FAİZ İNDİRİMİ KARARININ EKONOMİ POLİTİĞİ

Ümit Akçay
29 Eylül 2021
Adrian Wiszniewski, "Trying to Make a Dollar –Bir Dolar Peşinde" (1993) 
SATIRBAŞLARI

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Para Politikası Kurulu’nun 23 Eylül 2021’deki toplantısı sonrasında yaptığı faiz indirimi, pek çok piyasa yorumcusu tarafından “sürpriz” olarak nitelendirildi. Faiz indirimi sonrasında TL’de kısmi bir değersizleşme görüldü, geçtiğimiz bir aylık sürece baktığımızda ise TL yüzde 6’ya yakın değer kaybetti.

Faiz kararının sürpriz olarak değerlendirilmesinde, politika oluşturma sürecinin kötü kurgulanmış olması, genel bir strateji eksikliği ve ekonomi yönetimindeki dağınıklığın etkisi var. Ancak, sorun sadece bununla sınırlı değil. Faiz indiririm kararına en çok para politikası ya da TCMB kararlarının sadece “teknik” düzeyde alındığına, alınacağa “inanan” yaklaşım şaşırdı.

Oysa TCMB’nin aldığı kararlar sonuç, o sonuçlara neden olan toplumsal süreçler, güç ilişkileri, mücadeleler var. Bunları analize dahil etmeyince bu tip “tatsız” sürprizler kaçınılmaz oluyor.

Bu tip kritik dönemlerde, bakış açısı ve analiz yöntemi çok daha önemli hale geliyor. İktisat hiçbir zaman ve hiçbir yerde sadece teknik bir konu olmamıştır, aynı zamanda siyasidir. “Teknik” olarak yapılması gerekenler, “yapılabilecekler” prizmasından süzülür, öyle hayata geçer.

Yapılabileceklerin ne olduğunu belirleyen ise üretim ilişkileri, ülkenin dünya ekonomisiyle entegrasyon biçimi ve bunlar üzerine şekillenen sınıfsal güç dengeleridir. Bu perspektif esasında, eleştirel siyasal iktisat geleneğinin ABC’si. Geçen haftaki faiz kararı bu çerçeveden bakınca nasıl görünüyor, birlikte bakalım.

TCMB’nin açıklamasında enflasyonun nasıl düşürüleceği konusunda yeni bir yaklaşım sunuluyor. Bu yaklaşım temel olarak, döviz ihtiyacının azalacağı ve TL’nin istikrarının sağlanacağı varsayımına dayanıyor. Ancak, bu yeni yaklaşımın murad ettiğini hayata geçirebilmesi için gerekli olan en önemli gelişme cari açığın kapanması.

Faiz indirimi kararı

Öncelikte şunu belirtmeliyim: TCMB Para Politikası Kurulu açıklamasında, enflasyonun nasıl düşürüleceği konusunda yeni bir yaklaşım sunuluyor. Bu yaklaşım temel olarak, dış dengelenme sayesinde döviz ihtiyacının azalacağı ve TL’nin istikrarının sağlanacağı varsayımına dayanıyor. Ek olarak, kredi genişlemesinin idari önlemlerle (makro-ihtiyati politika çerçevesi) sınırlanacağına vurgu yapılıyor. Ancak, bu yeni yaklaşımın murad ettiğini hayata geçirebilmesi için gerekli olan en önemli gelişme cari açığın kapanması. Bu temel tespiti vurguladıktan sonra detaylara bakalım.

TCMB erken kapitalistleşmiş ülkelerdeki enflasyon baskısının geçici olduğu tespitinden hareket ediyor ve buna dayanarak varlık alım programlarının da süreceğini bekliyor. Yani, 2013 sonrasındaki gibi bir sermaye çıkışı dalgası beklemiyor. Aksine, merkez ülke merkez bankalarındaki para politikası duruşunun çevre ülkeler için hareket alanı oluşturduğu varsayımına dayanıyor.

