İKİ GAZETECİNİN HEDEF ALINARAK ÖLDÜRÜLMESİ NASIL GEREKÇELENDİRİLDİ?

Erselan Aktan
6 Ocak 2025
Kuzey ve Doğu Suriye'deki gelişmeleri yerinde takip etmeye çalışan Nâzım Daştan ve Cİhan Bilgin'in içinde yer aldığı araç 19 Aralık'ta SİHA'lar tarafından hedef alındı
SATIRBAŞLARI

Suriye’de örtülü vekâletle süregelen savaş Esad’ın devrilmesiyle açık vekâletle yürütülmeye başlandı. Türkiye hangi güçlerin yanında olduğunu, daha önce açıklanmamış işbirliklerini artık yetkili ellerden beyan ediyor. Yarının neyi göstereceğini kimse bilmiyor. Yargının gözü ise dış siyasette ve iktidar dışından gelen açıklamalara müdahalelerde…

19 Aralık’ta, Suriye’deki Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) ile Suriye Demokratik Güçleri (SGD) arasındaki çatışmaya Türkiye’nin insansız hava aracıyla müdahil olması ve akabinde yargının tasarrufları kimin neyi, nasıl görmesi gerektiğini bir daha hatırlattı. Mınbiç yakınlarındaki Tışrin Barajı çevresinde SDG ile SMO arasında süren çatışmaları izleyen iki gazeteci, insansız hava uçağı (SİHA) tarafından hedef alındı. Nâzım Daştan ve Cihan Bilgin hayatını kaybetti. Söz konusu gazetecilerin öldürülmesiyle ilgili izahat yargı makamlarına bırakıldı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 22 Aralık’ta yaptığı açıklamada, insansız hava aracıyla hedef alınan Nâzım Daştan ve Cihan Bilgin için “… Örgüt mensubiyetleri nedeniyle haklarında kayıt bulunan (ayrıntısı aşağıda verilmiştir)…” dedi, ancak ayrıntı vermedi.

Nâzım Daştan 2016’da Facebook’ta yaptığı paylaşımlar gerekçe gösterilerek altı ayrı suçlamayla gözaltına alınıyor ve hakkında dava açılıyor. Daştan’ın paylaşımlarının çoğu, paylaşımda linkleri de verilen haberler ve o haberlerden alıntılanmış ifadeler. Mahkeme Daşdan’ın isnat edilen bütün suçlardan beraatına karar veriyor.

Ortaya çıkmayı bekleyen kayıtlar         

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın “ayrıntı” dediği, gazeteciler hakkında açılan davalar, soruşturmalar… Dicle Fırat Gazeteciler Derneği’nin (DFG) verilerine göre, 2024 yılında hakkında soruşturma açılan gazeteci sayısı 74, dava açılan gazeteci sayısı ise 55. Önceki senelerde açılan soruşturma ve dava sayıları da 2024 yılıyla paralel.

Davaların içeriği, akıbeti, ceza alıp almadıkları, beraat etmiş olmaları, Anayasa Mahkemesi veya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden ihlâl kararları almış olmaları “ayrıntı”. Ancak, bunların her biri ortaya çıkmayı bekleyen birer kayıt. Tutuklanması, cezalandırılması talep edilenler için ceza mahkemelerinde yurtdışına çıkış yasağı ve imza tedbiri istenenler içinse hâkimliklere sunulan savcılık istemlerinde ortaya çıkıyor. Nâzım Daştan ve Cihan Bilgin’in kayıtları ölümlerinden sonra ortaya çıkarıldı.

Başsavcılık, Nâzım Daştan hakkındaki kayıt için Gaziantep 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki kayda işaret ediyor. Daştan 2016’da sosyal medya platformu Facebook’ta yaptığı paylaşımlar gerekçe gösterilerek örgüt üyeliği, örgüt propagandası yapmak, örgüte yardım etmek, halkı askerlikten soğutmak, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek ve tehdit olmak üzere, toplamda altı ayrı suçlamayla gözaltına alınıyor ve hakkında dava açılıyor.

