Dile kolay, beş yıl. Dile kolay, 3731 işçi beş yıldır kıdem tazminatlarını alamıyor. 3731 maden işçisi. 2014’te, resmi kayıtlara göre 301 işçinin can verdiği Soma Katliamı sonrasında işten çıkarılmışlardı. Gerekçesiz ve SMS’le. İşte o işçiler, beş yıldır kazandıkları davalara rağmen, çaldıkları her kapı yüzlerine kapanınca, çareyi Ankara’ya yürümekte buldular. Soma’daki işçi meclislerinden neşet eden Bağımsız Maden-İş’in öncülüğünde, 5 Ekim’de yola çıktılar, ama Manisa’ya bağlı Kırkağaç Çamı’nda, valilik emriyle durduruldular, jandarma ablukasına alındılar. Sloganları “ölmek var, dönmek yok”, 5 Ekim’den beri oturma eylemindeler.
Höt-zöte boyun eğmeyecekleri görülünce, Enerji Bakanlığı eylemci işçilerle görüşmeler yürütmeye başlıyor. İşçilerin seçtiği temsilciler iki kez Ankara’ya gidiyor, önce meclisteki partilerle görüşüyor, ardından bakanlıkla müzakere masasına oturuyor. Enerji Bakanlığı ile 22 Ekim’de başlayan ikinci müzakere sürerken görüşlerine başvurduğumuz Bağımsız Maden-İş Sendikası Örgütlenme ve Eğitim Uzmanı Başaran Aksu, gelinen noktayı şöyle özetliyor: “Görüşme olumlu, bir-iki adım ilerideyiz, ama ortada protokole indirilmiş somut bir çerçeve yok. Dolayısıyla mücadele de müzakere de sürecek.” 1+1 Forum Kırkağaç’taki eylem alanından bildiriyor.
Neden buradasınız, önce bunu anlatır mısınız?
Zekeriya Arıkan: Soma’da 12 yıl çalışmışlığım var. Emekli olalı bir yıl oldu. 60 bin lira alacağım var, 1 lira tazminat alamadım. Normal şartlarda emekli olduk, fakat 2014’ten bu yana bize dedikleri şu: “Siz özelsiniz, farklısınız.” Günümüz doldu, dilekçemizi verdik, emekli olduk; ne farkımız varmış? Bu nedenle buradayım, hakkım olanı almak için buradayım.
Sami Yavuz: Soma Kömür İşletmeleri’nde 11 yıl çalıştım. Ben de beş yıldan beri tazminatımı alamadım. 2831 kişiden sadece biriyim. Üç taksit aldık, başka da para almadık. Onu da dönemin başbakanı Erdoğan Manisa’ya geldiğinde alabildik. Ne zamanki miting bitti, para hesaba geçti. Ama buradan gidildiğinde para yatmadı bir daha.
11 yıl çalıştım. Beş yıldan beri tazminatımı alamadım. Üç taksit aldık, başka da para almadık. Onu da dönemin başbakanı Erdoğan Manisa’ya geldiğinde alabildik. Ama buradan gidildiğinde para yatmadı bir daha.
Çetin Erkalkan: Maden işçisiyim. 13 sene yeraltında çalıştım. Emekli oldum. Her emeklinin yaşadığı emeklilik hayatını yaşayalım istedik, ama maalesef tazminatlarımız ödenmedi. Üzerine çökmeye çalıştılar. Beş sene önce, 30 Kasım 2014 tarihinde 2831 işçiyle beraber benim de çıkışım verildi, ama tazminatlar ödenmedi. Bir-bir buçuk sene oldu emekli olalı, tazminatımız birikti. Onlar da ödenmedi. Toplamda 13 senelik tazminat alacağım var Soma Kömür İşletmeleri’nde. Bu alacağımız için buradayız.