Buna ek olarak, faiz indirimi dış dengede, özellikle de cari işlemler dengesinde, olumlu gelişmeler olmasıyla gerekçelendiriliyor. Açıklamada vurgulandığı şekliyle, aşılanmanın artması ve ekonomilerin açılmasıyla birlikte ihracat artıyor ve turizm canlanıyor. Sonuçta, TCMB “yılın geri kalanında cari işlemler hesabının fazla vermesini” bekliyor. Ancak, bu geçici bir “dengelenme” mi, yoksa Türkiye ekonomisi artık cari açık vermeyecek bir patikaya girdiği için mi bu beklenti dile getiriliyor, belli değil.

Kocaeli, 14 Şubat 2021

Enflasyon geçici

Faiz indiriminin üçüncü gerekçesi, iç piyasadaki fiyat artışlarının geçici olduğu tespiti. Buna göre, enflasyonun arz yönlü üç kaynağı var: 1) Gıda fiyatlarındaki artışlar. 2) İthalatın etkisi. 3) Tedarik süreçlerindeki aksaklıklar.

Ek olarak, devletin katkısı (yönetilen/yönlendirilen fiyatlardaki artışlar) ve açılmaya bağlı talep gelişmeleri de enflasyonu artıran nedenler olarak sıralanıyor.  Ancak, tüm bu etkilerin önemli bir kısmının kur geçişkenliğinden geldiği varsayıldığından, Türkiye’deki enflasyon da geçici olarak niteleniyor.

Kredi genişlemesi yavaşladı

Dördüncü gerekçe, iç talebin enflasyona katkısı zayıf ve özellikle ticari kredilerde net büyümenin negatifte olması, yani bir daralma söz konusu.

Bireysel kredilere bakıldığında ise artış hızında yavaşlamalar söz konusu ve bu bunun için “makro-ihtiyati politika çerçevesi” devreye sokulmuş durumda. Yani, fiyat dışı önlemlerle kredi genişlemesinin sınırlanması söz konusu.

Yeni yaklaşım

Buraya kadarki değerlendirmeyi özetlersem, iki yenilik var: Enflasyondaki düşüşün cari açıktaki azalmaya ve kredi genişlemesinin faiz dışı yöntemlerle kontrol edilmesine dayandırılması. Bu anlamda karşımızda basit bir metin değişikliği değil, temel bir kulvar değişikliği olabilir. İki gelişme, bu kulvar değişikliğinin sadece TCMB’ye has olmadığını düşündürüyor.

Gıda, tekstil ya da inşaat gibi emek yoğun sektörler için faiz indirimi ve dolayısıyla TL’deki değersizleşme bir avantaj yaratıyor: Girdi maliyetleri, örneğin işçi ücretleri TL ile veriliyor, TL faizindeki düşüş sayesinde finansman maliyeti yavaş yavaş düşüyor.

İlki, Hazine ve Maliye Bakanlığı Bakan Yardımcısı Şakir Ercan Gül’ün açıklaması. Gül yaptığı değerlendirmede, “Gelişigüzel kredi olmaz. Selektif olmalıyız, gerekirse tüketici kredilerinden fedakârlık yaparak, ki gerekirse pahalandıracağız, kaynakları daha çok sanayiye, üretime vermeliyiz” diyerek, yeni yaklaşımın adeta mottosunu vurguluyor: “Bütçe açığını sınırlı tutacaksın. Cari açığı minimize edeceksin.

Diğer gelişmeye Dünya gazetesinden Alaattin Aktaş dikkat çekiyor. Aktaş 5 Eylül’de açıklanan Orta Vadeli Program’daki (OVP) dolar kuru tahmininin 2021 yılının tümü için 8.30 olduğuna işaret ediyor. Bu tahminin tutması için de yılın geri kalanında doların “8.84 düzeyinde gerçekleşmesi gerekiyordu” diye yazıyor. Yani OVP’yi hazırlayanlar adeta faiz indirim kararını önceden analizlerine dahil etmişler. Bu da, bu yeni yaklaşımın sadece TCMB’ye ait olmadığını düşündürüyor.

