GÜNEŞ MURAT TEZCÜR’LE İRAN-ABD

Söyleşi: İrfan Aktan
10 Ocak 2020
SATIRBAŞLARI

ABD’nin 3 Ocak’ta İran’ın en önemli askeri ve diplomatik ismi Kasım Süleymani’yi öldürmesi, İran’ın 8 Ocak’ta bu suikaste cevaben Irak’taki iki ABD üssünü vurması Ortadoğu’da büyük bir savaşın eşiğine gelindiği korkusunu yarattı. ABD-İran geriliminin dinamiklerini ve muhtemel gelişmeleri Central Florida Üniversitesi öğretim üyesi, uluslararası ilişkiler uzmanı Prof. Dr. Güneş Murat Tezcür’den dinliyoruz.


Kırk yıla yayılan ABD-İran düşmanlığı şimdiye kadar sıcak çatışmaya, büyük bir savaşa dönüşmedi. Fakat 3 Ocak’ta İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin Bağdat’ta öldürülmesine, 8 Ocak’ta İran’ın ABD’nin Irak’taki iki üssünü vurarak karşılık vermesiyle birlikte zaman bir anda hızlanmış görünüyor. Hem İran’ı hem de ABD’yi yakından takip eden bir akademisyen olarak, yakın geleceğe ilişkin öngörünüz nedir?

Güneş Murat Tezcür: İran’ın yanıt vermemek gibi bir seçeneği kesinlikle yoktu. Aksi halde var olduğunu iddia ettiği gücünün hükümsüzlüğünü kabullenmiş olurdu. Öte yandan, İran mesafeden ötürü doğrudan ABD topraklarını hedef alamayacağı için çatışmanın sahası doğal olarak Ortadoğu’dur. Böyle bakıldığında da İran’ın Ortadoğu’da hedef alabileceği çok sayıda ABD üssü vardı. Keza, direkt ABD olmasa bile, onun müttefiklerini de hedef alması söz konusuydu. Sonuçta, en azından kısa vadede, nispeten kısıtlı bir reaksiyonda bulundu İran. 8 Ocak’ta Irak’taki iki ABD üssüne ciddi bir zarar vermeyen cılız füze saldırısı yapıldı. Aynı gün bir basın toplantısı düzenleyen Trump da ABD’nin bu saldırıya karşı herhangi bir misillemede bulunacağına dair sinyal vermedi. Doğal olarak son derece kaygan bir jeopolitik ortam hakim, ama Süleymani’nin öldürülmesi daha büyük çapta bir çatışmaya yol açmayabilir.

ABD’nin bu hamlesinin arkasında, azil süreciyle karşı karşıya olan Trump’ın sıkışmışlığı mı, yoksa ABD’nin Ortadoğu’ya ilişkin yeni planları mı yatıyor?

İşin bu raddeye gelmesinin arkasında, 2015’te Obama yönetiminin İran’la yaptığı nükleer anlaşmanın 2018 Mayıs’ında Trump tarafından bozulması yatıyor. Obama döneminin en önemli dış politika başarısı olarak bu anlaşma gösteriliyordu. Fakat Trump daha göreve gelmeden, seçim sürecinde bu anlaşmanın kötü olduğunu ve ABD çıkarlarına hizmet etmediğini dillendirmeye başlamıştı. Nitekim, başkan seçildikten çok kısa süre sonra, anlaşmayı ortadan kaldırdı. Bunun üzerine, İran ekonomisi daha da hızlı bir biçimde kötüleşmeye başladı. Bu da İran’da 2017 sonundan itibaren, 2019 dahil olmak üzere, büyük halk gösterilerini tetikledi. Bunlar ekonomik sorunlardan kaynaklı sınıfsal gösterilerdi.

2015’teki nükleer anlaşmanın kapsamı neydi?

