FİKİRTEPE’DEN KENTSEL DÖNÜŞÜM MANZARALARI

Elvan Kıvılcım
19 Kasım 2018
SATIRBAŞLARI

Türkiye’deki inşaat firmalarının sayısı Avrupa’dakilerin toplamından fazla. Hal böyleyken ekonomik kriz de en çok bu endüstriyi vuruyor, dev firmalar birbiri ardına konkordato ilan ediyor, iflaslar yaşanıyor. Bir yandan inşaat işçilerinin çalışma şartları giderek kötüleşirken, memleketin her yanında binlerce bina ve proje yarım kalıyor, şehirlerin çeperlerinde hayalet mahalleler oluşuyor. 1999 depreminden sonra kamusal bir yükümlülük maskesiyle başlayan, teşviklerle, arazi tahsisleriyle, kolay kredilerle beslenen kentsel dönüşüm hamlesi, uzunca bir süre kısa yoldan zenginleşme vasıtası olduktan sonra, bugün ardında borçlar, iflaslar bırakarak ekonomik krizin tetikleyicisi haline geliyor. Taahhütlerini yerine getiremeyen şirketlerin yanında, bu şirketleri ve faaliyetlerini denetlemeyen, üstelik acele kamulaştırma kararlarıyla, özel imar yasalarıyla ekmeklerine yağ süren devlet de, tepeden inme kararları ve kanunlarıyla, vatandaşın mağduriyetinin başlıca sebeplerinden biri. Fikirtepe, kentsel dönüşüm hüsranının bütün boyutlarıyla yaşandığı bölgelerin başında geliyor. Kadıköy’e komşu yeni bir Kadıköy yaratma hayaliyle adeta hallaç pamuğu gibi atılan, altı oyulan, tarumar edilen Fikirtepe’de binlerce aile, evsiz kaldıkları yetmezmiş gibi, kira yardımı dahi alamadan ortada kalmış durumda. O ailelerden bazıları bir zamanlar evlerinin durduğu çukurlarda aylardır hakkını arıyor, seslerini duyurmaya çalışıyor. Fikirtepe sakinleri kentsel dönüşüm furyasının ve dayatmasının hayatlarını nasıl mahvettiğini anlatıyor…

 

Dürdane Uluocak

Sadece evimizi, mahallemizi değil, komşularımızı da kaybettik. O kadar güzel insanlardı, o kadar güzel dostluklar vardı ki burada. Annemden bir daha doğsam yine Fikirtepe’de, komşularımla birlikte yaşamak isterim. Biri hasta olsa herkes hasta olurdu burada. Hele yalnız yaşayan varsa, onun kapısı her akşam çalınır, bir ihtiyacın, eksiğin var mı diye sorulurdu. Irk, millet ayrımı yoktu hiç aramızda. Yetmiş iki buçuk milletle barışıktı Fikirtepe. Ama şimdi bunların hepsi yok oldu.

Komşuluk ilişkileri, bahçeli evleri, dostluklarıyla yok edilmiş o mahallenin yerinde koskoca bir inşaat çukuru var şimdi. Etrafı 25-30 katlı beton bloklarla çevrili, içi hafriyat toprağıyla dolu, kaderine terk edilmiş, harap bir çukur. O çukurda konuşuyoruz Dürdane Hanım’la.

Sıkıntıdan, üzüntüden hastalanmış. Yaşadıkları yoksullaşmayı, yalnızlaşmayı, adaletsizliği anlatırken sesi zorlukla çıkıyor Dürdane Hanım’ın: “Stresten ne hale geldim. Buradaki insanların yüzde yetmişi hasta oldu, bu sıkıntılara dayanamayıp kalp krizinden ölen de çok oldu. Şimdi hastalansak bile doktora gidemiyoruz, kiramızı bile ödeyemiyoruz.

