“REZERV ALAN” YASASININ EKONOMİ POLİTİĞİ  

Söyleşi: Anıl Olcan
31 Ocak 2024
Resimler: Ignacio Iturria
SATIRBAŞLARI

Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun Meclis gündemine geldiğinden bu yana konuyu yakından takip ederek sosyal medyada uyarılarda bulunuyorsunuz. Bu yasayla bu kadar yakından ilgilenmenizin sebebi ne?

Önder Algedik: Aslında bu konu başta pek ilgimi çekmiyordu. Hasbelkader T24’te Mehmet Yılmaz’ın yasayla ilgili bir yazısı önüme düştü. Yazıyı okuduktan sonra böylesine önemli bir değişikliğin kamuoyunda hiç tartışılmadığını gördüm, konuya müdahale etme isteği duydum. Kimse halkı bilgilendirmiyordu. Bu işin sahipsiz olduğunu, meseleye daha yakından bakılmasına ihtiyaç olduğunu düşündüm. Üç yazıyla yasama sürecini takip ettim. Benden sonra bir-iki köşe yazarı daha yasayla ilgili önemli yazılar yazdı.

Maalesef kanun Meclis’ten geçene kadar pek ses çıkmadı. Siyasi partiler kadar meslek odaları da sessizdi. Yasa Meclis’ten geçtikten sonra sesler yükseldi, ama bunlar da teknik yorumlardı. Yasanın özü teknik yorumlarla boğuldu. Herkes yasaya müteahhit veya mimar gözüyle baktı. Yasayı halkın ve doğanın gözünden anlamaya çalışanlar azınlıktaydı.

Önder Algedik

6036 sayılı yasaya ekolojik ve ekonomi-politik açıdan bakarsak, ne gibi önemli değişiklikler bizi bekliyor?

Bu yasa kentsel dönüşüme ek olarak, iklim değişikliği açısından da çok önemli. Yasanın açacağı inşaat alanları için üretilecek çimentoyu, doğadan çekilecek inşaat malzemesini, dökülecek hafriyatı düşündüğümüzde, fosil yakıt bağımlısı, düşük ekolojik ve ekonomik kalitesi olan kentlerle korkunç bir ekolojik yıkım yaratılacak. Yasa ayrıca var olan sermaye transferini hızlandıracak, mülksüzleştirmenin yasal ve pratik altyapısını oluşturacak.

Nasıl?

İnsanların mevcut evlerinin ömrünü uzatmak yerine, evlerin üzerine çökülecek bir plan yapılıyor. 2019’da Türkiye’deki boş ev sayısı 1 milyon 419 bin civarındaydı. Bu rakamın 2019’daki yerel seçimlerde AKP’nin Ankara ve İstanbul’u kaybetmesiyle azalacağını, en azından artmayacağını düşünüyordum. Ama boş ev sayısındaki artış durmadı. Şu an Türkiye’de iki milyona yakın boş ev var. Yani muhalefetin büyükşehir belediyelerini almasıyla boş konut stokunun artmaya devam ettiğini görüyoruz.

2021’e kadar bu ülkenin nüfus bakımından en büyük ikinci kenti başkent Ankara iken Boşkent ona yetişti. Boş evlerin alacağı nüfus başkentin nüfusunu aştı. Kimse “Neden bu kadar boş ev var?diye sormuyor. Yıllardan beri boş evlerin sayısı artıyor. Boşkent başkent Ankara’nın nüfusuna ek olarak Eskişehir nüfusunu da barındıracak kadar büyüdü. Buna rağmen Türkiye’de hâlâ barınma sorunu yaşanıyor. Peki, boş evler kimin elinde? Daha çok inşaat firmaları ve mülk zenginlerinin elinde olduğunu görüyoruz.

İBB Genel Sekreter Yardımcısı Buğra Gökçe, İstanbul Planlama Ajansı’nın yaptığı çalışmaya göre, sadece İstanbulda 400-750 bin arasında boş konut olduğunu açıkladı. Rezerv alan” topluma mevcut konutların güçlendirileceği ve konut stokunun arttırılacağı vaadiyle sunuluyor. Türkiyede iki milyona yakın boş konut olduğunu söylediniz. Öyleyse, yeni konut inşasına neden ihtiyaç duyuluyor?

Esas amaç yeni konut inşa etmek değil, mevcut konutları yok etmek. Bu çok ciddi bir yıkım, ama arkasında bir ekonomi-politik akıl var. Boş evlerin değerlenmesi için kent merkezlerinin boşaltılması lâzım. Mevcut konutlar ortadan kaldırıldığında o evlerden çıkartılan nüfus ya boş evleri kiralayacak ya da satın alacak. Her iki durumda da Boşkent kazanacak. Ayrıca, yıkılan konutların yerine yeni inşaatlar yapılacak. Böylece inşaat sermayesi için ikinci bir kaynak yaratılmış oluyor.

