Sağlık Bakanlığı başka, sahadakiler başka şeyler söylüyor. Sağlık emekçileri hem pandemiyle hem de kendilerine yönelen şiddet dalgasıyla mücadele ediyor. Hayatını kaybeden sağlık çalışanlarının sayısı günden güne artıyor. Kış aylarının yaklaşmasıyla yeni bir ivme kazanması muhtemel salgının seyrini Tuzla Devlet Hastanesi pandemi servisinde görev yapan 10 senelik hemşire Ali Engin’den –gerçek adı mahfuz– dinliyoruz.
Ankara Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yaşanan saldırıdan sonra sağlık çalışanlarına şiddet tekrar gündeme geldi. Covid polikliniklerinde neler yaşıyorsunuz?
Ali Engin: Sağlıkta şiddet her zaman vardı. Pandeminin başlamasıyla birlikte, Sağlık Bakanlığı’nın “sağlık çalışanlarına ekstra ücret ödeniyor” propagandasından sonra bu şiddet iyice arttı. İnsanlar “parasını alıyorsun, ama işini yapmıyorsun” gibi bir algıyla bakmaya başladı bize. Özellikle kadın hemşireler toplum tarafından “zayıf halka” olarak görülüyor. Kadın hemşirelere ağzına geleni söylüyor insanlar. Biz zaten ölümle burun burunayız. İnsanları yaşatmak için hayatımızdan bir parça veriyoruz. Şiddet görünce moralimiz bozuluyor. Ben bir hasta yakınına devletin koyduğu kuralları söylediğimde bana “size devletin verdiği para haram zıkkım olsun” diye bağırıp çağırabiliyor. Oysa Sağlık Bakanlığı’nın iç emri “Hastanın öksürüğü, ateşi, nefes darlığı yoksa pandemi polikliniğine yollama” diyor.
Salgınının başlarında cumhurbaşkanı bile alkışlamıştı sizi. Bu alkıştan birkaç gün sonra Devlet Bahçeli tarafından “tıbbi atık” olarak adlandırıldınız.
O alkışlar göstermelikti. Bir grup bizi alkışlarken başka bir grup şiddetin dozajını arttırarak üzerimize geliyordu. Tıbbi atık bizim alın terimizin bir sonucu. İnsanların sıkıntılarını dertlerini alırız, tıbbi atık olarak atarız. Böyle insanların ülkeyi yönetiyor olmasına üzülüyorum. Bu sözler toplumun algısını belirliyor. Sağlık çalışanları ölüyor. “Benim akıbetim ne olacak” diye soramayacak mıyız?
Türk Tabipleri Odası’nın verilerine göre, 43 hekim ve 100 sağlık çalışanı Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti. Bir taraftan Covid-19 olduğu halde çalıştırılan hemşirelerin olduğu söyleniyor. Bu doğru mu?
Benim çalıştığım Tuzla Devlet Hastanesi’nde böyle bir durum yaşanmadı. Hastalığa yakalanan sağlık çalışanlarına 15 gün istirahat veriliyor. Covid-19 testi negatif geldiğinde o sağlık çalışanı işine geri dönüyor. Bir ara belirti göstermeyen sağlık çalışanlarına da test yapılmaması gündeme geldi. Biz buna tepki gösterince haftanın bir günü isteyen sağlık çalışanına covid taramalarını yapmaya başladılar. Sağlık Bakanlığı “semptom göstermeyen hastalara test yapmayın” diyor. Bu uygulamalarla zaten test yapılsa ne olur, yapılmasa ne olur. Özel hastanelerde virüsü kaptığı halde çalıştırılan sağlık çalışanlarının olduğunu biliyorum. Dardanel fabrikasında vakalar görülmeye başlayınca fabrikayı işçilerin üzerine kapattılar. Onun gibi bir durum…
Pandemi servislerinin normal zamanlardaki polikliniklerden hiçbir farkı yok. Koridorlarda, röntgen çekilirken, kan alınırken herkes iç içe. Covid şikâyetiyle geldiğinizde izole bir şekilde bekleyeceğiniz bir alan yok. Covidli hastaların röntgen için kullandığı bölümü acil servise gelen hastalar da kullanıyor.