Belli bir seviyenin üstünde uranyumu zenginleştirdiğinizde nükleer silah yapmanın önünü açıyorsunuz. İran uranyum zenginleştirme programını durdurmayı kabul etti ve ABD de bunun karşılığında yabancı yatırımcıların İran piyasasına girmesini yaptırıma tabi tutmadı. Bu anlaşma iki yıl boyunca, sorunsuz bir biçimde işledi. ABD’deki İran karşıtı pek çok kesim de bu anlaşmayı destekliyordu. Çünkü böylece İran bağlamlı bölgesel tehditlerin ciddi bir biçimde azaltıldığı düşünülüyordu. İran bu anlaşmaya harfiyen uydu. Bugün bile İran bu anlaşmayı ihlâl etmiş görünmüyor. Tabii Süleymani’nin öldürülmesinden sonra ihlâl etmek için daha fazla nedeni var.

8 Ocak’ta İran Irak’taki iki ABD üssüne cılız bir füze saldırısında bulundu. Aynı gün bir basın toplantısı düzenleyen Trump ABD’nin herhangi bir misillemede bulunacağına dair sinyal vermedi. Son derece kaygan bir  ortam hakim, ama Süleymani’nin öldürülmesi daha büyük çapta bir çatışmaya yol açmayabilir.

ABD yaptırımlarının İran üzerindeki ekonomik tesiri nasıl oluyor?

İran’ın ekonomisi petrole dayalı. Fakat ciddi bir petrol üreticisi olduğu halde, ABD yaptırımları dolayısıyla bunu satamıyor. Ekonomik darboğaz toplumda Tahran yönetimine tepki yaratırken, Tahran yönetiminin de bölgesel politikalarda hırçınlaşmasıyla sonuçlanıyor. Eylül 2019’da Suudi Arabistan’daki Aramco petrol tesislerine yönelik büyük saldırı Tahran yönetimindeki hırçınlaşmanın göstergelerinden biriydi. Tabii İran bu saldırıyı üstlenmedi, ama saldırıyı yapanların İran yanlısı olduğu biliniyor. Keza, Ağustos 2019’da, İran Basra Körfezi’nde petrol taşıyan bazı gemilere geçici olarak el koydu. Neticede Trump’ın nükleer anlaşmayı iptal etmesi ve yaptırımlarla İran’ı köşeye sıkıştırması, İran’ın da bu sıkışma karşısında yürüttüğü eylemler bizi buraya kadar getirdi.

ABD neden hedef olarak Kasım Süleymani’yi seçti?

Kasım Süleymani herhangi bir general değildi. 1980’lerdeki İran-Irak savaşında üstlendiği roller kadar, 1990’lı yıllarda İsrail işgali altında olan Lübnan’ın güneyindeki direnişin örgütlemesinden tutun da Suriye iç savaşı başladıktan sonra Şam ile Tahran arasındaki ilişkilerin tesisine ve Irak’taki Şii milisleri örgütlemeye, sadece yakın zamanlı çok önemli görevler üstlendi. 2017 sonbaharında Kürdistan’ın bağımsızlık referandumu sonrasında, Talabani ailesinin Barzani’den desteğini çekmesinin arkasındaki isim de yine Süleymani’ydi. İran’ın Kürdistan politikasını da o yürütüyordu çünkü. Süleymani, çok farklı ülkelerde yürüttüğü görevler dolayısıyla, aslında eşi-benzeri pek olmayan bir karakter. Askeri yetkilere sahip olduğu gibi, İran casuslarının da başını çekiyor ve bir yandan da bir diplomat gibi çeşitli bölge ülkelerinde üst düzey görüşmeler yapıyordu. İran sistemi pratiğinin en önemli isimlerinden biriydi yani. Sistemde cumhurbaşkanı var, dışişleri bakanı var, en tepede dini lider olarak Hamaney var, ama bir de sahada en fazla bulunan isim olarak Kasım Süleymani var. Dolayısıyla Süleymani’yi öldürmek, ABD açısından İran’a iletilebilecek en büyük mesajdı. Öte yandan, Süleymani, bin Ladin veya Bağdadi gibi yeraltında, saklanan, yüzünü göstermeyen bir isim değildi. Pek çok yere açıktan giden birini öldürmek ciddi bir tercih gerektiriyor, ki ABD bu tercihi yaptı. Sonuçta Süleymani’nin öldürüldüğü yer de Bağdat Havalimanı’nın dibi.

