ÜCRETSİZ İZNE ÇIKARILAN SİNBO İŞÇİLERİNİN DİRENİŞİ

Söyleşi: Bekir Avcı
28 Kasım 2020
SATIRBAŞLARI

Önce eylülde iki ay ücretsiz izne gönderildiler. Kasım geldiğinde “izin” iki ay daha uzatıldı. Adı izin, aslı işten çıkarma. Altı Sinbo işçisi aylardır işsiz. Sendikal faaliyet yürüttükleri için “ücretsiz izin” ile cezalandırılan işçiler 10 gündür şirketin Haramidere’deki fabrikası önünde direnişte. Bağımsız sendika Tüm Otomotiv ve Metal İşçileri Sendikası (TOMİS) üyesi Sinbo direnişçileri Dilbent Türker ve Hüsne Kuralay ile TOMİS’in yönetim kurulu üyesi Onur Eyidoğan’ı dinliyoruz.

Sinbo nasıl bir fabrika, çalışma şartlarınız nasıldı?

Dilbent Türker: Üç senedir Sinbo’da çalışıyorum. Kettledan tost makinesine kadar binlerce ürünün üretildiği bir fabrika. Çalışma şartları hep ağırdı. Üç sene boyunca maaşlarım geç yatırıldı, parça parça verildi. Sürekli istifaya zorlama söz konusuydu. Bunda başarılı da oluyorlardı. Özellikle kadın işçilere mobbing, baskı had safhada. Devamlı performans dayatması var. Sistemdeki eksikleri gidermiyor, düzeltilebilecek hataları düzeltmiyorlar, işçi kendi gücünü zorlayarak, kendisini daha fazla yorarak hataları gidermeye çalışıyor.

Ne gibi eksikler, hatalar mesela?

Türker: İçeride temizlik personeli yok. Tuvaletler sadece günde bir kere, içeride boşta olan bir işçi varsa ona temizletiliyor. Yemekler kötü. Pandemi başladığında marttan mayısa kadar maske verilmedi bize. Takabilen takıyordu, takamayan takmıyordu. Daha sonra sadece sabahları bir maske dağıtmaya başladılar. Dezenfektan da her yerde gördüklerimizden farklıydı, kullanılacak gibi değildi.

Patronlara kıyak, işçiye hak gaspı demek ücretsiz izin. Ücretsiz izinli olduğumuz sürede sigortamız yatmıyor, 1168 lira yetmediği için ek işlerde çalışmaya çalışıyoruz, o da pek olmuyor, olursa da sigortasız olduğu için daha ağır şartlarda oluyor.

Onur Eyidoğan: Pandemi sürecinde çalışma koşulları iyice ağırlaştı. İşçiler insanlık dışı uygulamalara maruz kaldı. Lavaboya gitmek isteyen bir işçiye “dön, makinenin başına otur” denebilen düzeyde davranışlar sergilendi. Lavabolar da, hani bir tabir vardır ya, “köpek bağlasan durmaz” diye, köpek de bağlanmamalı tabii ki oraya, ama böyle ifade edebileceğimiz düzeydeydi. Yemekler çok sağlıksızdı. Pandeminin başından bu yana, 200’e yakın arkadaşımız koronavirüse yakalandı. Belirtisi olan işçiler teste dahi gönderilmedi, “testini nasıl yaptırırsan yaptır” dendi. Devlet korona sürecini nasıl “yönetiyorsa” fabrikalar da aynı şekilde “yönetti”. Devlet zaten patronların çıkarını gözeterek adım atıyor. Bugün AKP-MHP iktidarı patronlar ne istiyorsa onu hayata geçiriyor… Bizler Tüm Otomotiv ve Metal İşçileri Sendikası (TOMİS) olarak bütün bunların düzletilmesini istedik. Aksi takdirde pandeminin alıp başını gideceği uyarısında bulunduk. Biz “gerekiyorsa ücretli izne kadar bu önlemler artırılmalı” derken, bu beklentideyken, onlar sendika üyelerimizin de artmasıyla birlikte, altı öncü işçi arkadaşımızı 11 Eylül’de ücretsiz izne gönderdi. 500 kişilik bir fabrikada altı işçiyi ücretsiz izne çıkardılar. Mücadelemiz o tarihten beri basın açıklamaları, eylemler, etkinliklerle sürüyor. 18 Kasım’da iki aylık ücretsiz izin sonlanacak, işçi arkadaşlarımız işbaşı yapacaktı güya. Ancak, Sinbo yönetimi işbaşı yaptırmak yerine arkadaşlarımızın ücretsiz izin süresini iki ay daha uzattı. Böyle olunca da biz fabrika önüne direniş çadırımızı kurduk.

