KARABURUN BATI MAHALLELERİ TARIMSAL KALKINMA KOOPERATİFİ

Söyleşi: Ulus Atayurt
15 Aralık 2019
SATIRBAŞLARI

Ülkenin en batı ucunda, yöreye has türlü çeşit nebatatıyla, keçisiyle, kopanisti peyniriyle meşhur Karaburun yarımadasındayız. Muhteşem bir doğaya, ürün çeşitliliğine sahip olsa da köylü nüfusu giderek yaşlanıyor. Bu şartlar altında öncelikle yarımadanın batısında örgütlenmeye başlamış, şimdi 11 mahalleye yayılmış Karaburun Kooperatifi’nin bir buçuk yılda kat ettiği mesafeyi kurucularından Yalçın Diker anlatıyor.

 

Önce biraz Karaburun’u biraz tanısak… 

Yalçın Diker: Bakir bir yer Karaburun. Yarımadada bir tane bile sanayi tesisi yok. Geniş ve verimli coğrafyada sadece 10 bin kişi yaşıyor. Mikro kliması çok özel. Bu yüzden özgün ürünler yetişiyor. Örneğin, nergis İzmir’de birçok yerde yetiştirilir, ama Karaburun’unki gibi nefis kokmaz. Hakeza hurma zeytini de yöreye has. Kuzey rüzgârlarıyla denizden yükselen tuz zeytine yapışınca bir bakteri oluşuyor. Urla’da yetiştirmeye çalıştılar, başaramadılar. Karaburun’un batı köylerinden biri olan Sarpıncık’ın üzümleri doğrudan Osmanlı sarayına gidermiş. Altmış-yetmiş yıl önceye kadar üzüm devam etmiş. Tarımı bilen Rumların buradan gitmesinin de etkisi var. Gelenler arpa ve buğdayı beceremeyince bölgede kalmamışlar. Ancak önemli bir olumsuz etken de nüfusun giderek yaşlanması, emek yoğun bağcılık işini artık yapamaması. Yarımadada eskiden sakız yetiştirilirmiş. Ağaçların bir kısmı hâlâ yaşıyor. Sakız üretimini diriltmek için uğraşan arkadaşlar var. Ancak devlet toprak vermedi.
Karaburun’un keçileri yarımadada yetişen aromatik ve tıbbi bitkileri yiyerek nitelikli, güzel kokulu süt üretir. İzmir Kalkınma Ajansı aracılığıyla belediye bir tesis kurdu. Keçi sütü orada değerlendiriliyor. Ayrıca, çobanlar ilkel koşullarda evlerinde üretim yapıyor. Karaburun’un keçi sütünden yapılan kopanisti peyniri var. Peyniraltı suyundan çökelek, onun altındaki sudan da kopanisti üretiliyor. Harç yirmi gün boyunca yoğruluyor. Herkesin ağız tadına uymaz, ama rakı mezesi olarak çok meşhurdur. Epey de pahalıdır. Yarımada’nın adaçayı ve kekiği de çok özgün. Nüfus çok az olduğu için araba trafiği kısıtlı, dolayısıyla ürünlere ağır metaller bulaşmıyor. Bölgede büyük miktarda karabaş otu yetişiyor, dolayısıyla lavanta için çok uygun bir coğrafya. O yönde çalışmalar da yapılıyor. Eskiden her köyde üretilen karakılçık buğdayını tekrar deneyenler var. Karaburun’a has tüm bu ürünlerin coğrafi işaretlerinin alınması gerekiyor.

Atalık karakılçık buğdayı Seferihisar Belediyesi’nin önayak olmasıyla diriltilebildi mi?

Henüz tam değil. Ama diriltileceğine inanıyorum. Büyükşehir belediyesi Menemen’de deniyor. Biz de kooperatif olarak on dönüme ektik. Başarı garanti, çünkü yaşlı köylüler “biz zaten eskiden bunu ekiyorduk” diyor. Seferihisar’da da epey ekilmeye başlandı. GDO’suz ve zengin yapısı dolayısıyla fiyatı yüksek. Ekipte pişman olanla tanışmadım. Biz on dönümü daha çok tohumluk kullanacağız. Çünkü tohum bulmak epey zor. Bir arkadaş bir kilo hediye etti. İzmir Belediyesi de şimdi tohum desteği sağlıyor.

İzmir Belediyesi ile tarım kooperatifleri arasındaki ilişkiyi nasıl tarif edersiniz?