“Yazı paylaşmak suretiyle…”

İddianame savcısı, Daştan’ın Facebook’taki paylaşımları örgütün üst düzey yöneticilerinin talimatlarıyla yaptığını iddia etmiş, iddialarını şöyle gerekçelendirmişti:

Cihan Bilgin

“Sanığın ‘MİT, Cerablus ve Azez halkını işgal edip tampon bölge kurmak için kirli planlar devreye koydu, bu kapsamda Antep’in Nizip ilçesinde bir araya gelen çeteciler yeni bir güç oluşturma kararı aldı’ şeklindeki halkı kin ve düşmanlığa tahrik edici mesnetsiz yazıyı paylaşmak suretiyle…”

“… ‘Silopi’de katledilen ve cenazesi günlerce sokaklarda bekletilen Taybet İnan’ın defnedilmesi için AİHM’e başvuruldu’ şeklindeki halkı kin ve düşmanlığa tahrik edici mesnetsiz yazıyı paylaşmak suretiyle…”

“… ‘Diyarbakır Ofis’te polisler elimizde kameraları görmesine ve gazeteci olduğumuzu söylememize rağmen bize gerçek mermilerle ateş etti’ şeklindeki halkı kin ve düşmanlığa tahrik edici mesnetsiz yazıyı paylaşmak suretiyle…”

“… ‘Yenileceksiniz’ şeklindeki yorumla terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yaptığı…”

Cihan Bilgin için ortaya çıkarılan kayıt, 2015’te açılan, davaya dahi dönüşmemiş bir soruşturma. Bilgin hakkında verilen yakalama kararının bu soruşturmaya dayandığı düşünülüyor. Ancak, başsavcılık açıklamasında soruşturmanın ve hâkimlik kararının içeriği hakkında bilgi yok.

“2 Ocak 2016 tarihinde havanın aydınlanmasına yakın saatlerde çekilmiş bulut ve bina resimlerinin bulunduğu fotoğrafı PKK/KCK/YPG terör örgütünün Suriye ülkesinin bir kısım toprakları ele geçirmesini kast ederek, ‘dün özgürleştirilen bir köyde güneş kendini böyle göstermişti’ şeklindeki yorumla terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yaptığı…”

“… ‘Silopi’de gözaltına alınan muhabir arkadaşımıza işkence edildiği aktarıldı. Muhabir arkadaşımızın şu saate kadar nerede olduğu bilinmiyor’ şeklindeki halkı kin ve düşmanlığa tahrik edici mesnetsiz yazıyı paylaşmak suretiyle…”

Nâzım Daştan’ın Facebook hesabından elde edilen paylaşımların iddianamede sıralanması bu şekilde devam ediyor. Daştan’ın paylaşımlarının çoğu, paylaşımda linkleri de verilen haberler ve o haberlerden alıntılanmış ifadeler. 2016’da, tutukluluğunun dördüncü ayında duruşmaya çıkarılan Daştan, muhalif bir gazetede çalışan bir gazeteci olduğunu, bu yüzden de suç teşkil etmemesine rağmen Facebook paylaşımları gerekçesiyle yargılandığını söylüyor.

Nâzım Daştan

Daştan, “Facebook hesabımda paylaştığım haberlerin hepsi haberci refleksiyle paylaştığım haberlerdir… Silopi’de katledilen kadın ile ilgili haber yaptım, cenazesi yedi gün dışarıda bekletildi. Katledenler mi suçlu, haber yapan ben mi suçluyum? Gözaltına alınan bir gazeteciyi haber yaptım… Benim yaptığım haberler suç ise bütün gazetecilerin tutuklanıp cezaevine girmesi gerekir” diyor.

