TURİZM, EĞLENCE VE HİZMET İŞÇİLERİ SENDİKASI –TEHİS KURULDU

Söyleşi: Bekir Avcı
25 Aralık 2020
SATIRBAŞLARI

Salgının en sert vurduğu alanlardan eğlence ve konaklama sektörü emekçilerinin birçoğu desteksiz, güvencesiz işsiz kaldı. Sorunları salgınla katlandı, bıçak kemiğe dayandı. Canına kıyanlar oldu. Bu gidişata dur demek için bir araya gelen çalışanlar Turizm, Eğlence ve Hizmet İşçileri Sendikası’nı (TEHİS) kurdu. Kurucu ekipten, sözcüler Tolga Kubilay Çelik ve Hazal Kayci’den sektördeki sömürü çarkını, mevcut sendikaların zaaflarını ve bağımsız TEHİS’in hedeflerini dinliyoruz.

Pandemi şartlarında TEHİS’in kuruluşunu ilan ettiniz. Nasıl bir araya geldiniz, Kuruluş kararını ne zaman, nasıl aldınız?

Tolga Kubilay Çelik: Sendika kurma fikri pandemi öncesine dayanıyor, şubattan beri gündemimizdeydi. Pandemiyle beraber çalışanlar açısından durum can alıcı hale gelince, fikrimizi pratiğe döktük. Ben iki buçuk yıldır Kadıköy Moda’da bir kafede çalışıyordum, oranın baristasıydım. Pandemiyle beraber ücretsiz izne çıkarıldım, diğer arkadaşlarım da aynı şeye maruz kaldı. Bazı arkadaşlarımız hiçbir ödenek alamadı. Biz de Kadıköy çevresinde oturan, çalışan arkadaşlarımızla sendikanın kuruluşunu ilan etme kararı aldık. Yedi kurucunun hepsi Kadıköy’de, ama bu ilişkiyi burayla sınırlı tutmuyoruz. Sadece bürokratik işleri daha hızlı halledebilmek için Kadıköy’deki arkadaş çevremizden sendikanın kurucu ekibini oluşturduk.

TEHİS hangi iş kolunda, kimleri kapsıyor?

Eğlence ve konaklama sektöründe, 18 No.’lu iş kolunda kurulmuş bir sendikayız. Oteller, restoranlar, kafeler, barlar, dinlenme tesisleri, düğün salonları gibi iş yerlerinin, çalışma ortamlarının hepsini kapsıyor sendikamız. Garsonlar, aşçılar, komiler, baristalar, kuryeler, bulaşıkçılar, barmaidler, barmenler, resepsiyonistler, kat görevlileri, valeler, bellboylar, bu sektörün tüm çalışanları, emekçileri.

Aynı iş kolunda örgütlü başka sendikalar da var, öyle değil mi?

Bizim dışımızda bu iş kolunda örgütlü 15 sendika daha var. En yaygın örgütlenmeye sahip olan, Türk-İş’e bağlı Türkiye Otel Lokanta Dinlenme Yerleri İşçileri Sendikası (TOLEYİS); üye sayısı 15 bin. Hak-İş’e bağlı Türkiye Otel Lokanta Eğlence Yerleri Sendikası (OLEYİS) var, onun üye sayısı çok az. Bir de DİSK’e bağlı Devrimci Turizm İşçileri Sendikası (Dev-Turizm-İş Sendikası) var, üye sayısı 1700 civarında. Bunlar kâğıt üstünde en çok üyesi olan sendikalar. Ama, üye sayılarının toplamı sektördeki işçilerin yüzde birini bile kapsamıyor. Bu sendikaların dışındakilerin de 20-30 civarında üyeleri var.

Bu iş kolunda örgütlü 15 sendika daha var. Ama, üye sayılarının toplamı sektördeki işçilerin yüzde birini bile kapsamıyor. Durup dururken “hadi gidip kendimize yeni bir sendika kuralım” demedik, işçi sınıfını bölmek gibi bir gayemiz de yok. Gördüğümüz eksikler, yetersizlikler bize bu sendikayı kurdurttu.