Belediyenin imkânlarıyla kooperatiflere satın alma garantisi veriliyor, böylece kooperatiflerin gelir ve istihdamı artıyor. Bu uygulama doğrudan küçük üreticiyi desteklemekten ziyade dolaylı olarak istihdam yaratıyor. Örneğin, Bayındır Çiçek Üreticileri Tarımsal Kalkınma Kooperatifi’nden belediye bir milyon çiçek alacak. Kooperatif de bunları civardaki üreticilerden sağlıyor. Çiçekçilik önemli bir sektör. Ama bence asıl önemli olan üretmeye niyetli, bir araya gelmiş köylülere doğrudan destek sağlamak. Bir kooperatif başkanı ile belediye başkanı anlaşamadığında bu model işlemeyebiliyor. Bayındır Kooperatifi sera kuruyor, köylüsünü işçi olarak alıyor. Üretici ortaktan ziyade kooperatifin çalışanı haline geliyorlar.

Kooperatifi belli ilkeler üzerine kurduk. En az yüzde elli kadın ortağımız olacak. Yönetim ya da denetim kurulunda her köyden en az bir üye bulunacak. Genç ve yaşlı, tarım ve hayvancılık yapan arasında denge tutturuyoruz.

Sizin kafanızdaki kooperatifin örgütlenmesi nasıl?

Karaburun Batı Mahalleleri Tarımsal Kalkınma Kooperatifi’nin kuruluşu öncesinde Türkiye’deki birçok modele, mesela Ovacık örneğine baktım. Ovacık bir başarı hikâyesi, ama yerel yönetimin imkânlarını kullanan herkes bunu başarabilir aslında. Kooperatif olarak zayıfsın, ama belediye para topluyor, toprağın da var. Ahmet, Mehmet, Ayşe, gelin şu buğdayı ekin, ben de satacağım” diyor. Bu model bize uymadı. Çünkü Karaburun’un sorunları yöreye has. Her şeyden önce nüfus yaşlı. İzmir Belediyesi “üret, alayım” yöntemiyle her ürünü, mesela mandalinayı alamıyor, çünkü mandalinanın ömrü kısa, okullara dağıtmak için iyi örgütlenmesi lâzım. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer “Beş yıl içinde kooperatiflerden alım garantisini 300 milyon liradan 1 milyar liraya çıkartacağız” sözü verdi. Dolayısıyla, ürünleri çeşitlendirmek gerekecek. İzmir modelinde tarım dışı kooperatif yok. Ayrıca, İzmir’de işleyen tüketici kooperatifi de yok. Kentte dört milyon tüketici var oysa. Yine de kooperatifçiliğin tukaka edildiği bir ülkede İzmir Belediyesi’nin uygulamaları başarılıdır. Ama, modelin küçük kooperatiflere pek destek vermediğini de teslim etmek gerek. Şimdilerde bir kabuk değişikliği gözlemleniyor. Bizim gibi küçük kooperatifler de belediyeye taleplerini iletmeye başladı. Taleplere dair kriterler olacak. Kooperatifin destekleri heba etmeyeceğinden emin olmak istiyorlar. Yoksa yedi kişi bir araya gelir, sırf yardımlardan faydalanmak, teşvik almak için kooperatif kurar.

Yarımadada yetişen aromatik ve tıbbi bitkilerle beslenen Karaburun keçisinin sütü meşhur

Kooperatifi kurmaya nasıl  karar verdiniz?

Karaburun Yarımadası’nın batısında Türkiye’nin en geri kalmış bölgelerindekine eşdeğer yaşayan bir coğrafya var. Burası eskiden beri varlıklı ve geri kalmış ikilemi içinde varolmuş. Börklüce Mustafa’ya kadar uzanan bir dışlanma geçmişi var. Muhalif olmanın sıkıntısını her daim çekmiş. Yarımada’nın batısında düşük nüfuslu altı köy yer alıyor. Bu köylere elektrik 1980’e doğru gelmiş, yol ise daha da geç açılmış. Halen örgütlendiğimiz altı köyde elektrik ve su kesintileri yaşıyoruz. Sağlık ocağı ya da eczane yok. Toplu taşıma haftada üç kere, bir gidiş bir gelişten ibaret. Genç nüfus yok. Teknoloji yok. Ama ayağını kaldır, dünyanın en nefis kokulu kekiğini buluyorsun. Zamanında Mustafa Alkış adlı ileri görüşlü bir köylü üzümlerin yerine enginar ekmiş. Köylü ilk önce “acı ot” ekiyor diye ona gülmüş. Ama bugün enginarın tanesi 2-2.5 lira. Çok özel mor renkli enginarların alıcısı doğrudan İstanbul. Köylüler enginar sayesinde çocuklarını İzmir’de okutmuş. Köylerdeki okulların kapatılması da genç nüfusun azalmasına yol açmış.