Hangi gerekçeyle sizleri ücretsiz izne gönderdiler?

Hüsne Kuralay

Hüsne Kuralay: Yaklaşık dört senedir Sinbo’da kontrolcü olarak çalışıyorum. Banttan gelen, yani montajı tamamlanmış ürünleri kontrol edip pakete gönderiyordum. Pandeminin başında beni iki hafta senelik izne çıkardılar, ama eleman eksikliği olunca tekrar çağırdılar. Daha sonra bazı arkadaşlar bir buçuk ay kısa çalışma ödeneğine gönderildi. Montajın yöneticisi demiş ki, “bana sağlam adamlar lâzım”, bu yüzden beni göndermediler. Eylül ayında ise performansımızı yetersiz gördükleri gerekçesiyle ücretsiz izne çıkardılar.

Yani, performansınızdan ötürü sizi fabrikada tutan yönetim, sonra da performans yetersizliği gerekçesiyle ücretsiz izne gönderdi.

Kuralay: Tam öyle oldu. Bazı işçileri izne çıkarmışlardı, o sırada pozitif vakalar olunca gelmeyenler oldu. Bu yüzden beni tuttular. Gelmeyenlerin işlerini de yapıyordum. Ama ne hikmetse, 11 Eylül’de ücretsiz izne gönderdiler.

Türker: Ücretsiz izne gönderildiğimizde fark ettik ki, sadece altı kişiyiz ve altımız da sendika üyesiyiz. Bizi çıkarmalarının üzerinden bir hafta geçmedi ki, yüze yakın kişiyi işe aldılar. İşçi alımı hâlâ devam ediyor.

Ne gibi sendikal faaliyetleriniz vardı fabrikada?

Türker: Maaşlarımızın geç yatırılmasına, parça parça verilmesine karşı faaliyet yürütüyorduk. İş durdurma, iş yavaşlatma eylemleri yapıyorduk. Bu sayede maaşlarımızda kısmi düzeltmeler yapılmıştı. Şartlarımızın düzeltilmesinin ancak sendikalı olmakla mümkün olduğu inancını oluşturduğumuz için bizi tehlikeli görmeye başladılar. Zaten içeride özellikle sendika üyesi arkadaşlara, bizlerle muhabbeti olan arkadaşlara muazzam bir baskı vardı. Hâlâ öyle, bu yoğun baskı devam ediyor. İşçilere açlık, işsizlik sopası gösterilerek, “sendikaya üye olursanız sizin de başınıza aynısı gelir” demek istiyorlar. Bunu yıkacak tek şey bizim buradaki inancımız ve kararlılığımız olacak. Başka şekilde düzelmez. Çünkü bizler sustukça haklarımızı kaybediyoruz. Hiçbir şey yapmayıp sessiz kalırsak, daha da kötüye gidiyor her şey. O yüzden hem içerideki arkadaşlara hem bütün işçi arkadaşlara direndikçe, mücadele verdikçe, bir arada oldukça bir şeylerin değişeceği mesajını vermeye çalışıyoruz.

Patronların her dediğini yapan AKP-MHP iktidarını zorlamazsak, bugün geçici olan yasa kalıcılaştırılacak. Pandeminin başında diyorlardı ya, “bu süreç bizim için bir fırsat”, gerçekten fırsata çeviriyorlar. Ücretsiz izni sesini yükseltenlere, özellikle sendikalı işçilere karşı kullanılıyor.

“Ücretsiz izin” adlandırması sanki işçiye gerçekten de bir izin, hak veriliyormuş havası yaratıyor. Bu adlandırmayı nasıl değerlendirirsiniz?

Kuralay: İzin değil, bir cezalandırma, hak gaspı…

Türker: İnsanlar tepki göstermesin diye süslemişler. Sanki iyi bir şeymiş de, insanların sorununu çözüyormuş da. Öyle değil aslında. Patronlara kıyak, işçiye hak gaspı demek ücretsiz izin. Ücretsiz izinli olduğumuz sürede sigortamız yatmıyor, 1168 lira yetmediği için ek işlerde çalışmaya çalışıyoruz, o da pek olmuyor, olursa da sigortasız olduğu için daha ağır şartlarda oluyor. Yani, ücretsiz izin patronlara sunulmuş bir kıyak. Onlar istiyor, hükümet yasayı geçiriyor.