Bu kadar çok sendikal örgütün olmasının nedeni ne?

Çünkü toplu iş sözleşmesine (TİS) indirgenmiş bir sendikacılık söz konusu. Maalesef TİS yapılamayacak yerlerde sendikal faaliyet yürütmüyor sendikalar. Daha önce iki kez Dev-Turizm-İş Sendikası’na üye oldum, kimse bir selam dahi vermedi, “merhaba” demedi. Oradaki arkadaşlar üye olduğumuzu fark etmedi bile belki. Yani biz durup dururken “hadi gidip kendimize yeni bir sendika kuralım” demedik, işçi sınıfını bölmek gibi bir gayemiz de yok. Gördüğümüz eksikler, yetersizlikler bize bu sendikayı kurdurttu.

Sizin için sendika ne ifade ediyor; TEHİS farklı olarak ne yapacak?

Bizim iş kolumuzda TİS gibi bir bariyer var. TİS yapılamayan yerlerde ne yazık ki sendikalar emek vermiyor. Total bir güç olma derdinde değiller çünkü. Sarı sendikacılığın tarzı bu. Biz bundan kendimizi ayrıştıracağız. Nasıl mı? Mücadelemizle, şeffaflığımızla, sahada olarak bunu yapacağız. Kendimizi sendika odalarına, binalarına kapatmayacağız. Öte yandan, özellikle sendikanın yönetim kurulunda olan arkadaşların sektörde çalışmaları önceliğimiz. Sendikayı birilerinin gelip bizi yöneteceği, bilinç vereceği bir yer olarak değil, işçinin öz örgütlenmesi olarak tanımlıyoruz. Sendika bizim için bir araç. En meşru araç olduğu için onu tercih ettik. Burada bir örgütlenme ve dayanışma pratiği sergilemeye çalışıyoruz.

Hazal Kayci ve Tolga Kubilay Çelik 

Sektör çalışanlarının çoğu pandemide işsiz kaldı, hâlihazırda çalışanlar hangi koşullarda çalışıyor?

Hazal Kayci: Pandemide şartlar çok daha ağırlaştığı için örgütlü mücadelenin gerekliliğini de daha yoğun hissettik. Hizmet sektöründe 10 saatten az çalışan eleman bulamazsınız. Bu şimdi 12-14 saate kadar çıktı. Normalde üç ya da dört kişinin çalıştığı bir kafede, her ne kadar sadece paket servis olsa da, artık bir kişi çalıştırılıyor. Uzun mesai saatleri insanı hem bedenen hem de ruhsal olarak çok derin yaralayabiliyor. Ben aktif olarak çalışmaya devam ediyorum, dört kişi çalışıyorduk, şu an tekim. Haftada bir gün olan iznimi bile zar zor kullanıyorum, yerime birini bulmak zorunda kalıyorum. Bu söyleşiden sonra da koştura koştura işe gideceğim. Maalesef zor şartlarda çalışıyoruz, ama ilk gözden çıkarılanlar da biz oluyoruz.

Kafe, bar, restoran sahipleri de ilkin çalışanları işten çıkarmalarını “önlem” olarak söylüyorlar.

Çelik: Evet, esnaf eylemleri de yapılıyor, ama işçilerin ve esnafın problemi bir değil. Sonuçta yıllardır biriken bir artı değer var. Onlar biriktirdikleri bu artı değerle, dükkândan şu anda gelen bir gelirleri olmasa bile, yaşamlarını sürdürebilecek durumdalar. Fakat biz öyle değiliz. Benim şu an tek gelirim 1167 lira. Kadıköy’de yaşıyorum. Ev arkadaşım var, ama kirayı bölüşüyor olsak bile payıma düşen rakam 1167 liradan fazla. Bu dönemde ailem desteklemese yaşayamam.

