ARAŞTIRMACI AZAD BARIŞ’LA 14-28 MAYIS SEÇİMLERİ VE YENİ DÖNEM

Söyleşi: Bekir Avcı, Anıl Olcan
19 Haziran 2023
Yeşil Sol Parti Amed final mitingi, 13 Mayıs 2023
SATIRBAŞLARI

Genel direktörü olduğunuz Spectrum House’un seçim öncesi araştırmaları nasıl bir manzara ortaya koyuyordu?

Azad Barış: Spectrum House olarak, son yerel seçimlerden sonra, Kürt toplumu başta olmak üzere, Türkiye’deki siyasal ve toplumsal alandaki değişim-dönüşüm dinamiklerini anlamaya odaklanan çalışmalar yapıyoruz. Lâkin bu konuda son olarak 2022’nin sonunda yaptığımız Kürt Seçmen Eğilimi araştırmamızda, Kürt toplumunun politik eğilimlerini ölçerken bizim için de öğretici bazı sonuçlar elde ettik.

Yaptığımız araştırmada bir kadın aday seçeneğini de sormuştuk. Yüzde 74 oranında Kürt seçmenin bir kadın adaya sıcak baktığı sonucuna ulaştık. Öne çıkan isim Gültan Kışanak’tı.

Bu sonuçların güncelle olan ilişkisine örnek vermek gerekirse, HDP’nin kendi cumhurbaşkanı adayıyla seçime girmesi konusunda Kürt seçmendeki güçlü eğilimi ölçtük. İki bine yakın bir örneklem grubuyla çalışma yaptık. Van, Diyarbakır, Mardin gibi Kürt illerinin yanısıra, Kürt nüfusunun yoğun olarak yaşadığı İstanbul, Bursa, Mersin ve Adana’yı içeren, toplam 14 ilde gerçekleştirilmiş kapsamlı bir çalışmaydı.

Biliyorsunuz, 2015’ten beri Selahattin Demirtaş’ın cumhurbaşkanı adayı olarak ismi öne çıkıyordu. Yaptığımız araştırmada bir kadın aday seçeneğini de sormuştuk. Yüzde 74 oranında Kürt seçmenin bir kadın adaya sıcak baktığı sonucuna ulaştık. Öne çıkan isim Gültan Kışanak’tı.

Dindar Kürtlerin politik eğilimlerini ölçmeye odaklanan bir araştırma da yaptık. AKP’den uzaklaşma eğilimi gösteren dindar Kürtlerin beklentilerini, memnuniyetlerini anlamaya odaklanan araştırmamız, HDP başta olmak üzere, muhalefet partilerinin bu alana dair hazırlıksızlıklarını ortaya koyuyordu. AKP’den uzaklaşma eğiliminde olan dindarların başka bir partiyi desteklemektense gri alanda kalma eğilimi bugünkü seçim sonuçlarını etkilemesi itibarıyla önemli veriler içeriyordu. Bir de seçimden çok kısa bir süre önce, 7 Mayıs’ta, Amed merkezli yaptığımız bir çalışma oldu.

Azad Barış Diyarbakırlı gençlerle birlikte, 10 Mayıs 2023

7 Mayıs araştırmanızda elde ettiğiniz sonuç neydi?

7 Mayıs’taki son araştırmamız hem muhalefet hem de HDP bağlamında pembe bir tablo ortaya koymanın zorluğunu göstermesi açısından dikkat çekiciydi. 14-28 Mayıs seçimlerine biçilen tarihsel önem ve bu öneme mukabil bir mahsulü ortaya koymanın gerçekçi olmadığını gösteren veriler vardı. Örneğin, Diyarbakır’da sekiz vekille sınırlı kalacağımız görülüyordu.  

Araştırmamız CHP’nin, Kürt kentleri başta olmak üzere, Kürt seçmenden güçlü bir destek aldığını, HDP-Yeşil Sol Parti’nin arzu ettiği sonuçları elde etmesinin zorluklarını da gösteriyordu. Araştırmamız ayrıca Yeşil Sol Parti ile seçime giren HDP’nin örgütsel olarak yaşadığı zorluk ve tıkanmalara, yeni bir partiyle seçime girmiş olmaya uygun bir tanıtım ve propaganda faaliyeti yürütme konusundaki sorunlara işaret ediyordu. HDP’ye oy vereceğini ifade eden her üç seçmenden birinin Yeşil Sol Parti’yi bilmemesi, araştırma bulguları açısından çarpıcıydı.

Seçim kampanyasında Diyarbakır’da birçok ilçeyi, mahalleyi, köyü ev ev ziyaret ettiniz. Halk ne diyor, ne hissediyor, ne talep ediyordu?

Bütün siyasi analizlerin tersine, izlenimlerimiz ve gözlemlerimiz elde ettiğimiz verilere çok yakın düşüyordu. İttifak ve aday meselesiyle ilgili çok net eleştiriler vardı. “Bize sormadan, getirisi götürüsü belli olmayan bir ittifakın içine girmek tehlikeli, bu bize kaybettirecek” diyorlardı. Ayrıca, “kendi cumhurbaşkanı adayımızla niye çıkmadık, Kılıçdaroğlu’na niye oy verelim? Erdoğan ve Kılıçdaroğlu arasında ne fark var?” gibi eleştiriler bu hoşnutsuzluğun en belirgin olanıydı.  Bir bütün olarak halkın siyasi feraset konusunda oldukça ileri noktada olduğunu görüyorduk. Halktaki değişim beklentisi, AKP-MHP iktidarının sebep olduğu yıkımlardan kurtulma arzusu her şekilde kendini hissettiriyordu.

Yine seçim kampanyası, genişleme politikaları bağlamında önemli boşlukların olduğunu, ittifak konusuna yönelik bazı eleştirilerin olduğunu ifade edebilirim.

İttifaka yönelik eleştiriler nelere dayanıyordu?

İttifaklar meselesinin hem yönetilemeyen bir konu hem de manipülasyonlara elverişli olması dolayısıyla önemli olduğunu düşünüyorum. Bu konuyu sağlıklı bir şekilde tartışmak sadece seçimler bağlamında değil, seçimden sonraki süreç bağlamında da önemli. Bazı değerlendirmeler yapmadan önce şunu belirtmekte fayda var: Öncelikle HDP zaten bir ittifak partisi. Ortaya çıkışı, gelişimi ve siyasi etki yaratma konusunda zaten bir çatı partisi gibi. Dolayısıyla, yeni bir ittifak meselesini bu bağlamda tartışmak daha sağlıklıdır diye düşünüyorum.

7 Mayıs’taki araştırmamız hem muhalefet hem de HDP bağlamında dikkat çekiciydi. Örneğin, Diyarbakır’da sekiz vekille sınırlı kalacağımız görülüyordu. Araştırmamız CHP’nin Kürt seçmenden güçlü bir destek aldığını gösteriyordu. HDP’ye oy vereceğini ifade eden her üç seçmenden birinin Yeşil Sol Parti’yi bilmemesi çarpıcıydı.