Eyidoğan: Ücretsiz izin saldırısı pandemiden önce de vardı. Ancak, işçiden onay alma şartı gerekiyordu. İşçinin onayını ortadan kaldırmaya pek yeltenemiyorlardı, çünkü buna tepki olacağını biliyorlardı. Pandemi sürecinde bunu fırsata çevirdiler. Bunu ilk önce “pandemi koşullarının ekonomik ve sosyal hayata etkilerinin azaltılması kapsamında işten çıkarma yasağı” olarak adlandırdılar. 7244 sayılı geçici yasayla bunu yasalaştıracaklarını söylediler. Bunun kısa adı ücretsiz izin oluyor; devlet patrona işçiyi işten çıkarma yasağı koyuyor, ücretsiz izne çıkarmayı salık veriyor. “Günlük 39 lira, aylık 1168 lira destek sunacağım” diyor. Oysa bu destek zaten bizim fonlarımızdan karşılanıyor, bunu ne devlet ne de patron veriyor, bizim yıllardır çalışıp işsizlik fonunda biriken ücretlerimiz. Bir de diyorlar ya, “işten çıkarmayı yasakladık” diye. Aslında işten çıkarmak yasak değil, vergiye bağlandı. 3990 lira işçi başına devlete para verirse patron, işçi çıkarabiliyor. Yani işten çıkarma yasaklanmadı, vergiye bağlanmış oldu. İşsizlik Türkiye’de aldı başını gidiyor. Bugün milyonlarca kişi işsiz. O rakamları dizginlemek için bunu yaptılar.

Sinbo fabrikası işçiyi işten atmış görünmüyor, ücretsiz izne yollamış oluyor. Bir yandan da işçi alımına devam ediyor dediğinize göre. Sinbo’daki durum özelinde, bu rakamlarla oynama meselesi nasıl işliyor, anlatır mısınız?

Onur Eyidoğan

Eyidoğan: Dediğiniz gibi, bir yandan ücretsiz izne çıkarıyor, bir yandan işçi alıyor fabrika. Bu durumda Sinbo yönetimi bir yandan istihdama katkı sağlamış görünüyor ve işsizlik rakamı bu şekilde düşük gösteriliyor. Bir yandan da ücretsiz izne çıkardığı işçileri sigortasız işlere itiyor. Bugün 1168 liraya yaşamak mümkün değil, işçi sigortasız işe yöneliyor mecbur. Yani işçiler sigortasız, güvencesiz çalışmaya devlet eliyle itiliyor. Bu kalıcılaştırılmak isteniyor. Patronların her dediğini yapan iktidarını zorlamazsak, bugün geçici olan yasa kalıcılaştırılacak. Pandeminin başında diyorlardı ya, “bu süreç bizim için bir fırsat, bunu değerlendirmeli, avantaja çevirmeliyiz”, gerçekten de süreci fırsata çeviriyorlar. Patronlar ne istediyse hayata geçirilmiş oldu. Ücretsiz izni de sesini yükseltenlere, özellikle de sendikalı işçilere karşı kullanılıyor patronlar.

Bu süreçte nasıl geçiniyorsunuz?

Kuralay: Ücretsiz izne çıkarılınca bir hasta bakıcılığı işi buldum, sigortasız tabii ki. Orada çalıştım biraz, sonra bakıcılığını yaptığım kişi vefat etti. İş yok şu anda, kirada yaşıyorum ve çok zor.

Türker: Kredi kartlarıyla geçinmeye çalışıyorum. 17 Kasım’da iş başı yapacağımız umuduyla hareket etmiştim. Şimdi bu süreç yine uzatıldı. Kredilerimi ödeyemedim, faturalarım aksıyor. İş bulmaya çalışıyorum, ama şartlar gerçekten çok kötü. Dişimi sıkıp çalışırım yine, ama nereye kadar? Onların keyfi için neden sigortasız ve kötü koşullarda çalışayım ki?

Fabrika yönetimiyle diyalog kurabildiniz mi?

Türker: Direnişimizin ikinci gününde alana servis çekmişlerdi. Biz de öyle olunca gittik, fabrikanın kapısına kurduk çadırı. Polis çağırdılar. Kararlılığımız karşısında servis geri çekildi, çadırımızı aynı yere çektik biz de. Sonra da bazı patron yanlısı adamlar müzik açıp bizimle alay etmeye çalıştılar. Direnişimizin dördüncü günüydü, Sinbo patronu Mehmet Demir işçilerle cumaya gidiyordu. Dönüşte önünü kestik. Konuşmak istediğimizi söyledik. Durmadı, devam etti, ama biz kararlı davrandık, konuşmak istedik ısrarla. “Sizin yüzünüzden buradayız” dedik, o da bize, “benim işim başımdan aşkın” dedi, geçiştirdi. Müdürleri, korumaları bizi itip kaktı. “Bizim sayemizde zengin oluyorsunuz, haklarımızı istiyoruz, eninde sonunda sendikamız içeriye girecek” diye seslendik kendisine.

