İMECE EV İŞÇİLERİ SENDİKASI

Söyleşi: Bekir Avcı
7 Mart 2020
SATIRBAŞLARI

Türkiye’de zaten güvencesiz olan emek alanında en güvencesiz konumda olan onlar. İş Yasası kapsamında değiller, ne sigortalı çalışabiliyorlar ne de iş kollarının bir standardı var. İmece Ev İşçileri Sendikası bu haksızlığa karşı mücadele eden bağımsız bir sendika. İşçi hareketinin olduğu kadar kadın mücadelesinin de önemli bir parçası. Sendika başkanı Ayten Kargın ile sendikanın Antalya temsilcisi Minire İnal’ı dinliyoruz.
Minire İnal (soldan ikinci) ve arkadaşları sendika broşürü dağıtırken

Ev işçiliğine ne zaman, nasıl başladınız?

Minire İnal: Antalya’da restoran, kafe, otel gibi birçok işte çalıştım. Kimi yerde maaşımı alamadım, kimi yerde sigortam ödenmedi. Evim kira, çocuklarım da küçük olduğu için eve gelir getirmek zorundaydım. Maaşımı alamayınca ben de ev işçiliğine başlayayım, en azından evime ekmek paramı götürürüm dedim. 2009’da cam silerken üçüncü kattan düştüm. Şu anda sağlık sorunlarım nedeniyle çalışamıyorum. Emekli oldum. Fakat ev işçisi olarak değil, bir şirketten sigortalıydım ve öyle emekli olabildim. Zaten ev işçilerinden sigortalı olanlar ya şirketten ya marketten sigortalı oluyor. Ev işçisi olarak sigortalı olan çok az.

Ayten Kargın: 1978’de Dersim’den İstanbul’a geldim. Çocuklarım olduğu için çalışma fırsatım olmadı. 43 yaşına kadar hiç çalışmadım. En küçük çocuğum 12-13 yaşındayken ev işçisi olarak işe başladım.

Ev işçilerinin mesleki bir standardı yok maalesef. Yaptığımız her bir iş aslında ayrı bir meslek. Çamaşırcıyız, ütücüyüz, aşçıyız, bulaşıkçıyız, temizlikçiyiz yani bizler birden fazla iş yapan işçileriz. Yaptığımız her iş, ayrı bir iş kolu.

İmece Ev İşçileri Sendikası’yla nasıl tanıştınız?

Kargın: Ev işi sürekli hor görülen bir iştir. Temizlikçi, hizmetçi, gündelikçi denir. Biz çekinirdik ev işçisiyiz demeye, kimse söylemezdi ev işçisi olduğunu. 2002-2003’te bazı küçük deneyimlerim oldu ev işçiliğinde. Daha sonra bir yerde aylıklı olarak işe başladım. 13 yıl çalıştıktan sonra eşimin rahatsızlığı bahane edildi ve bana “Eşinin hastalığı var, artık aylığı bozalım, gündelik olarak gel” dendi. Gündelik iki-üç ay gittim, sonra bıraktım. Gücendim. Çünkü eşim hasta, gelirim yok. Benim yerime birini almışlardı, bir gün o, iki gün ben gidiyordum. Ama iki üç ay sonra işverenim bana, “Biz senin düzenine alışmışız, tekrar gelmeni istiyoruz” dedi. Büyük hayal kırıklığı yaşamıştım. Bu sefer de bir yıl geçtikten sonra, “Yemekler kilo yapıyor, artık 15 günde bir gel” dediler. İpler artık iyice koptu bende. “Benim haklarım var” dedim. Ne yapsam ne etsem diye araştırmaya başladım. İnternette İmece Ev İşçileri Sendikası ile karşılaştım. Onlara ulaştım. Sendika ile 2013’te karşılaştım, ama uzun bir geçmişleri var. İlk önce dernek olarak kuruluyor. Dernek döneminde gündelikçi kadınlarla kontağa geçiyorlar. Sonra beraber uzun bir mücadele yürütüyorlar. Büyük emeklerle bugüne kadar geliyor. Tanıştıktan sonra derdimi anlattım. Uzun yıllar bir evde çalıştığımı, önce gündeliğe sonra haftalığa çevirdiklerini anlattım. “Hakkımı alabilir miyim, geriye dönük dava açabilir miyim?” diye sordum. Tanışmamız böyle oldu.

