PARİS’İN “SARI 1 MAYIS”I

Yücel Göktürk
2 Mayıs 2019
SATIRBAŞLARI

Sarı Yelekler eylemlerinin 24. perdesi 1 Mayıs’a denk geldi, Paris 1 Mayıs’ı sarıya büründü. 1+1 Forum oradaydı.

Voltaire sokağından kıvrılıp Marat caddesindeki Robespierre Kültür Merkezi’nin karşısındaki Ivry belediyesi (1945’ten beri komünistlerin yönetiminde) durağından metroya biniyoruz. İstikamet Montparnasse meydanı, 1 Mayıs yürüyüşünün başlangıç noktası.

Isınma hareketlerine geceden başlamıştık, 2016’daki Nuit debout (Geceleyin Ayakta) eylemlerini esinleyen Merci Patron’un yönetmeni François Ruffin’in yeni filmi J’veux du soleil’i Ivry’nin belediye sinemasında seyrederek. Güneş İstiyorum Paris’te birçok salonda vizyonda, ama sinemadan ziyade bir kültür merkezi gibi faaliyet gösteren Le Luxy’de bilet fiyatı yarı yarıya, 13 avroya karşılık 6,5. Komünist belediye sağolsun…

Sarı Yelekler her yaştan, her cinsten, her renkten. Beyazlar, siyahlar, kefiyeli beyaz Fransızlar, türbanlı-türbansız Arap kadınlar, Cezayir bayrağı taşıyan bir delikanlı, Filistin bayraklarıyla yürüyen sarışınlı esmerli bir grup. Ruffin’in filmindeki kişilerin tıpkıları.

J’veux du soleil bir Sarı Yelekler filmi, ana-akım medyanın çarpıtmalarını boşa çıkaran bir belgesel. Bizzat Sarı Yelekler anlatıyor, neler yaşadıklarını, düşündüklerini, hissettiklerini, nasıl canlarına tak ettiğini. Ve nasıl bir ülke, toplum tahayyül ettiklerini. Söz dönüp dolaşıp 1789 devriminin ilkelerine geliyor: Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik.

Filmdeki Sarı Yelekler’in her birinin özenle vurguladığı husus direniş sürecinin onları nasıl dönüştürdüğü. En sık kullandıkları sözler: Kardeşlik, dayanışma, yardımlaşma, birbirini tanıma, yoksulluğundan utanmaktan ve gizlemekten vazgeçme…

En sık karşılaştıkları eleştiri: “Bu eylemlerle Macron’u indireceksiniz, iktidara Le Pen’i getireceksiniz.” Ve bu tartışma nedeniyle yakınlarıyla, akrabalarıyla bozuşmalar, küsüşmeler. Genç bir kadının şu sözleri kayda değer: “En çok içerlediğim şey medyada bize faşist denmesi oldu.”

Filme adını veren ve final sahnesinde yer alan J’veux du soleil, Au p’tit bonheur adlı grubun 1991 tarihli şarkısı. Söz ve beste ve grubun solisti Jamel Laroussi’nin.

Jean-Luc Godard, Inrockuptiles dergisinin 17 Nisan tarihli sayısındaki söyleşide, J’veux du soleil’e kırık not veriyor: “Montajı yapılmamış.” Usta “yedinci sanat” bakımından çok da haksız sayılmaz, anlatımlar biraz kırpılıp çeşitlendirilebilir, arşiv görüntüleriyle desteklenebilir, film biraz daha katmanlanabilirmiş. Ama ne gam, Sarı Yelekler realitesi gayet net aktarılmış perdeye. O netlik Güneş İstiyorum’u seyreden herkesi sarsıyor, ana-akım medyanın söylencelerini hükümsüz kılıyor. Sırf bu yönüyle “vurdu, gol oldu” misali.    