İttifaklar meselesinde eleştiri ve itiraz sola, solculuğa ya da sınıf tandanslı yapılara karşı değildi. Kürt siyasal hareketi, doğası itibarıyla, özgürlükçü mücadelesinde kadınları, işçileri, sosyalistleri, aynı zamanda halkları ve inançları içine alan, onları harmanlayan bir senteze sahip. Dolayısıyla, bu bakımdan bir problem yoktu. Yapılan anlaşmaya ve ittifakın içeriğine dair itirazlar vardı. Çünkü buraya (Kürdistan’a) değer katacak bir ittifak olmadığı düşünülüyordu. Yoksa Türkiye sosyalist hareketiyle ilişki Kürtlerin istediği bir şey.

Müslüman Kürtler için de geçerli bu. Hüda-Par’ı dışarıda tutarsak, Kürt Müslümanlığı içine kapanık değildir, dünyalıdır. Burada kaygı, kazanımların kaybolacağı ve elden gideceği yönündeydi. Bunu sezdiler ve bildiler de. Bu açıdan halk bizden ilerideydi. Kendilerini bir “seçmen kitlesi” olarak gören siyasi elite öfkeliydiler. “Gelmeyin, ben zaten kendime sahip çıkıyorum, oyumu kendime vereceğim, siz gelmeseniz de vereceğim” diyorlardı. Ve hatta “sizin gelişiniz bizi sizden soğutur” diyorlardı biz oradayken. Özetle, ittifakın sadece sol yapılardan ibaret görülmesi, diğer toplumsal kesimlerin yeterince önemsenmemesi ve cephe teorisinin yeterince idrak edilmemesine yönelik bir eleştiri söz konusuydu.

Yeşil Sol Parti Amed final mitingi, 13 Mayıs 2023

Kampanya döneminde izlediğimiz sokak röportajlarında da “Oyumu kendime veriyorum” ifadesine çok sık rastlanıyordu. Bu sözü bir araştırmacı, sosyolog gözüyle nasıl değerlendiriyorsunuz?

“Kendilik” konusunun hem siyaset hem de toplum açısından önemine dair iyi bir ifade olarak değerlendirilebilir. “Kendilik” hem bir hafıza hem de bu hafızanın siyasal temsiline yönelik metaforik bir gönderme. Bu bağlamda, “Oyumu kendime veriyorum” demek, Kürt toplumunun kimlik mücadelesinin politik temsili ve konsolidasyonuna dair güçlü bir metafor. “Kendilik” gibi bireysel bir nosyonun kolektif bir imgelem olarak düşünülebileceğine dair önemli bir analoji. Kendine oy vermek, doğrudan HDP-Yeşil Sol’u imliyor bu açıdan. Kendine oy vereceğini ifade edenlerin HDP-Yeşil Sol dışında bir partiyi işaret etmedikleri bu durumu teyit ediyor.

Ezilen ve sömürülen toplumlara dair literatüre baktığımızda, “kendilik” dekolonyal tasavvurun yapıtaşlarından biri. Bu tasavvurun Kürt toplumunun lisan dünyası içinde böyle tercüme olduğunu düşünüyorum. Elbette bunun polisiye faktörlerle de ilişkisinden bahsedebiliriz. HDP’nin bu kadar kriminalize edilmeye çalışıldığı, HDP’li olmanın bir maliyetinin olması gibi faktörler de “kendilik” meselesini politik bir imleyen olarak ön plana çıkarmıştır diye düşünüyorum.

Milletvekili adayı olarak görüşmelerinizde eleştiri ve taleplerin sizlere ifade edilmesi, bu tepki ve taleplerin daha önce partiye iletilebileceği kanalların zayıf olduğu anlamına mı geliyor bir yandan?

Güncel politika, çoğu zaman tartışmaları bütünlüklü olarak değerlendirmek ve ona uygun bir pozisyon almanın önünde engel oluşturacak şekilde kendini dayatır. Bugünkü bazı durumları bu bağlamda anlamanın faydalı olabileceğini düşünüyorum. Dahası, burada önemli olan konu, bu tür meseleleri tartışmanın bir tabu olarak değerlendirilmemesi gerektiği. Tabular skolastisizmi besler, politik dekadansı derinleştirir ve daha menfi sonuçlar ortaya çıkarır.

Halk kendi deneyimlerinden yola çıkarak önümüze eleştirilerini koyarken 2015’ten kalan kırılmaları, travmaları sıkça hatırlatıyordu. Sadece Diyarbakır özelinde konuşacak olursak, halkın 2015’ten, kent savaşlarından itibaren yaşadığı kırgınlıkları gidermek için bir köprü kurmak gerekiyordu.

İttifaklar meselesinde eleştiri sola ya da sınıf tandanslı yapılara karşı değildi. Yapılan anlaşmaya ve ittifakın içeriğine dair itirazlar vardı. Çünkü Kürdistan’a değer katacak bir ittifak olmadığı düşünülüyordu. Yoksa Türkiye sosyalist hareketiyle ilişki Kürtlerin istediği bir şey.

Bir vadi düşünün. Vadiyi oluşturan karşılıklı iki tepe vardır. Tepeler üzerinden bir köprü kurarsanız, ikisini birbirine bağlarsınız. Eğer yapınız sağlamsa, sorunsuz bir şekilde üzerinden geçersiniz. Yani vadiyi dipsiz bir çukur olmaktan çıkarmış olursunuz. Ama vadiye inerseniz çıkışınız çok zor olur. Durum tam da böyleydi. İki tepede de halk var. Biz köprü olmadan, iple geçişi sağlayacağız sandık. Nihayetinde ip koptu ve vadiye düştük. Çünkü parti halkla konuşmamış, seçim süreçlerinde rızasını almamış, onu sürece dahil etmemiş.

Halk nezdinde HDP ya da Yeşil Sol Parti sadece parlamentoya girecek bir “seçim partisi” değil ki, bir halk partisi. Ama bu süreçte sadece bir “seçim partisi” olarak halkın önüne çıktı. Halk da haklı olarak tepkisini ortaya koydu. Buna ben de dahilim, beni de cezalandırdı. “Halkın temsilcisi olmayan, halkla bütünleşmeyen bir yapının elde edeceği sonuç bu olur” dedi. Buna kulak vermek lâzım.

Sizce HDP 2015’ten sonraki kırılmaları onaramadı mı?

2015’ten sonraki sürecin hâlâ devam ettiğini her şeyden önce belirtmek gerekir. Kürt siyasal hareketi bir bütün olarak bu sürece yeterli müdahalelerde bulunamadığı gibi, HDP de benzer şekilde bu sürece uygun makûl bir pozisyon alamadı.

Şunu belirtmekte özellikle fayda var: HDP birçok sorunla cebelleşiyor. 2015’ten beri HDP’nin örgütsel yapısına yönelik saldırılar, baskılar katlanarak devam ediyor. Devletin Kürt meselesine yaklaşımında geleneksel kodlarına rücu etmesi, güvenlikçi, militarist konsept bu onarmanın HDP ile ilgili boyutunu zorlaştırmaktadır.

Mültecilerin geri gönderilmesini sorduğumuzda, Türklerin yüzde 87’si “gitsinler” diyor. Kürtlerde bu oran yüzde 36. “Bir mülteciyle yaşamak istemiyorum” diyenler yüzde 20’nin altında. Türkiye genelinde bu oran yüzde 60’ın üzerinde. Ama bu bir ölçü değil, çünkü bir Kürt olarak düşündüğümde yüzde 5 bile tehlikeli.

