ABD’NİN SURİYE’DEN ÇEKİLME KARARI, ÖNCESİ VE SONRASI

Söyleşi: İrfan Aktan
6 Ocak 2019
SATIRBAŞLARI

ABD Başkanı Donald Trump’ın 19 Aralık günü ABD güçlerini çekeceklerini ilan etmesiyle birlikte, başta Menbiç olmak üzere, Suriye’nin kuzeyinde askeri hareketlilikler başladı. Türkiye, kontrolündeki cihatçı gruplarla bölgeye konuşlanmaya çalıştığı sırada, Trump’ın kararından sadece dokuz gün sonra, 28 Aralık’ta, Suriye ordusunun YPG’nin çağrısıyla Menbiç’e girdiği haberleri geldi. Türkiye’nin Afrin’e girişini sağlayan Rusya, bu sefer Şam’ın Menbiç’e girdiği haberlerini memnuniyetle karşıladı. Öte yandan, ABD iç siyasetinde Trump’ın çekilme kararı yoğun tepkilere neden oldu. Savunma Bakanı Jim Mattis istifasını verdi. Pentagon, Dışişleri Bakanlığı ve Kongre’de çekilme kararına itirazlar geldi. Gerek Demokrat gerekse Cumhuriyetçi pek çok senatör Trump’ı çekilme kararını gözden geçirmeye davet etti. Fransa başta olmak üzere ABD’nin Suriye sahasındaki müttefikleri de bu kararın IŞİD’in henüz bitirilmediği bir dönemde alındığını ve Kürtleri açık hedef haline getirdiğini ifade eden açıklamalar yaptı.
2 Ocak 2019 gününe gelindiğinde, bu yoğun tepkilerin etkisiyle, Trump “Kürtleri korumak istiyoruz” diyerek Türkiye’ye mesaj verdi. Öte yandan, çekilmeye ilişkin net bir takvim vermeyerek süreci muğlak bıraktı. Peki, ABD’nin bu ikircikli gibi görünen, belirsizliklerle dolu Suriye politikası sahada ne tür etkiler yaratıyor? Trump’ın yeni “ortağı” olarak görünen Türkiye açısından Suriye artık daha rahat hareket edilebilecek bir saha mı? İran ve Rusya’nın ABD sonrası Suriye politikası Türkiye açısından ne tür sonuçlar doğurur? Dahası, Kürtleri ne bekliyor? Bölgeyi yakından takip eden gazeteci Fehim Taştekin’e bağlanıyoruz…

ABDnin Suriyeden çekilmesinin Trump’ın şahsi kararı değil, Amerikan devletinin daha büyük projeleriyle ilgili olduğuna ilişkin yorumlara katılıyor musunuz? 

Fehim Taştekin

Fehim Taştekin: İran’a karşı daha büyük bir saldırıda hedef olabilecek ABD güçlerini çekmek için bu karara varıldığına dair yorumlar var. Bu yorumu Arap medyası da yapıyor. Fakat ABD’nin stratejik olarak konuşlandığı, üslerini yerleştirdiği bölgelerle ilgili bir harita çizdiğimizde, Afganistan’dan Irak’a, Türkiye ve Suriye’den Bahreyn, Kuveyt, Katar, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’a varıncaya kadar, İran’ı bütün taraflardan kuşattığını görüyoruz. Ayrıca, hareket halinde çok sayıda savaş gemisi var. Hürmüz Boğazı’nda 1980’lerden beri İran’la birbirlerini gözetliyorlar. Bu konuşlanma dolayısıyla İran açısından da ABD’yi her yerden vurmak mümkün. Öte yandan, Beyaz Saray’da, Pentagon’da ve Dışişleri’nde Suriye’den çekilme kararının şokunu yaşayanlar, son bir yıldır Suriye politikasını İran’la ilişkili hale getirdiklerini söylüyorlar. Yani Trump’ın kararından rahatsız olan ABD’li yetkililer, İran’ı kuşatmak ve geri çekilmeye mecbur etmek için Suriye’deki askeri varlığın devamından yanaydı. O yüzden Trump’ın bir anda askerleri çekme kararı alarak aslında İran’la ilgili planlarının altını oyduğunu düşünüyor bu kesim. Trump’ın siyasal söylemi ve göreve geldiğinden beri izlediği çizgi, bu denli ani olmasa bile eninde sonunda böyle bir çekilmeyi gerçekleştireceğini gösteriyordu.

Trump aslında Mart 2018de çekileceklerini açıklamıştı… 

Tabii. Ve o zaman ilk tepki Suudi Arabistan’dan gelmişti. Hem kral hem de veliaht prens, ABD’nin biraz daha kalması gerektiğini söylemişti.

Trump, Suriye’nin İran’la ilişkilendirilmesi projesinin yürümediğini gördü. Ayrıca Amerikalılar, İran konusunda Ruslarla çalıştıklarında daha etkili sonuç alabileceklerini gördü.

Neden? 

İran dolayısıyla… Fakat buna mukabil Trump da işi paraya ve asker göndermeye döndürdü ve “Arap NATO’su kurulsun, Araplar gelip operasyonların askeri ve mali yükünü sırtlansın” dedi. Hatta Suudi Arabistan kralıyla yaptığı bir görüşmede, Suudilerin bu iş için 4,5 milyar dolar ödeyeceğine inanmış olarak telefonu kapatmıştı. Ama böyle bir para gelmedi. Suudi Arabistan’dan gelen 100 milyon, Birleşik Arap Emirlikleri’nden gelen ise 50 milyon dolarla sınırlı kaldı. Sonuçta, müttefiklerden gelen toplam para 350 milyon doları buldu. Bu da Trump’ı hayal kırıklığına uğrattı. Oysa, o başından beri Irak ve Suriye için “Buranın petrolünü biz almıyorsak, para kazanmıyorsak niye kalalım” diyordu. Ancak, dediğim gibi, Pentagon Trump’ı Suriye’de kalmaya ikna etmek için buradaki politikayı İran’la bağlantılı hale getirdi. 

Suriye politikasını İran karşıtı politikayla nasıl ilişkilendirdi Pentagon? 

