27 Haziran’da Van Gölü’nde bir göçmen teknesinin batması haberiyle sarsıldık. Onlarca göçmenin yeni bir yaşam arama umuduyla çıktıkları yolculuk Van Gölü’nün 106 metre derinliğinde son buldu. 40 mültecinin cansız bedenine ulaşıldı, tahminlere göre daha onlarcası çıkarılmayı bekliyor. Türkiye’nin ölümcül göçmen rotalarında yaşananları Van Barosu Göç ve İltica Komisyonu Yönetim Kurulu Üyesi Mahmut Kaçan’dan dinliyoruz.
27 Haziran’da Van Gölü’nde göçmenleri taşıyan bir teknenin battığından nasıl haberdar oldunuz?
Mahmut Kaçan: Tekne kazasını gazeteci Ruşen Takva’nın Twitter paylaşımıyla öğrendim. Bunun üzerine, Van Barosu Göç Komisyonu’ndan arkadaşlarımız olay yeri olarak bildirilen Çarpanak Adası’na gitti. Ancak, olay yerini jandarma çevirmiş ve hiç kimseyi içeri almamış. Batan göçmen teknesinin yeri henüz tespit edilememişti. Daha sonra kazadan sağ kurtulan göçmen kaçakçısı şahıslardan birinin beyanına ulaştık.
O beyanda ne yazıyordu?
İfadesinde, kuzeninin kendisini aradığını ve “gel yolcu var” dediğini söylüyor. “Yolcu” kendi aralarında göçmen anlamına gelen bir şifre. Çarpanak Adası’ndan 70 veya 80 kişiyi aldıklarını, altı ya da yedisinin kadın olduğunu söylüyor. Grubun içinde bir ya da iki çocuk da var. Bu organizasyonu üstlenen Farsça konuşan bir Afgan’dan bahsediyor. Grubu tekneye aldıktan sonra, yolculuğun bir saat sorunsuz gittiğini, fakat sonra fırtına çıktığını, dalgaların tekneyi alabora ettiğini ve bunun sonucunda teknenin battığını söylüyor. Kendisinin yüzeye çıkabildiğini ve yüzeyde birçok göçmeni gördüğünü anlatıyor. Yüzeyde kalmak için göçmenlerin çantasına tutunuyor. Bu esnada kuzenini görüyor, ama kuzeni boğuluyor. Sabah saatlerinde yüzerek Çarpanak Adası’na çıkıyor. Piknik yapanların telefonlarını kullanarak yakınlarına bilgi veriyor. Çiftlik gibi bir yerde bir süre saklandığını söylüyor. Bazı cesetleri gölün kıyısında piknik yapan vatandaşlar bulup jandarmaya haber veriyor. Cesetler çok geniş bir alana dağılmış. Beyanlardan bu işi daha önce de yaptıkları anlaşılıyor. Yolculuk sırasındaki teknik işlere yardımcı olmak amacıyla teknede bulunduğunu söylemiş. Beş kişi tutuklandı kazayla ilgili. Soruşturmada gizlilik kararı alındığı gerekçesiyle, usûle ve yasaya aykırı olarak tutuklanan kişilerin ifadeleri bizlere incelettirilmedi.
Van Gölü üzerinden geçişlerin tek amacı jandarma kontrol noktalarına yakalanmamak. Bu noktalarda yakalanıp sınır dışı edilmemek için balıkçı tekneleriyle Van Gölü kullanılarak geçişler yapılıyor.
Mülteciler Van Gölü kıyısında belirli bir noktadan mı bindiriliyor teknelere?
Yok, hayır. Belli bir mevkii yok. Gece saatlerinin ve ıssız, uzak yerlerin tercih edildiğini tahmin ediyoruz.
Batan tekneden kaç kişi çıkarıldı? Mültecilerin uyruklarıyla ilgili bir bilgi var mı?