Elbette konunun HDP dışındaki bağlamlarını da unutmamak gerekir. Her şeyden önce, toplum sosyo-ekonomik anlamda çok ciddi bir yoksullaşma yaşıyor. Bunun yanısıra, devletin “Çökertme Planı” üzerinden kentlerde çıkardığı çatışmalarla halkın yalnız bırakılması meselesi var. Yaşanan tahribatı onaracak bir siyaset yürütülmedi.

Kimin haklı olduğunu tartışmaksızın söylüyorum bunu. Orada evlatlarını, evlerini kaybeden, mahallelerinden çıkmak zorunda kalan insanlara bir alan açılmadı, siyasete dahil edilmediler, siyaset onları kucaklamadı. Bu kucaklaşma olmadığı için de uzaklaşma oldu, araya mesafe girdi. Buna rağmen davasına bağlı bu insanlar. Şöyle bir örnek vereyim: Newroz’da yüz binler meydanlara akın ediyor, ama HDP yaptığı çağrılarda çok az insanı bir araya getirebiliyor. 

Bunun anlamı ne?

Newroz’u bir metafor olarak anlarsak, Newroz’da ortaya çıkan dinamizm, doğru politik konumlanmalar, söylem ve faaliyetlerin Kürtleri bir araya getirmenin zor olmadığını ortaya koyuyor. Newroz, Kürt hareketinin biçim verdiği modern politik tutum nişanesiyse, bu ruha uygun bir politik pozisyon almanın benzer şekilde halk tarafından karşılık bulabileceğine dair bir gösteren. Ama sadece Newroz’dan ibaret kalan bir ruh söz konusu.

Partinin halkçı, halkla beraber bir siyaset üretemediğini düşünüyor, hissediyor insanlar. HDP’nin, hepimizin bununla yüzleşmesi lâzım. Sadece şimdiki parti yönetiminin değil, önceki yönetimlerin de şapkasını masaya koyup düşünmesi, “nerede yanlış yaptık” demesi gerekiyor. Halkla parti arasında bir mesafe var. En çok duyduğumuz şey, “Kimse bize gelmiyor, parti ortada yok, bildiklerini okuyorlar, bizi hiçe sayıyorlar, istedikleri kararları alıyorlar, imtiyaz sahibiler zaten, bize ihtiyaçları yok…”

Seçim kampanyası sırasında Diyarbakır Yenişehir 1. sanayi bölgesinde, 3 Mayıs 2023

Milletvekili seçilemediniz, ama ilk turdan sonra Diyarbakır’a tekrar gittiniz. 14-28 Mayıs arasında hava nasıldı?

Seçimler bizler için sadece ilk tur konusu değildi. İkinci tur da önemliydi, her şeye rağmen. Bu bağlamda ben de, evet, “Bu saatten sonra gitsem ne faydası olacak” demeden Diyarbakır’a tekrar gittim ve çalışma yürüttük. O zaman da gördüğümüz, duyduğumuz şey şuydu: “Biz size söyledik, sonucun böyle olacağını biliyorduk. Yine milliyetçiliğe sarıldılar, bunların arasında ne fark var?”

Bizim çıkış noktamız şuydu: “Amed kazanırsa Kürdistan kazanacak, Kürdistan kazanırsa da Türkiye kazanacak, demokrasi kazanacak.” Ama Amed’de, bırakın AKP’ye kaybettirmeyi, oraya CHP’yi de koyduk. Sezgin Tanrıkulu CHP adayı olarak seçildi. Halk da bize şunu söyledi: “Zaten bir bela vardı başımızda, çabamız cehennemin kapılarını kapatmaktı, ama cehenneme bir kapı daha araladınız.”

Halk nezdinde CHP’yle AKP arasında bir fark yok. Gerçek de öyle zaten. Biri soft-power, daha yumuşak güç üzerinden seni vuruyor, diğeri savaş konseptiyle seninle savaşıyor. İkinci tur öncesinde şunu da duydum sık sık: “2015’in yaraları daha kabuk tutmadı, siz tekrar kanattınız.” Halk bunun diyetinin ödenmesi gerektiğini söylüyor.

Dolayısıyla, şu anda parti içindeki tartışmaların doğru olduğunu, tahripkâr olmayan, partiyi dağıtmayan bütün tartışmaların yararlı olduğunu düşünüyorum. Halk da bunu istiyor. Aydınlar, entelektüeller bazen sivri dilli olabilir, ama bunun düşmanca olduğunu düşünmüyorum. Bunlara kulak vermeliyiz. Birkaç iğneyi hissedelim, canımızı acıtsın. Yeni inşa sürecinde halkın rızası alınarak, bütün düşün dünyası, siyaset yapmış yapmamış herkes bu sürece dahil edilmeli. Özellikle de dindar kesimler. Bu kesimler süreç dışında kaldı.

İkinci tura giderken mülteci düşmanlığının körüklenmesi toplumsal alanda nasıl yankı buldu?

Türkiye toplumunun sığınmacı ve mülteci konularıyla karşılaşmasının tarihi çok yeni. Dolayısıyla, bu bağlamda bir bütün olarak endoktrine edilmiş bir toplum gerçekliğini hatırda tutmak iyi olabilir. Bu durum aynı zamanda siyasilerin bu alan üzerinde politik etki yaratma isteğini de besliyor. Toplumdaki bu sığınmacı karşıtlığını politik kazanıma dönüştürmek cazip gelebiliyor.

Toplumsal alanda sığınmacı karşıtlığı bu kadar güçlüyken, bu durumun siyasi sorumlusu olan iktidar blokunun tekrar rıza üretmesi Türkiye sosyolojisi açısından oldukça ilginçtir. Burada birçok faktörden bahsetmek mümkün, ama sığınmacı ve mülteci karşıtlığının siyasal değer ürettiği, ırkçılığın sayısal karşılık ürettiği tezinin çökmüş olduğunu görmek şaşırtıcı. İktidar bloku her ne kadar sığınmacıları bir silah olarak kullansa da, anti sığınmacı bir dil ve söylem kurmadı. Bunun muhalefet açısından gözardı edilmemesi gerektiğini düşünüyorum.

Araştırmalarınızda Kürtler arasında göçmenlere ilişkin tutum nasıl görünüyor?

2022’deki Kürt Z Kuşağı’nın Sığınmacı ve Göçmenlere Yönelik Algı ve Tutumları başlıklı araştırmamızı dünyadaki göçmen karşıtlığının Türkiye bağlamındaki değişim evrelerini ortaya koymak açısından da yapmıştık. Son dönemde, dünyadaki aşırı sağcılık ve mülteci karşıtlığı Türkiye’deki neo-Nazi özentili neo-Türki oluşumları da ortaya çıkardı. Araştırmalarımızda, HDP başta olmak üzere, Kürt hareketinin sığınmacı ve mültecilerle ilgili etkili bir politika ortaya koyamaması, Kürt toplumunu da sığınmacı meselesinde bu neo-Türki, göçmen karşıtı, sığınmacı ve yabancı düşmanı, pogrom-perest hareketlerin manipülasyonlarına açık hale getirdiğini fark ettik.