Ayten Kargın

Sendika henüz resmen kurulmamıştı. Ev işçilerinin sigortası olmadığı için sendika kurmaları da engelleniyor, yasalar izin vermiyor. E biz zaten bunun için mücadele veriyoruz. Tam da sigortalı çalışan olmak için sendikal mücadele vermek istiyoruz. Velhasıl, kendi ceplerimizden para ödedik ve sigortaya başvurduk. Sigortalarımızı yaptırdık. 2014’te sendikamız da resmen böyle kurulmuş oldu. Aynı yılın Ocak ayında benim de davam açıldı. Hızlı bir şekilde sendikayla çalışmaya devam ettik. Genel kurul yapıldı, sendikanın genel başkanı seçildim.

İşverene karşı açtığınız dava ne durumda?

Kargın: Biz 2016’da davayı kazandık, ama dava Yargıtay’a gitti. Onların iddiası, evde köpeğim olduğu için benim daha sonra işe az geldiğim yönündeydi. “2003’ten 2007’ye kadar geldi, ama o tarihten sonra köpek nedeniyle az geldi” dediler. Oysa öyle bir şey yoktu. Bulduğum şahitler beni doğruladı. Aynı sitede çalışan güvenlikçi, kapıcı dedi ki, “Evet, şu yıla kadar burada çalıştı”. Dava Yargıtay’dan geri geldi. Şimdi 17 Nisan’da bir mahkeme daha olacak. O mahkeme bilirkişiye gidecek, o da son yıllar için bir karar verecek. Bitecek, ama nasıl biteceğini ben de bilmiyorum.

Hem emsal niteliğinde hem de sembolik bir dava…  

Kargın: Tabii. Çok önemli bir dava. Bütün ev işçilerinin davası haline geldi. Çünkü benim durumumda olan birçok insan var. Şu an benzer beş-altı dava var.

“Ev işçisi” deyince ne anlamalıyız, bir ev işçisinin iş koluna hangi işler dahil? Mesleki standartlar var mı?

İnal: Ev işçilerinin mesleki bir standardı yok maalesef. Yaptığımız her bir iş aslında ayrı bir meslek. Çamaşırcıyız, ütücüyüz, aşçıyız, bulaşıkçıyız, temizlikçiyiz yani bizler birden fazla iş yapan işçileriz. Yaptığımız her iş, ayrı bir iş kolu.

Kargın: Bu yaptığımız işlerin hepsi dışarıdaki bir şirkette olsa, ayrı ayrı iş kolları demek. Ev işçiliği söz konusu olunca bir iş tanımı yok, kural yok.

2009’da cam silerken üçüncü kattan düştüm. Buna karşı yasal işlem başlattık. Mahkeme yedi yıl devam etti. 21. duruşmada haftada dört günden az çalıştığım için davanın feshine karar verildi. Ama bu yasalara aykırı. 5510 sayılı yasaya göre, her çalışan kişi sigortalanmak zorundadır, çünkü o bir işçidir. Biz bunun dışında tutuluyoruz. Bunun neden olduğu durumsa birebir yaşadığım örnekle ortada.

İnal: Bu da işçi statüsünde olmamızı engelliyor. “Vasıfsız” kılınıyoruz. Evin her işini yapıyoruz, ama yasada hiçbir şeyiz. Bir tanım da bulamıyorum. Bu yüzden ben de soruyorum: Neyiz biz? Bu sorun karşımıza yığınla yasal engel çıkarıyor. Mesela ben 2009’da cam silerken üçüncü kattan düştüm. Buna karşı bir yasal işlem başlattık. Mahkeme yedi yıl devam etti. 21. duruşmada haftada dört günden az çalıştığım için davanın feshine karar verildi. Ama baktığınızda bu yasalara aykırı. 5510 sayılı yasaya göre, her çalışan kişi sigortalanmak zorundadır, çünkü o bir işçidir. Biz bunun dışında tutuluyoruz. Bunun neden olduğu durumsa birebir yaşadığım örnekle ortada. Toplu İş Sözleşmesi hakkımız da doğal olarak elimizden alınıyor. Çünkü biz çok patronluyuz. Bu patronları nasıl bir araya getireceğiz? Öte yandan, bu durum bizi diğer işçilerle de karşı karşıya getiriyor. Biz de bir emek harcıyoruz ve buna karşı bir ücret alıyoruz sonuçta. Ama sigortamız yok, neden?

Örgütlenmenizin önündeki engeller de bu saydıklarınız mı?