Savcı, suçlamalarının bir kısmından feragat edip Daştan’ın halkı askerlikten soğutma, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme, örgüte yardım etme, tehdit suçlamalarından beraatını ve tahliyesini mütalâa ediyor. Ağır ceza mahkemesi ise paylaşımları örgütün üst düzey yöneticilerinin talimatlarıyla yapıldığına dayandırılan örgüt üyeliği isnadı dahil, bütün suçlardan beraatına kararı veriyor.

Cihan Bilgin için ortaya çıkarılan kayıt ise 2015’te açılan, davaya dahi dönüşmemiş bir soruşturma. Bilgin hakkında sulh ceza hakimliğince verilen, karar tarihi belirtilmeyen yakalama kararının bu soruşturmaya dayandığı düşünülüyor. Soruşturmanın örgüt üyeliği ve yöneticiliği suçlamalarıyla açıldığı vurgulanıyor. Ancak, başsavcılık açıklamasında soruşturmanın ve hâkimlik kararının içeriği hakkında bilgi yok.

Devreden davalar

Cihan Bilgin’e açılan soruşturma ve Nâzım Daştan’a açılan dava, yazdıkları haberleri veya sosyal medya paylaşımlarını örgüt talimatıyla yaptıkları gerekçesiyle yapılan onlarca soruşturma ve açılan davanın benzerleri.

2020’de, Van’da iki köylünün helikopterden atıldığını, köylülerden birinin hayatını kaybettiğini haber yapan dört gazeteci, yine 2022’de Diyarbakır’da gözaltına alınan 16 gazeteci, muhtelif zamanlarda Ağrı, Erzurum, Muş, Hakkâri’de gözaltına alınan en az dört gazeteci benzer şekilde, örgütten talimat alarak haber yaptıkları gerekçesiyle yargılandı.

İstanbul Başsavcılığı’na bırakılan açıklama Daştan ve Bilgin’in ölümleriyle değil, onlar hakkında yapılan sosyal medya paylaşımlarına, haberlere açılan soruşturmalarla ilgili. Savcılık gazetecilerin bombalarla hedef alındığını yalanlamıyor. Ancak, soruşturma “Halkı yanıltıcı bilgiyi yaymak” ve “Örgüt propagandası” suçlarından.

Birbirinin aynı olan bu yargılamalara gerekçe olarak gazetecilerin “KCK Sözleşmesi’nin 14- C maddesine bağlı olarak hareket ettikleri gösterildi. Farazi iddia, KCK’nin belirsiz bir tarihte bir sözleşme hazırladığı, sözleşmede gazetecilerden müteşekkil bir “basın komitesinden” bahsedildiği, Kürt meselesiyle ilgili yapılan haberlerin de olsa olsa bu sözleşmeyi esas alarak yapıldığı kabulüne dayanıyor. Sözleşmenin birçok iddianameye konan ilgili maddesi şöyle:

“KCK Sözleşmesi madde 14-C: Basın Komitesi: Önderlik çizgisine göre basın- yayın politikalarını oluşturur, basın örgütlenmesinin sağlanmasını ve geliştirilmesini destekler. İdeolojik ve ulusal birliğin pekiştirilmesine yönelik çalışmalar yürütür. Demokratik, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü toplum paradigması ekseninde toplumsal aydınlanmayı gerçekleştirmek için çalışmayı temel görev sayar. Demokrasinin oturtulması için kamusal alanda eleştiri, gözlem gücü ve temel bir denetleme mekanizması olarak işlev yürütür. Bilgi tekeline dayalı iktidarlaşmayı aşmak ve demokrasinin halka dayalı oluşumunu gerçekleştirmek amacıyla her türlü bilimsel bilginin genelleşmesini hedefler.”