Elbette Kürtlerin sığınmacılar meselesine yaklaşımının arka planını oluşturan birçok faktör var. Devletin mülteci meselesini Kürtlere karşı demografik bir silah olarak kullanmaya çalışması bu tutumu besleyen bir faktör olarak ön plana çıkıyor örneğin. Özellikle 1960’lardan itibaren Suriye’den başlayan, daha sonra Irak’ın hayata geçirdiği “Arap Kemeri” var. Şimdi de Türkiye bir “Arap Kemeri” oluşturmaya çalışıyor. Bakur ile Rojava arasında tampon bir bölge yaratmak, Kürtlerin coğrafik temasını, tarihsel ve yapay sınırlara rağmen devam eden etkileşim ve iletişimini kesecek demografik müdahalelerde bulunuyor.

Demografik mühendislik üzerinden Kürdistan’ı boşaltma ve oradaki Kürt gücünü minimalize etme gayesi söz konusu. Dolayısıyla, Kürtlerde oluşmuş olan ulusal kimlik ve kendi anavatanıyla ilişki kurma hali buna karşı bir savunma refleksi geliştiriyor.

İsrail’in Hamas’ın kuruluşuna destek verdiği biliniyor. Soylu’nun “Hüda-Par’la kurulan ilişkiyi on yıl sonra anlayacaksınız” sözünde benzer bir plan yatıyor. Devlet seküler Kürt siyasetinin karşısına İslâmi bir siyaseti yerleştirmek istiyor. Hüda-Par’ı devlet zoru kullanarak yaymaya çalışacaklar. Esas tehlike burada.

Yaptığımız araştırmalarda Türkiye’deki mülteci karşıtlığı yüzde 87 civarında. Araştırmamızda mültecilerin ülkelerine geri gönderilmesi meselesini sorduğumuzda, Türklerin yüzde 87’si “gitsinler” diyordu. Kürtlerde bu oran yüzde 36. “Bir mülteciyle yaşamak istemiyorum” diyenlerin oranıysa yüzde 20’nin altında. Türkiye genelinde bu oran yüzde 60’ın üzerinde. Ama bu bir ölçü değil, çünkü bir Kürt olarak düşündüğümde bunun yüzde 5 olması bile tehlikeli.

Evrensel düşünen, dünyayla o anlamda mesafeyi kapatmış siyasi bir gelenekten gelen, politikleşmiş bir halktan söz ediyoruz. Mülteci karşıtlığı konusunda dünya ortalamasının altında olsa da bu oran bile dikkate değer bir şey. Gelişim dünyayla paralel gidiyor ve bu korkutucu bir şey.

Bunun üzerine eğilmek lâzım. Bu konuda seküler ve evrensel değerleri koruma yönünde bir siyaset yürütmek yerelin üzerine düşen bir görev. Ama yerel yok. Yerele devletin müdahalesi var, kayyumlar atanmış. Örneğin Van’da, yerel güçlü olsaydı, orada özellikle Afgan göçmenlere karşı kendini hissettiren ırkçı tutumlar olmayacaktı. Bu yüzden Yerel Yönetimlere Özerklik Şartı’nın yerine getirilmesi koşulu bu seçimde öne çıkmalıydı. Yine demokrasi mücadelesi, temel hakların tescili başat başlıklar olmalıydı.

Neticede, mülteciler bir kısım Kürt için de nefret objesine dönüştü. Mevcut iktidarın alaşağı edilmesi için bu kadar zenofobia, mülteci karşıtlığı yapan bir kampanyaya oy vermek zorunda kalındı. Temel ilkelerle bir çelişme durumu söz konusu oldu. Bu da Kürtlerin rıza göstereceği bir strateji değildi.

HDP-Yeşil Sol Parti ile dindar Kürtler arasında açılan makasa dikkat çektiniz. Seçim sürecinde bu mesafe kapanmadı, öyle mi?

Seçimin temel motivasyonu iktidar değişikliğine odaklandığı için aradaki birçok şeyin gözardı edilebileceğine dair fikrin hâkim olduğunu düşünüyorum. Bu durum da bazı sosyolojik kesimlere ulaşmayı, büyüme ve genişlemeyi, gri alanlara girmeyi daha arka planda bırakabildi. Bu bağlamda HDP Kürt Müslümanlığını etkileyebilecek, başarılı bir siyaset üretemedi. Demokratik İslâm Kongresi’nin yetersiz kaldığını hem bir araştırmacı hem de partide görev yapan biri olarak söylemek isterim. Partinin Halklar ve İnançlar Komisyonu da etkin değil, çok cılız kaldı. MYK’nın aldığı birçok karara rağmen, bütün halk ve inançları bir araya getirme konusunda sonuç alıcı bir çıkış yapılamadı. Kampanya boyunca bütün bu açıkları kapatmaya çalıştık. Ev ev, sokak sokak dolaştık. Ama strateji yanlış olduğundan, denklem bozucu bir çıkış yapamadık. Kampanyamızın tamamı halkla iç içe işleyen bir enerjiye sahip değildi. Onun için de bir sinerji çıkmadı.

Kabineyi “kadife eldivenli demir yumruk” olarak görmek lâzım. Hafife alınacak bir durum değil. Yeni Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın İran’la ilişkileri geliştirip ABD’yi de ikna ederek “yumuşak güçle” Rojava’nın tasfiyesi için çalışacağını düşünüyorum.

AKP, MHP ile ittifak yaptığı 2015’ten beri Kürt dindarları arasında tedrici bir şekilde oy kaybediyor. Seçim sonuçları dindar Kürtlerin Türk-İslâmcı partilerden uzaklaştığını gösteriyor denebilir mi? Bu anlamda, Hüda-Par’ın Kürt İslâmcılığının siyasal öznesi olma şansı var mı?

AKP-MHP sadece bir ittifak, dindar bir yapı değil, aynı zamanda devletin kendisi olarak da anlaşılabilecek bir yapı. Özellikle AKP, 2002’den bu yana Kürdistan’da İslâmi bir söylem hattı kurdu ve ona uygun bir dizi uygulam geliştiriyor. Medreselerden yerel tarikat ağlarına, derneklerden bürokrasiye kadar bir dizi alanda bu bağlamda bir rıza üretmeye çalışıyor. Bunun sosyolojik sonuçları olacaktır elbette, ama AKP’nin etkisini yitirmesiyle beraber bu alanın daha çok gri kaldığını ve CHP’nin çok maliyetsiz bir şekilde bu alanlara girdiğini, dindar Kürtlerle temas kurduğunu söyleyebiliriz.

Öte taraftan, Türk-İslâm sentezi Kemalistlerle İslâmcıları Türklük üzerinden bir araya getirmeyi başardı. Bu sentez, devletin kutsiyeti için kurulmuş bir ideoloji. “Ümmet” mefhumu aslında pek de umurlarında değil. Bir harç işlevi yüklenmiş.

Dindar Kürtlerde durum farklı. Onların kendilerini diğer halklardan üstün gören bir ideolojiye sahip olmadıklarını görüyoruz. Çünkü imtiyazlı değiller. Kürtler anadiliyle hutbe bile okutamıyor. Türk-İslâm sentezi Kürt dilini bile yasaklıyor. Kürt İslâmcılığı ancak devletle derin ilişki kurduğu ölçüde imtiyaz kazanıyor. Kürt dindarlığı zaten başından beri cami ile kışla arasına sıkıştırılmaya çalışılıyor.

Kürt ve Türk İslâmcılığının “ümmet”i kavrayışı farklı mı sizce?