Kooperatifiniz hangi ürünleri üretiyor?

Önce mandalinadan yola çıktık. Türkiye’de mandalina hâlâ beş yıl önceki fiyattan satılıyor. Karaburun’un yolu çok kıvrımlı ve kötü olduğu için pek tüccar gelmiyor. Gelen üç tüccar da kendi aralarında anlaşıp fiyatı belirliyor. Girdi maliyetinin yüksekliği nedeniyle köylü ürününü “yeter ki beni kurtarsın” diye düşük maliyetle tohurcuya veriyor. Tohurcuların politikacılarla, muhtarlarla yakın ilişkileri var. Gerektiğinde köylülerin içinden seçtikleri kişileri de tohurcu yapıp feodale yakın bir düzen kurmuşlar. Önceki belediye başkanı CHP’li Ahmet Çakır’dan mandalina konusunda destek istedim, vermedi. Tarımsal kalkınma kooperatifi kurmak çok zor. Daha da zor olanı kapatmak. Kooperatifçiliğin yedi ilkesinden biri de bağımsızlıktır. Ama çerçeveyi bürokrasi çiziyor. Coğrafi çalışma alanınızı genişletmek için valinin izni gerekiyor. Aidatları, katılım payını artırmak, ana sözleşmedeki her değişiklik için de hakeza. O zaman ben ne anladım bağımsızlıktan!

Renkli Orman Okulu bizden ürün almak istedi. Köylünün üzerindeki ölü toprağını atmak için bu türden ortaklıklar çok önemli. Köylüler mandalina parası ve emekli maaşıyla geçiniyor, bahçesindeki domatesle yetiniyor.

Köylü kooperatifçilikten, kendi arkadaşlarından kazık yediği için örgütlenmeye sıcak bakmıyordu. En çok da sulama kooperatifi konuşuluyordu. Çok borç çıkmış. “Bir sulama kooperatifi nasıl zarar eder?” diye soruyorlardı. Sonuçta, su çıkarıyor, dağıtıyor ve parasını alıyor. Kooperatiflerde bir numaralı mesele yöneticiler. Bütün STK’lardaki gibi angaje insan sayısının azlığı da bir sıkıntı. Bir önemli sorun da sermaye eksikliği. Topladığın 5-10 bin lirayla kooperatif kurulmuyor. Muhasebeci masrafları, yüzde 20 stopaj vergisi, daha bir şey üretmeden her ay 1300 lira masraf. Devletin kooperatiflere başlangıç kredisi vermesi gerekir. Bir de ben yöreye sonradan geldim. Bunun hem avantajları hem de dezavantajları var. Çünkü, diyelim dayımın oğlu kooperatif başkanı. Yolsuzluk yaptığını görüyorum, ama şikâyet edemiyorum. Yabancı olunca sorun daha kolay çözülüyor. Yatırım yapıp girdi maliyetlerini aşağı çekmek gerekiyor. Mesela fideyi 75 kuruştan alıyoruz. Bir sera kurup kendin üretirsen 15-20 kuruşa mal edebilirsin. Tıpkı çocuk gibi, hiçbir yapı doğrudan yürümeye başlamıyor, önce düşüp kalkması lâzım.

Karaburun üzümü yaşlanan nüfusun emek yoğun bir iş olan bağcılığı terketmesi yüzünden tehdit altında (Fotoğraf: Şahan Nuhoğlu)

Altı köyle yola çıktınız, öyle mi?

Şimdi genişledik. Büyükşehir Yasası’yla köylere mahalle statüsü verildi. Karaburun merkez dahil 11 mahalleye ulaştık. İlk altı köyün toplam nüfusu bin kadar. Bunların yarısı Küçükbahçe’de yaşıyor. Kooperatifin 70 kadar üyesi var. Burada asıl ürün zeytin. Ancak, coğrafya dik, ağaca ulaşmak, bakımını yapmak zahmetli. Daha az emek yoğun olduğu için insanlar mandalinaya odaklanmış. Çünkü ürünü tohurcuya kestiriyorsun. Sulaması da sulama kooperatifinden. 60-65 yaş ortalaması olan bir köy için uygun. Hemen her hanenin Bağ-Kur emekliliği var. Köyde yaşam ucuz. Mandalinadan ne gelirse ekstra. Büyükşehir Yasası’yla köylünün elindeki bütün gayrimenkuller belediyelere devredildi: Açık bir gasp. Belediyeler “Bu toprakları senden aldım, sen kullanmaya devam et” demiyor. Karaburun Belediye Başkanı İlkay (Girgin Erdoğan) hanımdan söz aldık.