Film çıkışında, Ivry’nin ismini komünist siyasetçi Georges Gosnat’dan alan ana caddesi taze asılmış 1 Mayıs pankartlarıyla bezeli. Hepsi sarı, biri doğrudan Sarı Yelekler referanslı: “Bu 1 Mayıs sarı 1 Mayıs olacak.” 

Kara Bloklar

Metroda yol alırken kılavuzumuz –yılların sendikacısı– Claude Marchand anlatıyor: “Bu 1 Mayıs’ta sendikaların yanı sıra öne çıkan iki özne var: Sarı Yelekler ve Kara Bloklar…”

Kara Bloklar? “Anarşist bir örgütlenme değil, radikal solun her kesiminden insan var. İsimleri siyah giysilerinden geliyor. Almanya’daki Kara Bloklar hareketinin Fransa versiyonu. Çoğunluğu genç ve gözüpek. Son birkaç yıldır gösterilerde hep en ön saftalar. Polisle çatışmaktan hiç kaçınmıyorlar. Polis onlarla başa çıkmakta zorlanıyor. Sadece fiziki dirençlerinden ötürü değil, formel bir örgütlenmeleri, liderleri, genel merkezleri, karar alma mekanizmaları yok. Polis nereye odaklanacağını kestiremiyor. Fakat genellikle çatışmaya davetiye çıkarmaları nedeniyle sol kesimlerin eleştirdiği bir topluluk. Medya da onları öne çıkarıyor, insanları korkutmak ve gösterilere katılımı düşürmek için ‘Kara Bloklar şiddeti’ diye yırtınıp duruyorlar. Üç gündür TV’ler sadece onlardan söz ediyor.”

Sarı Yelekler’in her birinin özenle vurguladığı husus direniş sürecinin onları nasıl dönüştürdüğü. En sık kullandıkları sözler: Kardeşlik, dayanışma, yardımlaşma, birbirini tanıma, yoksulluğundan utanmak ve onu gizlemekten vazgeçme…

Geçen sene 1 Mayıs’a katılım nasıldı? “30 bindik, polis de çoktu, ama bu kadar değildi, bugün 7 bin polis görevlendirildi. Geçen senenin en az iki misli, umarım biz de sayımızı ikiye katlarız.”

30 bin az değil mi? “İnsanlar yorgun ve korkuyorlar. Polis şiddeti görülmemiş ölçüde. Ama bu öfkeyi körüklüyor. O yüzden bugün geçen senekinden daha yüksek bir katılım çok muhtemel.”

“de Gaulle zamanından beter”

Gobelin durağında iniyoruz. Metro istasyonlarının birçoğu kapalı. Yolun devamı Port Royal bulvarından tabanvay. Ortalık polis kaynıyor. Ara sokakların hepsi tutulmuş. Yürüyüş güzergâhı kuşatma altında. Polis minibüsleri upuzun bir konvoy halinde bulvar boyunca yol kenarında dizili.

Bütün dükkânlar hükümet emriyle –Claude Marchand’ın deyişiyle, “Fransa’da bir ilk”– kapatılmış. Sağda solda emre uymayan kafeler göze çarpıyor gene de. Bankalar özel önlem almış, kapısına bacasına zırh geçirmiş. Yirmi dakikada dört-beş defa polis kontrolüne tabi tutuluyoruz. Çantalar didikleniyor. Üst araması yok, oraya kadar vardırmamışlar henüz.

Herkesin dilinde polis şiddeti. Yaşı kemale ermiş bir kadın “de Gaulle zamanından beter” diye özetliyor. 

Sarı 1 Mayıs

Montparnasse tarafından gaz bulutu yükseliyor, Port Royal’e de biber gazı çöküyor. Akabinde polis kalabalığı geri püskürtüyor. Gerisin geriye Gobelin’e yöneliyoruz. Saint Marcel bulvarında beklemeye koyuluyoruz. Montparnasse’da, yürüyüşün başlangıç noktasında polisle Kara Bloklar arasında çatışma çıktığı haberleri geliyor.