Evrensel bir tahayyül olarak “ümmet”in Kürt toplumundaki tarihi çok yeni. Bu da çoğunlukla Müslüman Kardeşler odaklı bir tahayyül. Öte taraftan, Kürt ve Türk İslâmcılığını aynı kategoride değerlendirebilir miyiz, pek emin değilim. Kürtlerde de ümmetçi eğilimler var, lâkin Kürtlerdeki dindarlık tezahürünü siyasal bir nosyon olarak İslâmcılık olarak değerlendirmek, isimlendirmek konusunda emin değilim.

Evet, iki anlayıştan bahsediyoruz. Mesela 19. yüzyılda ortaya çıkan ve Nurculukla kendisini bulan Hâlidi tarikatının dini önderleri bile Türkleştiği ölçüde kabul görmüştür. Kürt Müslümanlığının diğer “ırklarla” kurduğu ilişki daha nötrdür. Ayrıca, cumhuriyetin kuruluşundan beri dindarlık Kürt hak arayışının temel eksenlerinden biri. Cumhuriyet dönemindeki isyanların dini karakterlerini unutmamak lâzım. Çünkü Kürtler devletin sözde kutsiyetine karşı İslâmi değerleri savunan bir yerden meseleye bakıyordu.

Kürt Müslümanlığı Kürt toplumu için dünyevidir. Çünkü Kürt Müslümanlığının dönüşüm dinamikleri hak arayışı gibi dünyevi meselelerle şekilleniyor. Belki de bu yüzden 1925’ten sonra erken cumhuriyet kadroları Kürt Sünni ve Aleviliğin tasfiyesine girişmiştir. Kürt siyasetinin devamcısı olarak kendini tanımlayan HDP-Yeşil Sol’un bu hakikatleri ıskalayan bir siyaset yaparak başarılı olması mümkün değil.

Bir kopuş var mı?

Bir bütün olarak kopuş denemez. Dindar Kürtler Kürt özgürlük hareketine hâlâ güçlü bir destek veriyor. Ama Nakşibendilik veya Kadiriliğin siyasi ve toplumsal etkilerini görmediğinizde Diyarbakır’dan, Bingöl’den alacağınız sonuç bu olur. İslâmiyet’in Kürt toplumu içindeki dinamizmini anlamak iyi olabilir. “Demokratik İslâm” meselesi ile ilgili tartışmaları, önerileri, uyarıları hatırlamak gerekir.

Bu durumu sert bir kopuş olarak değerlendiremesek de HDP’nin bu alanda politik etki gücünü artıramaması zaten başlı başına bir sorun. Daha önce birtakım girişimler oldu, ama sonuç alıcı olmadı. Elbette bu dinamizm İslâmcılığın ticaretini yapan figürler üzerinden anlaşılacak bir konu değil.  Aynı şekilde, Hüda-Par’ın da Kürt Müslümanlığını temsil etmediğini görmemiz gerek. Bu Hamaslaşmadır.

“Kürt Z kuşağı” ile yaptığımız araştırmada, “Kendinizi dindar olarak hissediyor musunuz”a yüzde 74 “Müslümanız” diyordu. “Dini vazifelerinizi yerine getiriyor musunuz?” diye sorduğumuzda oran dramatik bir şekilde düşüyor. Aileden gelen dindar kimliği sürdüren, ama bir yandan da sekülerleşen bir Kürt toplumu var.

“Hamaslaşma”dan neyi kastediyorsunuz?

Hamas 1987’de Müslüman Kardeşler’den ayrılan bir grup. İsrail devletinin sosyalist Filistin Halk Kurtuluş Örgütü’nü tasfiye etmek için Hamas’ın kuruluşuna destek verdiği biliniyor. Süleyman Soylu’nun “Hüda-Par’la kurulan ilişkiyi on yıl sonra anlayacaksınız” sözünde İsrail’in Hamas’a verdiği desteğe benzer bir plan yatıyor. Devlet seküler Kürt siyasetinin karşısına İslâmi bir siyaseti yerleştirmek istiyor. Hüda-Par’ı devlet zoru kullanarak yerel seçimler marifetiyle yaymaya çalışacaklar. Esas tehlike burada.

Hüda-Par açısından bu “yayılma” mümkün mü sizce?

Devletin tüm çabasına rağmen Kürt İslâmcılığı Kürt toplumunun geneline etki edebilen ve devletin arzuladığı yapılara dönüşemiyor. Çünkü Kürt Müslümanları bu planın İslâmiyet adına yapılmadığının farkında. Mesela İsmailağa ve Menzil gibi tarikatlar belirli bir alanla kısıtlı kaldı ve devlete yanladılar. Ama Hüda-Par farklı bir yapı. Devlet ne kadar zorlarsa zorlasın, Hüda-Par Kürdistan’da monolitik olarak vücut bulamaz. Çünkü özgür hayat ve demokrasi Kürt halkı için çok daha önemli bir kudreti barındırıyor. Kürtlerin geriye dönüşe onay vermeyeceğini düşünüyorum.

Ancak, iktidarın desteğini arkasına alan Hüda-Par’ın önümüzdeki günlerde siyasal olarak elini güçlendireceği de aşikâr değil mi?

Doğrusu, son seçimde Hüda-Par’ın sayısal olarak nasıl bir siyasal etki yarattığını söylemek çok zor. Hüda-Par kendi sınırlarının zirvesinde bir yapı. Lâkin bu seçimde AKP listelerinden seçime girmiş olmasının bir sonucu olarak ön plana çıktı. Seçimde AKP’ye oy artışı sağladıklarını söylemek de çok zor. Genel başkanları bile İstanbul’dan aday gösterildi. Seçim matematiği açısından bir etkisi yok, ama psikolojik olarak oldukça ön plana çıktılar.

Devlet yeni bir örgütlenme şeması içinde Hüda-Par’ın topluma nüfuz etmesi için imkânları seferber edip çalışacaktır. Başarılı olacaklarını düşünmüyorum. Hamit Bozarslan’ın dediği gibi, Kürtlerin kırk yıllık hak arayışı “demokratik pedagoji” ihtiyacını da beraberinde getirdi. Kürtlerin hafızasında Hüda-Par’ın yeri çok kanlı. Hüda-Par ancak bu hakikatle yüzleşerek bir İslâmi harekete dönüşebilirdi. Ama bu yüzleşme yapılmadı. Şimdi önlerinde yeni bir Kürt sosyolojisi var. Bu yeni sosyal habitusu inşa edecek bir yapıdan bahsetmiyoruz. Olsa olsa radikal bir Kürt Hamas’ı ortaya çıkar. Hafife almıyorum, bu daha çok tehlikeli. Mutlaka demokrasiyi yaymak ve Kürt Hamas’ına izin vermemek gerek.

Meseleye devletin gözünden bakarsak, “Kürt sağıyla bir çözüm süreci” stratejisi mümkün mü? Hüda-Par bu stratejinin öznelerinden biri olabilir mi?

Kürt sağı, siyasal bir kategori olarak yüzyılın başından itibaren tasfiye edilen, bastırılan kimlik ve hak temelli Kürt isyanlarından sonra ikâme edilen bir kategori olarak değerlendirilebilir. Devletin kendine tabi kılmaya çalıştığı bir kategori. Doğrusu, Kürt sağının kurulması bir cumhuriyet projesi ve bunun bugünkü sürdürücüsü AKP-MHP bloku. Devletleşmiş AKP’nin Hüda-Par’ı Cumhur İttifakı’na dahil etmesinin bir nedeni Kürt sosyolojisinin değiştiği varsayımı. AKP Hüda-Par’ı Cumhur İttifakı’na taşıyarak Kürdileşen Kürt sosyolojisinde bir yarık açmak istiyor. Sonuçta, devlet Kürt sorununu istediği muhatapla çözmek istiyor. Devletin “makbul” gördüğü Kürtlerle siyaset kurmak istemesi anlaşılır. Ama birçok problem var.