“Suriye ve Irak sınır hattını kapatırsak, İran’ı bloke etmiş oluruz” diyordu Pentagon. Nitekim, bütün harekât planı buna göre geliştirildi. Bunun da iki ayağı vardı: Birincisi, ABD’nin Suriye toprakları içinde muhalifleri eğitip donattığı Ürdün sınırındaki Tanaf üssü. İkincisi de Suriye Demokratik Güçleri (SDG). SDG’yi Rakka’ya, ardından da Deyr el Zor’a indirdiler. Üçüncü istasyon, güneyden sınırı kapatacak şekilde ta Tanaf’a inmek ve böylelikle Trump’ın ekibinin kafasındaki haritayı ve blokajı tamamlamaktı.

Peki bu gerçekleştirildi mi? 

Hayır. Bir taraftan Irak ordusu Haşd el Şaabi güçleriyle birlikte hızla ilerledi, diğer taraftan Suriye ordusu hızlı bir hamle yaparak sınıra kadar kontrolü genişletip ABD güçlerinin önünü kesti. Böylece Trump, Suriye’nin İran’la ilişkilendirilmesi projesinin yürümediğini gördü. Ayrıca, Amerikalılar İran konusunda Ruslarla çalıştıklarında daha etkili sonuç alabileceklerini gördü.

Paradoksal bir şekilde Şam’ı kurtaran İran desteği, uzun vadede Suriye yönetiminin de canını sıkacak boyutlar içeriyor. Suriye kendi topraklarında İran güdümünde bir milis yapılanması istemez.

 

İRAN PARADOKSU 

Nasıl yani? 

Rusya ve İran müttefik olabilir, ama Suriye yönetimini güvenceye alırken yoğurdu başka türlü yiyorlar. Siyaset biçimi ve beklentileri farklı. Rusya ticaretten ziyade daha stratejik, daha askeri bir konsept üzerinden Şam’la ilişkileri yürütüyor. Rusya açısından Suriye, Soğuk Savaş döneminden beri Akdeniz’de bir karakol, üs, konaklama, Arap dünyasıyla bağlantı kurma hattı. Ama İran, Suriye’yi direniş ekseninin en önemli ayağı olarak görüyor. Bu eksenin gittiği yer Lübnan, Filistin. Haliyle İsrail’i de yakından ilgilendiriyor. Paradoksal bir şekilde Şam’ı kurtaran İran desteği, uzun vadede Suriye yönetiminin de canını sıkacak boyutlar içeriyor. Çünkü İran değiştirebilen bir aktör; Şii potansiyeli kullanarak Suriye’nin nüfus unsurlarını dönüştürebilir. Yani İran, Rusya’dan farklı olarak iç siyasi dengelere etki edebilir. Suriye’nin seküler karakteriyle kan uyuşmazlığı var. O yüzden Suriye, İran kontrolündeki herhangi bir yapıya izin vermek istemez. Şu anda Şam mecburen İran’ın milis yapılarının operasyon yapmasına izin veriyor. Ama Suriye kendi topraklarında İran güdümünde Hizbullahvari bir milis yapılanması istemez. Üstelik ikisi de İsrail’le hesaplaşmak istiyor, ikisi de geçmişte Hamas’ı ve bugün Hizbullah’ı destekledi. Fakat iş Suriye içine taşındığında, Şam geçmişteki kötü tecrübeler yüzünden İran’ın belirleyici aktörlüğüne izin vermez. 

Geçmişteki kötü tecrübeler neler? 

Mesela Filistinli örgütlerle, Arafat’la, Hamas’la yaşananlar… Suriye zamanında bunlara kapılarını açtı, üs verdi, ama bir süre sonra bunlarla ciddi problemler, çatışmalar yaşadı. 2011 sonrasında Hamas deyince, mesela Suriye’deki mülteci kampları rejim karşıtı örgütlere destek verdi, Suriye ordusuyla çatıştı. Şam Hamas’ı destekledi, ama en kritik dönemde bu örgüt, Şam’ın aleyhine pozisyon aldı. Hamas siyasi liderliği Şam’dan çıktı, bağlantılı milisler muhaliflerin safına geçti. Dahası, İsrail’e karşı kullandıkları yeraltı tünel tekniklerini muhaliflere onlar öğretti. Dolayısıyla milisler konusunda Şam biraz temkinli. İran gibi bir müttefikin Rusya tarafından dengelenmesi günün sonunda Şam’ın da isteyeceği bir şey. Paradoks dediğim budur. Öte yandan, ABD de kendisinin dengeleyemeyeceği, önleyemeyeceği İran’ın Rusya tarafından önlenebileceğini gördü ve bunun üzerinden bir pazarlık yürüttü. Geçen seneye kadar Ürdün’de, Amman’da ABD, Fransız, İngiliz ve Arap istihbarat servislerinin bulunduğu, Suriye’nin güney cephesinin koordine edildiği bir operasyon odası vardı. Rusya bunlara dedi ki, siz muhaliflere desteği kesin, ben de İran ve Hizbullah’ın Ürdün ve İsrail sınırlarından uzaklaşmasını sağlarım. Bu pazarlık üzerine, Rusya gerçekten de İran’ın sınırlardan 80 kilometre uzaklaşmasını sağladı. ABD de muhaliflerin fişini çekti. Böylece güney cephesi kısa sürede çöktü ve Suriye ordusu Dera’yı, Kuneytra’yı çok kısa süre içinde yeniden kontrol altına aldı. Bu, İsrail açısından da güvenliğin teyidi anlamına geldi. Aynı zamanda, Trump da Rusya’yla çalışıldığında İran’ın geriletildiğini gördü. Dolayısıyla, ABD’nin ilan edilmiş Suriye politikasının değil, başka yolların işe yaradığı görüldü. Çekilme kararında bir diğer önemli faktör de şu: ABD’nin Kürtlerle ittifakının Türkiye’yle ilişkileri de çatırdattığı açıktı. Washington’da bu çok ciddi bir mesele haline geldi. Bir kanat IŞİD bitirilinceye, Suriye’de demokratik bir dönüşüm sağlanıncaya ve İran geriletilene kadar kalmalıyız derken, bir kanat da bütün bunların bedeli Türkiye’yle ortaklığın bozulması olmamalı diyordu. Sonuçta, ABD kurulu düzeni açısından, Rusya’yı Karadeniz’de tutmak için Türkiye’ye atfedilen önem çok büyük. Erdoğan’ın sürekli “Operasyon yapacağım” demesi, bir süredir Trump’ın sinirlerini bozuyordu. O yüzden Erdoğan “IŞİD’le savaşınız bitti, orada daha ne duruyorsunuz” deyince, Trump da Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’a dönüp “öyle mi” diye soruyor. Bolton “Evet ama, biraz daha kalsak iyi olur” diye eveleyip gevelerken, Trump Erdoğan’a dönüp “Tamamdır, işimiz bitti, Suriye sizindir” diyor.

