İzmir’deki deprem sonrası hayatını kaybedenlerin sayısı 110’u geçmiş durumda. Fakat depremler hayatımızın bir gerçeği. Türkiye topraklarının yüzde 95’i deprem kuşağı üzerinde yer alıyor, bunların yüzde 65’i birinci ve ikinci derece deprem bölgesi. İstanbul’da beklenen olası depremde en az 48 bin binanın ağır ve çok ağır hasar görebileceği tahmin edilirken, uzmanlar asıl beklenen İzmir depreminin henüz yaşanmadığını söylüyor.
İzmir depreminden çıkarılacak dersleri, imar affı sorununu, kentsel iyileştirmenin nasıl yapılması gerektiğini, denetim boşluğunu İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Nusret Suna ve İzmir Şube Başkanı Eylem Ulutaş Ayatar ile konuştuk.
İzmir depreminde yıkılan binalarda gördüğünüz temel hata nedir? Malzeme veya zemin mi yıkımlara yol açıyor, yoksa mühendislik uygulamaları mı sorunlu?
Nusret Suna: Burada birtakım mühendislik hatalarının olduğu açıkça ortaya çıktı, denetimin yapılmadığı da. Üstüne bir de, alt katlarda dükkân olan yerlerde taşıyıcı elemanlara fiziki müdahaleler yapılmış. Daha da kötüsü, Türkiye’de yapı stokumuzun büyük bir bölümü bu vaziyette. İzmir Bayraklı’daki durum değil bu sadece, ama binaları incelediğimiz zaman gördük ki Bayraklı’nın kendine has bir özelliği var. Taşıma kapasitesi zayıf bir zeminden bahsediyoruz burada. Tesirleri daha fazlalaştıran ve taşıma kapasitesi sıfır olan bir zemin var. Böyle arazilerde ancak kurallara, yönetmeliklere uygun, malzemesi doğru binalar yapılırsa o binalar ayakta kalır. Yıkılan yapıların yanında ayakta duran binaları da gördük. Yıkılan binaların malzemesinde kalitesizlik, işçilik hatası, belli ki mühendislik hataları da var. Bunlar bir de zemin özelliği ile birleşince iskambil kâğıdı gibi yıkılan binalar görüyoruz.
Eylem Ulutaş Ayatar: Hepsi birden sorun aslında. Bizler binayı tasarlarken zeminden bilgi alırız, bunun üzerine zemin etkileşimini kurar ve öyle tasarlarız. Binanın mimarisi, statiği çıkar ve müteahhit tarafından uygulanır. İşçilik, malzeme ve denetim kısmı, bunların hepsi bir bütün. “Zemin kötüydü, ondan oldu” veya “bina kötü yapılmış, ondan oldu” gibi bir şey yok, hepsi bir bütün. İzmir’e baktığımızda, denetim mekanizmalarında, müteahhitlerin yetkinliklerinde hata var belli ki. Mühendislik eğitimlerinde bazı zorunlulukların getirilmesi gerekiyor. Sistemde bir sorun var.
Yıkılan binaların malzemesinde kalitesizlik, işçilik hatası, belli ki mühendislik hataları da var. Bunlar bir de zemin özelliği ile birleşince iskambil kâğıdı gibi yıkılan binalar görüyoruz.
Sistemdeki bu sorunlar nasıl düzeltilmeli peki?
Ayatar: Yasal düzenlemeler yapılmalı, öncelik vatandaşları güvenli konutlarda barındırmak olmalı. Bu yıkılan binaların cezası da ona göre caydırıcı hale gelmeli. Sorun ortaya çıkmadan bunu engellememiz lâzım. Her alanda denetim mekanizmalarının devreye girmesi şart. Bu konuda yetkinliği olan her kurumun, belediyelerin, odaların sözü geçmeli, sürece katılımları sağlanmalı. Bir mühendis sahaya çıktığında yetkin olmalı.
Yapı denetimini özel firmaların yapması mı handikap yaratıyor?
Suna: Aslında yapı denetim de özel yetkilendirilmiş denetimdir. Şu anda istenilen düzeyde işleyemiyor. 2001’e çıktı yasa, ne yazık ki 2011’e kadar pilot il uygulaması yapıldı, bunun ötesine geçilemedi. Van depreminden biraz önce 81 ilimize yayıldı. Kurala göre nitelikli malzeme kullanılması, hazır beton kullanılması teşvik edildi, ama gerçek sonuçları alamıyoruz. Yaşadıklarımızın esas özeti de etik değerlere uyulmamasından kaynaklanıyor. Herkes kendi üstüne düşeni yapmalı. İşin projelendirilmesinden imalatına, denetimine kadar kamu denetimi güçlendirilmeli. Hepimiz etik kurallara uysak sorunu büyük oranda çözmüş oluruz.