Bu iddiayla açılmış davalardan tutuklanan gazeteciler için Van, Erzurum, Diyarbakır başta olmak üzere, birçok ildeki ağır ceza mahkemelerinden beraat kararları verildi. Farazi iddiayı Anayasa Mahkemesi de kabul etmedi ve 18 Ocak 2022 tarihinde, “örgüt talimatıyla haber yapıldığına dair herhangi bir bulgu ve bilgi yoktur” diyerek tutuklamaların da iddianın da anayasaya aykırı olduğu yönünde ihlâl kararı verdi.  Ancak, ne mahkemelerin verdiği beraat kararları ne de Anayasa Mahkemesi’nin ihlâl kararı soruşturmaları, davaları durdurabildi. Kayıtlara dayandırılan hukuksuzluk alanı, mükerrer davalar açmak pahasına işlemeye devam etti.

İki gazetecinin öldürülmesini Van’da protesto eden kitleye polis saldırdı, aralarında gazetecilerin de olduğu 31 kişi gözaltına alındı. Fotoğraf: Mezopotamya Ajansı

Yeni kayıtlar

Basın kurumlarının, siyasilerin ve gazetecilerin taleplerine rağmen, Nâzım Daştan ve Cihan Bilgin’in ölümleri hakkında ilgili bakanlıklarca resmi açıklama yapılmadı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na bırakılan açıklama Daştan ve Bilgin’in ölümleriyle değil, onlar hakkında yapılan sosyal medya paylaşımlarına, haberlere ve İstanbul Barosu’nun açıklamalarına açılan soruşturmalarla ilgili.

Soruşturmalara gerekçe yapılan haber ve sosyal medya paylaşımları, Daştan ve Cihan’ın insansız hava aracı tarafından hedef alınması hakkında. Savcılık aksini iddia etmiyor. Gazetecilerin bombalarla hedef alındığını da yalanlamıyor. Ancak, soruşturma “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak” ve “Örgüt propagandası yapmak” suçlarından.

İstanbul Barosu’nun açıklaması ise yetkilileri uluslararası sözleşmelerin esaslarına uymaya, “Uluslararası İnsancıl Hukuku” uygulamaya davet etti. Baro’nun açıklamasında Daştan ve Bilgin için basın açıklaması yapmak isteyen gazetecilerin gözaltına alınması da eleştirildi, gözaltındakilerin serbest bırakılması istendi. Açıklamadan bir gün sonra hâkim karşısına çıkarılan gazeteciler tutuklandı.

2011’de Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde kurulup atıl bırakılan “sanal devriye hizmeti” Afrin’e düzenlenen harekâtla önem kazanmaya başladı. Sanal devriye, polislerin Twitter veya Facebook’ta hesap oluşturup suç olarak gördükleri paylaşımları toplamalarının adı. Daştan’ın yargılanmasına neden olan “deliller” de sanal devriye uygulamasıyla edinilmişti.

İstanbul Başsavcılığı’nın “kayıtları var” dediği Daştan ve Bilgin için hâkimlik de “Silahlı terör örgütü üyesi suçundan aranma kaydı bulunan Nâzım Daştan ve Cihan Bilgin isimli şahısların resimleri bulunan dövizleri taşıdıkları tespit edildiği, bu suretle terör örgütü üyelerini meşru gösterici ve övücü eylemler gerçekleştirerek terör örgütü propagandası yaptıkları anlaşılmakla… Tutuklanmalarına…” dedi. Hâkim, gazetecilere “Cezaevine gidiyorsunuz” diyerek duruşmayı kapattı. Basın açıklaması yapamadan gözaltına alınan gazeteciler yeni kayıtlarıyla cezaevine gitti.

Gazeteciler, sosyal medya kullanıcıları ve sivil toplum kuruluşlarının Suriye’deki savaşın seyrine göre soruşturulması, gözaltına alınması veya dava açılması yeni değil. Yargı, Afrin Harekâtı’ndan talimli. 2018 yılında yapılan askeri harekâtı eleştiren 648 kişi gözaltına alınmıştı. Bir o kadarı da gözaltına alınmadan soruşturuldu, davalar açıldı.