Yasayı okurken kentsel dönüşümün Şişli, Çankaya, Kadıköy, Bakırköy gibi rantın yüksek olduğu ilçelerde yapılacağı izlenimi edindim. Mesela, Ankara-Çankaya’da korkunç bir ekolojik yıkım yaşanıyor, ama kimseden çıt çıkmıyor. Ankara Belediyesi’nde durum AKP’nin belediyeyi yönettiği dönemden bile daha kötü. Tarım alanları inşaata açıldı, şehrin dışında devasa hayalet siteler var. Hayalet sitelerdeki konutların satılması için ciddi bir çaba sarf ediliyor. Türkiye’nin hemen hemen her ilinde devasa hayalet siteler var. Ama depremzedeler için ev bulunamıyor! Şehir dışındaki evlerin dolması için şehrin içindeki evlerin boşalması gerekiyor.

Türkiye’de iki milyona yakın boş ev var. Boşkent, başkent Ankara’nın nüfusuna ek olarak Eskişehir nüfusunu da barındıracak kadar büyüdü. Amaç mevcut konutları yok etmek. Boş evlerin değerlenmesi için kent merkezlerinin boşaltılması lâzım.

Halihazırda satılamayan ve kiralanamayan bir konut fazlası varsa, şehir içine yapılması planlanan yeni konutların satılmasının da zor olacağını söyleyemez miyiz?

Kadıköy veya Çankaya gibi yerlerdeki evlerin yıkılıp yerine lüks rezidansların yapılacağını düşünüyorum. Ancak, elimizdeki veriler bize başka şeyler de söylüyor. Muhtemelen bu lüks konutlar zengin yabancılara satılacak, çünkü evlerin eski sahiplerinin yeni yapılacak lüks rezidansların giderlerini karşılaması zor. 2013’te yabancılara satılan konutların oranı yüzde 3-4 arasındayken 2019’da bu oran yüzde 5’in üzerine, 2019 yerel seçimlerinden sonra ise yüzde 15’in üzerine çıktı. Antalya ve Mersin’deki konutlara Ukraynalı ve Rusların rağbet gösterdiğini biliyoruz. Bursa’da ise özellikle Arapların konut satın aldığını duyuyorum. Herkes yoksul mültecilere vururken kimse zengin yabancılara ses çıkarmıyor. Yoksul göçmene vurmak kolay tabii.

Konut fazlasına rağmen konut fiyatları astronomik bir şekilde yükseliyor. Büyük şehirlerde ortalama kiralar asgari ücretin çok üstünde. Konut fazlasına rağmen barınma giderleri neden düşmüyor?

Sosyal politikaların olmaması, piyasacı sistemin mutlak hegemonyasına teslim olunması ve karşı politika üretilememesi başlıca nedenlerden. İktidar kedinin fareyle oynaması gibi piyasayı manipüle ediyor. Buna karşı çıkan sol bir parti, kooperatifleri destekleyen belediye, sosyalist hareket, sendika ve meslek odası yok. AKP ilk yıllarında konut kooperatifçiliğine ideolojik olarak çok ciddi saldırdı ve payını zaman içinde düşürdü. Bu bile hegemonyada önemli bir role sahip.

İstanbulda rantın yüksek olduğu Üsküdar-Kandillideki 29 Mayıs Sitesi de rezerv alan ilân edilen yerlerden. Orta sınıfa mensup site sakinlerinin evlerinden çıkarıldıkları takdirde civarda bir evi kiralayamayacak denli alım güçlerinin düştüğünü, yoksullaştıklarını görüyoruz. Kentsel dönüşüm servet transferinde nasıl bir rol oynuyor?

1990’lardaki konut mantığı 2000’li yıllarda çok hızlı bir şekilde değişti. Daha çok enerji tüketen, kalitesiz, plansız, yüksek metrekareli evler piyasada belirleyici oldu. Kentsel dönüşüm ihtiyaç için konut inşa etmek yerine, gayrimenkul sektörü için inşaata döndü.

Piyasalaşma politikalarının bir bileşeni olan kentsel dönüşüm marifetiyle sermaye transferi iki şekilde yapılıyor. Birincisi, inşaat maliyetini müteahhitler ya nakit olarak ya da arsa payı alarak kentsel dönüşümü yaptırana yüklüyor. Mesela, 2,5 milyon TL değerinde 100 metrekarelik bir konutunuzun olduğunu düşünelim. Bu konut yıkılınca, daha önce yapmış olduğunuz 1,5 milyon TL’lik bir yatırım yıkılmış oluyor. Pazar fiyatı 2,5 milyon TL olan evinize 100-150 bin TL harcama yapıp güçlendirebilecekken 1,5 milyon TL’yi çöpe atıyorsunuz.