Tuzla Devlet Hastanesi’nin pandemi servisinde çalıştığınızı söylediniz. Pandemi servisi nasıl bir yer?
Pandemi servisi mart ayında, salgın başlar başlamaz kuruldu. Özel bir hazırlığımız yoktu, pandemi ilan edildikten sonra, hastanenin havalandırmanın rahat yapılabileceği, insanların arasında mesafelerin bırakılabileceği alanlar pandemi servislerine dönüştürüldü. Ameliyatlar ve normal servis yatışları durduruldu. Hastaların yattığı odalardaki yatak sayıları bire düşürüldü. 300 yataklı hastane bir anda 75-80 yatak kapasiteli bir hastaneye düştü. Sadece palyatif denilen ileri yaşam desteğine muhtaç hastaların yattığı bir bölüm ve acil servisimiz açıktı.
Bu dönüşüm yaşanırken bir pandemi servisinde olması gereken temel koşullar sağlanmış mıydı?
Covidli bir hasta, hastaneye geldiğinde hekimi görüp ön tanı yapılması için çeşitli testlere girip kimseyle temas etmeden hastaneden ayrılması gerekir. Şu anda pandemi servislerinin normal zamanlarda gittiğiniz polikliniklerden hiçbir farkı yok. Koridorlarda herkes iç içe, hasta yakınları da hastalarla beraber bekliyor. Röntgen çekilirken, kan alınırken herkes iç içe. Bir tek hastaların yattığı yer izole. Servis alanı belli çizgilerle ayrılmış, ama covid şikâyetiyle geldiğinizde izole bir şekilde bekleyeceğiniz bir alan yok. Covidli hastaların röntgen için kullandığı bölümü acil servise gelen hastalar da kullanıyor. İşlemlerden sonra diğer hasta yakınlarıyla birlikte test sonuçlarının çıkmasını bekliyorlar. Herkes aynı kantini kullanılıyor. Normalleşme süreciyle birlikte, hazirandan beri yarı-pandemi hastanesi olarak hizmet veriyoruz.
Yarı-pandemi hastanesi nedir?
Normalleşme sürecine geçildikten sonra ne pandemi servislerini kapatmış ne de diğer servislerini durdurmuş hastanelere yarı-pandemi hastanesi deniyor. Bizim hastanemiz artık elektif ameliyatları bile yapmaya başladı. Hastalar ortak triyaj alanından geçiyor. Bu yüzden temas hali devam ediyor.
Pandemi servisiniz kurulurken ekipman açısından bir hazırlığınız var mıydı?
Hiç hazırlığımız yoktu. Başta kimse ne olduğunu bilmiyordu, “Çin’de bir hastalık çıkmış” deniyordu. Ne psikolojik açıdan ne de ekipman açısından hazırlıklıydık. Dönüşüme ciddi bir panik havasında başladık. Mart ayında küçük bir semptom gösteren insanlar hastanelere yağmaya başladılar. Üzerimizde inanılmaz bir yük bindi. Kapatılan ameliyathane ve kadın doğum servislerindeki hemşireler pandemi sahasına yönlendirildi. Bir anda istifa edip giden sağlık çalışanları oldu. Nöbet sırasında bir anda ağlamaya başlayan sağlık çalışanı arkadaşlarımız vardı. Ekipmanlarımız eksik bir şekilde çalışırken kendimi çok değersiz hissetmiştim. “Biz insan değil miyiz?” gibi bir duyguya kapılmıştım. Taştan demirden değiliz ki… Arkadaşlarla aramızda birbirimize “biz kesin öleceğiz, ama ne zaman?” diyorduk. Çalışmaya giderken ayaklarım geri geri gidiyordu. Eşim hamileydi. Evde yaşamamaya başladım. Çocuğum doğdu, iki aylık olana kadar eve girmedim, otelde kaldım. “Çocuğumun büyüdüğünü göremeyeceğim” diye düşünüyordum. Başlarda N-95 maskemiz yoktu. N-95 maskenin dört