2012’de çıkarılan 6306 sayılı Kentsel Dönüşüm yasasıyla başlayan ve birçok yerde olduğu gibi Fikirtepe’de de “özel imar yasası” adı altında uygulanan yıkım, Dürdane Hanım’ın elinden önce 37 yıl çalışıp dişinden tırnağından artırdıklarıyla yaptığı evini, sonra da elli yıllık semtini almış. Semtiyle birlikte sosyal ilişkilerini, dayanışma ve paylaşıma bağlı semt kültürünü ve insanca bir yaşama uygun yemyeşil bir çevreyi de. Sıkıntıdan, üzüntüden hastalanmış. Yaşadıkları yoksullaşmayı, yalnızlaşmayı, adaletsizliği anlatırken sesi zorlukla çıkıyor Dürdane Hanım’ın:

Engin Akgüzel

Stresten ne hale geldim. Vücudumun her yerinde böyle döküntüler var. Buradaki insanların yüzde yetmişi hasta oldu, bu sıkıntılara dayanamayıp kalp krizinden ölen de çok oldu. Şimdi hastalansak bile doktora gidemiyoruz, kiramızı bile ödeyemiyoruz.

Dürdane Uluocak, semtteki kentsel dönüşüm projesi mağduru insanlardan yalnızca biri. Bir diğeri, doğma büyüme Fikirtepeli Engin Akgüzel de, siyasal iktidar ve inşaat şirketlerinin elbirliğiyle bu rant çukuruna nasıl itildiklerini en başından başlayarak anlatıyor:

Bu süreç 2011’de başladı. Devlet kentsel dönüşümle ilgili kontrol mekanizmasını işletmediği için o dönemde birtakım çantacı müteahhit firmalar girdi buraya. Selimoğlu firması bizim evlerin bulunduğu bölgeden birkaç kişiden imza aldı. Biz şirketi biraz araştırdığımızda burayı yapacak mali gücü olmadığını gördük, diğer arkadaşları ikna etmeye çalıştık, çünkü şirketin teminat da vermediğini gördük. Ama o firmalar bir kısım arkadaşlarımızı para vererek kandırdılar. Biz yine de 2011’den 2013’e kadar inat ettik, imza atmadık.

Fikirtepe genelinde kira yardımını alamayan ve mağdur olan 3 bin civarında aile var. Firmaların başlayıp yarım bıraktığı dairelerin bitirilmesini bekleyen 10 bin aile var, İstanbul’da on binlerce aile kentsel dönüşüm mağduru.

2013’te ünlü Kurtlar Vadisi dizisinin yapımcısı Raci Şaşmaz’ın sahip olduğu Pana Yapım bir inşaat şirketi kurar ve Pana Holding adıyla Selimoğlu firmasına ortak olur. Kentsel dönüşüm furyasının vaat ettiği rant, daha önce inşaat sektöründe hiçbir deneyimi ve bilgisi olmayan, tekstil, turizm gibi bambaşka sektörlerde faaliyet gösteren birçok şirket gibi, bu dizi yapımcısı şirketin de iştahını kabartmıştır çünkü.

Biz onlardan da teminat istedik, ama onlar bu sefer de teminat vermeyeceklerini söyleyince imza atmamakta direndik. Ta ki 2015 ortalarına kadar. O dönemde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bir kamulaştırma yasası çıkardı. Ya imzanızı atarsınız ya da arazinizi kamulaştırır, elinizden alırız dediler. Sonunda kamulaştırma baskısıyla mecburen imza attık.”

2013’te “Kurtlar Vadisi” dizisinin yapımcısı Raci Şaşmaz’ın sahip olduğu Pana Yapım bir inşaat şirketi kurar. Kentsel dönüşüm furyasının vaat ettiği rant, inşaat sektöründe hiçbir deneyimi olmayan, tekstil, turizm gibi bambaşka sektörlerde faaliyet gösteren birçok şirket gibi, bu dizi yapımcısının da iştahını kabartmıştır.