Kayci: Ben yaklaşık bir buçuk senedir Kadıköy’de çalışıyorum, sadece iki aydır sigortalıyım. Sigortasız çalıştığınızda saat başı ücret alıyorsunuz, bu nedenle belli bir mesai saatiniz olmuyor. Ben yeri geldiğinde 13 saat çalıştığımı, dükkânı sabah açıp, gece kapattığımı biliyorum. Mali birikimimiz olmadığı için maalesef bu şartları kabul edip sigortasız, güvencesiz, uzun mesai saatleriyle çalışıyoruz. Hizmet sektöründe ne bayram ne özel bir gün ne hafta sonu tatili vardır. Ben bir buçuk yıldır aile kahvaltısı bilmem. Hafta sonu, cenazen olmadığı sürece, asla izin alamazsın, çünkü sektörün en yoğun olduğu günlerdir.

TİS yapılamayan yerlerde ne yazık ki sendikalar emek vermiyor. Sarı sendikacılığın tarzı bu. Biz mücadelemizle, şeffaflığımızla, sahada olarak bundan kendimizi ayrıştıracağız. Sendikayı birilerinin gelip bizi yöneteceği, bilinç vereceği bir yer olarak değil, işçinin öz örgütlenmesi olarak tanımlıyoruz.

Kadın olarak bu saydıklarınızın yanı sıra ne gibi sorunlarla karşı karşıya kalıyorsunuz?

Maalesef kadınlar üzerinde taciz ve mobbing çok fazla. Hem iş yerindekilerin hem de müşterilerin tacizine maruz kalıyoruz. Müşterilerle birebir muhatabız, onlara hizmet ediyoruz sonuçta, ama normal bir ilişkinin dışında ilişki kurmaya çalışan çok oluyor. Daha yeni tanışmışsınız mesela, tanışmak bile değil aslında, sadece çalıştığınız yere geliyor adam ve “canım, tatlım, bir bakar mısın” diyor. Fiziksel temasta bulunmaya çalışan oluyor. Eğer bilinçli bir insansan, işyerinin de kaldıracağını biliyorsan, bunu yapan kişiye tepki gösterebiliyorsun, kovuyorsun. Fakat patronun arkanda durmayabiliyor, “hizmet etmek zorundasın”, “onun vereceği parayla maaşını alıyorsun” diyor.

Sektörde en genel ve temel problemler neler?

Çelik: Asgari ücret, sigortasızlık gibi problemler bütün işçilerin problemi zaten, ama bizim sektörde sigortasız çalıştırma çok fazla. Bir fabrikada sigortasız çalıştırma azdır. Merdiven altı tekstillerde sigortasız ya da 18 yaş altı çalıştırma vardır, ama çok da fazla değildir. Fakat bizim sektörde sigortasız çalıştırma, keyfi mesai ücreti, uzun saatler çalıştırıp asgari ücretin dahi altında maaş verme söz konusu. Kuryelerle ilgili hızlı servis zorlaması var. Bu birçok ciddi trafik kazasına sebep oluyor.

Adana Motosikletli Kuryeler Derneği, pandemi döneminde 160’ın üzerinde kuryenin kazalarda yaşamını yitirdiğini açıkladı geçenlerde…