33 kişinin cesedine ulaşıldı. İranlı, Pakistanlı veya Afgan olabilirler… Milliyetleriyle ilgili elimizde bir bilgi yok.
Van’a hangi ülkelerden göçmenler geliyor?
Van ve Ağrı İran’la uzun bir sınırı paylaşıyor. Bu iki ile çoğunlukla İran, Afganistan, Pakistan ve Bangladeş uyruklu sığınmacı ve mülteciler geliyor. Son yıllarda sayıları az da olsa Afrikalıların da bu giriş rotasını kullandıklarını tespit ettik. Pakistan ve Bangladeş’ten gelen mülteciler Türkiye’ye sığınma amacıyla gelmiyor. Onların amacı Türkiye’yi transit olarak kullanıp Avrupa’ya gidebilmek. Özellikle İngiltere’ye gitmek için Türkiye’yi bir durak olarak kullanıyorlar. İran ve Afganistan’dan gelen sığınmacıların büyük bir kısmı, Birleşmiş Milletler aracılığıyla üçüncü bir ülkeye yerleştirilmek amacıyla geliyor.
Hangi noktalardan Türkiye’ye giriş yapıyorlar?
Van’a iki ana giriş noktası var; biri Çaldıran ilçesi, diğeri de Başkale. Bir kısım sığınmacı ise pasaportla Kapıköy veya Gürbulak sınır kapılarından giriş yapıyor. PKK ile olan sıcak çatışmalardan dolayı pek tercih edilmese de Hakkâri’den giriş yapan sığınmacılar da var.
26 Aralık 2019’da da Van Gölü’nde mültecileri taşıyan teknenin kazaya uğradığını, yedi mültecinin hayatını kaybettiğini biliyoruz. Sualtı taramalarından elde edilen görüntülerden bu teknelerin göl içinde kullanılan küçük “dolmuş” tekneler olduğu anlaşılıyor…
Son kaza Aralık 2019’da Adilcevaz’da yaşanana benzemiyor. Gölün dibine batmış bir tekneden cesetlerin çıkarıldığı o olay maalesef bir ilk. Bunlar insani duyguları olan her insanı derinden etkileyen facialar. Bilmediğiniz bir ülkede gölün ortasında batıyorsunuz… Yüzme bilseniz bile nereye yüzeceğinizi bilemezsiniz.
Mültecilerin Van Gölü’nü geçiş yolu olarak kullanması çok mantıksız geliyor, bunun nedeni ne olabilir?
Van Gölü üzerinden geçiş, karayoluna göre hem daha uzun sürüyor hem de tehlikeli. Van şehir merkezinden Bitlis Tatvan’a karayoluyla bir saatte gidilebiliyorken tekneyle bu mesafe beş saat sürüyor. Van Gölü üzerinden geçişlerin tek amacı jandarma kontrol noktalarına yakalanmamak. Bu noktalarda yakalanıp sınır dışı edilmemek için balıkçı tekneleriyle Van Gölü kullanılarak geçişler yapılıyor. Van’da iltica talep etmemelerinin nedeniyse bu sürecin uzun ve belirsizliklerle dolu olması. Bu uzun prosedüre takılmamak için bir şekilde başka bir ülkeye geçip iltica işlemlerini orada başlatmak isteyen mültecilerin sayısı çok fazla.
Mültecilerin hayatlarını tehlikeye atmayı göze alacak kadar bu kontrol noktalarına yakalanmaktan korkmalarının nedeni sınır dışı edilmek mi?