Aynı tarihlerde televizyon kanallarında ve sosyal medyada iktidar lehine estirilen rüzgâr o kadar sertleştirildi ki, “Savaşa hayır”, “Savaş istemiyorum” tweet’leri de soruşturma dosyalarına girdi, “Pardon da, bizim Suriye’de ne işimiz var?” da… Tamamına yakını örgüt propagandası yapmak, bir kısmı da “Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama” suçlamasıyla. (2018’de, Halkı Yanıltıcı Bilgiyi Alenen Yayma Suçu henüz peydahlanmamıştı.)

Geri kalan paylaşımlar için yargının kafası karıştı. Söz gelimi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye’deki Kürt güçleriyle ilgili tweet’ini alıntılayıp “Yaw he he” yazan bir gazetecinin muhtemelen bir suç işlemiş olabileceğini soruşturma makamı sezdi. Hem Yaw’daki “w” harfi hem de ardışık “he”ler, diğer paylaşımlarla birlikte, savcılığa propaganda suçu olarak bildirilmişti. Savcı emin olamadı ve iddianameyi “Cumhurbaşkanına Hakaret Suçu” üzerinden tanzim etti. İddianame kabul edildi, “Yaw he he” mahkeme salonundaki gülüşmelerle uzun uzun mütalâa edildi ve beraat kararı alındı. Ancak, o gazeteci için de bir kayıt oluşmuş oldu.

“Sanal devriye” geriye yürüyor

Afrin Harekâtı’nı eleştirdiği için gözaltına alınan, haklarında soruşturma ve dava açılanlar sosyal medya diliyle “timeline’a” ilk düşenlerdi. Dahası vardı. Araştırma ve soruşturmalar geriye yürüdü. YPG, YPJ ve PYD’yle ilgili daha önce yapılmış olan paylaşımlar tespit edildi, kayıtları oluşturuldu. Bunlardan bir kısmı PYD’nin Türkiye’yle ilişki de yürüttüğü 2011 ve 2012, bir kısmı PYD eş başkanlarından Salih Müslim’in Türkiye’ye gelip gittiği 2013, 2014 senelerine ait çıkınca mahkemeler bu hususu nasıl ele alacaklarına bir süre karar veremedi ve çareyi bakanlığa sormakta buldu.

İçişleri Bakanlığı, bir ceza mahkemesinin 3 Mart 2015’te sorduğu soruya, 30 Nisan 2015’te örtülü bir cevap verdi: “Arşiv kayıtlarında PYD’nin ülkemize karşı herhangi bir eylemine rastlanılamamıştır.” Ancak, İçişleri Bakanlığı’nın cevabından 21 gün sonra, Yargıtay binlerce “kaydı” canlandıracak bir karar aldı ve PYD’nin terör örgütü olduğuna dair içtihadı yargısal zabıtlara işledi. Kayıtlar, ihbarlar, “sanal devriye” araştırmaları raflardan indirildi.

2011 yılında Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde kurulup atıl bırakılan “sanal devriye hizmeti” Afrin’e düzenlenen sınır dışı harekâtla önem kazanmaya başladı. Sanal devriye, polislerin Twitter veya Facebook’ta hesap oluşturup suç olarak gördükleri paylaşımları toplamalarının adı. Nâzım Daştan’n yargılanmasına neden olan “deliller” de hesabı kapalı olan Daştan’la Facebook’ta “arkadaş” olan birinin ihbarıyla, yani sanal devriye uygulamasıyla edinilmişti. İş basit: Facebook’un veya Twitter’ın arama motoruna gündemin seyrine göre anahtar sözcükler giriliyor, suç olarak görülenler ayıklanıp savcıya bildiriliyor. Bunlardan bir kısmı soruşturmaya, bir kısmı da davaya dönüşüyor. Geriye kalanlar kayıt…