İzmir’de imar affı için yapılan başvuru sayısı 811 bin, Türkiye’de 10 milyonun üzerinde. İmar affı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Suna: İmar barışı değil, imar affı diyorum ben de. Kentlerin kalbine batırılan hançer olarak görüyorum bunu. Her imar affı vatandaşı bir af daha geleceği beklentisine sokar. Ülkemizde bu yolla haksız edinimler yapılıyor. Bu düzenleme çerçevesinde, vatandaşa deniyor ki, sen evinin deprem güvenlikli olup olmadığını beyan edersen, paranı da yatırırsan, sana kayıt belgesini veririm… Vatandaş hiç kendi evi için depreme dayanıksız der mi? Devlet sorumluluğu da üzerinden atıyor. Binanın güvenli olup olmadığını mühendisler söyler. 2019 şubat ayında İstanbul Kartal’da bir bina çökmüştü, vatandaşlarımızı kaybetmiştik. O bina için imar affına müracaat edilmişti. Normal ruhsatın üzerine üç kat fazla yapılmış, bina büyütülmüştü. Malzeme niteliksizdi, zemin kattaki taşıyıcılara fiziki müdahaleler de yapılmıştı. İşte imar affına müracaat edildiği zaman o bina inşaat mühendisleri tarafından incelenseydi, bu usûlsüzlükler tespit edilecekti. Ancak şu anki durumda sadece para toplamak için kanun çıkarıldı. İnceleme yaptırmadan binalar için uygundur deyip, deprem güvenlikleri vardır deyip mal sahiplerinden beyanları alıyorsunuz, belgeyi veriyorsunuz. Daha kötüsü, biz daha bunun acısını tam yaşamadık. İleriki yıllarda daha çok çekeceğiz.
Ayatar: İmar affı kabul edilebilir bir şey değil. Olabilir gözüyle bile bakmıyorum. Buradaki konu can güvenliği artık, mülkiyet değil. Son imar barışında vatandaş kendi beyanıyla yapı kayıt belgesi aldı. Bunun doğru olduğunu kimse söyleyemez. Acilen durdurulmalı.
Sekiz senedir kentin rantı en yüksek yerlerinde dönüşüm yapıldı. Yap-sat müteahhitçiliği canlandırılmaya çalışıldı. İstanbul’da Avcılar, Silivri, Fatih dururken kuzeydeki alanlar riskli ilan ediliyor. Alâkasız, ilgisiz yerler.
Peki, oturduğu yere güvenmeyen bir vatandaş binasını nasıl iyileştirebilir? Sizce bu konuda insanlar kendi başına bırakılmıyor mu?
Suna: Bugünkü ortamda vatandaşlar deprem konusunun kapanmasını istiyorlar. Çünkü tüm evlerde travma yaşanıyor. İnsanların ekonomik gücü yok. Bu ortamda binaları yıktırıp yaptırabilmesi mucize. Daire başına 250 bin liraya ihtiyaç var deniyor, ama bankadan sadece 100 bin lira kredi alabiliyorlar. Bu konuda acilen merkezi yönetim devreye girmeli. İstanbul deprem master planı hazırlandığı zaman finansal sorunların çözümü sayfalar dolusu anlatılmıştı. Yeter ki siyasi irade ağırlığını ortaya koysun. Ben karışmam demekle olmaz. Fakat sadece yerel yönetimler veya merkezi hükümet bu işin altından kalkamaz, koordineli ve birlikte hareket edilmeli.
Ayatar: İnsanlar tek başına bırakılıyor. Örneğin İzmir’de bazı binalarda yenilemeye yönelik raporlar verildiği ortaya çıktı. Neden yapılamıyor peki? Çok basit, gücü olan biri yapar, diğerleri yapamaz. Mülkiyet sorununun dışında ekonomik anlamda teşvikler olsa vatandaş binasını yenilemez miydi? İnsanlar düşünüyor aslında, birçok insan yenileme derdinde, ama maddi anlamda bir kaygı, eksiklik var. Bu konuda da devlet destekli teşvikler olması lâzım. İnsanlar yenileme konusunda tek başlarına bırakılamaz. Bir bina riskliyse devletin muhakkak destek olması lâzım.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi “6306 sayılı yasa riskli alanlar için değil, arsa değeri yüksek alanlara el koymak için kullanılıyor” diyor. Buna katılır mısınız?
Suna: Tabii, doğru, hiç yadırgamadık. 6306 sayılı kentsel dönüşüm yasası çıktığı zaman çok benimsedik. Bu aslında olması gereken bir şey. Kentsel dönüşüm insanı odağına alan, çevreye saygılı, sosyal donatıları olan, ada ve mahalle bazında yapılan kentsel hareketliliktir. Fakat sekiz senedir kentin rantı en yüksek yerlerinde bu işlemler yapıldı. Yap-sat müteahhitçiliği canlandırılmaya çalışıldı. İstanbul’da Avcılar, Silivri, Fatih dururken kuzeydeki alanlar riskli ilan ediliyor. Alâkasız, ilgisiz yerler. Örneğin Armutlu zemin açısından sıkıntısı az olan yerlerden bir tanesi, ama riskli alan ilan ediyorlar.