Nedir onlar?

Hüda-Par’ın devlete denk bir parti olan AKP ile yeni bir Kürt sosyolojisi yaratması ancak “Türklük Sözleşmesi”ne ne kadar dahil olacağıyla ilgilidir. Bu da onu zaten bir çözüm süreci için özne olmaktan çıkarıp yardımcı bir aparat yapar. Kürt toplumunun politik düzeyi bu ayrımı ortaya koyabilecek düzeydedir diye düşünüyorum.

Z kuşağı örneğin Newroz’a geliyor, kendi kimliğinin sembolleriyle bayramını kutluyor. Demek ki apolitik değil. Ama HDP’nin bir çağrısına katılım göstermiyor. Çünkü aidiyet duygusunun kurulmasıyla ilgili sorunlar var.

Kürtlerin temel hak taleplerinin bu kadar güncel olduğu bir dönemde bu dahil olma durumunun toplumsal etki yaratmanın önünde engel olabileceğini düşünüyorum, ama bu elbette öyle gözardı edilebilecek bir konu değil. Yine de devletin paydaş olarak gördüğü yapıları Kürtler kabul etmiyor. Doğru, dünyada muhafazakâr, milliyetçi akımlar yükselişte. 2011’de IŞİD gibi vahşi bir örgütün ortaya çıkabileceğini kim düşünebilirdi? Benim de mensubu olduğum Êzidi halkına yaşatılanları biliyorsunuz. Devletin on yıl sonrası için tasarladığı ise başka bir şey. Bir de Rojava hakikati var.

Bazı gazeteciler yeni kurulan kabineye övgüler yağdırdı. Kabine Kürtlerin yeni gerçekliklerini görüyor mu? Görmüyor. Kürtleri çözemeyecekleri de belli. Peki ne yapacaklar? Kürtleri daha çok dövmeye çalışacaklar. Kabineyi “kadife eldivenli demir yumruk” olarak görmek lâzım. Hem bölge devletleri hem de Kürt hareketi bu yumruğa hazır olmalı. Hafife alınacak bir durum değil. Yeni Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın İran’la ilişkileri geliştirip ABD’yi de ikna ederek “yumuşak güçle” Rojava’nın tasfiyesi için çalışacağını düşünüyorum. İlk hedeflerden biri bu olacak. Dışarıda “yumuşak güç” kullanıp içeride “Kürt Hamas’ı” ile şiddeti yükseltmek büyük bir çelişki. Bu süreçte Kürt siyasetinin verili olguları es geçmemesi gerekiyor.

Öyleyse verili olgulara geri dönelim. Yaptığınız araştırmalar Kürt gençleri arasında kendisini dindar olarak tanımlamayanların oranının epey yüksek olduğunu gösteriyor. “Kürt Z kuşağı” araştırmanıza göre, gençlerin dörtte biri dindar olmadığını beyan ediyor.

Doğru. “Kürt Z kuşağı” ile yaptığımız saha araştırmasında, gençlere “Kendinizi dindar olarak hissediyor musunuz?” diye sorduğumuzda, yüzde 74’ü “Müslümanız” diyordu. “Dini vazifelerinizi yerine getiriyor musunuz?” diye sorduğumuzda oran dramatik bir şekilde düşüyor. Aileden gelen dindar kimliği sürdüren, ama bir yandan da sekülerleşen bir Kürt toplumu var. Dolayısıyla, seküler Kürt toplumunun sorunları dine sıkıştırılmış yapılar üzerinden çözülemez. Dahası, AKP’nin cisimleştirmeye çalıştığı dindarlık biçimine karşı bir tepki üzerinden gelişen bir anti-dindarlık eğilimi de diyebiliriz buna.

Raporda, “Z kuşağının politik tahayyülleri kendinden önceki kuşaklarla paralellik gösterse de siyasetçilere mesafeleri var” deniyor. Kürt siyasal hareketi için gençliğin önemi biliniyor. Z kuşağının bu özelliğini nasıl okumak gerekiyor?

Sadece Kürt Z kuşağı bireylerinin değil, dünyada Z kuşağı ve yeni kuşakların bir bütün olarak politik alana dair tahayyüllerinin değiştiğini biliyoruz. Yeni kuşakların dijital teknolojiyle ilişkileri beraberinde yeni sosyal, politik ve kültürel konumlanmaları da getirdi. Bu durumun bir sonucu olarak genç kuşakların alışılageldik politik tutumlardan farklı bir pozisyon aldıklarını görebiliyoruz. Kürt Z kuşağı üyelerinin de benzer şekilde politik alana mesafelerinin olduğunu söyleyebiliriz. Özetlemek gerekirse, bu kuşak üyelerinin politik olarak bilinçli olduklarını, ama politik alana dahil olmaktan imtina ettiklerini ve politik aktivizmden uzak olduklarını söyleyebiliriz. Çünkü dijital bir habitusun içinde, dijital teknolojinin biçim verdiği bir tahayyülde örgütlülük de, politik davranma ve siyasal alana etki etme biçimleri de değişmiş durumda.

Bu durumun “genç başladık, genç bitireceğiz” mottosu etrafında gençlik dinamizmini formüle etmiş Kürt siyasal hareketi açısından pek arzu edilen bir tablo olmadığını söyleyebiliriz. Politik muhafazakârlığı en iyi izleyebileceğimiz alanların başında Kürt siyasetinin gençlerle kurduğu ilişkiyi gösterebiliriz. Deyim yerindeyse, hareket, gençlik dinamizmini ve Z kuşağını anlamak, ona uygun bir pozisyon almaktansa gençliği biçimlendirmeye ve kendi gerontokratik tahayyüllerine uygun hale getirmeye çalışmaktadır.

Bu ters mi tepiyor?

Z kuşağı oldukça akışkan, doğrudan kendini ilgilendirmeyen meselelere reaksiyon vermiyor. Ama dertsiz, tasasız da değil. Ancak, toplumda bunun tam tersi bir algı var. Z kuşağı bazı toplumsal olaylara kayıtsız, çünkü konunun sahibi değil. Sahibi olmadığı toplumsal olayları esas sahiplerine bırakıyor. Ayrıca, siyasetin dili, organizasyonu çok yaşlı. Zamanla her şey değişiyor, ama milliyetçi söylemler hep aynı. Değişimi önleyen esas tutkal milliyetçilik. Milliyetçilik mıknatıs gibi değişim potansiyelini kendine bağlı tutuyor. Ama Z kuşağının bu söylemlere karnı tok.

HDP-Yeşil Sol’un yaşadığı sorunlar paradigmal bir krizle ilgili değil, teoriyle praksisin uyumsuzluğundan kaynaklı. Mahalle meclislerinden kadın örgütlenmelerine, partinin irili ufaklı yapılarını tekrar inşa etmek gerekiyor. Halka dönmek, halklaşmak lâzım.

Z kuşağında da milliyetçilik yükselmiyor mu?

