24 Şubat 2022’nin sabah saatlerinde Rusya’nın Ukrayna genelindeki havaalanları ve askeri tesisler gibi kritik hedefleri havadan vurması ve sonrasında da Ukrayna’nın doğusundaki bazı şehirlere kara harekâtı başlatması, pek çok gözlemci tarafından “şok edici” olarak tanımlandı.
Bu yazının yazıldığı saatlerde henüz batılı ülkelerin Rusya’ya yönelik yaptırım paketi açıklamamıştı. Dahası, Rusya’nın ne kadar ileri gideceği ve çatışmanın ne kadar süreceğini tahmin etmek bu aşamada çok güç.
O nedenle, şimdilik bu somut gelişmeleri takip ederken bunların hangi tarihsel bağlamda meydana geldiğini akılda tutmak önemli. Bu boyutu açıklamak için bu yazıda Rusya’nın Ukrayna harekâtının küresel ara rejimde yeni bir aşama olduğuna işaret edeceğim.
İlk küresel ara rejim
Yirminci yüzyılda iki Dünya Savaşı arası dönem, siyasi ve iktisadi açıdan pek çok önemli gelişmeye tanık olmuştu. Büyük Britanya’nın öncülüğünde kurulan serbest ticaret sistemi yerini korumacılığa bırakmış, yine merkezinde Büyük Britanya’nın olduğu altın standardı sistemi yıkılmıştı. Hâkim iktisadi doktrin olan liberal ekonomi politikaları 1929 Büyük Buhranı ile sarsılmış, 1917 Ekim Devrimi ile kapitalizme alternatif bir iktisadi ve toplumsal sistem tarih sahnesine çıkmıştı.
Ciddi bir ikilem ortaya çıkacak. Bir yandan, artan enerji faturası enflasyonu daha da artıracak. Diğer yandan, enflasyonu önlemek için faizlerin artırılması zaten yavaşlayan ekonomik büyümeyi iyice boğacak. Dolayısıyla, Avrupa’yı zorlu bir seçim bekliyor.
Aynı dönem, geç kapitalistleşen coğrafyalarda imparatorluk biçimlerinin ulus devletlere dönüşümünü beraberinde getirdi. Bu altüst oluş dönemine küresel hegemonik güç açısından bakarsak, Büyük Britanya hâkimiyetindeki uluslararası ekonomik, siyasi ve askeri sistemin gerilemekte olduğunu, ancak onun yerini alacak rakip gücün henüz hegemonik devlet kapasitesine ulaşamadığı bir ara rejim dönemini görebiliriz. Bu dönemi, Antonio Gramsci’nin sıklıkla tekrarlanan ifadesine başvurarak adlandırırsak, “eskinin ölmekte olduğu, ancak yeninin henüz doğmadığı” bir ara rejim dönemi olarak görebiliriz.
İkinci küresel ara rejim
İki Dünya Savaşı arası dönemle günümüzü karşılaştırınca şaşırtıcı benzerlikler olduğu hemen fark edilebilir. Bunlardan ilki, son yıllarda 1945 sonrası ABD öncülüğünde kurulan serbest ticaret sisteminin sarsılmaya başladığı, hatta bizzat ABD tarafından korumacı önlemlerin hayata geçirilmesidir. Brexit süreci ile Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılması da benzer yönde bir eğilim olarak görülebilir.
Özellikle Covid-19 sonrası değer zincirlerinin kısalması ve tedarik güvenliği gibi konuların öne çıkmasıyla birlikte, bu eğilimin daha da güçleneceğini öngörebiliriz.
İkinci benzerlik, merkezinde ABD’nin olduğu Bretton Woods sisteminin 1970’lerde yıkılması, yani günümüzde uluslararası para ve finans sistemine istikrarsızlığın hâkim olmasıdır. Ancak, bu istikrarsızlık ABD dolarının egemenliğini sarmamış, ilk küresel ara rejimdeki durumun aksine ABD merkez bankası Fed’in dünyanın merkez bankası olarak hareket etme işlevini tahkim etmiştir. Dolayısıyla, ABD’nin dünya ekonomisindeki payı azalmaya başlamışken finans sistemindeki merkezi rolü sürmektedir.
20 Aralık dönemeci sonrasında bulunan ara yol TL’nin kontrollü bir değersizleştirme sürecine bağlıydı. Dövizdeki ani hareketler sürerse, 20 Aralık öncesindeki haftaya geri dönme riski ortaya çıkacak. Hem de yüzde 50’yi geçen bir enflasyonla.