Ayatar: Adı kentsel dönüşüm, ama öyle olmuyor. Bina bazlı dönüşüm yapılıyor, bölge esas alınarak belli bir plan çerçevesinde değil. Bir yerde yapılaşma varsa bunun bir kuralı vardır, olmalıdır. Şehir plancıları bu nedenle var. Ancak mevcut kentsel dönüşüm projeleri bir planlama içinde uygulanmıyor. Buna isim olarak “binasal dönüşüm” demek lazım. Bütünsel bir bakış açısı yok, rant için teker teker binalar düşünülerek yapılıyor.
Deprem öncesinde hiç hazırlık yapmıyoruz, başımıza gelince birkaç hafta konuşuyoruz, sonra unutuyoruz. Deprem öncesi ve sonrasında en çok hangi aşamada zayıfız?
Suna: Deprem öncesi hazırlık şart, zorunluluk artık. Yapmazsak başımıza bunlar geliyor. Deprem sonrasında çalışmalar, dayanışmalar, madencilerin yardıma gitmesi, AFAD’ın canla başla çalışması… Hepsinin emeklerine sağlık, 1999’dan bu yana kendimizi deprem ânı ve müdahale konusunda geliştirdik. Ama bir de şöyle bakalım: Eleştirdiğimiz zaman haksız eleştiriyorsunuz diyorlar, fakat Elazığ’da yerle bir olan dört binada görmüştük, şimdi de İzmir’de altı-yedi binada benzer bir durum yaşandı. 2 Kasım itibariyle İzmir’de altı binada kaç çalışan vardı? Kendi gözlerimle gördüm, bir binanın üstünde onlarca insan var. 24 saat çalışarak hem de. Yıkılan bir binanın üzerindeki bu sayıda insanı İstanbul’da 48 bin binayla çarpalım bakalım, ne çıkıyor? Bir binada on kişi olsa deseniz 480 bin, yirmi deseniz 960 bin kişi demek bu. İzmir’de bir binanın üstünde elli-altmış kişiden fazla kurtarma ekibi vardı. Milyonlara varan kişiyi kurtarma için hazırlayamazsınız. 100-200 bin kişiyi aynı anda 72 saat içinde organize edemezsiniz. Bu yüzden afet öncesi hazırlıkları tam yapmamız lâzım. Binalar hasar alabilir, ama ayakta duracak. Deprem öncesi çalışmalar çok önemli, tespiti yapacaksınız, taramayı yapacaksınız ve o binanın yıkılmaması için ne gerekiyorsa halledeceksiniz. Şu andaki mantıkla büyük kentlerde oluşacak enkazlar kaldırılamaz.
100-200 bin kişiyi aynı anda 72 saat içinde organize edemezsiniz. Bu yüzden afet öncesi hazırlıkları tam yapmamız lâzım. Binalar hasar alabilir, ama ayakta duracak. Şu andaki mantıkla büyük kentlerde oluşacak enkazlar kaldırılamaz.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Türkiye’de 685 bin riskli konutun bulunduğunu söylüyor. Bugünden başlayarak hızlıca ne yapılmalı?
Ayatar: Doğru şeylerin gündeme gelmemesinden kaynaklı olarak aynı şeyleri konuşup duruyoruz gibi geliyor bana. Doğal olarak da hep aynı şeyi yaşıyoruz. Depremin kendisi nasıldı, fay şuradaydı, bu bunu tetikler mi… Bunlar önemli tabii ki, ama şimdi bile ABD seçimlerini konuşmaya başladık, depremi unutmak üzereyiz. Halbuki vatandaşın sorusuna kulak vermeliyiz. İnsanların kafasında “Benim binam güvenli mi, değil mi?” sorusu var. Bizi yönetenlerin bu sorunun cevabını verebilmesi lâzım. Binalarla ilgiliyse inşaat mühendislerinin daha fazla konuşması lâzım. Net bir irade ortaya konacak ve tespit, tarama, güçlendirme, yenileme konularında ilk adım atılacak. Yapılması gereken bu.
Suna: İstanbul için AFAD’ın ve İBB’nin çalışması var, 48 bin bina ağır ve çok ağır hasar görecek deniyor. Tabii ki bunların hepsi senaryo çalışmasının sonucu, matematik modelleme. Az da olabilir, çok da olabilir. Şimdi ilk olarak yıkılacak binaların tespit edilmesi gerekir. Bu 48 bin binanın içinde somut olarak hangi sokaktaki hangi binanın olduğunu bilmiyoruz. Bunların acilen tespit edilmesi, bu binaların kamu eliyle yıkılması gerekir. Bu tespit işlemleri yapılırken de tüm yapılar gözden geçirilmeli, bir risk sıralaması yapılmalı, buna göre binaları güçlendirme çalışmalarına başlanmalı. Bazı yöneticiler “2001 öncesi yapılan tüm binaları yıkalım” diyor. Böyle bir çözüm olamaz. Buna ne paramız yeter ne vaktimiz. İzmir’de yaşadığımız sıkıntıları çekmemek için çalışmaları deprem öncesinde yapmalıyız. Çok riskli olan binalardan başlayıp hızlıca güçlendirmeye çalışacağız. Güçlendirdikten sonra deprem olsa ve bina hasar alsa dahi hiç problem değil. Önemli olan can güvenliğini garanti altına almak.