Ahmet İleri: 14 sene çalıştım. Katliamdan sonra emekliliğime yirmi gün kalmıştı. Sonra çıkışımı verdiler. Dilekçe verip emekli olduk, ama tazminatımızı almadık. Beş yıldan beri bekliyoruz. Bugüne kadar geldik, hâlâ vermediler. Şimdi de eylemdeyiz. Benim haberim yoktu, televizyondan gördüm eylemi. Aynı yerin altında ekmeğimi paylaştığım arkadaşlarımı görünce aldım çantamı geldim ve eyleme katıldım.
Murat Deniz: Tazminatımızı almak için hep beraber buradayız. Hakkımızı yediler, biz de sadece hakkımızı arıyoruz. Bu dünyada yaşıyorsak, hep beraber yaşıyoruz. Bugün varız, yarın yokuz. Destek istiyoruz.
İsmail Başkara: On yıllık tazminatım içeride. Dava açmadım. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım ve tazminat zaten hakkım. İşveren tarafından işten çıkarıldım. Tabii işten çıkarmadan önce kılıf uyduruyorlar, sonra kanuna uydurup işten çıkarıyorlar. İş çıkışlarında, vardiya çıkışlarında, elini yüzünü dahi yıkamadan hemen eline kâğıt sıkıştırıyorlar, imza attırıyorlar. O telaşla imzalıyorsun zaten. On yıl burada çalışmışım, kiracıyım, evim arabam yok, aldığım para belli. İki çocuk, hanım, ben, dört kişiyiz. Her şeyin en azıyla ayakta kalmaya çalışıyoruz. Soruyorum: Haklarım ne olacak? Onun için buradayım.
Ankara’ya yürüyüş kararını nasıl aldınız?
Çetin Erkalkan: Bu işi nasıl yapabiliriz diye üç-beş arkadaş bir araya geldik. Avukat aradık, sorduk, soruşturduk, baktık ki bu işin kanuni-hukuki yoldan olması mümkün değil. Çünkü kazanılmış davalar var, ama para konusunda hiçbiri tahsilat gerçekleştirememiş. Yani hukuken kazanılan bir şey var, ama karşılığı yok. Sonra Soma’da kurulan Bağımsız Maden-İş Sendikası’na gittik, “böyle bir durum var, bize yardımcı olabilir misiniz” dedik. Onlar da seve seve kabul ettiler, ama eklediler: “Bu iş zorlu bir süreç gerektiriyor, bunun kişisel değil, birlik ve beraberlikle çözülmesi gerekiyor. Örgütlenmemiz lâzım.” Elimizden geldiğince, gücümüz yettiğince mağdur arkadaşları bir araya getirmeye çalıştık. Altı aydır bu işin içindeyiz. Nitekim bugüne kadar getirdik.
Sami Yavuz: 5 Ekim’de toplandık, yola çıktık. Jandarma önümüzü kesti. “Yürüyemezsiniz” dendi. İzin belgemiz var, ama bize bu söylendi. Buraya geldik, asker polis yığmışlar. Biz de burada kaldık. Ama kararlıyız.
Çetin Erkalkan: Öncesinde Soma’da iki yürüyüş yaptık, bu iki yürüyüşten sonra Ankara’ya yürüme kararı aldık. Cesur, yürekli elli arkadaş toparlandık, Soma’dan yola çıktık. Buraya, Kırkağaç Çamı’na gelinceye kadar her şey normaldi, kanuni tüm izinlerimiz vardı, ama vali yürümemizi yasakladı. Biz de hiçbir şekilde geri adım atmayacağımızı söyledik, baştan beri de bu kararlılığımızı sürdürüyoruz. Tazminatlarımızın tamamı hesabımıza yatana kadar hiçbir şekilde geri adım atmayacağız. Bunun sözünü verdik, yüzlerce kez dile getirdik.