ABD’nin Kürtlerle ittifakının Türkiye’yle ilişkileri çatırdattığı açıktı. Bir kanat IŞİD bitirilinceye ve İran geriletilene kadar kalmalıyız derken, bir kanat da bunların bedeli Türkiye’yle ortaklığın bozulması olmamalı diyordu.

 

ABD AÇISINDAN ESAS TEHDİT ÇİN

Ayrıca, Trump’ın IŞİDi ABD açısından bir tehdit olarak algılamadığı zaten görülüyor, değil mi?

Tabii Trump, “IŞİD benim açımdan tehdit değil, Türkiye için tehditse, o zaman onlar uğraşsın” diye düşünüyor. Trump bu şekilde hem bir seçim vaadini yerine getirmiş oluyor, hem sürekli sesini yükselten Türkiye’yi susturmuş oluyor, ama aynı zamanda ilan edilmiş Suriye siyasetinin de iflas ettiğini teyit ediyor. Trump’ın Suriye kararı, onun aklına, mantığına ve siyasi çizgisine son derece uygun. Tek şaşırtıcı şey, bunun çok ani verilmiş bir karar olması. Aslında ilan edilmiş strateji, ABD’nin en az iki yıl daha burada kalmasını gerektiriyordu.

Neden? 

Çünkü IŞİD henüz tam olarak bitmemiş. İkincisi, Astana süreci Cenevre’de anayasa yazma sürecine dönüşmüşken ve ABD’nin sahadaki varlığı bu süreci etkilemek için bir manivela kuvveti olarak işe yarayacakken, bundan vazgeçilmiş olunuyor. İran meselesi zaten başından beri tutmamış bir hedefti. Ama en azından bu iki bağlamda, ABD’nin bir-iki yıl daha kalması ilan ettiği planın mantığı gereğiydi. Nitekim, 2019’da Suriye’deki operasyonlar için hazırladıkları bütçe yasasını geçen yıl kabul ettiler. 

Dolayısıyla Trump, Erdoğanla söz konusu görüşmeye gelene kadar zaten vereceği kararı netleştirmiş miydi?  

Trump’ı şu anda sıkıştıracak şey, “IŞİD’le mücadeleyi yarıda bıraktın ve çıktın” denmesiydi. Fakat Erdoğan “biz geri kalanı hallederiz” deyince, Trump zaten o âna kadar kafasında hallettiği planı deklare etmiş oldu. Bu ani deklarasyon da en çok Trump’ın yakın çevresini şoke etti. Trump aynı şeyi Pakistan’a yardımın kesilmesi talimatını vererek yaptı. “Artık milyarlarca dolar harcamayacağız” dedi. Oysa Pakistan için de Dışişleri ve Pentagon’un üzerinde çalışılmış bir planı var. 2001’den beri Pakistan, El-Kaide ve Taliban’a karşı savaşta en önemli saha müttefikiydi ve onları da ortada bıraktılar. Pakistan, ABD adına bölgede savaştığı için bir sürü düşman edindi. Sen şimdi onu o düşmanlarla baş başa bırakıyorsun. Keza Meksika sınırına asker gönderme kararını da Trump, Pentagon’la müzakere etmeden verdi. Bakın, mesela önceki Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, veda etmeden çok önce “Biz şu anda Suriye’nin petrol sahalarının yüzde 90’ını kontrol ediyoruz” demiş ve Rusya’ya gönderme yaparak “Kimse pazarlık gücümüz olmadığını iddia etmesin, Suriye topraklarının yüzde 30’u bizim kontrolümüzde ve bu, bizim Suriye’yi şekillendirme planımızdaki en önemli kozumuzdur ve bu kozu kullanmayacağımızı kimse söyleyemez” diye ilave etmişti. Bütün yetkililer bu yönde konuşurken, geçen martta Trump birdenbire çekileceğiz dedi. Erdoğan’la konuşmadan çok kısa süre önce de çekilmekten bahsetti. 

ABD kurulu düzeni açısından esas tehdit Çin. Amerikalılar Çin’in önünü kesmeyi birincil stratejik mesele olarak görüyor. Trump, Obama döneminde başlayan bu trendi daha hırçın ve radikal bir şekilde yürütmeye çalışıyor.

Peki çekilme kararı, ABD’nin müdahaleciliğini bitirmesi anlamına mı geliyor? 

Hayır, ABD’nin dünyanın her yerinde parmakları var, Somali’den Yemen’e kadar dış politikası son derece müdahaleci. Dolayısıyla, Suriye’den çekilme, ABD müdahaleciliğini bitirmez. Trump kâr eden müdahalelere “hayır” demez. O kâr etmeyen müdahalelere karşı. Suudilerle on yıllık bir süreci kapsayan 450 milyar dolarlık bir anlaşması var. Böyle yağlı projeler için kendi askerini göndermekten çekinmez Trump. Ama diyor ki, Irak için 2 trilyon dolar harcadım, peki ne kadar kazandım? Suriye’yi konuşuyoruz ama, aynı süreçte Afganistan’daki askerleri yarıya indirme kararı da verdi. Oradaki komutanların, “bu kararı altlarımıza nasıl anlatacağımızı bilemiyoruz” sözleri ABD basınına yansıdı. Fakat Trump orada da “bir an önce Taliban’la anlaşın ve çekilelim” diyor. Bunun şu anda görüşmeleri yapılıyor.

Talibanla anlaşma görüşmeleri mi?

Evet. Birleşik Arap Emirlikleri buna ev sahipliği yapıyor. Daha önce bu iş Katar’daydı. ABD’nin Körfez’deki müttefikleri şu anda Taliban’ı bir şekilde ikna etmeye çalışıyorlar.

Neye?

Anlaşmaya… Taliban, imzalanmış bir kâğıtla dönecek yani! Fakat bu Trump’tan önce, Obama döneminde başlayan bir süreç. Dolayısıyla bir devamlılık söz konusu. Çünkü Obama dönemindeki trend, Ortadoğu’dan çekilmek yönündeydi. 

Nasıl bir trend bu? 