Son dönemde kontrol noktalarında veya sınır hattında yakalanan mültecilerin “push back” eylemine maruz kaldığını biliyoruz. Askerler mültecileri yakalayınca zorla İran’ın sınır hattına geri itiyor. Çok yakın bir tarihte İranlı bir parkur sporcusu sınırda yakalanarak zorla geri itildiği anlara ilişkin videoları paylaştı. Toplu olarak yakalanan göçmenlerin iltica talep etseler de taleplerinin işleme konmadığını, kısa sürede sınır dışı edildiklerini biliyoruz. Mevcut yasada henüz iltica talebinde bulunamadan yakalanan mültecilerin de iltica talep etme hakkı var. Ama iltica prosedürleri uygulanmıyor. Bu yüzden, jandarmaya yakalanmadan bulabildikleri imkânlarla batı illerine gitmeye çalışıyorlar. Bu amaçla ölümcül yolları göze alıyorlar.
İltica sistemini sadece sınır dışı etmek üzerine kurarsanız, maalesef göçmen ve sığınmacılar kış aylarında dağlarda donarak, yollarda trafik kazalarında ve en son Van Gölü’nde olduğu gibi sulara gömülerek hayatlarını kaybetmeye devam edecek.
İltica prosedürleri neden uygulanmıyor?
İnsanların yaşamlarını risk altına sokacak yöntemlere başvurmaması için sığınma ve iltica prosedürlerine kolaylıkla ulaşabilmeleri, bu prosedürlerin şeffaf, etkin ve hızlı işletilmesi gerekir. İltica sistemini sadece sınır dışı etmek üzerine kurarsanız, maalesef göçmen ve sığınmacılar kış aylarında dağlarda donarak, yollarda trafik kazalarında ve en son Van Gölü’nde olduğu gibi sulara gömülerek hayatlarını kaybetmeye devam edecek. Siyasi iktidar günlük siyasi çıkarları doğrultusunda göç politikalarını yönetiyor. Uzun yıllar Suriye’den gelen mültecilere “açık kapı” politikası uygulandı. Gelen mültecilerin siyasi veya fiziksel bir engellemeyle karşılaşmayacağı söylendi. Bu politika üzerinden Türkiye devleti birçok uluslararası kurum ve devletlerden fon ve destek aldı. Son yıllarda, siyasi atmosfer değişip Avrupa Birliği ile ilişkiler kötüleşmeye başlayınca bunu diplomatik bir araç olarak kullanma eğilimi başladı. Covid-19 salgınından önce Cumhurbaşkanı sınırların açıldığını söyledi ve Suriyeli ve diğer uyruklu mültecilerin başka ülkelere gitmesini teşvik etti. Pandemi başlayınca sınırdaki göçmenler zorla geri gönderilme merkezlerine alındı. Bazı göçmen ve sığınmacılar sınır dışı edildi. Maalesef göçmenler günlük siyasal çıkarlara göre değişen uygulamaların aracı haline geldi. Son aylarda iltica prosedürlerine ulaşma imkânını sınırlayacak güvenlikçi uygulamaya geçildiğini düşünüyoruz. Bu insanların hayatlarını bu şekillerde tehlikeye atmasının başka bir açıklaması olamaz.