Kooperatifin örgütlenmesi nasıl?

Devlet bir ana sözleşme dayatsa da kooperatifi belli ilkeler üzerine kurduk. En az yüzde 50 kadın ortağımız olacak. Yönetim ya da denetim kurulunda her köyden en az bir üye bulunacak. Genç ve yaşlı, tarım ve hayvancılık yapan arasında denge tutturuyoruz. Karaburun merkezden üye olmak isteyenlere “ne üretiyorsun” diye soruyoruz. Dağlardan toplayıcılık yapabilir, reçel hazırlayabilir; yeter ki üretsin. Ortak sayımız bir senede 32’den 64’e çıktı. Önümüzdeki bir senede bunu da ikiye katlayacağız. Destek istediğinizde, ortak sayısına da bakıyorlar. Hedefimiz herkesi ortak haline getirmek. Köylünün “bekle gör” politikası var. Kimseyi ısrarla ortak etmiyoruz. Çıkarları gereği ortak olmak istemeliler. Ben bugün ölsem kooperatif devam etmez. Demek ki henüz tam mânâsıyla kurulmadık. Ekip haline gelmeye yavaş yavaş başlıyoruz. Acele etmemek lâzım.

Foça Yoğurt Kooperatifi çok nitelikli yoğurt yapıyor. Yüz kadar süt üretici ortağı, bir de fabrikası var. Satış sorununu bir market zinciriyle çözmüş. Büyüme derdinde değil. Ortakları iyi gelir elde ediyor. Bu modeli örnek alıyoruz.

Küçük kooperatiflerin en önemli sorunlarından biri de pazar. Bu konuda nasıl çözümler üretiyorsunuz?

İlk sene öncelikle aracılık yaptık. Mandalina fiyatlarını tüccar belirliyordu. Tohurcu mandalinayı dalında alan kişi. Sonra isterse tüccara veriyor, isterse hale kendi satıyor. Özünde kötü bir meslek değil, yaşlılar mandalinasını toplayamıyor, bir komisyonla sen topluyorsun. Ama her meslek gibi, mesela gazetecilik, hâkimlik gibi yozlaşmaya açık. Fiyat kırmaya hizmet etmeye başlamış. Geliyor, “Burada 15 ton ürün var, ama az çıkarsa daha az veririm, 75 kuruşa satmayı planlıyorum, 50 kuruştan alırım, fiyat düşerse sana yansıtırım” diyor. Biraz peşin para veriyor, malı sattıktan aylar sonra bahanelerle daha az para veriyor. Üçkâğıdın sınırı yok. Önce “bir rakip aracı getirelim” dedik. Gelen tüccarı köylü başta beğenmedi, “geçmişte bize paramızı iki yıl sonra vermişti” dedi. Sonra, ondan peşin para talep ettik. Öteki tüccarlar bir lira verirken, köylüye 1.20 lira vermeye, böylece kooperatife ürün toplamaya başladık. Kasa başına, yani 20 kiloda 5 kuruş da kooperatif payı aldık. Köylünün kazandığı ekstra 15 kuruş 20 tonluk bir kamyon söz konusu olduğunda ciddi bir fark yarattı. Sonra, anlaştığımız tüccar mırın kırın etmeye, diğer tüccarlarla ittifaka başladı. Ama bir sene zarfında kendi etiketlerimizi hazırladık, bürokrasiyi hallettik. Bu sene doğrudan ürün satmaya başladık. Üretici ortaklarımızdan ellerindeki ürünleri istedik. Bizim oranın enginar reçeli meşhurdur. Balı olanlar da getirmeye başladı. Sağa sola ufak tefek satmaya başladık.

Yerel belediyeyle ilişkiniz nasıl?

