Son yıllarda, özellikle Barış Süreci’nin rafa kaldırılması ve 15 Temmuz darbe girişiminin ardından, “terör propagandası” suçlamasıyla açılan davalarda anormal bir artışa, cezalarda astronomik sürelere, yıllar önce yapılmış bir sosyal medya paylaşımının onlarca yılla cezalandırılışına, hapishanelerin dolup taşmasına şahit oluyoruz. Peki “terör övgüsü ve propagandası”nı saptamak bu kadar basit bir iş mi, ifade özgürlüğünün sınırları nerede başlayıp bitiyor, on binlerce insanı etkileyen ve dışarıdakilerin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan bu kararlar mevcut yasalarla ne ölçüde uyuşuyor? TCK, TMK maddelerine, Yargıtay ve AİHM içtihatlarına yakından bakıyoruz…
Basın ve ifade özgürlüğü üzerindeki siyasi baskı devam ettiği sürece, zamanında kimsenin dikkatini çekmemiş sosyal medya paylaşımları bir süre sonra bu paylaşımları yapan kişilerin önüne çıkarılabiliyor. Bu durumun son örneklerinden biri CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’yla yaşandı. Kaftancıoğlu’nun dört-beş yıl önce yazdığı veya paylaştığı bazı tweet’ler siyasi açıdan olduğu kadar hukuki açıdan da gündem oldu ve hakkında kısa süre içinde terör örgütü propagandası yapmak suçlamasıyla soruşturma başlatıldı. Konunun siyasi boyutu ve tartışılan paylaşımların içerikleri bir tarafa, hukuki açıdan tartışmaya açık birçok tarafı bulunuyor.
Bir televizyon programında yalnızca barış talebini dile getirmesine rağmen hapisle cezalandırılan Ayşe öğretmen, askeri operasyon sonrası Nusaybin’i resimlediği için hapsedilen gazeteci Zehra Doğan veya yine barış talebini dile getirdikleri için mesleklerinden ihraç edilip yargılanan Barış Akademisyenleri “örgüt propagandası” suçunun ne derece geniş yorumlanıp siyasi baskı aracına dönüştürülebildiğinin son dönemdeki dikkat çeken örnekleri.
Kamuoyunda bir hayli tartışılan bu üç yargılamadaki sanıkların ortak yönü, davalara konu edilen paylaşım ve açıklamalarının hiçbirinde herhangi bir şiddet övgüsü veya çağrısı yapmamaları kadar, bir örgüt adı dahi anmamış olmaları. Durum böyle iken bunca mağduriyet ve hak ihlaline araç olarak kullanılan örgüt propagandası suçunun tekrar tekrar tartışılması gerekiyor.
Kanunlar ne diyor?
Öncelikle belirtmek gerekiyor ki, hem Türk Ceza Kanunu’nun suç örgütleriyle ilgili 220. maddesinin 8. fıkrası hem de Terörle Mücadele Kanunu’nun terör örgütleriyle ilgili 7. maddesinin 2. fıkrası, aslında propaganda suçunun yukarıdaki örneklerde olduğu gibi istendiği yere çekilip esnetilmesini kolaylaştıran maddeler değil. Bu iki kanun maddesi, ceza oranlarındaki farklar dışında şöyle: “(…) örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi (…) cezalandırılır.”
Dolayısıyla bir kişinin TCK veya TMK kapsamında örgüt propagandası yaptığının tespiti ve cezalandırılabilmesinin açık ve farklı yorumlamaya da kapalı bir ölçütü var: Bir örgütün şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini övme şartı. Kanun koyucu basitçe, her örgüt övgüsünün bu suçun konusu olmasının önüne geçmek ve ifade özgürlüğüne yönelik keyfi müdahaleyi engellemek amacıyla şiddet övgüsü kıstasını getirmek zorunda kalmıştır. Yani bir örgütün veya mensuplarının övülmesi, birçok mahkeme kararına yansıdığı gibi tek başına bu suçtan yargılamaya veya ceza almaya yeterli değildir.
Yargıtay ne diyor?
Bu konuda Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 2015 yılında AİHM’in benzer kararlarından hareketle verdiği karardaki şu ifadeler de yol gösterici: “(…) verilen mesajın şiddete çağrı, tahrik ve teşvik edici ya da silahlı direnişe ve isyana davet şeklinde veya insanda saldırgan duygular oluşturacak biçimde anlamsız bir nefret yaratarak şiddetin doğmasına uygun bir ortamı kışkırtacak nefret söylemi olup olmadığı değerlendirilmeli, doğrudan veya dolaylı şiddete çağrı var ise sanığın siyasi kimliği, konumu, konuşulan yer ve zamanı gibi açık ve yakın tehlike testi bakımından analize tabi tutulmalıdır.”