Baştaki soruya dönersek, bu saldırının arkasında Trump’ın kişisel hesapları olduğunu düşünüyor musunuz?

Açıkçası bunun çok belirleyici olduğunu söylemek zor. Trump’ın azledilmesiyle ilgili bir süreç var, ama bu karar Senato’ya gidecek ve orada da çoğunluk Cumhuriyetçilerde. Trump’ın Senato kararıyla “aklanması” çok güçlü bir ihtimal. Ayrıca, şu an ABD’deki kutuplaşma öyle bir düzeyde ki, koşullar ne olursa olsun Trump’ın destekçileri onu desteklemeye, nefret edenler de nefret etmeye  devam edecek. Dolayısıyla, Süleymani suikastını kişisel bir hesapla açıklamak akla pek yatkın görünmüyor. Elbette Süleymani suikastı doğrudan Trump’la ilgili, ama azil süreciyle değil, Trump’ın 2018’de İran’la nükleer anlaşmayı iptaliyle ilgili.

ABD’nin doğrudan İran’daki çeşitli bölgeleri hedef alması ihtimal dışı değil. Ama daha kuvvetli ihtimal, iki ülkenin tankla-topla birbirine girmesinden ziyade, Irak başta olmak üzere farklı coğrafyalarda birbirlerine zarar vermeye çalışmaları. Süleymani’nin Tahran’da değil de Bağdat’ta öldürülmesi bu anlamda da önemli bir ayrıntı.

ABD’nin IŞİD’e Karşı Savaş Koalisyonu eski Özel Temsilcisi Brett McGurk, Kasım Süleymani suikastıyla ilgili, “Artık İran’la savaş durumunda olduğumuzu varsaymalıyız” dedi. McGurk’un bu tespitine katılıyor musunuz?

Son on-on beş yılda iki ülke arası savaşlara çok ender rastlıyoruz. 2008’de Rusya-Gürcistan savaşı var. Yine Rusya-Ukrayna arasındaki çatışmalara tanıklık ettik. Ama orada bile Rusya’nın desteklediği paramiliter güçler savaşı yürütüyordu. ABD-İran arasında da doğrudan bir savaştan ziyade, İran’a bağlı veya İran’ın hamisi olan güçlerin ABD güçlerine saldırması ve buna verilecek yanıtlar; yani asimetrik bir savaş söz konusu olabilir. Elbette ABD’nin doğrudan İran’daki çeşitli bölgeleri, örneğin petrol tesislerini hedef alması ihtimal dışı değil. Ama daha kuvvetli ihtimal, iki ülkenin tankla-topla birbirine girmesinden ziyade, Irak başta olmak üzere, farklı coğrafyalarda birbirlerine zarar vermeye çalışmaları. Süleymani’nin Tahran’da değil de Bağdat’ta öldürülmesi bu anlamda da önemli bir ayrıntı. Irak, bir anlamda ABD-İran arasındaki olası savaşın cephelerinden biri haline gelmiş durumda. Bundan tam kırk yıl önce de, Aralık 1979’da Sovyetler Birliği Afganistan’ı işgal ettiğinde böyle olmuştu. Sovyetler Birliği orada direkt ABD’yle değil, ABD’nin destek verdiği güçlerle savaşıyordu. Irak da şu an ABD-İran için bir Afganistan’a dönüşebilir. Ama ihtiyatı elden bırakmamak gerekiyor. Zira şu anki İran-ABD geriliminin iki devletin birbiriyle doğrudan savaşına dönüşmeyeceğinin uzun vadede hiçbir garantisi yok.


Trump yakın zamana kadar İran’ın etki sahasını genişleteceği açık olduğu halde Suriye’deki güçlerini çekme kararı almıştı. Şimdi ise İran’ın etkisini azaltmak için saldırgan bir politika güdülüyor. ABD’nin Ortadoğu politikasındaki bu gel-gitler, genel bir kararsızlıkla mı, yoksa Trump’ın karakteriyle mi ilgili?