Nihayet yürüyüş kolu görünüyor. Evet, “sarı 1 Mayıs.” Kortejin aşağı yukarı yarısı sarı yelekli. Belki de Montparnasse’da yaşanan çatışma nedeniyle, Kara Bloklar namevcut. Onların yerine, eski tüfeklerden post-hippi’lere uzanan “ortaya karışık” bir yelpaze ön safta. Gözümüze ilk çarpan pankart “Bu maskaralığa son, maskeleri düşürelim.” Onun hemen ardında, rengârenk kumaş parçalarından yapılmış bir pankart: “Fransa’nın kumaşı göçlerle dokunmuştur.” Ve bir resmi geçit edasında taşınan Fransa bayrağı üzerindeki yazı: “Macron, Fransa halkı ahmak değildir.”

Gaz yeniden sökün ediyor, polis de boş durmuyor, kuşatmayı daraltıyor. Bitişik nizama geçiyoruz. Önümüzdeki orta yaşlı kadının sarı yeleğinde bir çıkartma: “Kendini ve Marx’ı hayal et”.

Sarı Yelekler hizamıza geldiğinde aralarına karışıyoruz. Her yaştan, her cinsten, her renkten insanlar. Beyazlar, siyahlar, kefiyeli beyaz Fransızlar, türbanlı-türbansız Arap kadınlar, Cezayir bayrağı taşıyan bir delikanlı, onun hemen arkasında Filistin bayraklarıyla yürüyen kadınlı erkekli, sarışınlı esmerli bir grup. Ruffin’in filmindeki kişilerin tıpkıları. Ortak payda yoksulluk ve öfke.

Sessiz sedasız yürüyoruz. Sarı Yelekler’in suskunluğu yadırgatıcı. Saint Marcel bulvarına geliyoruz. “Slogana hasret kaldık” diye yakınırken, gökgürültüsü misali patlıyor: “A-ha Anti, anti kapitalist.” Ve hemen ardından: “Ré–vo–lution, Ré–vo– lution”… Tekrar sessizlik, çok geçmeden Parislilere çağrı: “Paris ayağa kalk, Paris ayaklan.”

Eğlenceli tarafından bir çağrı ise “22. perde” eylemlerinde “kapitalizmin milisi” diye adlandırdıklarına hitaben: “Polis, jandarma, gelin katılın bize.” Ve gün boyu karşımıza çıkacak olan iki döviz. Biri, “Bizi seyretmeyin, bize katılın”, diğeri “RIC”: Sarı Yelekler’in kararların parlamentodaki temsilcilere bırakılmaması, referandumla alınması yolundaki önerisini ifade eden “référendum d’initiative citoyenne” (yurttaş inisiyatifi referandumu) sözünün kısaltması. “Doğrudan demokrasi” fikri ve talebi şimdilik böyle formüle ediliyor. 

Komün şarkıları ve Geceleri Ayakta orkestrası

Saat 15:30. Resmi başlangıç 14:30, varış noktası ise İtalya Meydanı olarak duyurulmuştu. O meydan çok geçmeden bize Taksim olacak, polis yürüyüşü engellemek için elinden geleni ardına koymayacak.    

Yakın mesafede halka olmuş şenlikli bir grup göze çarpıyor. Koro halinde söylenen şarkılara yöneliyoruz. Yürüyüşün başındaki rengârenk kumaşlı pankartın etrafında toplananlara katılıyoruz. Koro ellerindeki metne bakarak söylüyor şarkıları. Claude Marchand izah ediyor: “Bunlar 1871’in, Paris Komünü’nün şarkıları. Öldürülen binlerce devrimcinin anısına yapılmış şarkılar.” Söyledikleri son şarkının sözlerini soruyoruz. Meali, “döktüğünüz kanda boğulacaksınız.”