Ortadoğu’da söz konusu olan petrol veya doğalgaz arzı ise, bunu orada asker bulundurmadan veya savaşmadan da yapabiliriz diyor Amerikalılar. ABD kurulu düzeni açısından şu anda esas tehdit ve stratejik öncelik Çin. Çin, İpek Yolu’nu yeniden dirilten devasa projeleri hayata geçiriyor. Bunun yanısıra Afrika’da muazzam bir işbirliği ağı kuruyor. Amerikalılar Çin’in önünü kesmeyi birincil stratejik mesele olarak görüyor. Trump, Obama döneminde başlayan bu trendi daha hırçın ve radikal bir şekilde yürütmeye çalışıyor. 

Top ister istemez Rusya’nın ayağına gidiyor. Sonuçta, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı’nda olduğu gibi, Türkiye’nin yapacağı bir harekâtın geliştirilmesi Rusya’nın yeşil ışığına bağlı.

 

İHANETE UĞRADIĞINI DÜŞÜNEN SADECE KÜRTLER DEĞİL

ABD açısından Suriye sahasındaki müttefikleri olan Kürtlerle ilişkiye son vermenin bir maliyeti yok mu? 

Kürtler bu konuda elbette yalnız değiller. Ortaklar ve müttefikler nezdinde ABD güvenilirliğini yitiriyor. Özellikle Avrupa’daki müttefikler, Trump’ın şoke edici kararları nedeniyle çıldırmış vaziyette. NATO’nun yükünü paylaşmadıkları gerekçesiyle bütün müttefikleri azarlıyor. Merkel’e demediğini bırakmadı: “Neden Kuzey Akım Projesi’ne izin verdin, neden Rusya’yla daha fazla gaz alım anlaşması yaptın, bu bizim Karadeniz’deki stratejik önceliklerimizi baltalıyor.” Trump bir yandan da “Beni içeride Ruslarla işbirliği yapmakla suçluyorlar, hatta azil sürecini başlatmakla tehdit ediyorlar, ama asıl ihaneti müttefiklerimiz yapıyor” demeye getiriyor. İç kamuoyuna “Bakın ben Rusya karşıtıyım” mesajı veriyor. Diğer taraftan Macron’la birkaç kez çok fena kapıştı. Körfez’deki müttefiklerini de haşlıyor.

Trump ne istiyor? 

Para istiyor. Geçenlerde “bakın Türkiye IŞİD’le savaşacak, bunun için söz verdi, Suudi Arabistan da Suriye’nin yeniden inşası için para verecek, gördüğünüz gibi stratejim işe yarıyor” diye tweet attı. “Eli cebine gitmeyen müttefik istemiyorum” diyor. NATO üyeleri için de “ben sizi koruyacaksam, parasını siz vereceksiniz” diyor. Bu, müttefikleri ve müttefikler arası ilişkileri sarsıyor ve bunalıma yol açıyor. Ama bu Erdoğan’ın işine yaradı. Çünkü Trump’ın müttefikleri hırpalayan tutumu, Erdoğan’ın Avrupa’ya yaklaşmasında katalizör etkisi yarattı. Suudiler, İran politikası üzerinden Trump’la çok iyi anlaşacaklarını düşünüyorlardı, ama onlar da neye uğradıklarını şaşırmış durumdalar. Çünkü Trump onlara sürekli “Para, para, para” diyor. Dolayısıyla, ihanete uğradığını düşünen sadece Kürtler değil.

Siyasi bir çözüm geliştirilmeye çalışılırken Rusya, Türkiye’nin ortaklığına ihtiyaç duyuyor. Dolayısıyla, Türkiye’yi tamamen ABD’ye kaptırmaması, ama aynı zamanda Kürtleri de çok fazla hırpalamadan Şam’la uzlaştırması lâzım.

 

RUSYA KÜRTLERİ İÇERMEYEN BİR SÜRECİN ŞANSI OLMADIĞINI BİLİYOR 

Suriyeden çekilme kararıyla birlikte Menbiç başta olmak üzere çeşitli bölgelerde Türkiyenin desteklediği cihatçı gruplar harekete geçti. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Fırat’ın doğusuna girmekte kararlı olduklarını açıkladı. ABDnin çekilmesiyle birlikte Suriyeyi ne bekliyor? 

Şu anda korkunç bir belirsizlik var. Amerikan askerleriyle Türkler bir plan çıkaracak ve şu an her iki taraf da bunun hazırlığını yapıyor. Bunun için ABD’den Ankara’ya bir heyet gelecek ve ortak planı çıkaracaklar. Fakat top ister istemez Rusya’nın ayağına gidiyor. Sonuçta, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı’nda olduğu gibi, Türkiye’nin yapacağı bir harekâtın geliştirilmesi Rusya’nın yeşil ışığına bağlı. Rusya öncelikle ABD ile Türkiye’nin planını görmek isteyecek ve bunu kendisi açısından avantaja çevirmenin yollarına bakacak. 

Rusya, Kuzey Suriye için nasıl bir plan istiyor?

Türkiye’nin genişlemesine izin vermeden, Suriye ordusunun bu bölgelere hızlı bir şekilde intikal etmesini tercih ediyor. Ama bir taraftan da Türkiye’yle ortaklığı muhafaza etme gereği duyuyor. Çünkü İdlib ve başka bölgelerde Türkiye’yle koordinasyon içinde yürüttükleri bir operasyon var. Oralarda henüz sonuç alınamadı. Bunun siyasi ayağı Soçi, Astana ve Cenevre süreçleri. Burada da siyasi bir çözüm geliştirilmeye çalışılırken Rusya, Türkiye’nin ortaklığına ihtiyaç duyuyor. Dolayısıyla Rusya’nın Türkiye’yi tamamen ABD’ye kaptırmaması, ama aynı zamanda Kürtleri de çok fazla hırpalamadan Şam’la uzlaştırması lâzım. Korkunç bir denklem derken, herkesin açmazlarına dikkat çekmek istiyorum.

Rusya, Kürtleri siyasi çözüme ortak etmek istiyor mu? 

Tabii, çünkü Kürtleri içermeyen herhangi bir siyasi sürecin başarı şansı yok. Organize bir yapıya sahip olan Kürtler bölgenin önemli bir bölümünü kontrol ediyor, ciddi bir askeri güce ulaştılar. Bu yapı tamamen gözardı edilerek ve Türkiye’nin insafına bırakılarak Suriye’ye gerçek anlamda barış getirilemez. Ruslar bunu biliyor ve başından itibaren söylüyorlar. Türkiye ise Kürtlerin Soçi’ye, Astana’ya veya Cenevre’ye gitmesini, o sürece dahil olmasını kesin olarak istemiyor ve bunu bloke ediyor. Rusya’nın açmazı bu. Ama Türkiye tehdidi bir yandan da Rusya’nın önünü açtı.