Sadece senatörler veya milletvekilleri değil, Cumhuriyetçi Parti’ye yakın olan hâkim odaklar, Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı’nın bir parçası, İran’ı ABD için Ortadoğu’daki en büyük tehdit olarak görüyor. Başkan Trump nevi şahsına münhasır bir adam ve kararlarını her zaman geleneksel politikaya göre almıyor. Evet, Suriye’den asker çekmeyi Trump istedi, ama tam da İran ve Rusya’ya daha fazla alan açılacağı için birçok Cumhuriyetçi Partili de Trump’a karşı çıktı. Dolayısıyla, İran’ı hasım olarak gören Cumhuriyetçi Parti üyeleri, senatörleri Trump’ı yalnız bıraktı. Sonuçta da Trump, Ekim 2019’da verdiği kararı yarım yamalak uyguladı ve Suriye’deki askerler tamamen çekilmedi. Dolayısıyla, çelişki veya kararsızlık ABD yönetimiyle değil, Trump’ın tutarsız karakteriyle ilgili.

Kasım Süleymani popülaritesi çok yüksek bir isimdi. 2021’de cumhurbaşkanlığı seçimi olacak ve iki dönem kuralı gereği Ruhani aday olamayacak. Bazı  spekülasyonlara göre, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Süleymani’nin aday olacağı yönündeydi. Dolayısıyla onun öldürülmesi İran’da yeni bir milliyetçi dalganın tetikleyicisi olabilir.

Kasım Süleymani’nin öldürülmesinden sonra Trump, “İran şu ana kadar hiçbir savaşı kazanmadı, ama hiçbir müzakereyi de kaybetmedi” yollu tweet attı. Bu ne demek?

Bu da Trump’ın tutarsız kişiliğine dair başka bir gösterge. ABD-İran 2015’teki nükleer anlaşma dolayısıyla, başka ülkelerin de katılımıyla zaten diyalog içindeydi ve bunu bitiren Trump oldu. Peki şimdi İran, Trump’la bir pazarlık veya müzakere yaparsa, ne elde edecek? Trump zaten masadan çekilmiş, en ağır yaptırımlarla ilgili kararı almış ve uygulamış durumda. Fakat yine enteresan bir biçimde, Trump çok şahin açıklamalarına rağmen şimdiye kadar pek çok Cumhuriyetçi’ye kıyasla daha az savaş yanlısı göründü. Son bir yıl içinde ABD’nin İran’a saldırması için çok sayıda bahane oluştu, ama Trump bunların hiçbirini kullanmadı.

Bunun nedeni ne?

Çünkü Trump başından itibaren tabanına “gereksiz savaşlara girmeyeceğim, Amerikan askerlerini Ortadoğu’dan çekeceğim” vaadinde bulundu. Bu vaadini, yine karakteriyle örtüşen bir tutarsızlıkla yerine getirmiyor, ama aynı zamanda kendi yandaşlarına kıyasla bazen daha az savaş yanlısı tavır takınıyor.


Süleymani suikastıyla beraber oluşan yeni durum karşısında Türkiye nasıl bir pozisyon alır?

ABD’nin şu an Ortadoğu’da üç büyük müttefiki var: İsrail, Suudi Arabistan ve Mısır. ABD’yi İran’la çatışmaya yönlendiren bir faktör de Suudi Arabistan ve İsrail’in politikaları. Ayrıca Kasım Süleymani suikastından sonra Mısır, İsrail ve Suudi Arabistan ABD’ye daha da yanaşacaktır. Bunlar zaten Ortadoğu’nun en güçlü beş ülkesinden üçü. Diğer iki güçlü devlet de Türkiye ve İran. Dolayısıyla, ABD İran politikasında Türkiye’ye bağımlı değil. Bunun farkında olan Türkiye’nin daha orta bir pozisyon belirlemesi beklenebilir. 2003’te Irak’ı işgale hazırlanan ABD, açıkça Türkiye’nin desteğini beklemiş ve o zamanın taze iktidarı AKP’yi epey zor bir tercihle baş başa bırakmıştı. Şimdi o konjonktürde olmadığımız için Türkiye’nin tarafsız bir pozisyon takınmasının bedeli daha az olabilir. Fakat Türkiye’nin eskisine nazaran çok daha maceraperest bir akılla yönetildiği de bir gerçek.