İnal: En büyük engel İş Yasası’nda olmamamız ve sigortasız olmamız. Bize sendikamızı kurabileceğimizi söylüyorlar, ama ev işçisi olarak İş Yasası’nda değiliz, sigortalı da değiliz. Nasıl sendikaya üye yapacağız peki?


Sendikanızın bir sloganı var, “Ev işi iş, ev işçisi işçidir” diye. Bu slogan bize ne anlatıyor?

İnal: Toplumda ev işçiliğinin nasıl algılandığını ve bu algının aksine ev işçiliğinin ne olduğunu anlatıyor sloganımız. Çünkü toplumda itibarı yok yaptığımız işin. Değersiz görülüyor, çünkü yasa buna yol veriyor. İş Yasası’nda yokuz ki.

Kargın: Ev işi iş, ama ben kendim dahi örgütlenmeden, bu mücadeleye katılmadan o işi iş olarak görmüyordum. Çünkü ben o işi kendi evimde de yapıyorum. Bu işin bir iş olduğunu sendikayla, bir işçi olduğumu da mücadelenin içinde öğrendim. Ev işi tabii ki iştir. Dışarıdan bir firmanın camını silen işçiye para ödüyorsunuz. Kıyafetinizi kuru temizlemeye verdiğiniz zaman karşılığında ödeme yapıyorsunuz. Mesela bugün yemek yaptım, evde dört-beş kişi bu yemeği yedi. Bu kişiler dışarıda yemek yese bir sürü para verecekti. Hizmet yani bizimki. Ev işçiliği görünmez emek. Nankör bir iş. Oysa biz hayatı tamamlıyoruz; bir doktorun, bir mühendisin, bir öğretmenin, birçok kişinin hayatını tamamlıyoruz. Dışarıda çalışan insanları hayata hazırlıyoruz. Sabah evi dağınık bırakıp işine giden kişinin evini topluyoruz, koltuklarını siliyoruz, halısını temizliyoruz, çocuğunu okula gönderiyoruz, pantolonun paçasını dikiyoruz, her şeyi yapıyoruz. Ev işçileri olmasa bu işler yürümez.

Ev işçilerinin kimi yasal başvurularında yetkililer “ev içi yaptırılan bir işin kâr amaçlı olmadığını” iddia ediyor. İşveren bir ev işçisini çalıştırdığında kâr etmiyor mu? Kârı nasıl tanımlamak lazım?

İnal: Kendimden örnek vereyim. Haftanın altı günü tek bir evde çalışıyordum. Ev sahipleri akşam geldiklerinde ev tertemiz, çocukların kıyafetleri yıkanmış, ütülenmiş, yemekleri hazır oluyordu. Çalıştığım evde iki kedi, iki köpek var, onların bakımını da yapmışım. Bu kâr değil mi şimdi? Onlar evde bu işi yapsalar buna mesai harcamak zorundalar ve o zaman kazandıklarından daha az kazanacaklar. Biz bunları “Kadın Emeği” eğitimimizde kaleme döktük. Bir kadının günlük olarak yaptığı işi aya vurunca, hem de minimum tuttuğumuz halde, 12 bin TL çıkıyor. Bu kadının kendi evinde ya da çalıştığı yerde verdiği emeğin değeri. Hangi erkek 12 bin TL kazanıyor? İşte bu kadınların görünmeyen, yok sayılan emeği.

Ev işi iş ama ben kendim dahi örgütlenmeden, bu mücadeleye katılmadan o işi iş olarak görmüyordum. Çünkü o işi kendi evimde de yapıyorum. Bu işin bir iş olduğunu sendikayla, bir işçi olduğumu da mücadelenin içinde öğrendim.

Kargın: Ben yıkamasam gömleği kuru temizlemeye verecek. Yemek yapmasam dışarıda yemeğe para verecek. Evi kendisi silip süpürse kendisi dışarıda iş yapamayacak. Bu kâr değil de ne?

Hiç erkek ev işçisi var mı?