L’Hôpital bulvarına sapıyoruz. Kaldırımda Öcalan bayraklı küçük bir grup yürüyor. Yol kenarındaki parmaklıklarda İran muhalefetinin pankartları. Biraz ileride Perulu devrimcilerin afişi: “Guzman’a özgürlük.” Abimael Guzman, mâlum, Aydınlık Yol örgütünün hapisteki lideri. Derken, İbrahim Kaypakkaya resimli Partizan bayrakları yükseliyor.  

Saint Marcel bulvarına adımımızı attığımızda “Ré-vo-lution” sloganı patlıyor. Ardından CGT hoparlörlerinden Manu Chao’nun Promiscuity’si yükseliyor: “Too much, too much”…  Şarkının nakaratı polis şiddetine cuk.  

Belli belirsiz görünen İtalya meydanından çatışma haberleri geliyor. Az sonra, hastanenin (Hôpital Pitié Salpêtrière) hizasına vardığımızda, İtalya meydanında dumanlar yükseliyor, çok geçmeden kesif gaz De L’Hôpital bulvarına ulaşıyor, göz-burun-geniz yanmasından mütevellit ricat başlıyor. Saint Marcel bulvarına çekiliyoruz. Olan bitenlerden habersizcesine çalan Nuit Debout orkestrasının etrafında toplananlara katılıyoruz. Güzel teneffüs. Nefesli sazlar, koro halinde söylenen şarkılar…

“Too much, too much…”

Gaz yeniden sökün ediyor, polis de boş durmuyor, kuşatmayı daraltıyor. Bitişik nizama geçiyoruz. Fazlasıyla bitişik. Önümüzdeki orta yaşlı kadının sarı yeleğinde bir çıkartma: “Rêve-toi et Marx” (Kendini ve Marx’ı hayal et).

Biber gazı yoğunlaşıyor, sıkışıklık artıyor, hafif tertip bir panik eşiği. Bazı binalar kapılarını açıyor, onlardan birinin daracık avlusuna sığınıyoruz. Nuit Debout orkestrasının kimi üyeleri de enstrümanlarıyla geliyor çok geçmeden. Yaklaşık 150 kişiyiz, fenalaşanlar var. Bina görevlisi giriş kapısını açıyor, tıbbi yardıma ihtiyacı olanlar bina içine götürülüyor. Nereden, nasıl peydahlandılarsa, ilk yardım gönüllüleri hızır gibi yetişiyor. Yaşını başını almış bir adam “savaştayız sanki” diyor alçak sesle.

Koridordan hallice avluda yaklaşık yarım saat sardalya düzeninde bekleştikten sonra, kapı açılıyor. Nihayet oksijen. Tek sıra halinde dışarı çıkıyoruz. Yeniden Saint Marcel’deyiz. Bulvara adımımızı attığımızda “Ré-vo-lution” sloganı patlıyor. Ardından CGT hoparlörlerinden Manu Chao’nun Promiscuity’si yükseliyor: “Too much, too much”…

Şarkının nakaratı polis şiddetine cuk. En ufak hırlaşmada biber gazına davranıyorlar, kendilerine posta koyan göstericilere toplu olarak saldırıp nefretle girişmeleri cabası.

Ortalık epey sakinlemiş. Camı çerçevesi indirilmiş birkaç işyerinin önünden geçiyoruz. Yüzü eşarplı, muhtemelen Kara Bloklar mensubu bir genç olanca gücüyle bağırıyor: “Bunu biz yapmadık, polis yaptı. Üzerimize atmak için. İnanmayın. Polis kendisi yaptı.”

Gün içinde haberleştiğimiz tanıdıklara sorduğumuzda hep aynı cevabı alıyoruz: “Ne cam çerçeve indiren ne de polise saldıran tek bir tane Kara Bloklar üyesi gördük.”  

Bir Sarı Yelek ara sokağı tutmuş polislere elindeki kâğıttan okuduğu bir söylev çekiyor. Ardından sırtındaki hoparlörü köklüyor. Bir hiphop şarkısı yayılıyor ortalığa: “Adalet Yok, Barış da Yok.”