Kürtler açısından süreç öyle bir noktaya geldi ki, yukarıda Türkiye tehdidi, aşağıda Suriye ordusu karşısında tek çare Ruslar üzerinden Şam’la anlaşmak ve Suriye ordusunun sınıra konuşlanmasını istemek.

 

RUSYA KÜRTLERİ ŞAM’LA ANLAŞMAYA ZORLAMAK İÇİN TÜRK TEHDİDİNİ KULLANIYOR 

Nasıl yani? 

ABD’nin bölgeden çıkması Rusların en önemli hedefiydi. Ruslar Türkiye’nin politikasını, NATO’da çatlak yaratmak için işlevselleştirdi ve bu işine yaradı. Ayrıca Ruslar, Kürtleri daha büyük bir maceradan alıkoyup Şam’la makul bir anlaşmaya zorlamak için de Türkiye tehdidini kullandı. Sonuçta Kürtler açısından süreç öyle bir noktaya geldi ki, yukarıda Türkiye tehdidi, aşağıda Suriye ordusu karşısında tek çare Ruslar üzerinden Şam’la anlaşmak ve Suriye ordusunun sınıra konuşlanmasını istemek. Bu, Rusya’nın arzu ettiği bir sonuç. Rusya, Türk tehdidini, Kürtleri Şam’la anlaşmaya zorlamak için kullanıyor, ama bir yandan da Kürtlere boş kâğıda imza atmayı dayatarak istikrar ve nihai barışın sağlanamayacağını biliyor. Dehşet dengesinden kastım bu.

Öyle görünüyor ki, Rusyanın bu “dehşet dengesini” çatışma dışı bir sürece evriltmesi için, çekilse bile eski müttefiki olan Kürtlere çok zarar verilmemesini isteyeceği anlaşılan ABDnin de etkisiyle Türkiye ile Kürtler arasında bir uzlaşıyı sağlamaya çalışması gerekiyor. Peki bütün hedefini Kürtlerin bölgedeki gücünü bertaraf etmeye odaklamış bir Türkiyenin, Rusya ve ABDnin iteklemesiyle böyle bir noktaya gelme olasılığı var mı? 

Aslında ABD’nin bölgedeki varlığı, NATO üyesi olan Türkiye açısından Kürtlere yönelik müdahaleye daha korunaklı bir zemin sunuyordu. Bu yüzden, Trump çekileceğini söylediğinde Erdoğan hiç beklemediği bir yanıtla karşılaşmış oldu. O yüzden hemen Trump’a “Bu kadar hızlı çekilmeyin” diyor. Erdoğan’ın istediği şey ABD’nin çekilmesi değil, YPG’nin yerine Türk ordusu ve milislerinin ikame edilmesiydi. Türkiye bu çerçevede ABD’ye “Ben senin saha unsurun olurum, yeter ki Kürtlerle ortaklığı bitir” diyor. Böylece Türkiye daha da güneye, ABD şemsiyesi altında daha rahat inebilecekti. Fakat ABD şemsiyesinin kalkması karşısında Fransızlar bile kara kara düşünüyor. Çünkü ABD karar alan ve harekete geçiren önemli bir güç. ABD şemsiyesi yokken, güneyde sizi neyin beklediğini bilemezsiniz. Suriye sahasında çok farklı aktörler var ve operasyon planlarınız kimvurduya gidebilir, nereden vurulacağınızı kestiremezsiniz. Afrin ve El Bab hattında Türkiye’ye daha korunaklı operasyon imkânını sunan Rusya’ydı. Rusya aynı zamanda Türkiye ve Suriye ordusunun karşı karşıya gelmesini önleyen faktördür. Dolayısıyla, ABD veya Rusya gibi bir saha garantörü devreden çıktığı zaman, harekât planlarınızın hiçbir garantisi olmaz. Elbette mantıklı olan, Türkiye’nin kendi huzuru, güvenliği ve iç barışı için Kürtlere karşı düşmanlığa son vermesi ve Kürtleri rahatlatacak bir açılıma razı olması. Rusya hâlâ bunun için kolaylaştırıcı bir rol üstlenebilir. 

Rusya Türk tehdidini Kürtleri Şam’la anlaşmaya zorlamak için kullanıyor, ama bir yandan da Kürtlere boş kâğıda imza atmayı dayatarak istikrar ve nihai barışın sağlanamayacağını biliyor.

 

HERKES ÇÖZÜMSÜZLÜĞE OYNAYACAK VEYA SURİYE ORDUSU BOŞLUKLARI DOLDURACAK

Türkiye neden bu yola meyletmiyor?

Kendi Kürt sorununu çözememişken Suriye’de Kürtlerin bir şekilde statü kazanmasını tehlikeli buluyor. İkincisi, Suriye ordusunun sınır hatlarına dönmesini şu aşamada istemiyor. Çünkü kafasına koyduğu hedeflere hâlâ ulaşamadı. Bu son derece takıntılı bir hal. ABD’nin çekilme kararından kısa süre sonra Anadolu Ajansı, “Suriye ordusu Menbiç’e girdi” diye haber yaptı. Sanki Suriye ordusu kendi toprağına giremezmiş gibi, Türk dışişleri tepki gösterdi. Hâlâ Suriye ordusunun sınırlara ve bu bölgelere yaklaşmasını istememesi Türkiye’nin derin bir çelişkisidir. Çünkü bir taraftan Suriye’nin toprak bütünlüğünden bahsederken diğer taraftan “oyunu ben belirleyeceğim ve istediğimi alacağım” diyebilmek için sahada olmakta ısrar ediyor. Fakat “buralarda ne Kürtler olacak ne de Şam” demek bir çıkmazdır.

ABD çekileceğine göre, geleceği kim belirleyecek?