Van’ın mültecilerle ilgili geçmişi son dönemle sınırlı değil, epey eskiye uzanıyor…
Türkiye’nin hiçbir kentinde göç ve mültecilik hadiseleri bilinmezken Ağrı ve Van’da mülteci geçişleri yaşanıyordu. İran İslâm devrimi sonrasında, 1980’lerden ‘90ların ortalarına kadar Ağrı göç konusunda merkezi bir konumdaydı. İran İslâm devriminden sonra İran Komünist Partisi, İran Kürdistan Demokrat Partisi, Komela, TUDEH ve diğer muhalif örgütlerin mensupları veya sempatizanı kişiler Türkiye’ye iltica etmek amacıyla geliyordu. Bu geçişler çoğunlukla İran’dan gelen mültecilerle sınırlıydı. İran’dan gelen mülteci sayısı az olduğu ve daha çok Ağrı gibi küçük kentlerde zorunlu ikamete tabi tutuldukları için Türkiye kamuoyunda bu durum görünmez bir sorundu. Yakın tarihe kadar Türkiye’nin mültecilerle ilgili bir mevzuatı da yoktu. 1988 yılında yaşanan Halepçe katliamıyla beraber Irak Kürtlerine yönelik Saddam operasyonları ile Irak’tan Türkiye sınırına kitlesel mülteci geçişi oldu. 1994’te İçişleri Bakanlığı’nın çıkardığı sığınma yönergesiyle uzun yıllar göç ve sığınma yönetimi polis eliyle idare edildi. Suriye savaşına kadar Türkiye’deki kayıtlı toplam sığınmacı ve mülteci sayısı 9-10 bindi. Bu nüfusun büyük çoğunluğu Van, Ağrı gibi sınır kentlerinde yaşıyordu. Bu yönetmelik uyarınca, düzensiz olarak giriş yapılan ilde zorunlu olarak ikamet ediyordunuz. Bu insanları üçüncü bir ülkeye yerleştirilme süreci çok kısa sürdüğü için konu toplum tarafından pek bilinmiyor, çok da hissedilmiyordu. Hukuk fakültelerinde bile mülteci hukuku öğretilmezdi. 2014’te Türkiye’de ilk kez Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu yürürlüğe girdi. Bu alan Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı, polis tarafından yürütülen bir alan iken 2014’ten sonra İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü isimli sivil kurum kuruldu, ama Türkiye 1951’de çıkarılan Mültecilerin Hukuki Statülerine Dair Sözleşme’ye koyduğu coğrafi çekinceyi hâlâ muhafaza etmeye devam ediyor.
Uluslararası kurumların tavırlarını sadece mülteci alanıyla ilgili değil, ülkede yaşanan tüm hak ihlâlleriyle bağlantılı görmek gerek. Bir suskunluk içinde olduklarını ve hükümetin uygulamalarını onayladıklarını anlıyoruz. Van Gölü’ndeki kazayla ilgili de kayda değer bir açıklama görmedim.
Coğrafi çekince nedir?
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Birleşmiş Milletler mülteci sözleşmesi hayata geçirildi. Bu sözleşme Avrupa Konseyi’ne üye ülkelerdeki mülteci olma kriterleri taşıyan kişilere mülteci statüsü tanınmasına dair bir düzenleme. 1967’de New York protokolünün “Dünyanın herhangi bir yerindeki bireyler ülkelerini terk ettiklerinde mülteci statüsü tanınır” maddesiyle eski sözleşmedeki coğrafi sınır kaldırıldı. Ancak, Türkiye yasaya çekince koydu ve o tarihten beri Avrupa Konseyi’ne üye ülkelerden gelen kişileri ve bu sözleşmedeki kriterleri taşıyanları “mülteci” olarak kabul ediyor. Türkiye bu coğrafi çekincesini uzun yıllardır koruduğu için ‘80’li yıllarda İran’daki rejim değişikliğinden sonra ülkesini terk eden insanları mülteci statüsünde görmedi. ‘80’lerin ortalarından beri Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Türkiye Ofisi İranlı mültecilerin üçüncü bir ülkeye yerleşmesi konusunda çalışmalar yapıyordu.
Birleşmiş Milletler’in artık Van’da bir ofisi yok mu?
1997’de Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği Van’da Türkiye ofisi açmıştı. Van depremine kadar faaliyetlerine devam ediyordu. Bu ofisin varlığı mülteciler için Van’a geliş nedeniydi. Sığınma başvuruları ile statü belirleme işlemlerini Türkiye devleti ve Birleşmiş Milletler paralel bir sistemle birlikte yürütüyordu. Göç İdaresi faaliyete başladıktan sonra, BMMYK bu alandan adım adım çekildi. Bu kurumların Van ve çevresinden sorumlu tek bir “irtibat kişisi” var artık. Bütün inisiyatifi İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğüne devrettiler. Uluslararası kurumların tavırlarını sadece mülteci alanıyla ilgili değil, ülkede yaşanan tüm hak ihlâlleriyle bağlantılı görmek gerek. Bir suskunluk içinde oldukları ve hükümetin uygulamalarını onayladıklarını anlıyoruz. Van Gölü’nde meydana gelen tekne kazasıyla ilgili de kayda değer bir açıklama görmedim. Sadece “kaygı duyuyorlar”.