İşte yüzlerce Fikirtepeli aile, hiç değilse “Brooklyn Dream” (Brooklyn Rüyası) projesinin 25 katlı bloklarından depreme dayanıklı, yepyeni daireler alma umuduyla bahçeli, müstakil evlerini Pana Holding’e teslim edip civar semtlerdeki kiralık dairelere taşınırlar. Şirketle yapılan sözleşmeye göre kiraları müteahhit şirket tarafından karşılanacaktır. Yıkım başlar. Yıkımla birlikte “rüya”nın kâbusa dönüşme süreci de.

Nitelikli dolandırıcılık

Evleri yıkıldıktan yaklaşık bir yıl sonra şirket ailelere kira yardımlarını ödemeyi durdurur. Hafriyat alındıktan sonra inşaat da durma noktasına gelmiştir. Pana Holding yetkilileri mali sıkıntı içinde olduklarını iddia ederek anlayış ve süre rica eder, ama bu süreçte aileler inşaatta hiçbir ilerleme olmadığını fark eder. Bir süre sonra, şirketle irtibatları da kesilince, neler olup bittiğini anlamak için araştırma yapmaya başlarlar.

İşte o zaman, Raci Şaşmaz’ın birtakım şirketler arasında çaprazlama ortaklık kurma yöntemiyle Pana Holding yönetiminden çıktığını, şirketin içinin boşaltılarak Pana Yapım’ın çaycısına devredildiğini öğrenirler.

Dahası da vardır. Mali sıkıntı içinde olduğunu, inşaat maliyetleri arttığı için projeyi tamamlayamayacağını iddia eden Raci Şaşmaz, inşaat aşamasındaki projenin 173 dairesinin tamamını satıp paraları büyük oranda tahsil etmiş, tahsil edemediği senetleri de factoring şirketlerinde kırdırmıştır. Bu durum, başka bir müteahhit firmanın inşaatı devralmasını da imkânsızlaştırmıştır.

Raci Şaşmaz bizi dolandırdı. O yüzden, 300’ün üzerinde aile, nitelikli dolandırıcılıktan hakkında suç duyurusunda bulunduk. Görüştüğümüz hukukçuların hepsi dava açarak bu işin çözülmeyeceğini, davaların en az on sene süreceğini, insanların bu kadar yıl dayanamayacağını söyledi.”

Mandıra Caddesi’ne inip de Yavuz Sokağa girdiğimde konuşa konuşa bir saatte eve zor gelirdim. Gelen gidenim hiç eksik olmazdı, hep birlikte kahve, çay içerdik. Mahallemde çok mutluydum. Şimdi kâbus, şimdi hüzün, keder.

Engin Akgüzel’in rahmetli babası, üç katlı evlerini birçok Fikirtepeli gibi kendi elleriyle inşa ederken hastalanıp vefat etmiş. Yıkımdan önce, o evin bir katında Engin, bir katında annesi oturur, kiraya verdikleri üçüncü katın geliriyle de geçinirlermiş. Oysa şimdi, hem evlerini hem de kira gelirlerini yitirdikleri için ciddi bir ekonomik, kültürel ve toplumsal yoksullaşma yaşıyorlar. Tıpkı İstanbul’daki on binlerce kentsel dönüşüm mağduru gibi. Tıpkı Engin’in karşı komşusu Zeynep Hanım gibi:

Zeynep Düzgünoğlu

Ben Mandıra Caddesi’ne inip de Yavuz Sokak’a girdiğimde konuşa konuşa bir saatte eve zor gelirdim. Enginler karşımızda otururdu, ben geldiğimde balkonda olurlardı. ‘Abla, gel çay iç’ derdi Engin, giderdim. Haftasonları sabah kalkınca sorardım: “Engin, kahvaltı hazır mı?”  Peynir falan evde ne varsa alıp onlara kahvaltıya giderdim. Gelen gidenim hiç eksik olmazdı, hep birlikte kahve, çay içerdik. Mahallemde çok mutluydum ben. Şimdi kâbus, şimdi hüzün, şimdi keder.