Sami Yavuz: 13 Ekim’de Manisa valisi bizi çağırdı, “artık gündeme oturdunuz, evinize gidin” dedi. Biz de “bizim gündemle işimiz yok, paramızı ödeyin, biz de kalkalım” dedik. Yani böyle tehditler aldık. Ama zaten en baştan bunu konuştuk, “buna inanmayan, her türlü zorluğu sırtlanmayı göze almayan varsa şimdiden geri dönsün” demiştik. Sağolsun kimse geri dönmedi. Bu eylem bir yıl da sürse paramız ödenmeden buradan gitmeyeceğiz.
Tazminat alamayan binlerce işçi var, ama buradaki sayı çok daha az. Neden?
Çetin Erkalkan: Bu mücadelede insanlar hâlâ daha bizim istediğimiz seviyeye ulaşmadı. 3500 mağdur olmasına rağmen biz 150-200’ün üzerine geçemiyoruz. Bunun sebebi de insanlara aba altından sopa gösterilmesi. Malûm, herkes ekmek derdinde, çoluk çocuğunun rızkının derdinde. Tabii bizim kaybedecek bir şeyimiz yok, emekliyiz. Biz de çalışıyor olsaydık muhtemelen buraya gelemezdik. İnsanları işsiz bırakmakla tehdit edip buraya gelmelerine, haklarını aramalarına engel oluyorlar. İnsanlar korkuyor. İsim listesi yapıyoruz, evrak istiyoruz, bunları getirirken bile arayan arkadaşlarımız oluyor, “Fotoğraf falan çektirmeyelim, malûm, çalışıyoruz” diyorlar. Biz de “sıkıntı yok, siz gelin, evraklarınızı teslim edin, sonra gidersiniz” diyoruz. İnsanlar telefonda “Allah sizden razı olsun, yaptığınız çok cesurca, hakkınızı ödeyemeyiz. Biz çalışıyoruz, işsiz kalmaktan korktuğumuzdan gelemiyoruz, ama gönlümüz sizinle” diyor. Böyle onlarca telefon alıyoruz her gün.
Baktık ki bu işin kanuni-hukuki yoldan olması mümkün değil. Çünkü kazanılmış davalar var, ama hiçbiri tahsilat gerçekleştirememiş. Yani hukuken kazanılan bir şey var, ama karşılığı yok. Soma’da kurulan Bağımsız Maden-İş Sendikası’na gittik, “yardımcı olabilir misiniz” dedik. Seve seve kabul ettiler, ama eklediler: “Bu iş zorlu bir süreç gerektiriyor.” Altı aydır bu işin içindeyiz. Bugüne kadar getirdik.
İsmail Başkara: Bunlara karşı tek başımıza bir şey yapamazdık, ama burada toplanan arkadaşlarımızla, farklı kimliklerden arkadaşlarımızla bir araya geldik. Ortak yanımız şu: Hepimizin emeğini, tazminatlarını gasp etmişler. Ama sonuna kadar buradayız, hakkımızı arıyoruz. Tek başıma bir şey yapamam. Ama burada hepimiz bir araya gelirsek bu işin altından kalkarız. Bu sorunların Meclis kararıyla Ankara’da çözüme kavuşturulması gerekiyor. Bu sorunların adresi Ankara’dır. Hakkımızı alacağımıza, tazminatlarımızı alacağımıza inanıyorum. Soma’da yaktığımız bu ateşin bölgemizi ve ülkeyi aydınlatacağına, dünyaya da örnek olacağına inanıyorum.
Ankara’ya buradan heyetler gitti. Orada neler konuşuldu?
Kamil Kartal: Geçen hafta Meclis’te çeşitli görüşmeler yaptık. Partilerin grup başkanvekilleri ile görüştük. Ortak tavır almalarını istedik, Meclis’te bunu gündeme getirmelerini talep ettik. Bu talebimiz gerçekleşti. Daha sonra da AKP Grup Başkanvekili ile özel bir görüşme yaptık, meselenin hukuki değil, insani boyutunun göz önüne alınmasını istedik. Beş yıldır ödenmeyen tazminatları dillendirdik.