Peki, eviniz yıkıldı, yenisinin yapılması gerekiyor. Yeni konutun inşa edilebilmesi için 1,5 milyon TL harcanması gerekiyor. Müteahhit bu parayı konut sahiplerinden alıyor. Dolayısıyla, sadece bir konut vasıtasıyla inşaat sektörüne ortalama 1,5 milyon TL aktarılmış oluyor. Tek bir konuttaki toplumsal kayıp kaba bir hesapla 3 milyon TL. Sonuç olarak, konut sahibinin varlığı yok ediliyor üstüne müteahhite borçlandırılıyorsunuz.

İkinci sermaye transferi ise arsa payı üzerinden oluyor. Mesela, binanızdaki arsa payınızın 50 metrekare olduğunu düşünelim. Dünya yıkılsa o 50 metrekarede kulübe kurup hayatınızı sürdürebilirsiniz. Ama müteahhit 10 daireyi 16 daire yapacağım, 6 daire kendime alacağım” dediği zaman arsa payınız 30 metrekareye düşüyor. Böylece 20 metrekarelik servet inşaat ekonomisine aktarılmış oluyor. Konut yenilenince değeri 3,5 milyon TL’ye yükselebilir. Ama artık ekonomik olarak karşılayamayacağınız bir evde oturmanız gerekecek. Mecburen daha yoksul mahallelere göç etmek zorunda kalıyorsunuz.

Genelde, kentsel dönüşüm dört-beş seneye yayılıyor. Sekiz-on senede bitmeyen inşaatların olduğunu da biliyoruz. İnşaat devam ederken senelerce kira ödeyerek inşaat ekonomisine sermaye transferi yapmış oluyorsunuz. Diyelim ki, yeni evinizi 3,5 milyona sattınız. Ama konut spekülasyonunun ve enflasyonun tavan yaptığı bir ekonomik ortamda 4,5 milyona başka bir ev almak durumunda kalıyorsunuz. 2,5 milyon değerindeki evinizde mutlu mesut yaşarken evinizin değerinin artacağı hayaliyle mülksüzleşmiş oluyorsunuz. Muazzam, organize bir soygun bu. Resmen çökmenin altyapısı.

Servet transferi konusunu biraz açsak; bu varlıklar kimlere ve nasıl aktarılıyor? Yani, kimler yoksullaşıyor, kimler zenginleşiyor?

Yaklaşık 10 sene önce işçi sınıfı ekonomik olarak öldü. Tedrici olarak Türkiye toplumunun orta sınıfı da yok oluyor. AKP iktidarı toplumu fosil yakıt ekonomisine bağımlı kılarak çok önemli bir dönüşüm yarattı. Neredeyse bütün yatırımlar fosil yakıtın aşırı kullanımını teşvik ediyor. 2002-2021 arasındaki fosil yakıt ithalatı 738 milyar dolar. Bir o kadar da vergi alındı. Üstüne toplumun fosil yakıtlarla ilgili tali harcamalarını da düşünürsek, yaklaşık iki trilyon dolarlık bir yoksullaşma yaşandı. Bu paranın yüzde 10’u bile tasarruf edilebilse sağlık, eğitim ve ulaşım gibi temel haklar ücretsiz olurdu. Korkunç bir serveti fosil yakıt ekonomisine gömerek yok ettik.

Son bir yılda 145 milyon metrekare inşaat bitirdik, 128 milyon metrekare yeni inşaat kararı aldık. Her yıl 40-50 milyon ton asfalt döküyoruz. 60-70 milyon ton çimento seriyoruz. Bunlar halka servet transferi olarak yansıyor. AKP bu toplumu fosil yakıt bağımlısı yaptı ve bu bağımlılık üzerinden yoksullaştırmanın yeni bir formülünü buldu. Hane içi enerji ihtiyacı ‘90’lara oranla kat be kat arttı. Enerji giderleri üzerinden devlete çok ciddi paralar ödeniyor. Ama bir yandan evinin elektriği kesik olduğu için ölen çocuklar var. Isparta’da 2022’de meydana gelen uzun elektrik kesintisinde donarak ölen oldu. Bu verilerin ekonomi-politiğine bakmadıkça “Bizi soyan var” diye bağıran bir muhalefetin ötesine geçemiyoruz. Bu denklemde kazanan iktidar ve müteahhit olurken yerelde de kazanan yerel siyasetçi ve yerelin müteahhidi oluyor. Yani tam bir sermaye transferi piramidi.