Pandemi nedeniyle şu an sadece paket servis var, kuryeler hıza zorlanıyor. Bir yandan patron zorluyor, bir yandan müşteri “nerede kaldı siparişim” diyerek işçiyi darlıyor. Bir kere gözümün önünde oldu. Hızla sipariş yetiştirmeye çalışan bir motorlu kurye Kadıköy’deki Süreyya Operası önünde düştü. Hemen kalktı, bir an önce servisi götürmeye çalıştı. “Bir dakika dur, senin canından kıymetli değil” dedim. Beş dakika geç götür, ne olacak ki. Ama işte Getir ya da Scotty gibi şirketlerin sisteminde müşteri puanlaması var. Hizmeti veren arkadaşlarımız puanlanıyor. İşçi o puanı alabilmek için daha hızlı olmak zorunda kalıyor. Bu da kazalara neden oluyor. Sendikamızın kurucularından biri motorlu kurye. Buna nasıl bir çözüm bulabiliriz diye konuşuyoruz. Hepsinden önemlisi, pandemi sürecinde çöplerden yemek bulmaya zorlanıyoruz, intihara itiliyoruz. Bizler tam da bunun önüne geçmeyi hedefliyoruz. İnsanların, işçilerin başka bir seçeneği var, biz bu dayanışmayı örgütlemeye muktediriz, yanyana gelirsek bunu başarabiliriz. Kimse ekonomik nedenlerle intihar etmemeli. Bunu çok önemsiyoruz. İşçiler bizlerle iletişime geçsin. Gerektiğinde belediyelerle görüşebiliriz, kendi ilişkilerimiz üzerinden dayanışma ağlarına gidebiliriz. Bu dayanışma ve örgütlenmeyle problemlerin çözülebileceğini düşünüyorum.

Fotoğraflar: Ayşegül Oğuz

Az önce bahsettiniz biraz. Sadece patronun değil, müşterinin de baskısına, kibrine maruz kalıyor sektör çalışanları. Bunun duygusunu, işçideki karşılığını anlatır mısınız?

Çelik: Kafe ve bar çalışanları genelde kent yoksuludur. Çalıştığımız yerlerde bu sınıfsal hiyerarşi kendini açığa vurur. Mesela masaya servislerde bu kibir çok güçlü hissediliyor. Müşteri bir tatlı yiyecek ya da bir çay içecek, ama sanki seni satın alıyor. Gelenler bu muameleyi kendinde hak görüyor. İşçi çok uzun saatler çalışıyor, bazen 10-12 saati buluyor çalışma süreleri. Ve ondan istenen, sürekli gülmesi. Patron dibinde bekliyor; sanki işçi bir insan değil de makineymiş gibi, sürekli dişlerini göstermesini istiyor. Sürekli gülmek zorunda değil işçi, o bir insan. Düşünsenize, kötü şeyler yaşıyor olabilirsiniz, ama size dayatılan sürekli gülümsemek! Sektöre has durumlardan biridir bu. Bir fabrikada bu zorunluluk yoktur, ama kafe çalışanına bu şart koşulur. Yine bu sektörde düzenli bir mola yoktur, aslında bir mola alanı da yoktur çoğu zaman. Yemek yeme yeri bile olmuyor. Düşünsenize, bir kahvecide çalışıyorsunuz, yemek yoksa bu başlı başına bir probleme dönüşebiliyor. Benim çalıştığım yerlerden birinde yemek çıkmıyordu; mola saatin belli değil, çay saatin belli değil. Bunların yanı sıra bütün işi yapıyor olmak da bir sorun. Bir fabrikada çalıştığında yaptığın iş bellidir, ama kafede bulaşık da yıkıyorsun, temizlik de yapıyorsun, servise de çıkıyorsun, çöp de atıyorsun, her işi yapıyorsun. Şimdi pandemiden dolayı iş yoğunluğu yok, ama işlerin yoğun olduğu zamanlarda nefes almaya zamanımız kalmıyor.

Sektör çalışanlarını “kent yoksulları” olarak nitelediniz; bundan kastınız ne?

Çalışan tipolojiyi kastediyorum, kentin çeperinde kalanlar. Mesela Moda’daki Bomonti’de 20 kişi çalışırdık. Çalışanların yarısı Kürt, yarısı Türkmendi. Mutfakta Özbekler, bulaşıkta Gürcü ablalar… Sınıfsal bölünme işçilerin arasında da var. Mesela Özbekler mutfağın en dibinden başlar çalışmaya, yükselmesi yılları bulur. Pandemiden hemen önce mültecilerle temas halindeydik. Sendikamızın kurucu üyelerinden biri aşçıydı. Onun yanında çalışanlar mülteciydi. Bir halı saha maçı organize etmiştik. Orada “bir sendika kursak gelir misiniz” diye sorduğumda, bize güvendikleri için, “sizinle beraber bu işi yaparız” diyorlardı. Deport edilmekten korkuyorlar tabii. Zaten pandemiyle beraber çoğu kendi ülkesine dönmek zorunda kaldı. Ne devletin ne patronun ne de çalıştıkları yerdeki arkadaşlarının desteğini gördüler.