saat kullanım ömrü vardır. Ben 24 saat çalışıyorum ve bu yüzden bana günde altı tane N-95 maske gerekli. Şu anda kullandığımız maskelerin koruyuculuğu düşük. Maske N-95, ama kalitesi iyi değil. O dönem cerrahi maskelerimiz bile bitmişti. Maskesiz çalıştığımız zamanlar oldu. Siperlik ve gözlük bizim için çok önemliydi. Onu da bulamadık. Çoğumuz kendimiz tedarik ettik. Deniz gözlüğü getiren arkadaşlarımız vardı. Tulum da yoktu. Tulumu giydikten sonra en fazla dört saat sonra o tulumdan çıkartıp yenisini giymek zorundayız. Solunum cihazı sıkıntısı çektik. Yoğun bakımlarımız doluydu. İtalya ve İspanya’da yoğun bakım servisleri dolduğu için doktorlar, hastalar arasında seçim yapmak zorunda kaldılar. Bu yüzden “durumu en kötü hasta kim” sorusunu sordular. Durumu daha iyi olan hastalara solunum cihazını bağlamak zorunda kaldılar. Elde bir solunum cihazı ve bir tüp varsa genel durumu daha iyi olan hastaya bağlanır. Yoğun bakım servisleri dolduğunda mecburen bu yapılmak zorunda kalınabilir. Hastanemizde solunum cihazı sıkıntısı çektik, ama böyle bir tercih yapmak zorunda kalmadık. Umarım böyle bir durumla karşılaşmayız. Bizim hastanemiz 15-20 gün sonra toparlanmaya başladı. Sağlıkçı arkadaşlarımızın anlattıklarından hala tıbbi ekipman gitmeyen hastanelerin olduğunu biliyorum.
Kullandığımız maskelerin koruyuculuğu düşük. Maskesiz çalıştığımız zamanlar oldu. Siperlik ve gözlük bizim için çok önemliydi, bulamadık. Kendimiz tedarik ettik. Deniz gözlüğü getiren arkadaşlarımız vardı. Tulum da yoktu, en fazla dört saat sonra yenisini giymek zorundayız. Solunum cihazı sıkıntısı çektik.
Sağlık Bakanlığı’nın açıklamalarında İstanbul’da salgının yayılımının ciddi boyutlarda olduğu anlaşılıyor. Bunun covid servislerinde nasıl bir karşılığı var?
İvme kötü. Yakında kış hastalıklarının başlamasıyla durum daha da kötüleşecek. Daha pik dedikleri olayı görmedik bence. Hasta sayısı biraz daha artarsa çok afallarız. Sadece İstanbul’da 20 milyon nüfus var. Yeteri kadar tıbbi müdahalede bulunacak ekipmanımız yok. Yakında İtalya’daki görüntüleri biz de yaşamaya başlarız. Kasım ve aralık aylarının zor geçeceğini düşünüyorum.
Salgının başlarında sayılar çok yüksekti ve alınan önlemlerle hasta sayılarında bir düşüş yaşanmıştı. O dönemde iş yükünüzde bir azalma yaşandı mı?
Salgının başlarında alınan izolasyon önlemleri işe yaramıştı. Hasta sayıları azalıyordu ve insanlar bilinçlenmeye başlamıştı. Bu bizi çok rahatlattı. “Bu hastalık böyle yenilebilir” hissini yaşadık. Haziran ayının başında kademeli olarak normalleşelim derken insanların motivasyonu yavaş yavaş azaldı. Bizim emeğimize karşı bir özveri göremeyince bizim moral motivasyonumuz düşmeye başladı. Üzerimize bir düşman salınıyormuş gibi hissediyorsunuz. İnsanlar çalışmak zorunda bırakılınca hasta sayıları tekrar artmaya başladı. Bugün ateşiniz 38 dereceden yüksek değilse test yapılmıyor. “Ciddi bir şikayetiniz yoksa hastaneye gelme” deniyor. Bu süreci böyle idare etmeye çalıyorlar. Her gün 100 bin test yapıldığını söylüyor Sağlık Bakanlığı. Bu sayılar bana inandırıcı gelmiyor.