İŞKUR’un verilerine göre, yarım milyondan fazla ücretsiz izne yollanan işçi var, bir buçuk milyondan fazla da kısa çalışma ödeneği ödenen işçi. “Üç milyona yakın işçi kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izinden yararlandı” diyerek bunun propagandasını yapıyorlar.

Hukuki süreç başlattınız mı?

Eyidoğan: 11 Eylül’de arkadaşlarımız ücretsiz izne çıkarıldığında hemen aynı hafta fabrika yönetimine ihtar çektik. Attıkları adımın eşitlik ilkesine aykırı olduğunu, 500 işçinin çalıştığı bir fabrikada yalnızca altı işçinin ücretsiz izne çıkarılamayacağını belirttik. Aslında, sendikal faaliyete saldırı gerçekleştirildiğine dair bir ihtar çekmiş olduk. Bu ihtarın ardından hemen dava başvurumuzu da yaptık. Davanın ardından, biliyorsunuz, iş davalarında arabuluculuk şartı var 2018’den beri, bu görüşmeye Sinbo’nun avukatı geldi. “Bizim görüşeceğimiz bir şey yok, devletin bize verdiği yasal hakkı kullandık, ücretsiz izne çıkardık” dedi, çünkü AKP-MHP iktidarı onlara istedikleri yasayı vermiş. Dava süreci başlamış oldu böylece. 26 Şubat 2021’de ilk duruşmamız görülecek. Bu, ücretsiz izin konusunda ilk dava olacak. Kazanımla sonuçlanırsa emsal bir karar olacak.

Neden emsal olacak?

Eyidoğan: Şöyle ki, işçilerin iş akdi feshedilmiş değil, bu nedenle tam anlamıyla işe iade diyemiyoruz. Evet, işçinin işe geri dönmesi gerekiyor, ama normalde iş akdi feshedildikten sonra işe iade edilir işçi. Elbette işe geri dönme talebi var, ama böyle de bir karmaşa var. Hukuk açısından bir boşluk söz konusu: Sendikal faaliyete saldırı olduğu ve bu belgelenebildiği için sendikal tazminat var ortada, eşitlik ilkesine aykırılık var, kötü niyet var… Karışık ve kabarık bir dosya yani. Geçmişte böyle bir şey yoktu. Herhangi bir fabrikada, herhangi bir işçi daha önce böyle bir durumla karşılaşmadığı için, bu açıdan yeni bir dava olmuş olacak. Kazanıldığında da işçiler adına emsal teşkil edecek. Bu dönemde çok fazla ücretsiz izne çıkarılan işçi var, bu nedenle hukuki boyutu önemli. Bu ülkede yasalar fiiliyatın arkasından geliyor. Ücretsiz izne karşı gerçekten mücadele edip sesini yükseltebiliyorsan, bunun karşısında durabiliyorsan, yasa da senin arkandan sürüklenir. Bu nedenle işçilerin örgütlülüğü ve buna karşı yükselttiği ses bu davalarda belirleyici oluyor.

Türkiye genelinde ücretsiz izne gönderilen işçi sayısı ne, buna dair bir veri var mı?

Eyidoğan: İŞKUR’un verilerine göre, halihazırda yarım milyondan fazla ücretsiz izne yollanan işçi var, bir buçuk milyondan fazla da kısa çalışma ödeneği ödenen işçi. “Toplamda üç milyona yakın işçi kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izinden yararlandı” diyerek bunun propagandasını yapıyorlar. Oysa kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin uygulaması bizler için bir hak değil, hak gaspıdır. Bu iki uygulama da bizlerin birikimimizle oluşturulan işsizlik fonundan karşılanıyor. Bugün üretimde azalma, daralma yok, aksine birçok fabrikanın üretiminde artış var. Mesela, yüz işçiyi kısa çalışma ödeneğinden yararlandırdı patron. Kendisi ücret vermiyor, “devlet veriyor” diyor. Söylemiştim, o da bizden aldığı ücreti vermiş oluyor aslında. Velhasıl, patron, kalan işçilerle aynı işi devam ettirmiş oluyor. Yani üç ya da dört işçiye yaptıracağı işi bir işçiye yaptırmış oluyor ve bir işçi ücreti ödüyor. Az işçiyle çok iş yapmış oluyorlar. Bu dönem, kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izinle birlikte sermayedarlar çok ciddi kâr marjları elde ettiler. Maliyetsiz iş yapmış oluyorlar çünkü.