Faiz kararının politik ekonomisi

TCMB kararını kısaca değerlendirdikten sonra, bu kararı doğuran arka planı açıklamaya girişelim. Konu “Cumhurbaşkanı istedi, o yüzden oldu” ya da “bu bir politika hatası” şeklinde yapılan değerlendirmeler kadar basit değil. Para politikası tercihleri iktidarın dayandığı sosyal blok tarafından şekillendiriliyor. Bu blokun giderek güçlenmesi, bir yanıyla 2013 sonrası yapısal kriz konjonktürünün bir sonucu.

Faiz indirimi sonucu TL’deki değersizleşmenin etkileri farklı sektörleri farklı etkiliyor. TL’deki değersizleşme sonucunda, ihracatçı sektörlerde ithalat faturasının artması nedeniyle oluşan maliyet ile TL’nin değersizleşmesinin yarattığı avantajın hangisinin daha büyük olacağı, sektörlerdeki üretimin ithalat kompozisyonuna bağlı. Örneğin, otomotiv sektöründe ithal girdi oranı yüksek ise faiz indirimi onu çok olumlu etkilemeyebilir.

Hakan Aran, Şahap Kavacıoğlu, Mustafa Gültepe

Ancak, gıda, tekstil, inşaat gibi emek yoğun sektörler için faiz indirimi ve dolayısıyla TL’deki değersizleşme bir avantaj yaratıyor: Girdi maliyetleri, örneğin işçi ücretleri TL ile veriliyor, TL faizindeki düşüş sayesinde finansman maliyeti yavaş yavaş düşüyor.

İstanbul Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği Başkanı Mustafa Gültepe’nin yaptığı açıklama durumu netleştiriyor: “Dolar kurunun olması gereken nokta 9 lira. Bu seviye ihracat ve üretimi daha da destekler. Yılbaşı geliyor. Rekabet etmem, çalışanlara yüzde 20-25 zam vermem için kur 9 TL olmalı. Kur 8.75’e inerse ayakta kalma şansım yok.”

İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran’ın yorumu da bu çerçeveye ekleyebiliriz. Aran, faiz indirimi sonucunda TL’nin değersizleşmesinin etkisini şöyle özetliyor: “İhracat yapanlar kur arttığında ihracatlarını artırıyor. Üretim yapanlar ise ithalat pahalılaştığı için, içeride onun ikamesini yapabilir miyim diye düşünüyor.”

TCMB Başkanı’nın açıklaması da bu hususu vurgular nitelikte. T24’deki açıklamasında, Şahap Kavcıoğlu “reel sektörün yüksek faizden çok dertli olduğunu [ve] müteahhitlerin yüksek faize yönelik tepkisini” hatırlatıyor. Zaten faiz kararı sonrasında borsadaki inşaat endeksine baktığımızda, artıya geçtiğini görüyoruz.

TCMB’nin kararı, sadece “Beşli Çete” etkisine dayandırılamaz. İç piyasaya üretim yapıp TL ile borçlanan geniş bir sosyal blok mevcut. Cumhurbaşkanı bu blokun sözcülüğünü yapıyor. Ekonomi yönetimindeki politika değişimi, iktidarın dayandığı sosyal blokun dayattığı bir zorunluluk olarak gelişiyor.

Konu sadece “Beşli Çete” değil

Dolayısıyla, TCMB’nin faiz kararı, sadece “Beşli Çete” diye adlandırılan ve ahbap çavuş ilişkileriyle iktidarın yakınında bulunan firmaların etkisine dayandırılamaz. İçinde ihracatçıların, inşaat sektörünün, küçük ve orta ölçekli firmaların ağırlıkta olduğu, iç piyasaya üretim yapıp TL ile borçlananların oluşturduğu geniş bir sosyal blok mevcut.

Cumhurbaşkanı bu sosyal blokun sözcülüğünü yapıyor. Yoksa, sıklıkla tekrarlandığı gibi, faiz kararı Cumhurbaşkanı’nın dini inançları gereği ya da “faiz sebep, enflasyon netice” (FSEN) teorisi nedeniyle alınmıyor. Tam tersi, iktidar dayandığı sosyal blokun çıkarlarını temsil etmek için FSEN teorisi geliştiriyor. Kısacası, ekonomi yönetimindeki bu politika değişimi, iktidarın dayandığı sosyal blokun dayattığı bir zorunluluk olarak gelişiyor.