Bakanlığın açıkladığı sayılardaki düşüşle sahada görülen sayılar arasında bir paralellik var mıydı? Hastanelerde bu durum nasıl görülüyordu?
Mayıs ayındaki sayılardaki düşüşle hastanedeki hasta sayıları orantılıydı. Gözle görülür bir şekilde üzerimizdeki yük azalmaya başlamıştı. Temmuza kadar bu yoğunluğu pek hissetmedik. Temmuzdan sonra hasta sayısı kademeli olarak yükselmeye başladı.
1 Eylül’de 271 bin 705 olan hasta sayısı, Sağlık Bakanlığı’nın 28 Eylül’de yaptığı açıklamaya göre, 315 bin 845’e ulaştı ve bu 28 günde 44 bin140 kişi daha hastalandı. Verilerdeki bu yükselişin etkilerini yaşıyor musunuz?
Tabii. Son birkaç gündür mart ayındakinden çok daha kötüyüz. İnanılmaz bir artış var. Sağlık Bakanlığı hayatı normalleştirebilmek için vaka sayılarının üstünü örtmek zorunda. Hastalığı ayakta geçirdiğini düşündüğü insanları evine göndererek ekonomiyi durdurmamayı amaçlıyor. Bu yüzden bakanlığın açıkladığı veriler gerçeği yansıtmıyor. Kim öle kim kala…
Hastanenizin hemşire sayısı bu kadar fazla hastaya bakabilmek için yeterli mi ?
Değil. Ama bu artık bir devlet politikası. Özel hastanelerdeki insanlık dışı çalışma koşulları artık devlet hastaneleri için de geçerli. Birçok mezun hemşire var, ama kadro alımı yapılmıyor. Bu tamamen daha fazla kâr etmek amacıyla yapılıyor. Devlet kapitalist düşünceye geçmiş. Biz köle gibiyiz. Bunu bir de sağlık konusunda yapıyorlar. Şu anda özellikle hemşireye ihtiyaç var. Bir hemşirenin günde 110 hastaya bakması normal değil. Koca bir salgını bu kadar az elemanla nasıl atlatalım?
Başka servislerdeki hemşirelerin pandemi polikliniğine kaydırıldığını söylediniz. Bu görevlendirmeler hastaların sağlığı açısından sorun olabilir mi?
Görev tanımımız dışında çalıştık. Bir anestezi teknikeri solunum cihazı bağlamayı bilir, ama bir ebe veya radyoloji teknikeri bilmez. Solunum cihazı bağlamayı bilen arkadaşlar bilmeyenlere öğrettiler. Ama solunum cihazı takılacaksa uzman bir personel o işin başında olur. Esas sorun sürüntü alma konusunda yaşanıyor. Hekimlerin dışında birisi sürüntü aldığında testlerde hatalı sonuçlar ortaya çıkabilir. Testler zaten yüzde 100 sonuç vermiyor. Yanılma payı var. Testleri uzman ekiplerin yapması gerekiyor. Kim boştaysa ona görev veriliyor. “Çubuğu buraya sok, yap” zihniyetiyle iş yapılıyor. Bu işin bir prosedürü var. Sürüntü alınırken, sürüntüleri taşırken ve tetkik aşamasında bu prosedürlere dikkat edilmiyor. Sürüntüyü aldıktan bir gün sonra işlenen test sonuçlarına nasıl güvenebilirsiniz ki?
Bu testleri yapabilecek uzman personelin pandemi hastanelerinde olmadığını mı söylüyorsunuz?