Dilbent Türker

Türker: “Normalleşme” dedikleri dönemde birden bire üretim daha da arttı. İşçi alımı yoktu o zamanlar, ama aynı sayıdaki işçilere daha fazla iş yüklenmeye başlandı. Daha fazla mobbing başladı. Pandemi sürecinde bazı arkadaşlarımız ağır çalışma koşulları nedeniyle istifa etmek zorunda kaldı.

Eyioğan: Tam da bu nedenlerle kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin bizler için hak değil, hak gaspıdır. İkisi de kaldırılmalı. Aldığımız asgari ücret açlık sınırının altında, ekonomik kriz için bizden fedakârlık isteniyor; pandeminin faturası emekçilere kesiliyor. O zaman devlet niye var? Patronların devleti çünkü, o yüzden bize kesiliyor fatura.

Pandeminin merkezi fabrikalar. Son günlerde valiliklerin açıkladıkları kararlarda sanayilerde çalışma saatlerinde değişikliğe gidilmesinden söz ediliyor. Neden özellikle sanayiler? Onlar da pandeminin merkezinin fabrikalar olduğunu biliyor. Önlemleri ne, 8’deki iş başını 7’ye çekmek. Sinbo da bunu yaptı. Ateş ölçümünü kaldırıyor, dezenfektanlar büyük oranda boş, lavabolar temiz değil, ama çalışma saatini 7’ye çekince korona önlemi almış oluyor. Oysa gerçek önlem şudur: Bir fabrikada pozitif vakaya rastlanmışsa o bölümdeki bütün işçiler hızla testten geçirilmeli, o bölüm komple kapatılmalı…

Türker: Pozitif hastalarla temasımız olmasına rağmen bizi teste göndermediler. Pozitif hastaların çalıştığı bantlar dezenfekte dahi edilmedi. Bu da zincirleme vakalara neden oldu.

Çalışma şartları çok ağır, düzeltilmeli. Kadın işçiler üzerinde kurulan sözlü, fiziki, psikolojik tacize son verilmeli. Ücretsiz izne çıkarılan altı arkadaşımız derhal işe geri çağrılmalı. Kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin kaldırılmalı.

Talepleriniz ne?

Eyidoğan: İşçilere ücretli izin verilmeli, herhangi bir hak kaybı yaşanmadan, sigorta primleri eksilmeden, ücretleri düşürülmeden. Karantina sürecini evde geçirmeli işçiler. Zaruri ihtiyaçlar dışında üretim durdurulmalı. Sinbo özelinde ise, korona için ciddi önlemler alınmalı. Yaşam sorunu var. Pandeminin başından bu yana 500 çalışanın olduğu fabrikada 200’ü aşkın işçi koronavirüse yakalandı. Sinbo yönetimi sürü bağışıklığı olsun diyor. “Giden gider kalanla ben üretimimi sürdürürüm, kapıda işsiz çok” diyor. Temaslı işçilere yönetim doğrudan test yaptırmalı. Besin değeri yüksek yemekler verilmeli. Gece vardiyası sonlandırılmalı. Geceleyin 12 saat çalışan bir işçinin dinlenmesi mümkün değil. Pandemi sürecinde düzenli uyuma, dinlenmenin öneminden bahsediyor uzmanlar sürekli. Çalışma şartları çok ağır, bu düzeltilmeli. Kadın işçiler üzerinde kurulan sözlü, fiziki, psikolojik tacize son verilmeli. Ücretsiz izne çıkarılan altı işçi arkadaşımız derhal işe geri çağrılmalı. Kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin kaldırılmalı. Sıraladığım bütün bu talepler hem Sinbo hem de diğer fabrikalar için geçerli.

Türker: 11 Eylül’den beri süren mücadelemiz, taleplerimiz kabul edilene kadar devam edecek. Taleplerimiz sadece Sinbo için değil, tüm işçi sınıfı içindir. Bugün Türkiye’de sendikalı olmak işçilere uzak geliyor. İşçiler açlıkla, işsizlikle tehdit ediliyor. Sinbo’da da örnekleri var, sarı sendikalardan dolayı sahipsiz bırakıldıkları, satıldıkları için sendikalara karşı güvenini kaybeden işçiler var. Ama her sendika sarı sendika değil. Sendikaya üye olmayarak ya da korkarak bir şey elde edemeyiz, aksine daha çok kaybederiz. Bu vesileyle Sinbo’daki işçi arkadaşları da sendikalı olmaya, bu haklı mücadelemize omuz vermeye davet ediyoruz. Birleşirsek güçlüyüz.

^