CGT’nin içecek minibüsüne yöneliyoruz. Soda ve rom kalmış sadece. İki avroya iki parmak rom alıp Jeanne D’arc heykelinin önünde soluklanıyoruz. Önümüzden geçen kadın şakalaşıyor: “Jeanne D’arc da gazı yedi.” Az ilerde ateşli bir konuşmacı ve onu pürdikkat dinleyen bir topluluk… O tarafa seğirtiyoruz. Gabon muhalefetiymiş. Konuşmanın sonuna denk geliyoruz, meseleyi anlayamadan Jeanne D’arc heykeline dönüyoruz. Kaideye kömürle yazılmış yazı: “27 Mayıs 2019’da genel greve!”

“Beni Pamela Anderson radikalleştirdi”

CGT kortejinin ardı sıra İtalya meydanına yürüyoruz. Bir duvar yazısı: “Beni Pamela Anderson radikalleştirdi.” Fransa’nın milli futbolcusu Adil Rami’yle beraberliği ve sosyal medyada sözünü esirgemeyen sistem karşıtlığıyla birkaç yıldır dikkatleri üzerine çeken ünlü oyuncu son günlerin gözde siyasal siması. Ama duvar yazısının ana fikri, egemen medyanın “radikal” sözcüğünü kriminalize etmesini, “radikal” eşittir “potansiyel suçlu”yu kamusal bir söylem haline getirmesini tiye almak.      

Nuit Debout orkestrasını dinlerken bir Sarı Yelekte gördüğümüz çıkartma bu defa irikıyım bir döviz olarak çıkıyor karşımıza: “Kendini ve Marx’ı hayal et.”

“Adalet Yok Barış da Yok”

Meydana nihayet ulaştığımızda “Çav Bella” çalıyor. Biraz ileride, bir Sarı Yelek ara sokağı tutmuş polislere elindeki kâğıttan okuduğu bir söylev çekiyor. Ardından sırtındaki hoparlörü köklüyor. Bir hiphop şarkısı yayılıyor ortalığa: “Adalet Yok, Barış da Yok.”

“Ne senin kafanda olmak isterim / Ne senin kasketinin altında / Üniformaya girmem / Bekçi köpeği ruhu yok bende / Tuzu kuru ruhu da / (…) / Oligarşinin silahlı kolusun / (…) / Özgürlüklere saldırıyorsun / Demokrasiyi baltalıyorsun / (…) / Acısını çıkaracaklar ay ay ay / Çok haşin olacak ay ay ay / Polis her tarafta, adalet hiçbir yerde…”

Yaklaşıp soruyoruz, “Söyleyen kim?” “Uman.” “Polislere okuduğunuz metin neydi?” “Polisin görev ve yetkilerine dair yasadan bir bölüm… Bugün burada yaptıkları muamelenin tamamı aslında yasadışı… Yarın öbür gün bunu kendi çocuklarına nasıl anlatacaklar?

Meydanda şenlik var. İç içe halkalar oluşmuş. Merkezdeki halkada şarkılar, marşlar söyleniyor. Dış halkalar, tribün misali, karşılıklı slogan atıyor: “A-ha anti, anti kapitalist”, “Ré-vo-lution, ré-vo–lution”

“Yurttaş demokrasisi”

Az ileride sarı yelekli genç bir kadın Radio Canada’ya demeç veriyor. Yanaşıp kulak misafiri oluyoruz. “Gerçek demokrasi istiyoruz. Aslında bizi temsil etmeyenleri seçmek üzere oy kullanmak istemiyoruz. Sözümona temsilcilerimiz olanlar, aslında çok küçük bir azınlığın çıkarlarının temsilcisi. Biz kararları veren olmak istiyoruz. İstediğimiz çok basit: Gerçek bir demokrasi, yurttaş demokrasisi. Her hafta Sarı Yelekler eylemlerine katılıyorum. Özgürlük, eşitlik, kardeşlik ilkelerini biz gerçekleştiriyoruz. Kardeşliği Sarı Yelekler hareketinde ete kemiğe büründürüyoruz.