Sizce bu suskunluğun nedeni ne?
Avrupa devletleri kendi ülkelerine toplu mülteci akını istemediklerinden bu sorunu sınırları dışında tutmak istiyor. Türkiye’yi sorunun jandarması yapma eğilimindeler. Bu yüzden, uzun yıllardır Avrupa ülkelerine yerleştirilen mülteci sayısı çok az. “Ne yaşanırsa yaşansın, yeter ki bizim sınırlarımızın dışında yaşansın” gibi bir yaklaşımları var. Türkiye’de bu konuyla bağlantılı çalışan uluslararası bir kurumdan bir açıklama duymamışsınızdır. Bu son olayın ardından Avrupa Birliği delegasyonundan konuyu anlamak üzere baromuzdan bilgi almak için temas kuran kişiler var, ama kurumsal bir çaba göremiyoruz. Belki de Türkiye devleti kurumlarıyla görüşmüşlerdir. Ama olayların yaşandığı bölgelerde bunun bir karşılığını göremiyoruz.
Sizin de üyesi olduğunuz Van Barosu Göç ve İltica Komisyonu ne gibi faaliyetlerde bulunuyor?
Komisyonumuz ağırlıklı olarak gönüllü çalışan avukat meslektaşlarımızdan oluşuyor. Temel çalışma alanımız Van ve bölgemizde göçmen, sığınmacı ve mültecilere yönelik hak ihlâllerini takip etmek, bu alanda dönemsel ve tematik raporlamalar yapmak, hak ihlâllerine maruz kalan sığınmacı ve mültecilere hukuki destek sunmak ve meslektaşlarımıza yönelik bu alanda meslek içi eğitim seminerleri düzenlemek.
Tutuklanan insan kaçakçısının eskiden bir inşaat işçisi olduğu söyleniyor. Bu dönüşüm size ne düşündürüyor?
Göçmen kaçakçılığı son yıllarda bir sektöre dönüşmüş durumda. Riski çok az ve büyük rant elde edebileceğiniz bir kaçakçılık türü. Ceza İnfaz Kanunu’nda bu tür suçlar için yapılan değişikliklerden sonra, insan kaçakçılarına verilen cezalar anlamsızlaştı ve fiilen cezasızlık politikasının koruma zırhı altına girdi. İnsan taciri yakalandıktan sonra, en fazla üç ay cezaevinde tutulur, ardından tahliye olur. Cezasızlığın yaygın olduğu bir alan. Ayrıca, göçmen kaçakçılığı yapmak için sermayeye ihtiyacınız yok ve çok yüksek paralar kazanabilirsiniz.
Göçmen kaçakçılığı son yıllarda bir sektöre dönüştü. Riski çok az ve büyük rant elde edebileceğiniz bir kaçakçılık türü. Ceza infaz Kanunu’ndaki değişikliklerden sonra, insan kaçakçılarına verilen cezalar anlamsızlaştı ve fiilen cezasızlık politikasının koruma zırhı altına girdi.
Bu ücretler hakkında bilginiz var mı?
Kişi başı 500 dolar ile bin dolar arası ücret alındığını duyuyoruz. Bir ayda 200 göçmeni sınırdan geçirdiğiniz düşünün. Bu parayı inşaat işçiliğinden veya başka bir işten bu kadar kolay kazanamazsınız. Bu yüzden insan kaçakçılığı, benzin veya sigara kaçakçılığından daha çok tercih edilir noktaya geldi.
Cenazeler ailelerine nasıl ulaştırılıyor?