Kayci: Salgın döneminde en önemli şeylerden biri insanın bağışıklık sisteminin yüksek olması. Bu da sağlıklı beslenmekten geçiyor. Şu an “üst sınıf” bir kutusu 300-400 lira olan vitaminler kullanıyor. Hizmet sektöründe çalışan işçi normal zamanlarda aldığı parayla geçimini sağlamakta zorlanırken, şimdi 1160 lirayla, ki bunu bile alamayan çok kişi var, karnını doyurmaya çalışıyor. Doğal olarak “şu sağlıklıymış, bunu alayım” diyemiyor. Sadece karnını doyurmak oluyor önceliği.

Hayatta kalmak değil, yaşamak istiyoruz” diyoruz. Dayanışma pratiğinden güç almak istiyoruz. Ay sonu kiramı nasıl vereceğimi düşünmediğim bir gün hatırlamıyorum. Kira, faturalar, kredi borcu, öğrenim kredisi borcu, hep bir borç var. Artık bıçak kemiğe dayandı.

Çelik: Fransa’da duvarlara yazıldı: “Hayatta kalmak değil, yaşamak istiyoruz”. Sendika kuruluş deklarasyonunda bu sözden çokça söz ettik. Biz bu dayanışma pratiğinde buradan güç almak istiyoruz. Biz sektör çalışanları sadece hayatta kalmaya çalışıyoruz. Pandemiden önce de bu böyleydi. Ben ay sonu kiramı nasıl vereceğimi düşünmediğim bir gün hatırlamıyorum. Ya kira, ya fatura, ya kredi borcu, ya öğrenim kredisi borcu, hep bir borç var. Bugün artık bıçak kemiğe dayanmış durumda.

Sendikaya ilgi nasıl?

Kayci: Aslında hayalimizdekinden çok daha olumlu geri dönüş aldık. Süreç başlayalı daha iki hafta oldu, ama sosyal medya hesaplarımızdan bizlere ulaşan çok kişi var. Geçtiğimiz günlerde online bir toplantı yaptık; Muğla’dan, Adana’dan, İzmir’den, İstanbul’un birçok yerinden arkadaşlarımız bu toplantıya katıldı. İstanbul’daki arkadaşlarımız “Beyoğlu’na, Sarıyer’e ne zaman geliyorsunuz, bir an önce gelin” diyor. Olabildiğince her talebe koşturuyoruz.

Çelik: Beyoğlu’ndaki barlarda görüşmeler yapıyoruz şu anda. Yeni kurulmuş bir sendikayız, ama en azından ne yapıp edebileceğimizi konuşuyoruz. Hazal’ın dediği gibi, Türkiye’nin farklı illerinde ilk girişimler başladı bile. Daha da güçleneceğimizi düşünüyoruz. Ancak, sendikanın asıl gücünü göstermesi kafe barların açılmasıyla olacaktır. Şu an Kadıköy’de ölü bir semtte yürüyor gibiyiz, her yer kapalı.

Mekânlar yeniden açıldığında işçilerle bir araya gelmek için nasıl bir yol, yöntem izleyeceksiniz?

Kayci: Mekânlarda işçi arkadaşlarla yüz yüze görüşeceğiz. Gerekirse patronun karşısına oturacağız, “sen böyle böyle yapıyorsun, yapamazsın, arkadaşlarımızın hakkını size yedirmeyiz” diyeceğiz.

Sigortasız işçilerle ilişkiniz nasıl olacak?