“İstediğimiz çok basit: Gerçek bir demokrasi, yurttaş demokrasisi. Özgürlük, eşitlik, kardeşlik ilkelerini biz gerçekleştiriyoruz. Kardeşliği Sarı Yelekler hareketinde ete kemiğe büründürüyoruz.”

Bir döviz dikkatimizi çekiyor. Yaklaşıp okuyoruz: “Oligarkların köleciliğine hayır!” O dövizin iki adım ötesinde Agence France Press ekibi. Onlar nasıl verdiler acaba günün olaylarını? Bilgisayar başına oturduğumuzda bakarız diye içimizden geçirirken 10 numara verdiğimiz dövizi bu kez başka birilerinin elinde görüyoruz: “Kendini ve Marx’ı hayal et.”

Meydandan Louis-Auguste Blanqui sokağı istikametine yöneliyoruz. 19. yüzyılın önde gelen devrimci kişiliklerinden Blanqui’nin Yıldızlardan Ebediyete adlı büyüleyici kitabı düşüyor aklımıza. Tahayyüle oradan mı başlamalı? Marx nasıl olsa çıkagelir, onsuz tahayyül ne mümkün.  

Dönüşte, gaz taarruzu esnasında gözden kaybettiğimiz Claude Marchand’a uğruyoruz, ayaküstü düşüncelerini soruyoruz. “Polise göre 20, CGT’ye göre 55 bin kişi katılmış. Polisin sayıyı küçülttüğü belli, CGT’ninki gerçeğe yakın. Geçen 1 Mayıs’ın iki misline yakın bir katılım söz konusu. Seneye katılımın daha da artacağını tahmin ediyorum. Göreceğiz. Şimdi, 9 Mayıs’ta çok önemli bir eylem var. O bir ivme yaratabilir. Her halükârda, artık mevsim lehimize. Havalar ısındıkça eylemler de ısınırÇok uzun zamandır ilk defa ‘devrim’ sloganının bu kadar sık atıldığına tanık oldum.” 

Agence France Presse’in gözüyle

Karanlık çöktüğünde Agence France Presse’in 1 Mayıs özetini okuyoruz.

– İçişleri Bakanlığı’nın yaptığı açıklamaya göre, 1 Mayıs gösterilerine 151 bin kişi katıldı. 2018 1 Mayıs’ına katılanların sayısı 143 bin 500’dü.

– Nantes, Bordeaux, Marseille, Grenoble, Toulouse, Lille ve Lyon’da geniş katılım oldu, Lille ve Lyon’da yer yer şiddet yaşandı.

– Paris’te şiddet yanlısı antikapitalist grup Kara Bloklar’ın polis müdahalesini kışkırtması üzerine 288 kişi tutuklandı. 15 bin güvenlik kontrolü yapıldı. Çok sayıda yağma, vandallık ve polisle göstericiler arasında çatışma yaşandı.

– Paris’in 13. bölgesindeki polis karakolu göstericiler tarafından kuşatıldı, “polis düşmanımızdır” sloganı atıldı. Polisler göz yaşartıcı gaz ve bariyer marifetiyle karakolun güvenliğini sağladı.  

– CGT’nin genel sekreteri Pierre Martinez, Paris polisini, Kara Bloklar göstericilerinin aksine, “rahatlıkla ayırt edilebilecek haldeki sendika üyelerine saldırmakla” suçladı. Paris polisi bu iddiayı Twitter üzerinden yaptığı açıklamayla reddetti, “sendikacılar hiçbir şekilde hedefimiz olmadı” dedi.