Kargın: Türkiye’de rastlamadım. Ama ILO’nun konferansı vardı henüz sendika yeniyken. Duymadıkları için bizim sendikayı davet etmemişler. Ben gittim oraya, kartımı gösterdim, “Ev İşçileri Sendikası başkanıyım, ev işçisi benim, neden burada yokum?” dedim. Toplantıya katılmak istediğimi söyledim. İşçi yok, ama üniversite hocalarını çağırmışlar! Sonra saygıyla karşıladılar. Orada erkek ev işçileri vardı, ama yabancı ülkelerden gelmişlerdi. Bunlardan biri, “Siz Türkiye’de ev işçisi olarak çalışıyorsunuz, devlet oraya kamera koymuş mu? Siz orada iş kazası yaşayabilirsiniz, sizin güvenliğiniz denetleniyor mu?” diye sordu. Ben de, “Devlet değil ama işveren kamera koyuyor. O da kendi eşyasına, çocuğuna zarar gelmesin diye. Çalıştırdığı işçi hırsızlık yapıyor mu, evine zarar veriyor mu vermiyor mu diye denetlemek için kamera koyuyor” dedim. Çok şaşırmıştı.

İmece’nin Antalya şubesinin açılış etkinliği

İşçi sağlığı ve iş güvenliği açısından çalışma koşullarınız nasıl?

İnal: Bir eldivenimiz dahi yok, maskemiz yok. Kimyasalları teneffüs etmekten birçok ev işçisi nefes darlığı çekiyor, solunum rahatsızlıklarıyla boğuşuyor. Koltukları kaldırmaktan, dolapları çekmekten hemen hemen bütün ev işçileri menüsküs. Eğilerek yer silmekten, halı silmekten, cam silmekten kollarda lif kopması olan arkadaşlarımız var. Bazıları kolunu kaldıramıyor. Çeşitli sağlık sorunlarımız var. Bunun yanında mobbing, taciz, tecavüz var.

Kargın: Rukiye Şimşek 5. kattan düşerek hayatını kaybetmişti. Düştüğü yere baktığınızda sıfır iş güvenliği olduğunu anlıyordunuz. Onun davasını kazandık. Çok önemli bir davaydı. İlk defa bir eve teftişe gidildi. Bu ev işçileri için bir zaferdir. Çünkü ben işçi sayılmıyorum, ama orada bir iş cinayeti işlenmiş. O davada işveren kadın olarak gözüküyordu, oysa evdeki kadın da erkek de ev işçisinin verdiği hizmetten faydalanıyordu. Neden orada kadın ceza alsın sadece? Biz erkeği de dahil ettik. O da yargılandı. İkisi de suçlu bulundu. Dava kazanıldı. Tazminat ödenecek. Eğer sendika olmasaydı Rukiye’nin ölümü hiçleştirilecekti.

Uzun yıllara yayılan mücadeleniz sonucunda başka hangi kazanımlarınız oldu?

Kargın: Davalarımız en önemli çalışmalarımız, kazanımlarımız. Ev işçiliği yaparken camdan düşerek yaşamını yitiren Fatma Aldal’ın davası mesela. Süpürge Akademisi kurmuştuk, ev işçilerinin sendikal eğitimini burada gerçekleştiriyorduk. Dersliğe Fatma Aldal’ın adını vermiştik. Rukiye Şimşek davası da aynı şekilde, benim ve Minire İnal’ınkiler de öyle. Sendika olmasaydı bu davalar da olmayacaktı –yine sigorta konusu. Sigortalı bir işte çalışıyor olsaydım şimdi emekliydim, ama hâlâ çalışıyorum. Biz bunu da görünür kıldık. Bu da sendikanın başarısı. Benim davam bangır bangır televizyonlarda yayınlandı. İşveren görüp korktu. Yanında çalıştırdığı işçiye sigorta yapmıyorsa ceza ödeyeceğini biliyor.

Göçmen ev işçileri daha çok sömürülüyor. Hiçbir hakları yok, iş tanımı hiç yok. İşverenin her şeyini yapıyorlar. Şiddete uğruyorlar, tacize, tecavüze maruz kalıyorlar, öldürülüyorlar. AKP milletvekili Şirin Ünal’ın evinde öldürülen Nadira Kadirova da ev işçisiydi. Dosyasını kapattılar.

İnal: 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu, 2015’te, ev hizmetlerinde çalışanları 10 günden az çalışanlar ve 10 gün ve daha fazla olarak çalışanlar olarak iki ayrı şekilde düzenledi. Bu yasalar da bizim mücadelemizle çıktı. Yeterli mi? Hayır, değil. Neden 10 günden az çalışan işçi olmuyormuş? Bir işveren evinde 10 gün çalıştırmak zorunda mı bir ev işçisini? Belki haftada bir gün ihtiyacı var, belki ayda altı gün ihtiyacı var. Biz bir gün dahi çalışsak sigortalanmak istiyoruz. Ama yasa bu haliyle buna engel. Ve zaten işveren yasadan haberdarsa dokuz gün çalıştırır, onuncu güne gelinmediği için de ev işçisi işçi sayılmaz. Birçok arkadaşımızın başına da geldi. Bazı arkadaşlarımız haftada üç gün gidiyordu evlere. İşveren bunu haftada iki güne düşürdü. Bu da ayda sekiz gün yapıyor. Yani 10 günün altında kaldıkları için yasadan faydalanamıyor işçi.