Hem yerel hem bölgesel hem de küresel anlamda milliyetçi ya da neo-milliyetçi akımların, sağcılığın, yabancı karşıtlığının arttığını ve daha içe kapanan bir eğilimin olduğunu biliyoruz. Kürt Z kuşağında da benzer şekilde milliyetçi eğilimlerin güçlendiğini söyleyebiliriz. Ama bu kendi kimliğiyle kurduğu ilişkinin tezahürü.

Mesela dijital dünyada cancel culture (iptal kültürü) büyük bir savaş alanı. Z kuşağı arasında savaşın en büyüğü bu kadar. Birini “iptal” etmede fiziki şiddet yok. Dolayısıyla, şiddet kendisini silahlı eylem gibi ortaya koymuyor. Z kuşağı dijitalizasyonun içine doğmuş bir kuşak. Bizler istediğimiz zaman dijital dünyadan koparak eski kavramlarımıza dönebiliyoruz. Ama Z kuşağı dijital iletişim araçlarıyla bütünleşmiş durumda. Bu da yeni sosyal ve siyasal tahayyülleri beraberinde getirmektedir.

Z kuşağı Kürtlüğü nasıl tanımlıyor ya da hissediyor?

Kürt siyasi hareketinin mücadelesiyle Kürt kimliği kendisiyle gurur duyulan bir yere geldi. Kürt olmak Z kuşağı için pozitif bir gösterge. Mesela İstanbul’da, İstiklâl Caddesi’nde Kürt gençleri büyük bir coşkuyla “Çavreşa min” şarkısını söyleyebiliyor. Bütün dünyadan insanların geçtiği bir caddede Kürtçeyi duyurmak dejenere bir şey mi? Değil, ama böyle bakanlar olduğunu da biliyoruz. Oysa onlar Kürtçenin değerli bir dil olduğunu söylemeye, anlatmaya çalışıyorlar.

Kürtçenin bir bütün olarak kamusal alandan uzak tutulması, kriminalize edilmesine karşın sokakta Kürtçe müzik yapmanın kendisi bir direniş biçimi olarak değerlendirilebilir. Zabıta Kürtlerin sazlarını kırıyor, polis onları dövüyor. Hatta öldürülmeyi bile göze alıyorlar. Kadıköy’de öldürülen Cihan Aymaz’ı hatırlayalım. Buna rağmen kimliğinde ısrar eden Z kuşağına “dejenere” demek doğru değil. Kendisini Kürt kimliğinden soyutlama ve kaçış yok. Bir önceki kuşaklar Kürtçeyi sessizce, gizli gizli konuşurdu, Kürt kimliği gizlenmeye çalışılırdı.

Amedspor tribününde, 29 Nisan 2023

Dijital iletişim araçlarıyla bütünleşmiş Z kuşağının “yeni sosyal ve siyasal tahayyülleri beraberinde getirdiğini” söylediniz. Z kuşağının dijital iletişim araçlarıyla kurduğu ilişki iyi tanımadığımız bir toplumsal alan yaratıyor, öyle mi?

Doğru. Z kuşağının yeni bir zihinsel grameri var. Bu grameri bilmeyenler Z kuşağını anlayamaz. Dolayısıyla, ortaya birbiriyle anlaşamayan kuşaklar çıkıyor. Şu anda hiçbir siyasi parti Z kuşağıyla diyalog kuramıyor. Mesela HDP “genç başladık, genç bitireceğiz” diyen bir fikriyattan yeşerdi. Çuvaldızı kendimize batıralım. Parti ciddi şekilde yaşlandı. Bu biyolojik bir yaşlanma değil. HDP’de gençlerin kendilerini iyi hissedecekleri bir ortam, habitus yok. Yeni bir sosyal alan açmak lâzım.

“Z kuşağı apolitik” deniyor. Bu tamamen yanlış. Evet, Z kuşağı derneğe veya partiye üye olmuyor. Ama kendisini ilgilendiren meselelere çok duyarlı. Burada Kürt siyasetinin Z kuşağı üyelerine muhafazakâr bir tutum aldığını, onları anlamaktan uzak olduğunu söyleyebiliriz. Kodlar, eğilimler değişirken siyasetin kendisini buna adapte edebildiğini söylemek zor. Bu ilişkilenememe hali devam ederse, ileride farklı sonuçlar yaratabilir.

Siyasal örgütlenmelerin içinde yer almaktan kaçınan Z kuşağının kendi sorunlarını aktardığı kamusal alanlar var mı?

Elbette var, ama bu kamusal alan bizim geleneksel anlamda idrak ettiğimiz formların dışında bir şey. Mesela eskiden bir genç için herhangi bir derneğe üye olmak, herhangi bir politik eylemin parçası olmanın formu oldukça farklıydı. Sokağa çıkmanın, kamunun içinde bulunmanın formu da değişti. Şimdi derneğe gidip üye olmaktansa o derneğin sosyal medya hesaplarını takip ederek, yapılan paylaşımlara like atarak ya da etkileşim vererek bunu ikâme ediyor.

Kürt hareketi seçimleri aşan bir etki gücüne sahip. Dolayısıyla, sadece seçim sonuçlarına ve mevcut tabloya bakıp umutsuz olmaya gerek yok. Bu tablo yeni bir çıkış ve dinamizmin kaynağı da olabilir.

Burada “yeni ve dijital kamu” formundan bahsedebiliriz. Bu formun da dijitalleşme sürecine bağlı olarak biçim aldığını söyleyebiliriz.  Z kuşağı örneğin Newroz’a geliyor. Yüz bin genç halay çekip ortak paydada buluşabiliyor. Kendi kimliğinin sembolleriyle bayramını kutlayabiliyor. Demek ki apolitik değil. Ama HDP’nin bir çağrısına katılım göstermiyor. Çünkü aidiyet duygusunun kurulmasıyla ilgili sorunlar var. Bu yüzden gençleri “apolitik” diye suçlayamayız. İmtiyaz sahibi, ensesi kalın insanlar apolitik olabilir. Ancak imtiyazlı insanlar siyasete girmemeyi tercih edebilir. Peki ya Kürt gençleri? Kürt gençleri gibi siyasete aktif katılım göstermeyen imtiyazsız kişilerin apolitik olduğunu söyleyemeyiz. Kürt gençleri depolitikleştirilmiştir. Kendilerini ilgilendiren bir mesele olduğunda aktifleşir ve siyasete katılırlar. Ayrıca, gençlerin çekinceleri var. Mesela emekçidir ve gözaltına alınmaktan korkuyordur. Başta dediğim gibi, iki tepeyi bir araya getirebilecek köprüyü kurabilmek gerekiyor. Eğer gençler ve toplumun farklı kesimleri arasında yeni bir dil kurulamazsa çukura düşmek kaçınılmaz.

Araştırmalarınızda doğu ve batıda yaşayan gençler arasında eğitim ve istihdam olanaklarına ulaşımda ciddi farklar da görülüyor. Kürt Z kuşağı ayrımcılığı nasıl deneyimliyor?

Kentleri kıyasladığımızda eşitlik zaten yok. Şehirden taşraya doğru gidince imkânlar azalıyor. İstanbul ve Şırnak arasında kültürel aktivitelere ulaşma konusunda dünya kadar fark var. Dolayısıyla, tüketim alışkanlıkları, iletişim olanakları, yaşam farklılaşıyor. Z kuşağı yekpare bir bütün değil ayrıca. İletişim mecraları içinde kendini özerk ve özgür görebiliyor. Bu anlamda kendilerini diğer insanlarla eşit görebiliyorlar.