Deprem felâketinden sonra Hataydaki kentsel dönüşüm uygulamalarına bakınca, yakın tarihte Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları gibi yöntemlerle gerçekleştirilen mülksüzleştirme ve servet transferinin bir benzerinin Arap Alevilerin mülklerinin kamulaştırılmasıyla amaçlandığı söylenebilir mi?

Doğru, ama bu yasadan AKP tabanı da muaf değil. AKP, iktidarı boyunca 30’dan fazla cami yıktı. Bu camilerin bir kısmı çok değerliydi. Ama bunun da siyasetini yapan, karşı çıkan yok. Çaresiz kalan AKP tabanı muhalefete mi sığınacak? Biraz önce bahsettim, Çankaya’da AKP ile CHP arasında bir fark yok. Ayrıca, AKP kentsel dönüşüm bağlamında sorgulanırken CHP sorgulanmıyor. CHP’nin Ankara’daki konservatuarı yıktırdığını konuşabiliyor muyuz? En azından CHP tabanı bu yasanın zararlarını öğrenebilseydi, komşuluk ilişkileri üzerinden AKP’liler de öğrenirdi olan biteni. Veya DEM Parti tabanına bu yasayı anlatsaydı, hiç değilse 15 ilde bu kanuna karşı çıkılırdı. Çalışmadılar.

Kadıköy veya Çankaya gibi yerlerdeki evlerin yıkılıp yerlerine lüks rezidansların yapılacağını düşünüyorum. Muhtemelen bu lüks konutlar zengin yabancılara satılacak. 2013’te yabancılara satılan konut oranı yüzde 3-4’ken 2019 yerel seçimlerinden sonra yüzde 15’in üzerine çıktı.

6 Şubatta meydana gelen depremlerden sonra yıkılan kentlerin imarını, verilen ihaleleri ve 6306 sayılı yasayı birlikte düşünsek…

Teklif geçtikten birkaç hafta sonra, Hatay’da 207 hektar kent parçası rezerv alan ilan edildi. İsrail silah zoruyla Filistinlilerin evlerine konarken, Türkiye’de bu siyaset yoluyla oluyor. Yasa mevcut politikaları daha da sertleştiriyor, acımasızlaştırıyor. Böyle olunca iki milyon boş ev olmasına rağmen depremzedeye sığınacağı bir ev verilemiyor, depremzedeler çadırda kalırken arsalarına çökerek inşaat yapılıyor. Yıkım işini gerekli önlemleri almayarak doğaya yaptırmışız zaten. O kısım bedavaya gelmiş!

6306 sayılı yasayı bir “çökme yasası” olarak tanımlıyorsunuz. Şahintepe, Fetihtepe gibi örneklere baktığımızda, 6306 sayılı yasanın eski halinin bile iktidarın kentsel dönüşüm uygulamaları için epey kullanışlı olduğunu görüyoruz. İktidar neden böyle bir yasal düzenlemeye ihtiyaç duydu?

AKP genelde iki temel amaç için yasa değişikliği yapar. Birincisi, mevzuatı uygulamaya uyarlamak. İkinci amaç da işleyişi güncel politik ihtiyaçlara uyarlamak. İşleyiş ve ihtiyaçlar değişiyor. Sermaye transferi canavarı büyüdü. 6306 sayılı yasanın eski hali AKP’ye artık yeterli gelmiyor. Eskiden küçük bir bezle örtülebilen canavarı gizleyebilmek için artık daha büyük bir kumaşa ihtiyaç var. Dolayısıyla, AKP canavarı gizleyecek yasal düzenlemelere ihtiyaç duyuyor.

7 Kasım’da Meclis’ten geçen kanun karışık değil. Kanuna neresinden bakarsanız bakın, Evinize çökeceğim” diye bağırıyor. Büyüğünden küçüğüne müteahhitler voliyi vururken halk da voliyi yiyen tarafta. Yasa değişmeden önce de “Şöyle güzel evleriniz olacak” diyorlardı. Ama yıllardır evlerine kavuşamayan insanlar itiraz bile edemiyor.

Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun, sizin de vurguladığınız gibi, TBMMde neredeyse hiçbir dirençle karşılaşmadan, sessiz sedasız geçti. Sizce muhalefetin bu sessizliğinin nedeni neydi?

Kentsel dönüşüme Kötü AKP, iyi muhalefet” gibi bir denklemden bakamayız. Şu an zaten fiilen kentsel dönüşüm yaşanıyor. 6306’nın en fazla uygulandığı yerler CHP’li belediyeler. Çankaya’da 30 yıllık binalar belediye eliyle yıkılıyor. “Muhalefet” de yasanın değişmesinden yana. İlk oylamanın yapıldığı 1 Kasım’da, 222 muhalefet milletvekili Meclis’te bile değildi. Oylamaya 34 muhalefet vekili katılmış. 7 Kasım’daki ikinci oylamada da sadece 82 muhalefet vekili var. Bu manzaraya bakınca Muhalefet yasaya karşı” diyebilir miyiz? Hayır.