Kargın: Bu yasayı o dönem “Ev işçilerine bomba haber” diye geçtiler her yerde. Yasadan çıkan ne? Evet, bu bizim kazanımımız, ama gündelik giden, haftanın beş-altı günü ayrı ayrı evlere gidiyor, aylık giden işçiden daha çok yıpranıyor, ama hiçbir güvencesi yok. 10 günden az gidiyorsa hiç sigortası yok. Zaten yüzde 2-3 üzerinden sigortası yatırılıyor, onu da yatırıp yatırmadığı belli değil ve zaten o da öldüğü ya da iş kazası geçirdiğinde işe yarıyor. Yani öbür türlü ne emekli olabiliyor ne başka bir şey.


Sendikanızın temel talepleri ne, yasada ne olmalı?

Kargın: En temel talebimiz ev işçisinin İş Yasası kapsamına alınıp, işçi sayılması. Bu “10 günden az 10 günden fazla” sistemine karşı sendika olarak bir önerimiz oldu. Her işverenden 20 TL alınsa bir haftada sigorta parası çıkıyor aslında. Fransa’da ve başka ülkelerde bu uygulama var. Biz bunu öneri olarak sunduk. Ama yapmadılar. Yüzde 2’lik sigorta priminde ısrar ediliyor, ama bu bir işe yaramıyor.

Genel olarak işveren profili nasıl?

İnal: Eskiden zenginler ev işçilerini çalıştırıyordu, şimdi hemen herkes bu yönteme başvuruyor. Bugün artık yaşam şartları daha zor, biraz da bu yüzden galiba. Herkes çok çalışıyor. E bu ev işlerinin de bir şekilde yapılması gerek. O zaman ne oluyor, bir kadından diğer kadına aktarılıyor ev işi. Bizi ev işçisi olarak çalıştıran da işçi aslında. Onu patron eziyor, o da gelip evdeki işçiyi eziyor, sömürüyor. Ev işçisi işverenin merhametine bağlı olamaz. Bu yüzden mücadelemiz çok önemli.

Kargın: Hangisi işveren pozisyonuna geçerse geçsin mesafeyi koyuyor. Patron-işçi hiyerarşisi her zaman var. Evin içi olunca bu ilişki değişmiyor. Bu yüzden ev işçiliği profesyonel olmalı. Karşıdaki de bunun farkında olur belki o zaman.

Ev işçiliği görünmez emek. Nankör bir iş. Oysa biz hayatı tamamlıyoruz; dışarıda çalışan insanları hayata hazırlıyoruz. Sabah evi dağınık bırakıp işine giden kişinin evini topluyoruz, koltuklarını siliyoruz, halısını temizliyoruz, çocuğunu okula gönderiyoruz, pantolonun paçasını dikiyoruz, her şeyi yapıyoruz.

Türkiye’de kaç ev işçisi var, bir veri var mı?

Kargın: Net bir veri yok. SGK’ya gidip en azından kayıtlı olanları öğrenmek istedik. Kayıtlı olarak bile net bir rakam alamıyoruz. Ama biliyoruz ki bir milyonun üzerinde ev işçisi var.

İnal: Bize sorarsanız sayı çok daha fazla, çünkü bu bir meslek haline geldi.

Göçmen ev işçilerinin durumu ne?

Kargın: Göçmen ev işçileri daha çok sömürülüyor. Hiçbir hakları yok, iş tanımı hiç yok. İşverenin her şeyini yapıyorlar. Şiddete uğruyorlar, tacize, tecavüze maruz kalıyorlar, öldürülüyorlar. AKP milletvekili Şirin Ünal’ın evinde öldürülen Nadira Kadirova da ev işçisiydi. Dosyasını kapattılar. Yine göçmen bir ev işçisi vardı, Gülnura’ydı adı. Ev işçiliği yaparken camdan düşerek yaşamını yitirdi. Davasının peşinden koştuk, üç kere dava açtık üç kere de takipsizlikle kapattılar davayı. Bunun gibi çok örnek var. Sahipsiz bırakılıyorlar.