Üçüncü benzerlik, hâkim iktisadi doktrin olan liberal ekonomi politikalarının 2008 kriziyle sarsılması ve 2020’deki Covid-19 salgınıyla giderek devletin ekonomideki rolünün artması gerektiği yönündeki görüşlerin ağırlık kazanmaya başlamasıdır.
Her ne kadar 1917 Ekim Devrimi’ndeki gibi kapitalizme alternatif bir iktisadi ve toplumsal sistemin yeniden tarih sahnesine çıktığını söyleyemesek de, kapitalizm-içi farklılaşmaların giderek artmaya başladığını tespit edebiliriz.
Son olarak, sürece dünya sistemindeki hegemonik devlet açısından baktığımızda yine bir benzerlikle karşılaşıyoruz. İlk küresel ara rejimde Büyük Britanya’nın gerilemesine benzer şekilde, ikinci küresel ara rejimde ABD’nin göreli gerilemesinden bahsedebiliriz. Bu bağlamda hegemonik devletin gerilemesinden doğan bir güç boşluğunun yarattığı alanın diğer güçler tarafından doldurulması, iki küresel ara rejim döneminin ortak özelliği olarak görülebilir. Elbette günümüzde Çin’in yükselişini bu bağlama yerleştirmeliyiz.
Somut konjonktür ve ciddi ikilem
Bu genel tarihsel bağlama işaret ettikten sonra somut konjonktüre dair bazı gözlemlerle yazıyı tamamlayayım. İlk olarak, batılı devletlerin aksine, Çin’in Rusya’nın Ukrayna harekâtını “işgal” olarak adlandırmayı reddetmesi, ikinci küresel ara rejimde yeni bir aşamaya geçtiğimizin bir işareti olarak görülebilir. Bu aşamanın temel özelliklerini açmak ileriki yazılara kalsın, ancak şimdilik Rusya’nın 2015 sonrası giriştiği “Asya’ya dönme” (pivot to Asia) stratejisi ile, geçtiğimiz hafta Çin ve Rusya devlet başkanlarının görüşmesi ile oluşan somut bir konjonktüre işaret etmekle yetineyim.
Olası ekonomik etkilere gelirsek, petrol ya da gaz ithalatçısı ve cari açık veren ülkeler için etkileri kalıcı olma ihtimali yüksek bir süreç başlıyor. Özellikle artan enerji fiyatlarının Avrupa ülkelerine önemli etkileri olacak. Zira, Avrupa Birliği Merkez Bankası, önümüzdeki dönemde artan enflasyona karşı faiz artışı yapılabileceğini konuşmaya başlayacaktı.
Bu durumda, daha ciddi bir ikilem ortaya çıkacak. Bir yandan artan enerji faturası enflasyonu daha da artıracak. Diğer yandan, enflasyonu önlemek için faizlerin artırılması ise zaten yavaşlayan ekonomik büyümeyi iyice boğacak. Dolayısıyla, Avrupa’yı zorlu bir seçim bekliyor. Benzer şekilde Fed’in martta beklenen faiz artışını yeniden gözden geçirmesi ya da yüzde 0,50 yerine 0,25 faiz artışını gündemine alması mümkün olabilir.
Son olarak, yukarıda sıraladığım ekonomik sorunların Türkiye’yi nasıl etkileyeceği konusuna gelirsek, birkaç kanaldan etkilenme ihtimali tespit edebiliriz. Kamuoyunda yaygın bir şekilde dile getirildiği gibi, turizm sektöründen bu yaz beklenen döviz girişinin azalması, iktidarın geçtiğimiz eylül ayından itibaren yaptığı kulvar değişikliği açısından büyük bir sorun yaratabilir. Benzer şekilde enerji faturasının artması da.
20 Aralık dönemeci sonrasında bulunan ara yol (kur korumalı mevduat hesapları), TL’nin değerinin göreli olarak istikrarlı sürmesine ve kontrollü bir değersizleştirme sürecine bağlıydı. Eğer dövizdeki ani hareketler sürerse, 20 Aralık dönemeci öncesindeki haftaya geri dönme riski ortaya çıkacak. Hem de yüzde 50’yi geçen bir enflasyonla. İleriki yazılarda, bu sürecin olası siyasi ve ekonomik sonuçlarını tartışmaya devam edeceğim.