Meclis’teki ilk görüşmelere 112 CHP vekili katılmıyor. Oylamaya ise 94 CHP’li vekil katılmıyor. DEM Parti’den 44, İYİ Parti’den 33 vekil oylamaya katılmıyor. CHP bu yasaya karşı çıkmadı, çünkü aslında yasayı savunuyor. CHP ve AKP’nin çok sıkı imar pazarlığı yaptığını Ankara Belediyesi’nin meclis kararlarından biliyoruz. CHP ciddi anlamda müteahhitlerin partisi. İlk dört buçuk yılda 8886 belediye meclisi kararı çıkmış. Yaptığım izleme çalışmalarına göre 8468 karar AKP, CHP, İYİ Parti ve MHP’nin oy birliğiyle verilmiş. Muhteşem bir politik mutabakat!

Sadece TBMM’de alınan kararlara değil, belediye meclisinde alınan kararlara bakınca siyasi partilerin bu yasaya pek karşı olduğunu görmüyoruz. Tek bir vekil bu yasayı halka anlatsa yasa Meclis’ten geçemezdi. Ama kimse ağzını açmadı. TİP ve EMEP gibi sosyalist partilerden de ses çıkmadı. Sosyalist partilerin halkı bu yasaya karşı sokakta örgütlemesini bekleriz, değil mi? Ne yazık ki bu da yapılmadı. DEM, TİP, EMEP de Meclis’teki oylamaya ilgisiz kalmış. Meclis’te yasaya karşı duramadılar diyelim, peki ya sokakta? Olgulara bakınca, sosyalistlerin sokakta da yasaya karşı çıkmadıklarını görüyoruz. Kürsü konuşmalarıyla sosyalist olunmuyor, o sosyete sosyalistliği. Muhalefet biraz ilgi gösterse bu kanunun Meclis’ten geçmesi imkânsızdı. Muhalefetin karnesi öyle kötü ki insan utanç duyuyor.

Başkanlık sistemine geçtikten sonra Meclis etkisizleştirildi, yetkileri iyice daraltıldı. Durum böyleyken Meclis’ten nasıl bir beklentiniz var?

Yurttaşlar 14 Mayıs’ta yüzde 90’a varan katılımla oy kullanmışken seçtiği vekillerin TBMM’deki oylamalara katılmamasını bekleyemeyiz. Milletvekilleri oylamaya gitmeyeceklerse istifa etmeliler. Anayasada partilerin ve Meclis’in görevleri tanımlı. Vekiller anayasal görevlerini yerine getirmeyeceklerse neden Meclis’te? Meclisin rolü kalmadı, öyleyse Meclis’e gitmeyelim” demek bir kılıf. Meclis’in hâlâ önemli bir rolü var.

Meclis önemsiz olsa AKP büyük bir çabayla yasa çıkarmaya çalışır mı? AKP’nin hâlâ yasal altyapıya, meşruiyete ihtiyacı var. Muhalefetimiz AKP’nin ihtiyaç duyduğu yasal meşruiyeti hediye ediyor. Ayrıca, siyasi partilerin yasama görevi sadece oy kullanmak değil ki. Gazetecilerin “çökme yasası”yla ilgili yazdıklarını muhalefet partilerinin hazırlaması gerekirdi. Neredeler? Sahadayız” diyorlar, öyleyse biz neden göremiyoruz?

Milletvekilleri halkın varlığını Meclis komisyonlarına taşımak zorunda. Göstermelik itiraz koyuyorlar, ama neye itiraz ettiklerini halka anlatmıyorlar. Tüm bu yasama zincirinin gereklerini yapmayıp Meclis’in rolü yok” denir mi? Meclis’in önemi yoksa neden muhalefet AKP’nin kanunlarına kabul oyu veriyor. Geçtiğimiz yasama döneminde 271 açık oylama olmuş. Yaptığım izleme çalışmalarında elde ettiğim veriler çok şaşırtıcı.  İYİ Parti 191, CHP 179, DEM Parti 101 kez kabul oyu vermiş. Muhalefet partileri kendi siyasi tabanlarının çıkarlarıyla örtüşmeyen kararlara “kabul oyu” veriyorlar. Nerede halktan yana ilkeler? Maalesef öyle bir ilke yok.

Kabul oyları siyasi partilerin hangi konularda ortaklaştığını gösteriyor?