Agence France Presse güvenilir olduğu varsayılan kamusal bir haber ajansı. Ama durum şekilde görüldüğü gibi: “Şiddet yanlısı antikapitalist grup Kara Bloklar’ın polis müdahalesini kışkırtması”… 288 tutuklamanın sebebi polis “kışkırması”. CGT genel sekreterinin sözlerinin arasına, “Kara Bloklar göstericilerinin aksine” ifadesinin yerleştirilmesi… Polis şiddetinin “ş”sinin bile telaffuz edilmemesi… Kamusal haber ajansı böyleyse özel kanalların halini tahmin edebiliriz.

“Güneş İstiyorum”

Güneş İstiyorum’la başladık, onunla bitirelim. Filmin başlangıç sahnelerinin birinde genç bir Sarı Yelek yönetmen François Ruffin’in soruları cevaplıyor:

Öfkeni tetikleyen neydi?

– 2004’te çalışmaya başladığımda şimdikinden çok daha iyi idare ediyordum. Giderek geçici işlerde çalışmaya başladım. Geçici işler de giderek seyreldi. Ve hayat seviyem giderek düştü. Şimdi artık evim bile yok. Bir arazide, karavanda yaşıyorum.

Hangi sektörlerde geçici işler yapıyordun?

– İnşaatın hemen her alanında. Meslek lisesi elektronik bölümü mezunuyum, diplomalıyım. O alanda hiç iş bulamadım. Çatı ustalığı öğrendim. Çatı ustası olarak da iş bulamadım. Sonra duvar ustalığı, üç günlük, beş günlük işler. Ve cehenneme düşüş… Sonra buradaki arkadaşlarla tanıştım. Herkesi bu toplanma noktalarına davet ediyorum. Eskiden herkes kendi köşesindeydi, TV’nin karşısında ya da telefon ekranının başında… Şimdi burada birbirimizi tanımayı öğreniyoruz. Herkese iyi geliyor. Dostluk, samimiyet, herkesin birbirine saygı duyması, bunlar hepimizin hasretini çektiği şeylerdi. Bütün Fransa halkı bunun eksikliğinden muzdarip. Bütün bu hareketin kökeninde, büyük öfkenin ötesinde, insanlar arasında bir ahenk arayışı da var. Birbirimizle daha iyi anlaşarak, birbirimizi daha iyi tanıyarak, en basitinden birbirimizle konuşarak daha mutlu yaşayabiliriz. 

“Politika bizi hiç ilgilendirmiyordu. Çünkü on yıllardır umudumuzu kesmiştik, politikacıların hiçbirine güvenimiz yoktu. En nihayetinde şimdi küçük bir kapının açılmasıyla tarihin akışını belki değiştirebiliriz diye düşünüyoruz.”

Küçük bir kapı ve küçük bir ışık

Filmin ortalarına doğru genç bir çift anlatıyor.

Kadın: Politika bizi hiç ilgilendirmiyordu. Çünkü on yıllardır umudumuzu kesmiştik, politikacıların hiçbirine güvenimiz yoktu. En nihayetinde şimdi küçük bir kapının açılmasıyla tarihin akışını belki değiştirebiliriz diye düşünüyoruz. Bakmak, anlamak, öğrenmek arzusu duyuyoruz.

Adam: Evet, mesela şimdi bilgilenmeye çalışıyorum, anayasayı okuyorum. Şimdiye kadar bunlarla hiç ilgilenmemiştim. Bizim jargonumuz değil, ama elime sözlüğü alıyorum, anlamaya çalışıyorum.

Kadın: Bizim yeterince zeki olmadığımızı sanmasın kimse. Anlamayı arzu ediyoruz. Uzun süredir uykudaydık. Ama bugün artık katlanamıyorum. Küçük bir kapı var açılan. Küçük bir ışık var. Büyük değil, küçük, ama ona gidiyorum. Kapıyı açacağım.

Kapının arkasında ne var?

Kadın: Güneşi görüyorum kapının arkasında. Sarı ışığı…

 

 

^