İran’da ideolojik motivasyonlu muhalif dinamikler bastırılalı çok oldu. Süleymani’nin öldürülmesi ve yeni bir ABD tehdidiyle birlikte bunların canlanma olasılığı da zayıfladı. ABD-İran gerilimi tırmandıkça, İranlı demokratlar açısından durum daha da kötüye gidecek.

Dediğiniz üzere ABD’nin İran politikasının en büyük destekçisi Suudi Arabistan. Olası bir ABD-İran savaşının Şii-Sünni gerilimine etkisi ne olur?

Aslında mezhepsel çatışmadan ziyade devletler arası çatışma olasılıkları üzerinde durmak daha doğru olur. Ortadoğu’da şu an dört ülkede iç savaş var: Suriye, Yemen, Libya ve uzun zamandır Irak’ta. Suudi Arabistan, Mısır, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi devletler açısından her zaman en büyük tehdit İran oldu. Sonuçta İran 80 milyon nüfuslu, önemli bir medeniyete sahip, nispeten güçlü bir ülke. Şii bağlantılarını kullanarak Lübnan, Suriye, Irak gibi ülkelerde de ciddi ağlar kurdu. Kasım Süleymani bunları yönetenlerin başında geliyordu ve etki ettiği bölgelerde Sünni hakimiyetini zayıflatıyordu. Bu nedenle de Suudi Arabistan, başa çıkamadığı İran’ı ABD eliyle baskı altına almaya çalışıyordu. Nitekim Trump’ın nükleer anlaşmayı bozma kararı İsrail kadar Suudi Arabistan tarafından da alkışlandı.

Kasım Süleymani’nin cenaze töreninde yüzbinlerce İranlı vardı. ABD’nin bundan sonraki olası saldırıları İran toplumu üzerinde nasıl bir etki yaratabilir? Yakın zamana kadar İran’da doğalgaz zammı ve yolsuzluklara karşı protestolar gündemdeydi. Son yıllarda gençlerin, kadınların, yoksulların protestolarının ardı arkası kesilmedi. ABD’nin saldırgan politikası İran’daki toplumsal muhalefeti nasıl etkiler?

İran halkının, ekonomik koşullar nedeniyle rejimden hoşnutsuzluğunun ciddi boyutlarda olduğu açık. Türkiye’de ekonomi kötü, yaptırımlardan dolayı elindeki petrolü satamayan İran’da ise durum bin beter. Bu nedenle de zaman zaman spontan sokak gösterileri gerçekleşiyor. Fakat bu saatten sonra içerideki tepki muhtemelen tersi istikamete, ABD’ye yönelecek. Klasik siyaset bilimci gözüyle bakarsak, bir toplum kendisini dışsal bir tehditle karşı karşıya bulunca safları sıklaştırır. Dolayısıyla, şu koşullarda İran’daki iç muhalefetin Tahran rejimine karşı herhangi bir ses yükseltmesi olası görünmüyor. İran rejimi, her şeye rağmen çok kurumsallaşmış ve ideolojik olarak hâlâ çok etkin. Kaldı ki, Kasım Süleymani pek çok yöneticiye göre popülaritesi çok yüksek bir isimdi. 2021’de cumhurbaşkanlığı seçimi olacak ve iki dönem kuralı gereği Ruhani aday olamayacak. Yapılan pek çok spekülasyon, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Süleymani’nin aday olacağı yönündeydi. Dolayısıyla, onun öldürülmesi İran’da yeni bir milliyetçi dalganın tetikleyicisi olabilir. Yani ABD’nin bu adamı öldürmesi, İranlı muhalifler, demokrasi talep edenler açısından iyi sonuçlar yaratmayacak. Türkiye’deki iktidar, somut bir tehdit olmadığı halde, sadece tehdit algılaması yaratarak muhalif sesleri susturabiliyor veya vatan haini ilan edebiliyorken, somut bir tehditle karşı karşıya olan İran’ın bunu nasıl bir boyuta çıkarabileceğini kestirmek zor değil. İran’a gitmeyeli uzun zaman oldu, ama tanıdığım pek çok muhalif bu süreçte ülkeden ayrılmak zorunda kaldı. Üstelik bu, Türkiye’den ayrılmak zorunda kalanlarla mukayese edilemeyecek düzeyde fazla.