Sonuçta pazarlıklar sadece Türkiye-Rusya ve Türkiye-ABD arasında değil, ABD ve Rusya arasında da yapılacak. Saha realiteleri geleceği belirleyecek. Ya herkes çözümsüzlüğe oynayacak ya da Suriye ordusu boşlukları dolduracak. Nitekim, Suriye ordusunun son dönemki performansını hafife almamak lâzım. Sahada bir arabayla gezdiğinizde manzarayı daha iyi anlıyorsunuz. Binlerce noktada yürütülmüş bir savaş var ve sonuçta gelinen yer ortada. Biz Rusya, Türkiye ve ABD arasında neler olduğunu tartışıyoruz, ama yerel unsurların belirleyiciliğini gözardı ediyoruz. 

Şam için Kürtlerle savaşmak bir yıkım olacağı gibi, Kürtler için de Suriye ordusu veya Türkiye’yle savaşmak yıkımdır. Hiç kimse bunu istemiyor. Bunu Salih Müslim’e sorduğumda, “Savaş Kürtler için de, Türkler için de bataklıktır” dedi.

 

SAVAŞ KÜRTLER İÇİN DE, TÜRKLER İÇİN DE BATAKLIK 

Suriye ordusuyla Kürtlerin çatışma ihtimali var mı peki? 

Şam için Kürtlerle savaşmak bir yıkım olacağı gibi, Kürtler için de Suriye ordusu veya Türkiye’yle savaşmak yıkımdır. Hiç kimse bunu istemiyor. Geçtiğimiz gün bunu Salih Müslim’e sorduğumda “Savaş Kürtler için de, Türkler için de bataklıktır” dedi. Doğrudur, savaş kimseye herhangi bir şey vaat etmeyecek. Fakat sınırötesi harekât yerel seçimlere giden iktidar açısından hâlâ işlevsel bir kart ve iktidar bunu kullanmak istiyor.

İktidara yakın bazı köşe yazarları, bırakın Suriyenin kuzeyinin dizaynını, Türkiyenin topraklarına katılması hedefini ima ediyor… 

İş o noktaya geldiği zaman bedel ödeme aşamasına geçilmiş olur ve Türkiye böylesi bir bedeli kaldıramaz. Korunaklı alanlarda, garantör ülkelerin yeşil ışığıyla operasyon düzenlemekle bir toprakta kalmak arasında çok fark var. Artık kimse Osmanlı döneminin koşullarında değil. Elbette bir hayalin peşinde koşarken kendilerini inandıracakları birtakım hikâyeler bulabiliyorlar. Mesela Gaziantep’te bulunan ve Türkiye’yle ilişkileri dolayısıyla çeşitli çıkarlar elde eden bazı Suriyeli aşiret mensupları bir araya gelip “Türk ordusu gelsin” çağrısı yapıyor. Bu çağrılara bakıp “Suriye’de herkes Türk ordusunu bekliyor” gibi sonuçlar çıkarıyorlar. Oysa sahada böyle bir şey yok. Elbette para verdiğiniz, iç kavgalarını kullandığınız bazı grupları seferber edebilirsiniz, ki bunların bir kısmı Afrin’de yağmacılık yaptı. Savaş bir ranttır ve bunun insanları nasıl zengin ettiğini biliyoruz. Sınır kapıları para basıyor. Geçişlerden, petrolden para kazanıyorlar. Birçok Suriyeli komutan Antep’te filan ev, iş sahibi oldu, gününü gün eder duruma geldi. Bu rant çarkı onlara “büyük Türkiye” dedirtir. Ama sahada çok daha farklı dinamikler var. Mesela kimse bölgedeki bir Türkmen yöneticinin “Türkiye gelirse, karşısında savaşırız” dediğini duymak ve duyurmak istemiyor. Oysa yekpare bir Türkmen veya Arap halkı olmadığı gibi, onların sizi beklediği de yok. 

Peki, Suriyenin kuzeyindeki Arapların genel yaklaşımı ne yönde? 

Belli bölgelerden çıkmış, YPG’yle problemi olan aşiretler elbette Türkiye’ye destek verebilir. Bunların geçmişte IŞİD’le ortaklık yaptıklarını hatırlatmamız lâzım. Türkiye, PYD’ye rakip Kürt gruplarla da belli düzeyde ortaklık geliştirebilir. Dolayısıyla Türkiye’nin, saha unsurları içinde ortaklık geliştirebileceği belli bir potansiyel var. Ama genel tablo böyle değil. Mesela Şemmar Aşireti’nin Senadid güçleri 10 bin milis gücüne sahip ve YPG’nin ortağı. Bu aşiretin lideri aynı zamanda Cezire Kantonu’nun eşbaşkanı ve bütün bu projenin omurgasında yer almış bir lider. Şemmar, Cezire bölgesinden başlayıp Ürdün ve Suudi Arabistan’a karar yayılan bir aşiret. Bu aşiretin siyasi duruşu, başından itibaren PYD ve YPG’yle yan yana. Aşağıda, Rakka ve Deyr el Zor hattındaki aşiretlerin önemli bir kısmı rejimle veya Suudi Arabistan’la bağlantılı. Çünkü bu aşiretlerin de Şemmar, Bakara aşiretleri gibi bir başları aşağıda, diğeri kuzeyde. Bunlar, etki ve nüfuz alanları itibariyle farklı güçlerle bağlantılı olabilir. Türkiye de Rakka’da, Deyr el Zor’da bazı aşiretlere nüfuz edebilir. Ama sonuçta sistem, bu aşiretlerin güçlüden yana olmasını gerektiriyor. Daha önce Özgür Suriye Ordusu’na, ardından Nusra’ya ve sonra IŞİD’e el veren aşiretler, ABD geldikten sonra bu sefer Kürtlere ve ABD’ye el verdiler. Dolayısıyla, yarın ibrenin kime evrileceğinin garantisi yok. Suriye ordusu da bu bağlarını kullanıyor. Mesela, 2011’de İstanbul’da yapılan, konuşmacı olarak davet edildiğim ilk Suriye konferansında gördüğüm Bakara aşiretinin lideri Nevvaf el Beşir şu an nerede yaşıyor? Şam’da! Esad’ın güvendiği adamlardan biri haline geldi. Suriye Ulusal Koalisyonu’nun da başkanlığını yapmış olan Ahmed el Cerba da Suudi Arabistan’ın adamıdır. Peki Suudi Arabistan’ın adamları Türkiye’nin adamı mıdır? Değildir! Zaten Cemal Kaşıkçı cinayetinden sonra Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi ülkeler Şam’ı kazanıp Türkiye’nin oyun alanını daraltmaktan bahsediyor. Suriye’nin yeniden Arap Birliği’ne dönmesi, İran, Rusya ve Türkiye’nin bu alanda daha fazla oyun oynamasının önlenmesi konuşuluyor. Arap dünyasındaki bu eğilim güçleniyor. Daha birkaç gün önce Suriye istihbarat şefi Ali Memluk, resmi bir ziyaretle Kahire’ye gitti ve orada ilişkileri yeniden tesis etmenin müzakerelerini yaptı. Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin tekrar Şam’a elini uzatması, Türkiye’nin nüfuz alanının daralacağı ve aynı zamanda oradaki aşiretlerin otomatik olarak Türkiye’nin cebinde olamayacağı anlamına geliyor.