Bir örgütün veya örgüt mensubunun uyguladığı şiddet övülmeksizin yapılan propagandası, ancak TCK’nın 215. maddesindeki “suçu ve suçluyu övme” suçunun konusunu oluşturabilir. Fakat bu madde dahi, örneğin suçlu bir kişiye yapılan övgüyü değil, bu kişinin “işlemiş olduğu suçtan dolayı” övülmesini suç saymıştır. Diyelim ki cinayet işleyen A kişisi için “A çok değerli bir adam” diyen kişi değil, “A cinayeti işlemekle iyi yaptı” diyen kişi cezalandırılacaktır. Bu durum propaganda suçunda da böyle anlaşılmalıdır.
TCK’daki dava zamanaşımı süreleri ceza üst sınırı üzerinden belirlendiğinden propaganda suçunda da zamanaşımı 15 yıla kadar çıkabiliyor. Dolayısıyla örneğin 2003 yılında herhangi bir sosyal medya hesabı üzerinden bu suça konu olabilecek bir paylaşım yapmış olan kişi bile aradan onca zaman geçmiş olmasına rağmen yargılanabiliyor.
Açık ve yakın tehlike kıstası
Terör örgütü propagandası suçunda bir başka sorun, zamanaşımı mefhumunun belirsizliği. TMK’da bu suç için 1 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası öngörülüyor. Bu durumda suçun dava zamanaşımı süresi 8 yıl. Ancak son dönemdeki çoğu “suçun” sosyal medya veya geleneksel medya üzerinden işlenmesi ve bunun TMK’da nitelikli hal olarak düzenlenmesi nedeniyle istenen ceza 7.5 yıla kadar çıkabiliyor. Bu durumda TCK’daki dava zamanaşımı süreleri ceza üst sınırı üzerinden belirlendiğinden propaganda suçunda da zamanaşımı 15 yıla kadar çıkabiliyor. Dolayısıyla örneğin 2003 yılında herhangi bir sosyal medya hesabı üzerinden bu suça konu olabilecek bir paylaşım yapmış olan kişi bile aradan onca zaman geçmiş olmasına rağmen yargılanabiliyor.
Bu durumun yarattığı en ciddi problemlerden biri, Türkiye gibi siyasi konjonktürün çok hızlı değiştiği bir ülkede bir dönem terör örgütü sayılmayan bir yapılanma hakkında yapılan övücü bir paylaşımın bir başka dönemde kişinin karşısına propaganda suçu olarak çıkması oluyor. Veya Kürt meselesinde görüldüğü gibi, çözüm süreci boyunca yapılmış çoğu paylaşımın o dönem içinde değil de, bu süreç bittikten sonra yargılamalara konu edilebilmesi. Basın Kanunu’nda basılı eserler için dava zamanaşımı 4 veya 6 ay olarak belirlenmişken bu hüküm sosyal medya paylaşımları için geçerli değil. Bu nedenle ortaya çıkan dengesizliğin giderilmesi için sosyal medya paylaşımları için de benzer bir süre kısıtının getirilmesi gerekiyor. Bu yapılmıyorsa, yargılamalarda Yargıtay’ın da önerdiği ve TCK’nın 215 ve 216. maddelerinde de kabul edilen “açık ve yakın tehlike” kıstasının ölçü alınması lâzım. Bu durumda yıllar önce yapılmış bir paylaşımın kamu güvenliği açısından “açık ve yakın bir tehlike” arz edip etmediği tartışılacak ve böylece belki de birçok hak ihlali ve haksız yargılamanın önüne geçilebilecek.
Basın Kanunu’nda basılı eserler için dava zamanaşımı 4 veya 6 ay olarak belirlenmişken bu hüküm sosyal medya paylaşımları için geçerli değil. Bu nedenle ortaya çıkan dengesizliğin giderilmesi için sosyal medya paylaşımları için de benzer bir süre kısıtının getirilmesi gerekiyor.
Herkese profesyonel gazeteci muamelesi
Terör örgütü propagandası suçunun yargı uygulamalarında ortaya çıkan bir başka çelişki, TMK 7/2’de nitelikli hal olarak düzenlenen “suçun basın yayın yoluyla işlenmesi” durumu. Her ne kadar TCK’da basın-yayın “her türlü yazılı, görsel, işitsel ve elektronik kitle iletişim aracı” olarak tarif edilse de, bu suçu işlediği iddia edilen kişilerin çok büyük kısmı sosyal medyayı bir gazetecinin kullandığı veya anladığı şekilde basın-yayın aracı olarak değil, sıradan bir paylaşım mecrası olarak görüp kullanıyor. Aynı zamanda örneğin Twitter’da 50 takipçisi olan biri ile 50 bin takipçisi olan kişinin bir tutulması gibi orantısız bir durum beliriyor. Oysa propaganda suçundan bahsedebilmek için suça konu olan mesajın geniş kitlelere ulaşabilmesi temel ölçütlerden olmalı. Bu ve benzer birçok başka yönden terör örgütü propagandası suçu rahatlıkla ifade özgürlüğü üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılabiliyor. Bu keyfiyetin önüne geçilmesinin ise basit bir yolu var, o da TCK ve TMK’daki sınırlamaya uyup Yargıtay veya AİHM içtihatlarını izlemek. Yani basitçe, kanun ve içtihatları uygulamak.