Kademeli elektrik zamlarını düzenleyen yasaya 57 CHP vekili kabul oyu verdi. Bu öneriden sonra enerji fiyatlarında inanılmaz bir artış yaşandı. Bu yasaların muhalefet tarafından görünmez kılınıp üstüne bir de kabul oyu veriliyor olması muhalefetin de AKP’ye benzediğini gösterir. Veya laikliğin köküne kibrit suyu döken Diyanet Akademisi düzenlemesine 22 CHP ve 12 İYİP vekili kabul oyu verdi. DEM Parti çekimser kaldı.

İklim ve enerji politikalarına baktığımızda da benzerlikler görüyoruz. CHP de nükleer enerjiyi savunuyor. DEM Parti nükleer atıklarla ilgili düzenlemeye red oyu vermedi, çekimser kaldı. Ekolojik ilkeleri olan bir partinin yapmaması gereken bir şeydi bu. Meclis’ten geçen nükleer kazalarla ilgili uluslararası sözleşmenin birinde CHP, diğerinde DEM Parti çekimser kaldı. Bu partiler arasında bir renk farkı yok, ton farkı var.

Yasa çıktıktan birkaç hafta sonra, Hatay’da 207 hektar rezerv alan ilan edildi. İsrail silah zoruyla Filistinlilerin evlerine konarken, Türkiye’de bu siyaset yoluyla oluyor. Yasa mevcut uygulamaları daha da acımasızlaştırıyor. İki milyon boş ev olmasına rağmen depremzedeye sığınacağı bir ev verilemiyor.

Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun Meclis’ten geçtikten sonra Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki Meclis’teki konuşmasında muhalefet vekillerine Bu yasa sizlerin takdiriyle çıktı” diyerek teşekkür etti. O konuşmada Kentsel dönüşümde bazı meselelerde tıkanıyorduk” da dedi. AKP ve inşaat ekonomisinin birlikteliğini düşündüğümüzde bu tıkanıklığın siyasetin finansmanı konusunda olduğu söylenebilir mi?

AKP istediği bir şeyi iki gün sonra da olsa alıyor. Şu anda bir-iki yazar dışında AKP’nin kullandığı uluslararası kredileri inceleyen kimse yok. AKP Türkiye’yi uluslararası sermayeye açmış durumda. Bu finans akışından kimin ne kazandığı tam olarak bilinmiyor. Dolayısıyla, bu gizlilik içinde AKP’nin dış finansman sorunu yok.

Burada Özhaseki’nin bakan olarak görevini yapmadığını, ama bu alanda çalıştığını net bir şekilde söyleyebilirim. Elinizde bir kanun varsa önce o kanunun topluma etkisini ölçersiniz. Sorunları ortaya koyarsınız, yapılması gerekenleri söylersiniz. Bunlarla ilgili bir belge veya rapor gördük mü? Görmedik. İktidar hiçbir şekilde denetlenmediği bir kentsel dönüşüm istiyor.

Özhaseki bu denetimsizliği kendilerine armağan eden muhalefete teşekkür ediyor. Özhaseki o konuşmada Muhalefetin önerilerini aldık” dedi. Bu lafa çok üzüldüm. Demek ki yurttaşlar boşuna oy vermiş. Muhalefet iktidarın derdine derman olmuş, yol açmış. Demek ki biz Evimize çökecekler” diye boşu boşuna kendimizi paralıyoruz.

Beykoz Belediyesi kentsel dönüşüm gerekçesiyle Tokatköy’de yıkım başlattı. Gece yarısı polis eşliğinde yıkıma gelen iş makinelerine evlerinden zorla çıkarılan mahalle sakinleri direnmelerine rağmen engel olamadı. 1 Eylül 2022 Fotoğraf: Eylem Nazlıer 

Fetihtepede kentsel dönüşüme rıza göstermeyen insanların evine polis girdi, evlerin altyapı hizmetleri kesildi. İnsanlar günlerce karanlık evlerde yaşamak zorunda bırakıldı. Sonuçta, tapu güvenliğini güvence altına alan devlet modelinin bile ortadan kalktığını gördük. 6306 sayılı yasada yapılan değişiklikler devletin temel niteliklerinin de dönüşüme uğradığını gösterir mi?

Kentsel dönüşümün safhaları var. İlk safha Sulukule’ydi. Sulukule çok sembolikti. İkinci safha Sur’du. İkinci safhanın batıdaki uygulaması da Fetihtepe’nin yıkımıydı. Kentsel dönüşümün üçüncü safhasının altyapısı Suriye’de atıldı. Türkiye’nin Suriye’de inşa ettiği briket evlerden oluşan şehirlere baktığımızda kentsel dönüşümün üçüncü safhasının ruhunu görebiliriz. Yeni bir sınır ötesine geçme hali sanki. Bu kanuna salt “mülksüzleştirme kanunu” demeye dilim varmıyor, “çökme kanunu” diyorum. Veriler Sur ve Fetihtepe’nin ötesinde şeyler yaşayacağımızı söylüyor.