Çelik: Yasal olarak sigortasız işçiler sendikaya üye olamıyor, ama biz alt komisyonlar kurarak farklı yöntemler denemek istiyoruz. Göçmen Komisyonu ve Öğrenci Komisyonu kuracağız. Örneğin, öğrencilerle ilgili olarak, saat başı çalışma sistemi çok yaygın. Saat ücreti patronun insafına, insanlığına kalmış, onun keyfine göre değişiyor. İnanın, 6 liraya bir saat çalışan var, yani 10 saat çalışıp 60 lira alıyorlar. Bizim hedefimiz, örgütlenme kapasitemiz ve gücümüze dayanarak bunları teşhir etmek. “6 liraya öğrenci çalıştıramazsınız” diyeceğiz. Bir alt limit belirleyeceğiz ve sigortasız çalıştırılmama şartı dayatacağız. Öğrenci Sigortası yapılabiliyor part-time çalışanlar için. Bunu yapacak patron. Bazen öğrenciler bursları kesilmesin diye feragat edebiliyor sigorta hakkından. O zaman da öğrencinin sigorta parası maaşına eklenecek. Göçmen işçiler de sigortasız gösterilmek zorunda değil. Bu işveren için külfetli, ama yine de sigortalı çalıştırılabilirler. Bunu dayattığımızda iş yerlerinde göçmen işçiler tercih edilmeyebilir. Çünkü bir göçmen işçinin sigortalanmasının maliyetiyle Türkiye vatandaşı işçinin sigortalanması arasında fark var. Burada o arkadaşlarla görüşmemiz, onların isteğine göre talebi kurgulamamız gerekiyor. Ama onlar da sigortalı çalıştırılabilirler ya da sigorta paraları verilebilir.

Kısa vadede durumu nasıl öngörüyorsunuz?

Kayci: Bu süreçte ilk gönderilenler biz olduk, dükkânlar açıldığında ilk çağrılacak olanlar da biz olacağız, çünkü emeğimize muhtaçlar. Ama geri çağrılma sürecinde emeğimizin karşılığını asla alamayacağız. 2500 lira alıyorduysam, patron bana “durumu biliyorsun, sigortanı yapayım, ama sana 1500 vereyim” diyecek. Şimdi gün boyu tek başıma çalıştığım kafede, akşam patron gelip satışa baktığında, ben emek vermemiş, çalışmamış gibi oluyorum. Sanki ben sokaktan geleni geçeni içeri çekip bir şey satmalıyım.

Çelik: Geri dönüş hızlı olmayacak. Haziranda da insanlar kafelere gelmeye yavaş yavaş başlamıştı. Büyük ihtimalle yine aynı şekilde olacak. Bizim açımızdan bu, uzun mesai ve düşük ücret demek bu. Yani, sektör açısından dip uygulamaları göreceğiz. Küçük patronlar bunu dayatacak, ama altını çizmek istiyorum, bizim muhatabımız küçük esnaf değil. Biz devlet tarafından muhatap alınmak istiyoruz. Küçük esnafın mevcut problemleri çözmeye muktedir olduğunu düşünmüyorum.

Sendikanız bu sıkışmışlığa nasıl çözümler oluşturacak?

Çelik: Sendika sadece TİS yapmaya çalışmayacak. Biliyorsunuz, 30 kişinin altında çalışanı olan işletmelerde TİS yapamıyorsunuz. Bu bizim açımızdan, üç dört işçinin çalıştığı yerlerde mücadeleyi bırakacağımız, buraları es geçeceğimiz anlamına gelmiyor. Oralarda da sendika fiili mücadele yürütecek. Gerektiğinde eylem yapacak, gerektiğinde teşhir edecek. Mesela geçen sene Durock adlı mekânda bir işletmeci kadına şiddet uyguladı. Bu sektörde kadınların birçoğunun mobbinge, tacize maruz kaldığını biliyoruz. Bu nedenle bir Kadın Komitesi kuracağız. Daha önce bahsettim, öğrenci ve göçmen komisyonları da kuracağız. Gücümüz oranında mücadele edeceğiz. Meclis toplantıları, forumlar örgütlemeyi planlıyoruz. Ama pandemi şartlarında dipten bir örgütlenme çalışması yürütüyoruz. Açılmayla birlikte işçilerin iradelerini açığa çıkarmalarını, kendi sözlerini ortaya koymalarını istiyoruz, işi sadece iki-üç kişinin konuştuğu bir zeminden çıkartmak istiyoruz. Biz aynı zamanda neşeyi sendikamızın bir parçası olarak örgütlemeyi düşünüyoruz. Sadece hak mücadelesi yürütmeyeceğiz, yaşamaya ve eğlenmeye de hakkımız var. Örneğin, belki Yoğurtçu Parkı’nda sendikamıza üye işçilerle, bu sektördeki emekçilerle ufak bir konser düzenleriz, eğleniriz. Bu işin içine neşe katabiliriz.