Hayatını kaybeden göçmenin eğer kimliği tespit ediliyorsa savcılık ülke konsoloslukları ve elçilikleriyle temasa geçiyor. Kimliği belli olan cenazeler ülkelerine gönderilebiliyor. Ama çoğunun kimliği olmuyor. Özellikle Afganistan ve Pakistan’dan gelen göçmenlerin kimliği yok. Bazı göçmenler insan tacirlerinin hazırladığı sahte kimlikleri kullanıyor. Bu yüzden kimlik tespiti güçleşiyor. Cenazeler 15 gün morgda bekletiliyor. Bu süre içinde kimse sahip çıkmazsa, kimsesizler mezarlığına defnediliyorlar.
Kimsesizler mezarlığına defnedildikten sonra yakınlarının onları bulma ihtimali var mı?
Cesetler adli tıp kurumunda fotoğrafları çekilerek numaralandırılıyorlar. Fotoğrafla teşhis yapıldıktan sonra DNA testi sonuçları uyuşuyorsa cenazeler çıkarılıp ailelere teslim edilebiliyor. Bu kış donarak ölen yedi kişiden ikisinin kimliği tespit edilebilmişti. Kobané’den gelen evli bir çift… Suriye sınırı kapalı olduğundan Irak’tan İran’a oradan da Van’a gelmek istemişler. Sınırdan geçiş yapmak isterken donarak hayatlarını kaybetmişler. Aileleri de Urfa’da mülteciymiş. Van’a gelip cenazeleri teslim aldılar. Bu olayda hayatını kaybeden diğer beş kişi kimsesizler mezarlığına defnedildi. Bangladeşli, Pakistanlı, Afganistanlı ailelerin ne ekonomik durumları müsait ne de vize alabilirler. Yoksulluk cenazeleri almayı da engelliyor. Ağrı’da hayatını kaybeden bir mülteci gencin ailesinin Türkiye’ye gelemediğini biliyorum.
Van’da yerli halk ile göçmenler arasında bir gerilim var mı?
Van’da ayrımcı bir tepki hiç olmadı. Van toplumu açsından mülteciler yeni bir mesele değil. Şehir merkezinde çalışan 3 bine yakın göçmen var. Türkiye’nin diğer bölgelerinde olan yabancı düşmanlığını Van için söyleyemeyiz. Tam tersine, dayanışma kültürünün olduğunu söyleyebilirim. İnsanlar çok iyi koşullarda yaşamıyor belki, ama ırkçılık ve yabancı düşmanlığı yok. Van depreminden sonra 1500 civarında mülteci başka kentlere nakledilmişti. Bu mülteciler depremin etkileri geçtikten sonra Van’a geri döndü. Gittikleri yerlerde iyi karşılanmamışlardı.
Geçtiğimiz aralık ayında yapılan bir haberde “Mültecilerin yaşamlarına kasteden bazı kişiler ‘ceset soyuculuğu’ yapıyor. Soğuktan donan mülteciler ya öldükten sonra ya da daha yaşarken soyuldukları, elbiselerinin, ayakkabılarının, kimlik ve paralarının alındığını tespit ettik” diyorsunuz. Van’daki genel ekonomik ve toplumsal tablo nasıl?
Bu tespitimizi özellikle sınır hattında cesetleri bulunan sığınmacı ve göçmenlerin üzerinde çok ince kıyafetlerin olması, ayaklarında ayakkabı olmaması ve en önemlisi de yanlarında onlara ait kişisel hiçbir eşyalarının bulunmaması nedeniyle yapmıştık. Bu durumun Van’da yaşanan ekonomik ve toplumsal tablodan çok göçmen kaçakçılarıyla ilgili olduğunu düşünüyoruz. Çünkü bu yerler ağırlıklı olarak bu istismarcı kesimin kontrolünde. Yani yerleşim yerleriyle ilgisi olmayan ıssız alanlarda ölen insanların üzerlerindeki eşyaların bu kişilerce alındığını tahmin ediyoruz.