Seçimlerden önce başkan İlkay hanıma destek verdik. Kooperatif içinde siyaset, etnik kökene, dine dayalı ayrımcılık yapmıyoruz. İlkeli kooperatifçilik zaten siyasettir. Kooperatifte farklı partilere destek veren ortaklar var. Nihayetinde batı köylerinden kimse belediye meclisine giremedi. Bir eksiğimiz de meclis üyesi. On bin kişilik yarımadada bin kişinin temsilcisi yok. Ama destek karşılığında İlkay hanım Karaburun Küçükbahçe’de, istediğimiz üç mekândan birini bize verdi. Orada satışa başlayınca başka kapılar da açılmaya başladı. Bademler Kooperatifi kendi marketinde satmak için bizden ürün almaya başladı. Facebook üzerinden satışlara başladık. Tam o sırada İzmir Büyükşehir Belediyesi Kadifekale, Agora ve Kemeraltı üçgenindeki tarihi kent dokusunu canlandırmaya karar verdiğini açıkladı. Bunun bir parçası olarak oraya bir üretici pazarı kurdu. Aslında ilk aşamada amaç ne üreticiye ne de tüketiciye destekti; orayı görünür hale getirmekti. Ama ürünlerimizi satmak açısından bize faydası oldu. Artık köyde kahveye gidip “Yarım kasa domatesin, yirmi tane salatalığın varsa getir, satalım” diyebiliyorum. İkinci pazarı da Kültür Park’a açtılar. Fuarıma Dokunma Platformu oradaki yapılaşmaya karşı çıkıyor. Ama üretici pazarına karşı çıkmak daha çok cehaletten kaynaklanıyor. Sabahleyin sadece bir saatte mallar getiriliyor, park akşam tertemiz bırakılıyor. Pazarda sadece kooperatifler yer alıyor. Özellikle sebze ve meyveyi teşvik ediyorlar.

İzmir Başka Bir Okul Mümkün Eğitim Kooperatifi’nin açtığı Renkli Orman Okulu ile çalışmaya başlamanız nasıl oldu?

İzmir Kalkınma Ajansı’nın proje kursunda tanıştık. Kurs sonrasında tüm kooperatiflerle bir whatsapp gurubu kurduk. Renkli Orman bizden ürün almak istedi. Köylünün üzerindeki ölü toprağını atmak için bu türden ortaklıklar çok önemli. Mandalina parası ve emekli maaşıyla geçiniyor, bahçesindeki domatesle yetiniyor. Şimdi fideleri, yeri ayarlayalım, okuldan çocuklar da gelsin, fideleri beraber ekelim istiyoruz. Renkli Orman hem peşin para hem de zararlılarla mücadele, ekolojik tarım konusunda teknik destek vermeyi öneriyor. Ayrıca, onların tüketici kooperatifi girişiminde birçok aile de yer alıyor. Karakılçık buğdayı ektiğimiz on dönümü bu amaçla ayırdık. Bir arkadaş geldi, “traktör bozuk, 600 lira tamir parası lâzım” dedi. Onunla karakılçık ekmek üzere anlaştık. Baharda araziye, boş alanlara ne ekeceğimize beraber karar vereceğiz. Karaburun’da toprağı olmayan, ama çalışmak isteyen çiftçiler var. Pazar yerinde de bir tezgâh ayarladık, şu anda altı-yedi satış noktamız var. Hopa Çay ile de irtibat halindeyiz, onların çayını da satmaya başladık. Tariş’in Çiftçim Market’i var. Orada belli uygulamalar, mesela kavanozlarda kilitli kapak, barkod isteniyor. Atla deve değil.

İsteyen Bodrum’a, Çeşme’ye, Alaçatı’ya tatile gitsin, 60 liraya bir lahmacun yesin. Agro-turizmin bir sonucu da yörenin sakinliğinin korunması. Amacımız, ziyarete gelenlerin hayatımıza katılması, domatesini, yumurtasını toplayıp kahvaltısını hazırlaması, giderken de ürünlerimizden almaları.

Bir aşamada üretim mekânına, makinelere ihtiyacınız olacak herhalde. Bu yönde planlarınız var mı?

Belediyeden istediğimiz üç yer bu amaca yönelikti. Sözü aldık, ama yazılı hale getirilmedi. Bunun arkasında, “sözümden çıkarsan elinden alırım” yatıyor. Mandalinada paketlemede sıkıntımız var. Seferihisar Kalkınma Kooperatifi’yle ilişkimiz iyi. Başka kooperatiflerin tesislerinden faydalanabiliriz. Sıkıntı ürünü buradan oraya götürmekte. Nakliye büyük masraf. Mesela, solucan gübresini 750 liraya alıyoruz, taşımaya bin 400 lira veriyoruz. Asıl amacımız toptan satış yapmak. Foça Yoğurt Kooperatifi’nin modeli bizim için çok uygun.