Bu dengeler içinde IŞİD nasıl bir yerde? 

IŞİD’in saha hakimiyeti bitmek üzere. Herkes IŞİD sonrası sürece göre konumlanıyor. Şu anda İran bağlantılı milis güçleri Deyr el Zor’un çeperlerine konuşlanmış durumda. IŞİD biterken ABD‘nin varlık nedeninin zaten ortadan kalkacağını düşünenler yarına hazırlık yapıyordu. Suriye ordusu sahada yeniden konuşlanıyordu. Son zamanlarda ordu Deyr el Zor’a yakın birkaç yere S-300 füzesi yerleştirdi. Dün ABD’nin çekilme ihtimaline yönelik olan bu tür konuşlanmalar olası bir Türkiye operasyonuna karşı da devrede olacak. Bu da Türkiye’nin önünde yağdan kıl çeker gibi bir zafer olmadığını gösterir.

Peki ya ABD Türkiyeyi yeni saha unsuru olarak bölgeye taşıma kararı alırsa, hava koruma desteği sağlarsa? 

O zaman iş farklı olur. Ama eğer bu olmazsa, Türkiye’nin Rusya’yla, dolayısıyla Şam’la pazarlık yapması gerekecek. Rusya ve Suriye, Türkiye’nin Rakka’ya, Deyr el Zor’a inmesini neden istesin? Rusya da bunu Suriye’ye dayatamaz. 

Türkiye hedefi YPG olarak koyuyor ama, gözüne kestirdiği yerler Arap yoğunluklu. Böylece kendini daha korunaklı bir alanda tutacağını düşünüyor. O yüzden “Tel Ebyad’a gireceğim” diyor, “Kobani’ye gireceğim” demiyor.

 

RUSYA, İRAN VE ŞAM, ABD ÇIKTIKTAN SONRA TÜRKİYE’YE FREN YAPTIRIR

Rusya, Türkiyenin Kürt bölgesine girmesini Şama dayatamaz mı? 

Rusya, sırf ABD’yi çıkarmak için Türkiye’nin operasyonuna yeşil ışık yakabilirdi. Çünkü yarın Türkiye’ye “çık” demek, ABD’ye “çık” demekten daha kolay. Ama ABD’nin çıkma kararıyla birlikte durum değişti. Öte yandan, Rusya, İran ve Suriye, ABD’nin çıkış kararını tam olarak hayata geçirmesini bekleyecektir. ABD’yi kışkırtmadan, kararını gözden geçirmesine yol açmadan bekleyeceklerdir. Bu ara dönem İran ve Rusya’nın Türkiye’ye daha esnek davranmalarını gerektirecek. Ruslar stratejik olarak soğukkanlıdır. Şam da bu konuda sabırsızlık yapmadan bekleyecektir. Çünkü öncelikleri ABD’nin bölgeden çekilmesini sağlamaktır. 

Sonra? 

Sonrasında Türkiye’ye fren yaptırırlar.

Bu genel tablo, Kürtler açısından felaketin çok da yakın olmayabileceğini göstermiyor mu?

Erdoğan hızlı bir şekilde Fırat operasyonunu askıya aldıklarını açıkladı. Çünkü Trump onun önüne başka bir ödev koydu: Kürtlerle değil, IŞİD’le mücadele. ABD yönetiminin Kürtlere karşı operasyona geçit verip vermeyeceğini bilmiyoruz. Tamam, Trump Erdoğan’a “bu iş senin” dedi ama, bu “Kobani, Haseke, hepsi senin” anlamına geliyor mu? 

Peki Türkiyenin gözüne kestirdiği bölgeler hangileri? 

Menbic, Tel Ebyad ve Serêkanîyê. Buralar YPG’nin ana arterleri değil. Türkiye hedefi YPG olarak koyuyor ama, gözüne kestirdiği yerler Arap yoğunluklu. Böylece kendini daha korunaklı bir alanda tutacağını düşünüyor. O yüzden “Tel Ebyad’a gireceğim” diyor, ama “Kobani’ye gireceğim” demiyor. Çünkü Tel Ebyad’a taşıyabileceği Arap ve Türkmen milisler var. Ama Kürt yoğunluklu bölgeler daha farklı operasyonları gerektirir ve oralarda çatışma riski daha yüksektir. Elbette Afrin örneği var önümüzde. Dünya ayağa kalkmadı ve Türkiye açısından kolay bir operasyon oldu. Ama burada başka bir mekanizma devreye girebilir. Sonuçta, Türkiye’nin oyununu bu kadar büyütmesi, birçok aktör açısından alarm sebebidir. 

ABD desteksiz bir Kürt gücünün özerk bölgeleri muhafaza etme olanağı var mı?