Çetin Erkalkan: Sonra Enerji Bakanlığı’na gittik, müzakere yaptık, onlar da bu işin çözülme taraftarı olduklarını söylediler. Onlar bize bir ay içinde çözülmesi için ellerinden ne geliyorsa yapacakları sözünü verdiler.
Bazı davalarda zamanaşımı durumu söz konusu galiba; kasım ayında, yani bir ay sonra, değil mi?
Başaran Aksu: (Bağımsız Maden-İş örgütlenme uzmanı) Zamanaşımı Uyar Madencilik’teki işçiler için zaten geçti, 1200 işçi için yani. Uyar Madencilik’in sahipleri mal varlıklarını erkenden akrabalarına dağıtıp elden çıkardıkları için, davaları kazanan işçiler bula bula bir tane eski kamyon buldular. Dolayısıyla 1200 işçinin bir kamyondan kıdem ve ihbar tazminatlarını karşılamaları bekleniyor. 1200 kişinin hakkının gasp edilmesi karşısında hukuk yok.
İsmail Başkara: Yasal olarak kazanan, dava açıp karşılık bulan arkadaşlarımız var, ama onlar da bir şey alabilmiş değiller. Mesela arabulucu bana, “al şu formu doldur, bir de kimlik fotokopisi getir, senin müracaatını yapayım” demişti. İşleyecek süreci şöyle anlatmıştı: “Biz arabulucu olarak şirketle irtibata geçeceğiz, onlar da yüzde yüz ret verecek. Sonra iş mahkemesinde dava açacaksın, devlet sana avukat verecek, mahkemeyi de kazanacaksın, ama TKİ sana tazminat yatırmayacak. 2-3 bin lira mahkeme masrafını da sen ödeyeceksin.” Ben formu aldım, evrakları da hazırladım, ama mahkemeye vermedim. Beş sene geçti, önümüzdeki ay bizim haklarımız zaman aşımına uğrayacak.
Dava hukuken kazanılsa da maddi karşılığı yok. Peki, ne olacak?
Başaran Aksu: Soma Katliamı öncesinde gerçekleşmiş bir vaka bu. 2013’ten beri varolan bir trajedi. Hem insani hem sınıfsal bir uygulama. Soma Holding’e bağlı yerlerden atılan işçilerin durumları var. 2831’i Eynel ve Atabacası’ndan çıkarıldı. Katliamdan sonra, oldukça aşağılayıcı bir şekilde, bir SMS ile işten çıkarıldılar. Tabii 301 kişinin ölümünün altı ay sonrasında gerçekleşti bu. Altı ay boyunca maaşları ödendi, fakat 301 ölümün kamuoyunda yarattığı ağırlık, esas olarak onun konuşuluyor olması bu insanların durumunu konuşulamaz kıldı.
Aslında 2831 kişiyi tek SMS ile atmak skandal yaratmalı, ciddi tartışmalar başlatmalıydı, ama 301 insanın katliamı altında uygun değildi bu. Ama bu durumun mağdurları var. Beş yıldır paraları ödenmiyor. Bunların bir kısmının 30 Kasım’da zamanaşımı durumu var. Birçok seçim dönemi geçti; bakanların, vekillerin verdiği sözler var. TKİ’nin yerel eleğinin verdiği sözler var. Ama bu sözlerin hiçbiri tutulmadı. En son 31 Mart seçiminden sonra “zamanaşımı geliyor, ekonomik krizin getirdiği yoksulluk da var” diyen işçiler bir baskıyla karşı karşıya olunca harekete geçti.