21 Aralık’ta İstanbul Şişhane’de düzenlenen protesto gösterisine polis hızlıca müdahale etti, otuz kişi gözaltına alındı, yedisi gazeteci dokuz kişi tutuklandı

İktidarın değerini sonradan anlayacağı bu uygulama için Emniyet Siber Suçlarla Mücadele Daire Başkan Yardımcısı, 2018 yılında verdiği demeçte “Bu şekilde bir takip veya devriye hizmeti olsaydı Gezi ve Kobani olayları o boyutlara gelmeden engellenebilirdi” dedi. Başkan yardımcısının öngörüsü kısmen gerçekleşti ve iki sene sonra, 2020’de, yüzlerce siyasetçinin yargılandığı ve Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) kapatılmasını da içeren Kobani Davası için tanzim edilen iddianame, HDP’nin Twitter hesabından atılan bir tweet’e dayandırıldı. 3500 sayfalık iddianame ve 5000 sayfalık mütalâadan oluşan dava, on binlerce “kaydın” toplamı aynı zamanda.

“Kayıtlar”dan yargı kadar yürütme de faydalandı. İçişleri Bakanlığı, belediye başkanlıklarını görevden alıp yerlerine kayyum atamayı kayıtlarla gerekçelendirdi. Devam eden soruşturmalar, kesinleşmemiş davalar ve diğer kayıtlar bir bir sayıldı. Yüksek Seçim Kurulu’nun belediye başkan adayları için verdiği onay kararları, belediye meclisinin belediye kanunu uyarınca yeni başkan seçme ehliyeti ve diğer hukuki normlar esas teşkil etmeyecek mülâhazalardan sayıldı. Belediye başkanlarının görevden alınmaları protesto edilmek istendi, ancak kayyum olarak atanan valiler ve kaymakamlar, belediye başkanlıklarına gitmeden hemen önce kendilerinin protesto edilmesini, valilik kararıyla yasakladı. Yasağa uymayanlar toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefetten, durumu sosyal medyada eleştirenler ise propaganda ya da “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak”tan soruşturuldu. Ortaya yepyeni kayıtlar çıktı.

Kayıtların vardığı yer

Bütün bunlar olurken sosyal medya da yenilendi ve dönüştü: İktidarın belli aralıklarla eleştirdiği, zaman zaman bant daraltarak engellediği Twitter, Elon Musk’ın eline geçti. Twitter’ın ismi de, algoritması da değişti. Daha önce iktidarı eleştirirken olası soruşturmaların hedefi olmamak için kullanılan müstear isimleri artık iktidara yakın kullanıcılar tercih etmeye başladı. İktidar aleyhine yapılan paylaşımlar birden binlerce anonim hesap tarafından hedef alınmaya, sosyal medya diliyle “linçlenmeye” başladı.

Emniyet Genel Müdürlüğü’nün sosyal medya hesabı suç oluşturabilecek paylaşımları bildirmek için işlevselleştirildi. “EGM’ye bildirmek” sosyal medyanın bir trendi haline geldi. Emniyet bünyesindeki sanal devriyelere eskisi gibi gerek kalmadı. Esasen sanal devriye uygulaması 2020’de Anayasa Mahkemesi tarafından anayasaya aykırı olarak görülmüş ve iptal edilmişti. u karar önemsenmedi, ama artık anlamı da kalmadı. Twitter (yeni ismiyle X) artık hedefte değildi.

Sanal devriye, sosyal medya ihbarı ya da CİMER şikayetlerinin her birinden elde edilen kayıtlar, hiç olmadığı kadar yıkıcı. Nâzım Daştan ve Cihan Bilgin’in insansız hava aracıyla hedef alınması, kayıtlarla gerekçelendirilen müdahalelerin nerelere varabileceğini gösterdi.

Öte yandan, sosyal medyadan gelen kayıtlar bazen komplikasyonlara da neden oldu. Söz gelimi, iktidara yakın gazeteciler veya fenomenler sosyal medyada muhaliflerle kapışıyor, şansı yaver giderse o kapışmada “hakarete uğruyor” ve soluğu savcılıkta alıyordu.