ABD-İran gerilimi kaçınılmaz değildi. Ama ABD’nin başına Trump gibi bir adam geldi, konjonktür değişti ve ABD’nin Ortadoğu politikası, Obama döneminden farklı olarak tamamen İsrail ve Suudi Arabistan’ın istediği noktaya geldi. Kaçınılabilen, kaçınılmaz oldu.

Bu süreç Humeyni’den beri zaten devam etmiyor mu?

Evet. ama özellikle 2009’da Musavi’nin seçimlerde hile yapıldığını söylemesi üzerine başlayan ve adına Yeşil Hareket denen isyanın bastırılması yeni bir kırılma noktası oldu. Çünkü artık mevcut rejime doğrudan cephe almayıp sadece reform talep edenler de ülkede kalamıyor. Öte yandan hem 2017 sonundaki hem de Kasım 2019’daki protestolarda, daha ziyade alt sınıfların isyanı söz konusuydu. Yani orta sınıfların örgütlediği veya başını çektiği siyasi isyanlardan ziyade sınıfsal dalgalanmalar oluştu. İran’da ideolojik motivasyonlu dinamikler bastırılalı çok oldu. Süleymani’nin öldürülmesi ve yeni bir ABD tehdidiyle birlikte bunların canlanma olasılığı da zayıfladı. ABD-İran gerilimi tırmandıkça, İranlı demokratlar açısından durum daha da kötüye gidecek.

ABD-İran arasındaki tarihsel gerilimin temel dayanağı nedir? İki ülke arasındaki düşmanlık neden yapısallaşmış, çözülemeyen bir mesele?

Aslında naif bir yaklaşımla, ABD ile İran arasında bu kadar uzun süreli ve bu düzeyde bir gerilimi gerektirecek çok fazla husus olmadığı söylenebilir. Filistin-İsrail meselesine bakıldığında, ortada bir toprak işgali ve buna karşı direniş var. Pakistan’la Hindistan arasında somut bir Keşmir sorunu var. ABD-İran geriliminin arkasında ise bu kadar net bir mesele yok aslında. Ama tabii iki temel ihtilafa işaret etmek gerekiyor. Bir kere ABD karşıtlığı Tahran rejiminin DNA’sına işlemiş bir özellik. ABD’nin, Şah’ın en büyük destekçisi olması, 1953’te Musaddık’ın darbeyle indirilmesi gibi çok sayıda tarihsel mesele de İran’daki ABD karşıtlığına kaynaklık ediyor. ABD-İran husumetinin bir diğer nedeni ise, başta Suudi Arabistan ve İsrail olmak üzere İran’ın bölgedeki hasımlarının, ABD üzerindeki etkisi. Suudi Arabistan ve İsrail de sonuçta ABD’nin bölgedeki en büyük iki müttefiki. 2015’teki nükleer anlaşmadan ve Obama’nın ılımlı yaklaşımından en fazla rahatsız olan da bu iki devletti. Obama’ya, başkanlığı dönemindeki en büyük diplomatik başarı sorulursa, büyük olasılıkla nükleer anlaşmadan söz edecektir. Ve bu diplomatik başarıyı da Trump yok etti.

Trump’ın anlaşmayı bozarkenki temel argümanı neydi?

Trump, az önce anlattığım etkenlerden dolayı, ama “İran orada burada askerlerimizi öldürüyor” gibi bir retorikle süreci akamete uğrattı ve bugüne kadar gelinmesinin yolunu açtı. ABD-İran gerilimi kesinlikle kaçınılmaz değildi. Ama ABD’nin başına Trump gibi bir adam geldi, konjonktür değişti ve ABD’nin Ortadoğu politikası, Obama döneminden farklı olarak tamamen İsrail ve Suudi Arabistan’ın istediği noktaya geldi. Bir anlamda kaçınılabilen, kaçınılmaz oldu.

^