Burada bir grup işçi ile iki yıl boyunca toplantılar denedik, ama bir mücadele kararlılığı çıkmadı o toplantılardan. Geri durdular. Seçimden sonra ise bir grup işçi çıkıp geldi, “yardımcı olur musunuz, mücadelemizi kolaylaştırır mısınız” dediler. Biz de “emin misiniz, kararlı mısınız, başladık mı bitirmek lâzım” dedik. Kararlılık ifade edildi. Meşakkatli toplantılar yapıldı. Soma’da, Kırkağaç’ta ve bu civardaki mahalle ve köylerde toplanıldı. Önce Soma’da bir kamuoyu oluşturmak istedik. Giderek devlet bürokrasisini harekete geçirecek bir hat izlemek istedik. Önce Soma’da iki yürüyüş gerçekleştirdik. Ardından da 5 Ekim’de bu yürüyüşü başlattık.
Kamil Kartal: (Bağımsız Maden-İş örgütlenme uzmanı) Yaşanan durum, çoluk çocuk, anne ve babayı hesaba kattığımızda yaklaşık 20 bine yakın bir topluluğu ilgilendiriyor Soma gibi bir yerde. İnsanların 10-15 yıl, yerin yedi kat altında ter dökerek hak ettikleri tazminat ve kıdemlerinin ödenmesi gerekiyor. İnsani olarak da bu böyle. Hukuki tarafıyla beraber, bu meselenin insani yanını öne çıkaran, aynı zamanda toplumsal yanını da görebilen siyasal bakış açısıyla çözülebileceğinin gündeme getirilmesi gerekiyor. Bu mesele siyasetle çözülecek. Hukuki dayanakları zaten yeterli, insani ve toplumsal boyutu da var. Bunların toplamını görerek bu süreci tamamlamak istiyoruz.
Elli arkadaş toparlandık, yola çıktık. Kırkağaç Çamı’na gelinceye kadar her şey normaldi, kanuni tüm izinlerimiz vardı, ama vali yürümemizi yasakladı. Biz de hiçbir şekilde geri adım atmayacağımızı söyledik. Tazminatlarımızın tamamı hesabımıza yatana kadar hiçbir şekilde geri adım atmayacağız.
Aileler bu durumdan nasıl etkileniyor?
Murat Deniz: Eşim epilepsi hastası. İşten çıktım çıkalı onu tedavi ettiremiyorum. Bir çocuğum var. Devlete sesleniyorum: Burada 24 saat eylem yapıyoruz, çadırlarda uyuyoruz. Tazminatımızı ödeyin, hakkımızı yemeyin.
Sami Yavuz: Hepimizin çoluğu çocuğu var. Kirada yaşayan insanlarız. Eşim evi çeviriyor. Buraya gelen her arkadaş günlük 70 lira yevmiyesinden oluyor. Hepimizin zararı var. Ama bunu bir tarafa attık. Bu bizim davamız, hakkımızı istiyoruz.
Çetin Erkalkan: Ailem için zor oluyor. Üç çocuğum var, en büyüğü üniversite okuyor, onun ufağı lise 2’de, onun bir ufağı da anaokuluna başladı: Eylül, Emircan ve Burak. Eşim çalışan bir kadın, beş yaşındaki çocuğa bakacak kimsemiz yok. Kendi ayaklarımız üzerinde durmaya çalışan sıradan ailelerden biriyiz. Eşim işe gittiği zaman çocuğa ben bakıyorum. Eşimin sigortalı bir işi var, sigortası ödenip o da emekli olsun diye uğraşıyoruz. Burada bir eylem başlattık, hakkımızı alabilmek için buradayız. Kızım beş yaşında, “baba bu tazminatlar ne zaman bitecek” demeye başladı. Duyduğum kadarıyla, öğretmeni söyledi, beş yaşındaki kızım, “tazminat hakkımız, söke söke alırız” diye bağırıyormuş salonlarda. Onların bile psikolojisi bozulmuş durumda.