İnanın, 6 liraya bir saat çalışan var, yani 10 saat çalışıp 60 lira alıyorlar. Bizim hedefimiz, örgütlenme kapasitemiz ve gücümüze dayanarak bunları teşhir etmek. “6 liraya öğrenci çalıştıramazsınız” diyeceğiz. Bir alt limit belirleyeceğiz ve sigortasız çalıştırılmama şartı dayatacağız.

Son söz niyetine bir çağrınız var mı?

Kayci: Bizim çıkış şiarımız şu: İşçiler birlikte güçlü. Çok zor bir süreçten geçiyoruz, bugün en fazla ihtiyacımız olan şey dayanışma ve yan yana durabilmek. Bu zor şartlarda yan yana durabildiğimiz müddetçe bizi kimse yıkamaz. Gerekiyorsa bir tabak daha koyarız masamıza, bir yatak daha alırız evimize, dayanışırız. Bugünler illa ki geçecek, o zaman da bu dostluklarımız, yoldaşlıklarımızla güzel günlerde hep beraber yan yana olacağız.

Çelik: Tahakküm ve Direniş Sanatları: Gizli Senaryolar diye bir kitap var, J. C. Scott’un. İşçi sınıfının direnişinin artık gizli senaryolar halini aldığına dair bir fikri var yazarın. Bu sektörde çalışan herkes, ama herkes patronun arkasından görüşmeler yapar. Böyle böyle küçük iş yerlerindeki işçiler küçük direnişlerini örgütler, her ne kadar bunu bir pratiğe geçirmeseler de. Biz de buralardan geldik. Sendika konuşmalarını ilk buralarda yaptık; öğle yemeğinde, sigara molalarında alttan alta, patrona çaktırmadan kendimizi örgütledik. Artık bu gizli görüşmelerden daha açık bir mücadele hattına geçmiş bulunuyoruz. Eğer patron işçinin hakkına çöküyorsa TEHİS onu teşhir edecek, üretimden gelen gücünü kullanacak. Mobbing uygulayan, tacizci patronu da teşhir edeceğiz, kimseye o mekândan su dahi aldırtmayacağız. Gücümüz var. Farkındayız.

İki çağrı yapmak istiyorum. Bu hastalık şartlarında kafelerde çalışmak, koronaya yakalanarak hastalıktan ölmek istemiyoruz, ama evimizde kalıp açlıktan da ölmek istemiyoruz. 1000 liraya yaşayamıyoruz. Hiç para almayan arkadaşlarımız var, nefes dahi alamıyorlar. Yıllardır bizden kesilen işsizlik fonundan, bizlerden alınan vergilerden hayatta kalmamızı sağlayacak imkânlar yaratılsın istiyoruz. İkincisi de kimse yalnız değil, kimsenin problemi çözülemez değil. Dayanışma ağlarını birlikte örebiliriz. Sorunları çözmesi için devlete baskı yapmalıyız. Bu işin çözümü küçük esnafta değil, bunu çözmeye muktedir de değiller. Biz kendimizi örgütleyerek devlete geri adım attırmaya çalışacağız.

^