur. Akşam işten çıktığımda hem fiziken hem de zihnen çok yorgun hissediyordum. Üç-dört saatlik boş vaktinde bir garson arkadaşlarıyla vakit geçiremez, yorgunluktan hiçbir şeyden keyif alamazsınız. Ayrıca, dışarda bir şey yemek, içmek istediğinde “ay sonunu getiremem” diye düşünüyorsun. Bu da insanın kendine güvenini yok ediyor. Biraz daha yaşım büyüdüğünde, sağlığım kötüleştiğinde ne yapacağım? Geleceğimizin olmadığının farkındayız. Salgın sürecinde işçi intiharlarının arttığını gördük. İnsan ben ve arkadaşlarım kendini üst geçide asan, köprüden atan insanlar gibi mi olacağız diye düşünüyor. İster istemez moralimiz bozuluyor.
Bu cenderede nasıl sosyalleşiyorsunuz?
Parkta oturup beraber kola içebiliyorsun. Arkadaşlarını eve çağırıp çay demleyip muhabbet ediyorsun. Sosyal yaşamım beni tatmin etmiyor.
Haziranda kafeler açıldığında Avcılar’dan işe gidip gelirken toplu taşımalardaki durum, işe gitmek zorunda olanların hissiyatı nasıldı?
Sabah 6’da kalkıp 8 gibi Kadıköy’de oluyordum, iki saat de akşam Avcılar’a dönerken geçtiğini düşünürsek günde dört saatim yolda geçiyordu. Haziranda işe gidip gelirken toplu taşıma kullanmak istemiyordum, korkuyordum, ama mecbursun metrobüse binmeye. Tıklım tıklım, insanlar iç içe… Öyle bir ortam ki, dikkat edebilmen mümkün değil. İnsanlar işe geç gittiğinde maaşlarından kesiliyor. Maaşlarından kesinti yapılmaması için canlarından feragat ediyorlar. Çift maske taksam bile “acaba virüsü kaptım mı?” diye düşünüyordum. Ayrıca ailemin evine gidiyordum. Babam kalp hastası. Onlara virüsü bulaştırma korkusu da yıpratıcı. Aynı metrobüste uzun süre kalmamak için birkaç metrobüs değiştirdiğim günler bile oldu.
Salgın sürecinde işçi intiharlarının arttığını gördük. İnsan ben ve arkadaşlarım kendini üst geçide asan, köprüden atan insanlar gibi mi olacağız diye düşünüyor. İster istemez moralimiz bozuluyor.
Kafelerdeki yoğunluk nasıldı? Siz nasıl bir ortamda çalışıyordunuz?
Aylarca evde bunalmış insanlara “normalleşiyoruz” denince onlar da normalleşti. Birçok insan o kadar çok bunalmıştı ki, “hasta olacaksam olayım” diyenler vardı. “Korona gripten farksızmış” diyen sorumsuz insanlarla doldu etraf. Kafeler çok yoğundu. Mekânımız salgın öncesindeki gibi dolmuyordu, ama yine de kalabalıktı. İnsanlarda korku kalmamıştı. O dönem esnafa kira ve gelir desteği vererek mekânları tamamen kapatmaları gerekiyordu. Çünkü işletmelerin alabileceği önlemler kısıtlı. Her yeri dezenfekte ediyorduk. Mekâna gelen kişinin ateşini ölçmek, eldiven ve maskeyle çalışmak yeterli önlem sayılmıyor. İnsanlarla ister istemez temas halindeydik. Korku ve tedirginlikten dolayı çalışma isteğini kaybediyorsun. Ateş ölçtürmek istemeyen, mekânda maskesiz gezen müşteriler oluyordu. Bütün günümüz insanları uyarmakla geçiyordu. Hatırlayın, biz önlem almaya çalışırken düğünler yapılıyordu. Yurtdışından gelen turistlere sınırlar açıktı. Fabrikalar açıktı. Şehirler arası seyahatler serbestti. İstanbul’a giriş çıkışlar, plajlar açıktı. Sokaklar kalabalıktı. Bu süreç yönetilemedi. Alınan önlemler hâlâ çok komik.
Kıraathaneler kapatılınca babanız herhangi bir devlet desteğinden faydalanabildi mi?
Hiçbir destek almadı. Devlet destek sağlamadığı gibi var olan borçları da ertelenmedi. Babam borçlarını ödemek için salgında tekrar kredi çekti. Stres sağlığını çok etkiledi. Şu an ruhsal olarak iyi olduğunu düşünmüyorum. Evini geçindirememenin mahcubiyeti içinde. Salgından önce sağlık sorunları yüzünden işleri sekteye uğramıştı. Kredi borçları vardı. Kredi borçlarını kredi çekerek ödüyordu. Kahve kapanınca altı kişilik aile evinde geliri olan bir tek ben kaldım. Ama aldığım maaş belli. İnsanların hem mekânlarını kapatıp hem de kredilerini ödemek zorunda bırakmak devletin bizden aldığı büyük bir haraç. Büyük sanayicilerin vergi borçları silinirken küçük esnafa hiçbir yardım yapılmadı. İşçilere destek olunmadı. Yüzlerce işçi fabrikalarda, atölyelerde hastalandı. Bunlar şaşırtıcı değil. 23 yaşındayım, gencim, ama bunun hep böyle olduğunu biliyorum. Kendimi bildim bileli de böyleydi. Tek kurtuluşumuz dayanışmak.