Nasıl şeyler?

Mesela, yeni kanunda Ev sahibine 15 gün içinde bildirim yapılır, tebligatın kişiye teslim edilmesi gerekli değildir” deniyor. Diyelim ki devlet bir bölgeye çökmek istiyor. O bölgede yaşayan emekli amcalardan biri bir-iki aylığına köyüne gittiğinde rezerv alan ilanından haberi olmayacak. Bu arada bakanlık bütün bir mahalleyi rezerv alan ilan edip boşaltabilir ve el koyabilir. Siz dönene kadar devlet kanuna göre evinize çilingirle girip evi boşaltma hakkına sahip olacak. Amcam köyden döndüğünde evinin boşaltıldığını, eşyalarının derdest edildiğini görecek.

Halkın örgütsel kapasitesinin yetersiz olduğu, sendikaların güçlü olmadığı, anayasanın tanınmadığı bir ortamda barınma hakkına sahip çıkabilmek nasıl mümkün olabilir?

Sosyalist örgütlere akıl vermek haddim değil. Ama geçmişte sosyalist örgütler konularına öyle vakıftı ki, halka o konu net bir şekilde anlatılabilirdi. Sadece bu korku bile egemenlere yeterdi. Şimdi ilgilendiği konulara hâkim bir örgüt yok. Sosyalist örgütlerin kapitalizmi ne kadar sorguladıklarını merak ediyorum. Bu yasayı ana gündemi yapan bir örgüt var mı? Barınma hakkına böylesine saldırılırken sosyalistler neden seferber olmadı? Sosyalistler hem parlamentoda hem de sokakta çuvalladı.

CHP yasal itiraz süresinin son gününde Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun’u Anayasa Mahkemesine taşıdı…

Mesele sadece bu yasayı Anayasa Mahkemesi’ne götürmek miydi? CHP bu yasayı Anayasa Mahkemesi’ne götürürken yanına DEM Parti’yi, İYİ Parti’yi, EMEP’i ve TİP’i, Saadet’i, emeklileri ve kiracıları da almalıydı. Öyle olmadı. CHP heyeti Anayasa Mahkemesi’nin önünde bir fotoğraf bile vermedi. Çünkü Anayasa Mahkemesi’ne gitmek istemiyorlardı, gönülsüzdüler. Böyle bir davayı kazanmak için toplumun örgütlenmesi ve iyi bir dilekçe yazılması gerekir. Aksi halde davayı kazanamazsınız.

Muhalefetin Anayasa Mahkemesi’nden iptal kararı çıkmasını istediğini sanmıyorum. CHP’nin yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne nasıl bir dilekçe yazdığını bilmiyoruz. Dilekçeye ulaşmak mümkün değil. Neden halktan saklanıyor bu dilekçe? Bu yasa halkı ilgilendirmiyor mu? CHP sırasını savmak için Anayasa Mahkemesi’ne taşıdı yasayı, bu çok belli. Hukuki olarak örgütlenmeyen bir dava siyasi bir sonuç getirmez.

CHP karşı çıkmadı, çünkü aslında yasayı savunuyor. CHP ciddi anlamda müteahhitlerin partisi. Tek bir vekil bu yasayı halka anlatsa Meclis’ten geçemezdi. Ama kimse ağzını açmadı. TİP ve EMEP gibi sosyalist partilerden de ses çıkmadı. Muhalefetin karnesi öyle kötü ki insan utanç duyuyor.

Yoksullaşan, yıllardır yaşadığı mahallelerden göç etmek zorunda kalacak örgütsüz bir halk var. 6306 sayılı yasaya karşı örgütsüzlüğün nasıl sonuçları olabilir?

28 Mayıs akşamı toplumsal bir kırılma yaşadık. Yoksulluğun böylesine arttığı bir ortamda AKP’nin seçimi kazanması imkânsızdı. Muhalefet halkın umudunu sattı. Muhalefetin beş senedir AKP politikalarına destek verdiği yetmezmiş gibi, Seçim Kanunu’nun da değişmesine ciddi destek verdiler. O da yetmedi, sansür düzenlemesine destek vererek bu kararlara karşı ses çıkaracak insanları sessizleştirmenin önünü açtılar. AKP seçimi ancak böyle kazanırdı, sonuçta kazandı da.