Foça Yoğurt Kooperatifi’nin örgütlenmesi nasıl?

Çok nitelikli yoğurt yapıyor. Yüz kadar süt üretici ortağı, bir de fabrikası var. Satış sorununu İzmir bölgesindeki bir market zinciriyle çözmüş. O zincir “Senin yoğurdun çok iyi, tüm yoğurdunu almayı taahhüt ediyorum, ama bir şartla, sadece bana satacaksın” demiş. Kooperatif böylece bir standart yakalamış, büyüme derdinde değil. Ortakları iyi gelir elde ediyor. Bizim bölgemizde hurma zeytin gibi bir değer var. Dünyada zeytinde ülke olarak beşinciyiz. Bir zorlasak, belki ilk üçe gireriz. Ama köylü “Niye daha fazla üreteyim ki, atamdan kalan kırk ağacım aileme yetiyor” diye düşünüyor. Foça modeli bu düşünce yapısına uygun. Öte yandan, belediye başkanına bizim de Ovacık modeli gibi belediyenin imkânlarıyla kooperatifçiliği yaygınlaştırabileceğimizi, satış noktaları kurabileceğimizi söyledim. Tabii Ovacık’ta siyasi figürün de önemi var.

Sayıları giderek artan balık çiftlikleri ekosistemi tehdit ediyor (Fotoğraf: Şahan Nuhoğlu)

Hasat ve Ötesi etkinlikleri fikri nasıl ortaya çıktı?

Yöremizde en büyük potansiyel zeytin ve hayvancılık. Ama emek verecek insan sayısı kısıtlı. Hasat önemli bir zorluk. Hasat ve Ötesi girişiminde şehirde yaşayan, hasada gelen, emeği karşılığında para kazanacak insanları düşündük. Şehre uzak değiliz. Gün içinde çalışıp akşam dönebilirler. Hafta arası işsiz olanlar, haftasonu ise köyde çalışarak vakit geçirmek isteyenler gelebilir. Böylece Karaburunlu ile İzmirli, köylü ve kentli birbirlerini tanıdıkça dayanışma duygusu artar, bir kentli köylüden domates alır, sonra kentteki arkadaşlarına da aktarır. Nar ekşisi yapımında sorun yaşıyorduk. Kooperatif olarak ürünleri topladık. Kentten 20-25 kişi geldi.  Narları kestiler, ayıkladılar ve kazanlarda kaynattık. Gelenlere sembolik bir ücret verdik. Birer şişe de nar ekşisi hediye ettik. Zaten para için gelmemişlerdi. Karaburun’a sonradan yerleşmiş, her etkinliğe pratikte ve teoride katılan bir grup angaje, güvenebileceğimiz insan da var. İstanbul’a ürün veren bir firmayla toplantı yaptık. Ondan organik, üzeri fileli ve etiketli mandalinalarımızı satmasını talep ettik. Karaburun mandalinası çok nitelikli. Büyükşehir Belediyesi de bize bir tesis için arazi almak istiyor, ama Çevre Koruma Yasası nedeniyle üzerine tesis yapamıyoruz. Şu ana kadar hiç proje almadığımız için henüz kapılar açık değil. İyi işleyen bir kooperatifin hibe bulması zor olmayacaktır. 

Agro-turizm planlarınız varmış; o alanda ne düşünüyorsunuz?

Agro-turizm çevreyi hem koruyor hem de geliştiriyor. Yerelliğinizi, çevrenizi korumazsanız zaten bu türden bir turizm yapamıyorsunuz. Sadece İzmir’de dört milyon kişi yaşıyor. Agro-turizm heveslilerine Karaburun yetişemez bile. Ayrıca Avrupa’da bu konuya meraklı çok büyük bir kesim var. Nar ekşisi etkinliğinde gördük, insanlar doğaya aç. İsteyen Bodrum’a, Çeşme’ye, Alaçatı’ya, kalabalık tatil yerlerine gitsin, 60 liraya bir lahmacun yesin. Agro-turizmin bir sonucu da yörenin sakinliğinin korunması. Amacımız, ziyarete gelenlerin bizim hayatımıza katılması, domatesini, yumurtasını toplayıp kahvaltısını hazırlaması, giderken de ürünlerimizden almaları. Dünyada hızla gelişen sağlıklı beslenme, güvenli gıda anlayışına bizim de bir katkımız olsun. Köylümüz de bu katkıyı verirken para kazansın. Böylece terk edilmiş evleri de tekrar mamur edilebiliriz.

^