Buradaki arkadaşların çoğu 15 günden beri çadırlarda yatıyor. Hepsinin kurulu düzeni, aileleri, yapmaları gereken işler var. Hayat devam ediyor, ama arkadaşlarımız hepsinden fedakârlık edip burada kalıyor. Bugün herhangi bir şirkette çalışan bir arkadaşımız bizim bu yaptıklarımızı yapıyor mu? Hayır, yapmıyor. Çoluk çocuğundan ayrı kalmıyor, mahkeme kapılarında olmuyorlar. Emekli oldukları zaman hesaplarına tazminatları yatıyor. Peki bizim onlardan ne farkımız var? Biz neden sıradan insanlar gibi yaşayamıyoruz? Benim çağrım yetkililere: Biz sıradan insanlarız, çoğumuz köylü çocuğuyuz. Elinizi çabuk tutun, bu işi çözün ki bu insanlar da çoluk çocuğuna, sıcacık yuvalarına dönsün. Biz 13 sene boyunca ölümü göze alıp yerin altında çalışmış insanlarız, çoluk çocuğumuzun rızkını aramak için ölümü göze almışız. Mevzu yine aynı; burada çocuklarımızın rızkı söz konusu, hak gaspı söz konusu. İşin ucunda hak ve ekmek varsa ölümü bile göze alırız.
Ahmet İleri: 26 senedir Soma’dayım ben. Çocuklarım mağdur duruma düşmesin diye çalıştım, çabaladım. Şimdi “ölmek var, dönmek yok” diyoruz. Yetkililere sesleniyorum: Hakkımızı verin, başka bir şey istemiyoruz.
Bunlara karşı tek başımıza bir şey yapamazdık, ama burada toplanan arkadaşlarımızla, farklı kimliklerden arkadaşlarımızla bir araya geldik. Ortak yanımız şu: Hepimizin emeğini, tazminatlarını gasp etmişler. Hakkımızı arıyoruz. Hakkımızı alacağız. Soma’da yaktığımız bu ateşin bölgemizi ve ülkeyi aydınlatacağına, dünyaya da örnek olacağına inanıyorum.
Savaş gündemi eylem alanına yansıyor mu?
Başaran Aksu: Tabii ki savaş gündemi buraya da bir basınç oluşturdu. Burası muhafazakâr-milliyetçi bir bölge. Burada milliyetçi hassasiyeti olan arkadaşlar da var. HDP vekili de, örgütleri de buraya geldi. Dayanışmaya gelenin kim olduğuyla ilgili değiliz. Burada öyle bir reaksiyon oluşmadı. İşçilerin ırkçı eğilimlerden sıyrılmaya açık ontolojileri var.
Buradaki eylemden kazanım, işçilerin tazminat haklarını elde etmelerinin yanında başka neleri beraberinde getirir? Buradaki kazanımın yaratacağı etki ne olur?
Başaran Aksu: Burada önemli bir kazanım olması bir kırılma yaratacak. Hem buradaki sendikal harekette hem de maden patronlarının kurduğu ekonomik patronajda önemli kırılmalar olacak. Biz buraya oturduk oturalı, 2500 madenci doğrudan buraya geldi ve evrak getirdi. Devletle görüşmeler var, devlet kanallarını açtı. Sonuç olarak, üç sarı sendikanın dışında, kurumsal olmayan bir mücadeleyle ortaya çıktı bu. Meclis’te grubu olan partiler onların eylemliliğini tutanak altına aldı, “bu sorun önemlidir” diye. Sonra da bürokrasi maden işçileri ile oturup sorunu çözmek zorunda kaldı. Kimse yapılan bu nitelikli gaspın boyutlarını görmezden gelemiyor. Bu bölgenin, yerel halkın gündemine oturmuş durumda burası. Herkes açısından bir merak konusu, ilgi odağı. Bundan sonraki süreç açısından ciddi dönüşümlerin başlangıç noktasını teşkil edecek.