Yok. Çünkü bu hastanelere “çalışın” emri verildi. Devlet hastanesiyiz, ama hastaneler yaptıkları ameliyatların sayılarına göre Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan (SGK) para alıyor. Hastaneler artık ameliyat yapıp gelir elde etme amacında. Mecburen insanlar uzmanı olmadığı işi yapabiliyor. Ha özel hastane ha devlet hastanesi.
İvme kötü. Kış hastalıklarının başlamasıyla durum daha da kötüleşecek. Daha pik dedikleri olayı görmedik. Hasta sayısı biraz daha artarsa çok afallarız. İstanbul’da 20 milyon nüfus var. Yeteri kadar ekipmanımız yok. Yakında İtalya’daki görüntüleri yaşamaya başlarız.
Hastanede bir gününüz nasıl geçiyor, nasıl bir yoğunluk var?
Ben pandemi polikliniğinde 24 saat ve nöbet usulü çalışıyorum. Yarı-pandemi hastanesi olduktan sonra pandemi servislerindeki hemşirelerin bir kısmı diğer servislere kaydırıldı. Bu yüzden iş yükümüz arttı. Bir hemşirenin sekiz saatten fazla pandemi servisinde çalışmaması gerekiyor, ama “az kişiyle çok iş yapacaksınız” düşüncesini dayattılar. Bir nöbet gününde üç hemşire hastalarla dönüşümlü bir şekilde ilgileniyoruz. Bazen çok yoğun oluyor ve aynı anda üçümüz birden çalışıyoruz. İki kişi çalışmak zorunda kaldığımız nöbetler oluyor. Hemşire sayısına bağlı olarak, iki gün sonra tekrar pandemi servisine çalışmaya gidiyorum. N-95 maskenin demiri buruna saatlerce baskı yaptığı için iki gün burun ağrısı yaşarsınız. Diğer nöbete kadar sanki yüzünde hep o maske varmış gibi bir his olur. Tulum inanılmaz terletir, sırılsıklam olursunuz. Bizim hastanemizde mesai saatleri çok arttı, ama esnek çalıştırılan birimler de oldu. Belli bir yaş üzerine ve risk grubunda olanlara muafiyet tanındı. Siyasi iktidara yakın olan kadrolar daha az çalıştı. Birileri kayırıldığı için çok fazla çalıştırıldık.
Emeğinizin karşılığını alabiliyor musunuz? Sağlık Bakanlığı’nın vaat ettiği ödenekler yeterli mi?
Bize çok bir şey vaat edilmedi. Biz de bir şey beklemiyorduk zaten. Hasta servise geldikten sonra hastayla en fazla temas eden hastabakıcılardır. En az temas edenler hekimlerdir. Hekimlere 15 bin TL civarı bir ödenek verildi. Teknikerle ve hemşirelere 1500 TL. Hastayla sürekli ilgilenen hastabakıcılara ve temizlik işçilerine hiçbir ödenek verilmedi. Buna çok içerledim. Bazı duyarlı hekimler kendi aralarında bir havuz oluşturup hastabakıcılara ve temizlik işçilerine kendi ödeneklerinden pay verdiler. Çok yakın bir arkadaşım bile arayıp “maaşınız 15 bin TL olmuş” gibi şeyler söyledi. Öyle bir algı yarattılar ki, toplum bizim çok para kazandığımızı düşünmeye başladı. Böyle bir şey yok. Mart ayından beri üç kere bu ödemeyi aldık. Ağustos, eylül ve ekim ayı için de bu ödenekleri vereceklerini söylediler. Bu aslında bizim hakkımızdı. Eskiden hasta geldiğinde hastane havuzunda para birikirdi. Hastaneler biriken parayı personele bölüştürürdü. Sağlık Bakanlığı bu uygulamayı kademeli olarak kaldırdı. Aslında pandemi döneminde aldığımız bu ödenekler bizim çok eskiden beri hakkımız olan ama bize yapılmayan ödemeler. Şimdi bu ödenekleri ödüyorlar aslında. Bu zaten bizim alın terimizdi.