Seçim Kanunu’nun Meclis’ten geçtiği gün CHP ve DP’nin liderleri Hatay’da fuar açılışındaydı. Kemal Kılıçdaroğlu sansür düzenlemesi yapılırken ABD’ye gitti. Kanun Meclis’ten geçtikten bir gün sonra Türkiye’ye döndü. Yetmedi, resmen seçimi AKP kazansın diye CHP Ümit Özdağ gibi neofaşist bir siyasetçiyle masaya oturdu. Deprem gündemi bile seçime taşınmadı.

Bu kadarı beceriksizlik değil, art niyettir. AKP bu sayede kazandı. Sonuçta TBMM rahat. Vekiller oylarını aldı, beş yıl boyunca işlerini garantiledi. Halkın siyasete küsmesi siyasetçilerin işine geliyor. Kimse parlamenterlerin yaptıklarıyla ilgilenmeyecek. Peki halk ne yapacak? Sekter olmayan, doğayı ve toplumu önceleyen, bilgiyi toplumsallaştıran, dayanışmacı sosyalist örgütlenmelere ihtiyacımız var. Maalesef sosyalistler arasında korkunç bir rekabet var. Şehrine, mahallesine sahip çıkmayan sosyalist örgütlerin seçimlere duyduğu arzu iktidarın ekmeğine yağ sürüyor. Artık halkın ortak çıkarlarının savunulması gereken bir dönemeçteyiz.

Ayrıca yerel seçimlerin yaklaştığı bir dönemeçteyiz. AKPnin İstanbul Belediye Başkan adayı Murat Kurumun TOKİ geçmişini düşününce İstanbulu nasıl bir gelecek bekliyor sizce?

Murat Kurum Emine Erdoğan’la yakınlığı bilinen, çok ciddi rant geçmişi olan bir isim. İstanbul’daki rant belediyeciliği anlayışı son beş yılda biraz olsun gerileseydi Murat Kurum aday olamazdı. İstanbul’un rantı beş yıl öncesine göre katlanarak arttı. Ekrem İmamoğlu asfalt ve beton belediyeciliğinden şaşmadı. Böyle olunca AKP’nin toplumsal bir yanı olan bir aday çıkarma gerekliliği kalmadı. İktidarın inşaat politikalarının merkezinde yer alan isimlerden birini aday göstermek cazibeli hale geldi.

Sadece Murat Kurum’u tartışmak saçma. AKP genel seçimleri sadece Erdoğan’la mı kazandı? Harcanan milyarlarca liralık devlet kaynağını hesaba katmayacak mıyız? Erdoğan gibi Murat Kurum da tek başına kazanmayacak seçimi. Seçimi devlet aygıtıyla ve oluşturulan inşaat otokrasisiyle kazanacak. İstanbul’un ekolojik yıkım tarihinde yeni bir sayfa açılacak.

Beş sene sonra, örneğin İstanbul ve Ankara şehir olarak neye benzeyecekler sizce?

Otuz-kırk yıllık genç yerleşimler yıkılarak, arka bahçeler inşaata katılarak asfalt-beton belediyeciliğiyle yeni kentler inşa ediliyor zaten. Bugün Ankara ve İstanbul yaşanmaz hale geliyor. İnsanın sadece müşteri olduğu bir topluma geçişi görüyoruz. Aslında şu an bunun içindeyiz.

Son söz?

1973 yerel seçimlerinde Ankara Mimarlar Odası Başkanı Vedat Dalokay CHP’nin yüzde 37 oy aldığı dönemde, yüzde 60’tan fazla oyla seçiliyor. Neden? Çünkü toplumcuydu. Keza 1972’de İzmit Belediye Başkanı olan Erol Köse… Erol Köse’nin alâmet-i farikası Yahya Kaptan Toplu Konut Projesi’ni başlatmasıydı.

Muhalefet barınma sorununu çözerse kazanır. 1970’lerdeki belediyecilik anlayışı günümüzde hâkim olsaydı AKP her yerde kaybederdi. Ama Ankara’da son beş yılda AKP belediyeciliği devam etti. Artık Ankara’da AKP’nin bile yapamayacağını yapan bir belediye var. AKP Kızılırmak suyunu kullanamıyordu, ama Mansur Yavaş kullanıyor. AKP konservatuarı yıkamazdı, ama CHP yıktı. Herkes komisyonunu aldığı sürece bu sistemden memnun.

Muhalefet neden konut kooperatiflerini iktidarla birlikte öldürüyor? Neden “muhalif” belediyeler kooperatifleşme için çalışmıyor? Çünkü kooperatifleşme başlarsa toplumsal dönüşüm başlayacak. Halk 1970’lerde komisyoncu siyasete karşı koyabildi, egemenlerin fikirlerine karşı politika üretebildi. Biz de yapabiliriz, yapmaya mecburuz.

^