Ama Kürt olmak, Z kuşağı için de ayrımcılık nedeni. Örneğin ismi Robin ve Ramazan olan iki Kürt genci arasında bile ayrımcılığın çeşitli katmanları olabiliyor. Muhtemelen Robin çok daha zor bir hayat yaşıyor. Ama daha evrensel bir isim olduğu için avantajları da olabiliyor. Dijital dünya ayrımcılığı azaltan bir mekân haline gelebiliyor. Gençler sosyal medyada birbirini ikna edebiliyor, farklılıklarını tartışabiliyor. Yani Z kuşağı bir önceki kuşağa göre ayrımcılıkla baş etme yollarını daha erken bulabiliyor.

Bir önceki kuşakta çizgiler çok daha kalın ve sertti. Tabii bu “ırkçılık yoktur” demek değil. Bu yüzden ben Z kuşağının “kayıp” olduğuna dair tezlere inanmıyorum. Sadece tüketim ve ilişkilenme biçimleri daha farklı.

Ve yoksul… Yine sizin araştırmalarınıza göre, yüzde 63,6’sının eline temel ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir para geçmiyor. Kalan yüzde 36,4’lük kesim için de durum parlak değil.

Evet. Sosyo-ekonomik olarak yoksullar. Ekonomik bağımsızlıkları olmadığı, iktisadi olanaklardan mahrum oldukları için bu durum onları tümden aileye bağımlı kılarak özgürleşmelerinin önünde engel oluşturuyor. Kürt toplumu zaten sosyo-ekonomik olarak oldukça zor koşullarda yaşamını idame ettiriyor. Ekonomik krizin etkilerini çok derinden yaşıyor. Genç kuşaklar için ise bu durum daha kötü ve karmaşık. Özellikle gittikçe derinleşen ekonomik kriz, fırsat eşitsizliği gibi faktörler de eklenince, genç kuşağın yaşadığı bu yoksulluğun ileride daha büyük etki ve sonuçlar yaratabileceğini belirtmek gerekir.

Kayyum politikalarıyla seçme ve seçilme hakkının fiilen ortadan kaldırıldığı bir ortam Z kuşağının siyasete inancını azaltıyor mu? Ayrıca devletin yaydığı şiddet gençler açısından bir bariyer mi?

Partinin önüne koyduğu hedeflere ulaşamaması bir kırgınlık yarattı, ama bu yenilgi psikolojisi değil. Kürtler bu seçimle içlerinde biriken öfkeyi sevince dönüştürebilirdi. Öfkenin bastırılması kötü bir şey. Ama bunun derde dönüşmemesi lâzım. Herkes aynı şeyi hissediyor mu, emin değilim. Çünkü Kürtler yekpare değil. Ama kader birliği yapan sosyal bir hareket oldukları muhakkak.

Z kuşağı anlaşılmak istiyor. Gençliğin edilgen ve tepkisiz olmadığının idrak edilmesi, siyasal hareketin bundan ders çıkarması lâzım. Halkla parti arasına girmiş olan mesafenin kapanması gerekiyor. Ortak kimlik ve hafıza üzerinden hareket edilip bunun yeni bir öznelik deneyimi olduğu fark edilirse toparlanma kolay olur. “Partiye sahip çıkıyoruz, ama bir yere varamıyoruz” psikolojisinin kaynağının halkta olduğunu düşünmüyorum. Bu, başarısızlığı kabullenmek istemeyen siyaset yapıcıların düşüncesi. Siyaseten elitleştikçe halktan uzaklaşırsınız. Kürt hareketi yeniden halklaşma hamlesi yaparsa başarılı bir çıkış yapacaktır. Bu yenilgi değil, başarısızlık. Ve bu sadece partiyi yöneten kadroların hatası değil. Hepimiz bu başarısızlığın sorumlusuyuz. Parti fikriyatının ana ilkelerinden uzaklaşmış durumdayız.

HDP-Yeşil Sol Parti bir özeleştiri dönemine girdi. Son günlerde yapılan açıklamalarda sıraladığınız başlıkların hemen hepsine değiniliyor ve bunların üzerine gidileceği belirtiliyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yapılan tartışmaları ve süreci bir bütün olarak olumlu buluyorum. Burada şu vurguyu yapmakta beis yok: Bugün HDP-Yeşil Sol’un yaşadığı sorunlar paradigmal bir krizle ilgili değil, teoriyle praksisin uyumsuzluğundan kaynaklı. Fikriyatla değil, fiiliyatla ilgili. Burada siyaset yapıcıların sorumluluğuna işaret etmek isterim.

Bir halk hareketinin yapacağı şeyler çok açıktır. Mahalle meclislerinden kadın örgütlenmelerine, her yerde partinin irili ufaklı yapıları zaten var. Bu yapıları tekrar inşa etmek gerekiyor. Yönümüzü kaybedersek tekrar başa dönmemiz lâzım. Halka dönmek, halklaşmak lâzım.

Ayrıca, yeni bir Kürt orta sınıfı oluştu. Arabası olan, apartman kültürüne alışmış, yurtdışına tatile gidebilen bir Kürt sosyolojisi var. Devletin kendisi de değişti. Eskiden kışla kültürüne karşı mücadele veriliyordu. Şimdi kışla kültürüne Türk-İslâm sentezi eklendi. Devletin bu ikili mekanizması harıl harıl çalışıyor. Eski kodlar üzerinden mücadelenin sürdürülemeyeceği açık. Bu kıskaca karşı evrensel değerleri inşa edebilen onurlu bir barış için sesimizi yükseltmemiz gerekiyor. Seçim döneminde tek bir cümle kurabildik mi bununla ilgili? Kuramadık. Sadece “iktidarı değiştireceğiz, Kılıçdaroğlu’na oy verelim” diyebildik. Bu ne sınıf ne de barış mücadelesiydi. Bunların hesabını halk sahada bize sordu. Fakat bu yapısal bir sorun, sadece yönetici kadroların sorunu da değil. Bu tıkanıklığı ancak yeni bir siyaset sosyolojisiyle aşabiliriz.

Son söz?

Kürt siyasal hareketinin gücüne, potansiyeline salt seçim ve sonuçları üzerinden bakmak yanıltıcı olacaktır. Kürt hareketi seçimleri aşan bir etki gücüne sahip. Dolayısıyla, seçim sonuçlarına ve mevcut tabloya bakıp umutsuz olmaya gerek yok. Gerekli dersler çıkarıldığında bu tablo yeni bir çıkış ve dinamizmin kaynağı da olabilir. Önemli olan mücadeleyi var eden “hikâyeyi” kaybetmemek. Bu hikâye mücadeleyi var eden şeydir. Kürt siyasal hareketinin Türkiye’nin bütün hassasiyetlerini göz önünde bulundurarak yeni bir süreç başlatması artık elzem. Ama Kürtlerin kimlik temelli hak mücadelesini görmeden ne Türkiyelileşme olabilir ne de Kürdistan’da etkin siyaset yapılabilir. Umutsuzluğa kapılmayalım. Umutlarımız, ütopyalarımız hâlâ canlı. Halklaşmak için siyasal zemin mevcut ve müsait.

^