ABD varlığının Kürtlerin amaçlarına sonuna kadar hizmet ettiği kanaatini hiçbir zaman paylaşmadım. ABD’nin NATO ortağı ile Kürtler arasında bir tercihe zorlandığında elbette Türkiye’yi tercih edeceğini ve Kürtleri ortada bırakacağına inandım. Kürtlerin kendi öz güçleri ve potansiyelleriyle ortaya çıkardıkları realite uzun vadede daha anlamlı. Belki kendilerini kuşatan dehşet dengesinde kazanımlarını istedikleri ölçüde bir statüye dönüştüremeyebilirler. Ama bu, ortaya çıkan organize potansiyelin kendini dayatan gücünü ortadan kaldırmaz. Bu bir süreçtir. Bu realitenin Türkiye’ye söyleyecekleri de var: Türkiye’nin bugüne kadar orada Rusya veya ABD’nin yeşil ışığıyla hareket ettiğini biliyoruz. Saray’ın danışmanı İlnur Çevik, “Rusya izin vermese bir İHA bile kaldıramazdık” derken doğru söylüyordu. Fakat tüm bunlara rağmen, Kürtlerin gücüne karşı NATO’nun ikinci büyük gücü varken, bir karşılaştırma yapmak doğru değil. Dolayısıyla, Türkiye o bölgeye giremez, dağıtamaz diyemeyiz. Ama üzerinde durduğumuz şey, bunun ne getireceği, miras olarak ne bırakacağıdır. Afrin’e girip dağıttı, elde ettiği ne? Yağma ve yerinden edilmiş 350 bin insan. Türkiye burayı sonuna kadar tutamayacak. Buraya başka yerlerden getirdiği 100 bine yakın insan yerleştirdi. Yarın bu 350 bin Afrinli geri gelecek ve evlerine yerleştirilmiş insanları çıkmaya zorlayacak. Çıkmazlarsa çatışma olacak. Türkiye’nin burada elde ettiği bir şey yok. Elbette fiili olarak özerk yapılanmayı bitirebilir, yerine Suriye ordusu gelebilir. Ama Kürtler orada bin yıldır nasıl var oldularsa yarın da var olmaya devam edecek. Dolayısıyla, bu türden müdahalelerin bütün Kürtleri incitmekten öte bir sonucu olmaz. 

Kürtlerin öz güçleri ve potansiyelleriyle ortaya çıkardıkları realite uzun vadede daha anlamlı. Belki kazanımlarını istedikleri ölçüde bir statüye dönüştüremeyebilirler. Ama bu, ortaya çıkan organize potansiyelin gücünü ortadan kaldırmaz.

 

ABD “HADİ GEL” DEDİ DİYE TÜRKİYE GİREMEZ

Trump, 19 Aralıkta Suriyeden çekileceklerini açıkladı. Başta Türkiye olmak üzere bölgedeki güçler bu beklenmedik açıklama üzerine yeni süreç için konumlanmaya başladı. Kürtler için felaket senaryoları yazıldı. Trump, 2 Ocakta, “Kürtler bizim ortaklarımız, İrana petrol satıyorlar. Mutlu değilim. Fakat yine de Kürtleri korumak istiyoruz” dedi. Öte yandan, Trump’ın “hemen çekiliyoruz” yönündeki açıklaması revize edildi ve bu sürece ilişkin net bir takvim verilmemeye başlandı. 19 Aralıktan bugüne kadar yaşanan gelişmeler, ABDnin Suriye politikasına ilişkin ne anlatıyor bize?

Çekilme bir karar, bunun realize edilmesi ise saha koşullarına göre şekillenecek bir süreç. Trump ani çekilme kararını açıkladığında, ABD basınına konuşan Beyaz Saray yetkilileri çekilmenin 60-100 gün içinde gerçekleşebileceğini söylemişti. Trump da çekiliyoruz dedikten sonra, ABD güçlerinin yerinin nasıl doldurulacağına dair sorular ışığında, “Türkiye ile koordineli bir şekilde, yavaş yavaş çıkacaklarını” söyledi. Daha sonra çekilmenin 120 güne yayılabileceği belirtildi. Trump Kürtlerin kurban edileceğine dair ağır eleştiriler aldı. Senatör Lindsey Graham, Trump ile görüştükten sonra, başkanın hem Kürtleri koruyacağını hem de Türkiye’ye istediği tamponu garanti edeceğini söyledi. Son olarak Trump da kabine toplantısında “Kürtleri koruyacağız” ifadelerini kullandı. Sahanın gerçekleri kendisini dayatıyor. Trump ABD güçlerinin yerini Türkiye ve Arap ortaklarının doldurmasını istiyor, ama evdeki hesabın çarşıya uymadığı bir sürü şey var. Bir kere Trump’ın ne düzeyde bir coğrafya bilgisiyle Erdoğan’a IŞİD’in bakiyesini bitirmekten söz ettiği belli değil. Her şeyden önce, Türkiye’nin önceliği IŞİD değil, Kürt özerk yapılanmasını bitirmek. Burada uyuşmazlık var. İkincisi, Türkiye’ye vaat edilen tampon nedir? Kürtleri hedef alan bir tampon, Afrin senaryosunun tekrarı ile Kürtler korunmuş olmayacaktır. Trump tam olarak nasıl bir strateji üzerinde çalışıyor, belli değil. Bu yüzden, bu işin nereye varacağı ilan edilmiş vaatlere değil, tamamen çok boyutlu pazarlıklara göre şekillenecektir. ABD kendini dayatabilir, ama sahada Rusya ve Suriye’nin pozisyonundan kaynaklanan açmazları da gözardı edemez. Rusya’nın yeşil ışık yakması lâzım. ABD “hadi gel” dedi diye Türkiye giremez. Menbiç’te yaşanan bayrak gösterme savaşı bunun en çarpıcı göstergesi oldu. Türkiye muhtemelen Menbiç’i alıp oradan Fırat’ın doğusuna operasyonlar yapmayı planlıyordu.

Trump’ın çekilme kararını ilan etmesinden sonra sahada ne tür gelişmeler yaşandı?

TSK hedefi Menbiç olan bir askeri sevkiyatı yoğunlaştırırken binlerce milis gücü de Sacur nehrinde konuşlandırıldı. Rusya da karşı bir hamleyle “görev Suriye ordusunun” dedi. Suriye Demokratik Güçleri ve Menbiç Askeri Meclisi’nin çağrısı üzerine Suriye ordusunun Menbiç kırsalına girmesi Türkiye’nin önünü alan bir hamleydi. Nitekim, bir-iki gün sonra, Menbiç’i kuşatan milisler geri çekildi. Moskova’daki görüşmede Rusya Türkiye’ye yeşil ışık yakmadı. Trump’ın niyeti net, ama strateji net değil. Çekilme kararını uzatmaya ya da Suriye’nin işini zorlaştırmaya yönelik çabalar var. İşin bir tarafında İsrail var. Bir tarafında ABD Kongresi’nde Trump’ı zorlayan senatörler var. Trump, iç politikada ve özel işlerindeki skandallar yüzünden azil süreciyle karşılaşırsa diye, Suriye nedeniyle senatörleri karşısına almak istemiyor. Kürtlerin ezildiği bir manzara da ABD açısından tercih edilen bir sonuç değil. Dediğim gibi, çok boyutlu pazarlıklar ne olacağını tayin edecek. Bu muhtemelen herkesin istediğini alabildiği bir süreç olmayacak.

^