Kamil Kartal: Bu süreç tamamlanırsa iki temel şeyi ortaya çıkartacak. Bunlardan biri, aslında hak-hukuk denen şeyin mücadele edilerek kazanılacağı gerçeği. Hakkın da olsa, eğer bunu talep etmezsen, bu talebi gerçekleştirmek doğrultusunda bir pratik faaliyete girmezsen sermaye buna çöküyor. Soma bunu pratik olarak zaten gösteriyor. İkincisi, bu hak mücadelesinin nasıl bir sendikal mücadele ile gerçekleştirilebileceğini gösterecek. Yani işçilerin söz ve karar sahibi oldukları, iradelerinin açık ve seçik olarak bütün süreçlere yansıtıldığı, kararların ortak alındığı ve birlikte uygulandığı yeni bir sendikal hareketin de önünü açacak bu süreç –eğer bir olumsuzlukla karşılaşmazsak. Karşılaşsak da biz o olumsuzluğu ortadan kaldırmak için mücadeleye devam edeceğiz, geriye çekilme söz konusu olmayacak.
Soma kozmopolit bir yer, eski maden sahalarının tasfiye edilmesiyle boşluğa düşmüş maden işçilerinin yığınak olarak toplaştırıldığı bir bölge burası. Kütahya, Bartın, Zonguldak, Ordu, yani Türkiye’nin nerede eskiden bir maden sahası varsa oradaki insanların, artık yaşamlarını oralarda devam ettiremediklerinden dolayı, Soma madenlerinde çürüdüğü bir yer burası. Çalışma koşulları, üretim ilişkileri neredeyse 18. yüzyıl vahşi kapitalizmi düzeyinde. Her ne kadar mekanizasyona geçiliyorsa da, vahşi sömürü koşulları hâlâ devam ediyor. Diğer yandan, işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından bu kadar katliam yaşamış, 301 insanını kaybetmiş, ama aslında 301’in çok üzerinde, neredeyse her ay bir ya da iki ölümlü kazanın olduğu bir havzadan bahsediyoruz. Doğal olarak işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri araçlarının tedarikini bile sermaye bir maliyet unsuru olarak görüyor. En adi güvenlik malzemelerini kullanan, yeri geldiğinde güvenlik önlemlerini bile kaale almayan, daha çok üretim yapmaya odaklı bir sermaye zihniyeti hüküm sürüyor. Bu çok fazla sayıda iş kazası olmasına neden oluyor. İmbat Madencilik’te sadece geçtiğimiz ay 72 iş kazası meydana geldi, bunların ikisi ölümlü kaza.
Bu süreç iki temel şeyi ortaya çıkartacak. Bunlardan biri hak-hukuk denen şeyin mücadele edilerek kazanılacağı gerçeği. İkincisi, bu hak mücadelesinin nasıl bir sendikal mücadele ile gerçekleştirilebileceği. İşçilerin söz ve karar sahibi oldukları, iradelerinin açık ve seçik olarak bütün süreçlere yansıtıldığı yeni bir sendikal hareketin de önünü açacak.
Doğal olarak, burada işçilerin hak ve hukukunu koruyacak sendikanın “ben işçilerin hak ve hukukunu koruyacağım” diye ortaya çıkması işi çözmüyor. İşçilerin devreye girdiği, işçilerin kendi sendikalarını yarattıkları ve kendi sendikalarında söz ve karar sahibi oldukları bir süreç inşa edilebilirse –biz etmeye çalışıyoruz– o zaman iş sağlığı, iş güvenliği, sektördeki uluslararası normların madenciliğe dahil edilmesi mümkün olur. Bu mücadele de bunun parçası olarak değerlendirilmeli. Burada ortaya çıkacak pratik bir sonuç, diğer mücadele süreçlerinin önünün açılmasına etki edecektir.
Görüşmelerden istenen sonuç elde edilemezse ne yapacaksınız?
Başaran Aksu: Biz işçilerin hesaplarına paralar yatırılıncaya kadar burada olmak için yola çıktık. Eğer olumlu karar çıkmazsa, mücadeleyi yürüten maden işçileri istişare yürütecek, ona göre adım atılacak.
Tahir Çetin: (Bağımsız Maden-İş başkanı) Arkadaşlarımızla birlikte “ölmek var, dönmek yok” diyoruz.