Dava sayıları ve davalardan elde edilen gelir net olarak bilinmese de yüzlerce siyasetçinin, gazetecinin ve sosyal medya fenomeninin bu yolla büyük meblağlarda para kazandığı ülke gündemini bir süre işgal etti.

Durum iktidara yakın kişilerce de eleştirilince müdahale etme gereği de hasıl oldu. Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddeleri değiştirildi ve sosyal medya üzerinden yapılan hakaret suçları uzlaştırma kapsamından çıkarıldı.

Böylelikle, yargı çoğu uzlaştırma safhasındayken dava açılmaması için ödenen para akışına, ciddiyetsiz suç duyurularına maruz kalmaktan kurtuldu ve her tartışmada dahil edildiği “menşından” çıktı. Daha ciddi suç duyuruları için artık direkt cumhurbaşkanlığına bağlı, yerli ve milli CİMER (Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi) var ne de olsa.

Geçtiğimiz sene yüzde 23 artışla 7 milyon 650 bin başvuru yapılan CİMER, iktidarın yeni gözdesi. Her bir başvuru resmi bir dilekçe. Dilekçenin tevdi edileceği makam anlık olarak belirleniyor ve talepler tek tuşla ilgili bakanlığın sistemine düşüyor. Emniyet Müdürlüğü’nün sosyal medya hesabı “EGM” uzun zamandır kötü stand-up gösterilerinin, soğuk şakaların, sevilmeyen müzik video kliplerinin dalga geçmek için bildirildiği bir hesap haline getirildiği için işlevsiz hale gelmişti zaten.

Sosyal medya üzerinden bildirilen bir ihbarın değerlendirmeye alınabilmesi, sosyal medyanın o anki trendine de bağlı olabiliyor, konu önemsizse gözden kaçabiliyordu. CİMER’den bildirilenler ise ehemmiyetle değerlendiriliyor. 2023 yılında Ağrı Ağır Ceza Mahkemesi’nin haberlere konu olan bir kararını Twitter hesabından paylaştığı için ifadeye çağrılan bir gazeteciye polis memuru, “Ciddiye alınacak bir şey yok, ama ihbar CİMER’den” demişti. Dediği oldu, bir ağır ceza mahkemesi kararını paylaşan gazeteci, yine bir ağır ceza mahkemesinde, örgüt propagandası yapmaktan yargılandı ve yaklaşık bir buçuk yıl sonra beraat etti. Kayıt, baki…

Sanal devriye, sosyal medya ihbarı ya da CİMER şikayetlerinin her birinden elde edilen kayıtlar, hiç olmadığı kadar yıkıcı. Binlerce kişi kayıtlar gerekçe gösterilerek gözaltına alınabiliyor, belediye başkanlıklarına son verilebiliyor, yürüyüşler, toplantılar bu kayıtlar gerekçe gösterilerek yasaklanabiliyor. Kayıtlarla gerekçelendirilen müdahaleler, önüne çıkan hakları da yutup semiriyor ve ortaya yeni kayıtlar çıkarıyor.

Nâzım Daştan ve Cihan Bilgin’in insansız hava aracıyla hedef alınması, kayıtlarla gerekçelendirilen müdahalelerin nerelere varabileceğini gösterdi. Resmi açıklamanın bir başsavcılığa havale edilmesi, Daştan ve Bilgin’in neden öldürüldüğünü soranların gözaltına alınıp tutuklanması ise bir gazeteciye demeç veren iktidar kurmayının sözlerinin sağlaması: “Suriye için bir karar alındı. Gidebileceğimiz son noktaya kadar gideceğiz. Oradaki örgütlere silah bıraktıracağız. Bunun aksini iç politikaya yansıtmaya çalışanlar karşısında hukuku görecek.”

^