Açmazlar ve muhalefet

Bu yeni politika çerçevesinin en önemli sorunu giderek konsolide olan bu sosyal blokun çıkarları ile diğer toplum kesimlerinin çıkarlarının nasıl bağdaştırılacağı konusunun netleşmiş olmaması. Zira, yeni yaklaşım TÜSİAD’la temsil edilen geleneksel hâkim sermaye çevrelerinin çıkarlarıyla bire bir uyumlu değil. Dolayısıyla, ekonomi yönetimi bu iki temel sermaye kesiminden gelen baskılar sonucundan zikzaklar çizerek ilerliyor.

Teşbihte hata olmaz: Sert kriz dönemlerinde direksiyona TÜSİAD’ın asıldığı konjonktürler oluşuyor, bunu sert faiz artışları takip ediyor. Ancak, bu politika herhangi bir temel sorunu çözmediği için kısa süre sonra diğer kesimler yavaş yavaş ağırlıklarını koymaya başladıklarında faiz indirimleri görüyoruz. İktidarın 2013 sonrasında zikzaklar çizerek ilerlemesinin gerisindeki temel sınıfsal dinamik bu.

Sermaye fraksiyonları arasındaki mücadeleyle birlikte, meselenin emekçi sınıflar yanı var. Bir yandan enflasyon, geliri enflasyon oranında artmayan toplum kesimleri için büyük bir yük oluşturuyor. Hem işsizlik hem de çalışabilenlerin alım güçlerinin azalması, uzun çalışma saatleri gibi unsurları bir araya getirdiğimizde, geniş toplum kesimleri, özellikle de gençler için büyük bir sosyal bunalım tablosuyla karşı karşıyayız. Bunun siyasi sonuçlarının olmaması beklenemez. Zaten yapılan kamuoyu yoklamalarında iktidarın oy kaybının bariz hale geldiği görülüyor.

Olası iktidar değişikliği, alternatif bir büyüme modeli üzerine oturmadığı ve çok güçlü bir sosyal programı ihtiva etmediği takdirde, ne demokratikleşme ne de sosyal adalet sorunu çözülebilir. Bu durumda, muhalefet güçlerinin rejim değişimini mümkün kılacak toplumsal desteği bulmaları giderek güçleşecek.

Bu durumda konu ister istemez muhalefet cephesine geliyor. Muhalefetin ekonomi programının nasıl şekilleneceğini henüz bilmiyoruz. Ancak, çeşitli partilerin açıklamalarına bakıldığında, 2002-2008 döneminin ekonomi politikalarını geri çağıran bir eğilim var. Yani, sanki o dönemde işler iyi gidiyormuş da 2010’lu yıllarda işi bilenler ilgili görevlerden ayrıldığı için bozulmuş gibi bir yaklaşım var. Bu çok hatalı bir değerlendirme. Zira, Türkiye ekonomisi 2013 sonrası dönemde, 2002-2013 arasında iyice derinleşen bağımlı finansallaşma modelinin kriziyle boğuşuyor.

2013 sonrasında giderek koyulaşan otoriterleşme dalgası ise iktidarın bu krizle baş etme yöntemi olarak ortaya çıkıyor. Kısacası, geriye dönüş, yani bir restorasyon programı uygulanacaksa, toplumsal sorunların çözümü mümkün olmayacaktır.

Olası iktidar değişikliği, alternatif bir büyüme modeli üzerine oturmadığı ve çok güçlü bir sosyal programı ihtiva etmediği takdirde, ne siyasi demokratikleşme ne de sosyal adalet sorunu çözülebilir. Bu durumda, muhalefet güçlerinin vaat ettikleri güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönme, yani bir rejim değişimini mümkün kılacak toplumsal desteği bulmaları giderek güçleşecek.

Özetle, bir kere daha kritik bir dönüm noktasına yaklaşıyoruz. İktidar kendisini oluşturan sosyal blokun programını giderek netleştirirken, muhalefet güçlerinin bu saflaşmadaki yeri halen muallak.

^