Nadira Kadirova da bir ev işçisiydi

İnal: Göçmen işçiler için de mücadele ediyoruz. Ama birçoğu kaçak olarak çalıştırıldığı için çok fazla göz önüne çıkmak istemiyorlar. Bu nedenle bize de çok yaklaşmıyorlar. Benim tanıdığım göçmen işçi çalıştıran insanlar var. Ama tanıdığım halde onlar o işçileri bizimle irtibata geçirmiyorlar. İşçiler uyanmasın, gözleri açılmasın istiyorlar. Ama sendikamız göçmen ev işçileriyle de çalışıyor. Onları da sendikamıza, derneğimize davet ediyoruz.

Kargın: Çevremdeki göçmen işçilere söylüyorum, sendikayla birlikte mücadele edelim diye. Ama çekiniyorlar, çünkü sınır dışı edilmekten korkuyorlar. Sitenin içine servisle girip servisle çıkıyorlar ya da özel arabayla gidiş gelişleri sağlanıyor. Otobüste gördüğümde sendika kartımı veriyorum, “sendikamıza gelin” diyorum. Ama korkuyorlar.

Sendikaya üyelikler nasıl, eğilim ne yönde?

İnal: Sendikamız ve kadın mücadelesi sayesinde artık ev işçileri daha da bilinçli. Sendikamıza yaklaşımlar sıcak. “Ben de üye olayım”, “Ben de kayıt yaptırayım” diye arayanlar, gelenler var. Bu çok güzel bir şey. İstanbul ve Antalya’da temsilciliklerimiz var, birçok şehirde ev işçileriyle kontak halindeyiz.

Kargın: Daha önce Sivil Düşün bizi desteklemişti, ama şimdi artık bir finansmanımız yok, gelirimiz yok. Ev işçilerinden, üyelerden zaten aidat alamıyoruz. Bir tekstil firması olsa mesela, çalışan 50 kişiden aidat alınır, ama biz bunu yapamıyoruz. Ben senelerdir gönüllüyüm. Sendika başkanıyım, yol paramı, yemeğimi, her şeyimi kendim karşılıyorum.

Türkiye’deki sendikacılığa, sendikalara dair ne söylersiniz?

Kargın: 20-30 bin lira maaş alan sendika başkanları var. Ama yanı başındaki işçi aç. Sendikacılık bu mu? Hayır. E o zaman sen de patronsun, sendikacı değilsin. Bizim ayrıcalığımız da bu bence. Hiç gelirimiz olmadan emek veriyoruz, mücadele ediyoruz. Tabii ki sıkıntılarımız var. Neden bir ofisimiz olmasın? Neden çalıştay yapamayalım? Ama işçiye sırt dönen sendikalardan değiliz iyi ki de. Böyle daha iyi.

Daha önce DİSK bizi kapıdan çevirdi. Şimdi davetler geliyor, ama biz gitmiyoruz. Ataşehir Belediyesi’ne, Kadıköy Belediyesi’ne gidip bize yer vermelerini istedik. Dernekler yerleşkesi var, bir sürü derneğin olduğu bir yer. Bir tanesini bize verin diyoruz, ama ses yok. Niye vermiyorlar?

İmece Ev İşçileri Sendikasını kadın mücadelesinin neresinde görüyorsunuz?

Kargın: Ev işçisi dışarıda yaptığı işin aynısını evinde gelip sürdürüyor. Kadın emeği her yerde sömürülüyor. Biz eğitimlerimizde de bunları konuşup, tartıştık. Bizim mücadelemiz sadece işçiye değil, hayata dokunuyor. Çok şeyi değiştiriyoruz. Daha önce dışarıdan geldiğimde eşime yemek hazırlardım. Ama şimdi öyle değil, yemeğini kendisi hazırlıyor. Mücadeleme saygı duyuyor. Önceden tekme tokat girerdi, şimdi benimle beraber elinde kovayla sitelerin duvarlarına afişler asıyor. Mahkemelerde pankartı o taşıyor. Mücadelemi anlıyor, saygı duyuyor. Yani bizim mücadelemiz birçok yere dokunuyor.

İnal: Bütün ev işçilerini sendikamıza davet ediyorum. Bu kazanımları tek başına elde etmek mümkün değil. Hiç kimseye hakları altın tepside sunulmamıştır, mücadeleyle kazanılır hak. Biz de hep birlikte mücadele edip haklarımızı kazanabiliriz.

^