“Çok ağrıma gidiyor her şey. Bize burada ev yapmak için değil, bizi buradan kovmak için yapıldı her şey diye düşünüyorum.”

Hayatı boyunca tekstil atölyelerinde çalışıp tırnaklarıyla kazıyarak sahip olduğu evi yitiren emekli terzi Zeynep Düzgünoğlu, yaşadıklarını anlatırken gözyaşlarına hâkim olamıyor:

Bu gözyaşlarım istemeyerek geliyor, artık tutamıyorum. Çok ağrıma gidiyor her şey. Hem Çevre ve Şehircilik Bakanlığı hem de Raci Şaşmaz denen adam barınma hakkımı elimden aldı benim. Bize burada ev yapmak için değil, bizi buradan kovmak için yapıldı her şey diye düşünüyorum. Evlerimizi elimizden alıp yıkıp rant kazanmak için yaptılar her şeyi.

Benim gidecek ne başka bir yerim ne başka bir evim var. Altmış yaşındayım, bu yaştan sonra nasıl bir ev sahibi olayım? Bu insanlar dilenci konumuna soktu bizi. Şimdiye kadar kimseye muhtaç olmadım, kimseden para istemedim. Ama şimdi çocuklarımdan para istemek zorunda kalıyorum. Kira veremiyorum. Daha önceden ben sinemama, tiyatroma, konserime giderdim, ama artık hiçbir yere gidemiyorum, çünkü ne evim ne de param var.

Oysa öyle güzeldi ki evim! Müstakil, tek katlıydı; bir salonum, iki yatak odam vardı. Şu yoldan geçtiklerinde mutfağımın perdesi açık olduğu için güzel mutfaklı ev derlerdi benimkine. Küçük bahçemde bir incir ağacı vardı, dalından incir koparır yerdim.

Nafiye Ulucak

O sırada, 17 yaşında Fikirtepe’ye gelin gelmiş Nafiye Ulucak giriyor araya. İnşaatlarda çalışan eşi akşamları iş çıkışında kendi elleriyle, yavaş yavaş inşa etmiş dört daireli evlerini. Çoluk çocuğuyla hep birlikte oturdukları o ev yıkıldıktan sonra ailesi kiracı olarak kentin dört bir yanına savrulmuş. Kirayı ödeyebilmek için eşi tekrar çalışmaya başlamış, ama maaş 1200 TL, kira ise 1500 TL iken nasıl geçineceklerini bilmediğini söylüyor Nafiye Hanım:

Devlet deprem dedi, kentsel dönüşüm dedi, bu işi çıkarttı ortaya. Keşke başımıza yıkılaydı evler de çıkartmayaydı şu kentsel dönüşümü. Yine evsiz kaldık sonuçta. Bizim daha önce çok güzel bir hayatımız vardı. Aynı köyden en az yüz kişi vardık bir sokakta. Bir cenaze olduğunda bir hafta Kuran okunurdu, evlerde yemek pişerdi, masamızı yolun ortasına korduk, çayımızı çorbamızı beraber içerdik. Herkes birbirinin çoluğuna çocuğuna sahip çıkardı. Birbirimizi gördüğümüzde gözlerimiz ışırdı. Şimdi beş katlı binada kiracıyım, kimse kimsenin kapısını açmıyor, yüzüne bakmıyor. Evlerden çok komşuluk ilişkilerimizin kaybolduğuna üzülüyorum. Yalnızlık hissediyoruz hepimiz. Gördüğümüz yerde birbirimize sarılıp ağlıyoruz. Yazık değil mi bu insanlara?”

“TOKİ, Emlak Konut niye kurulmuş? Ticaret yapmak, para kazanmak için değil. Ama gelinen noktada, bu kurumlar ticaret yapmaya başlamışlar. Bize ‘Ticaret yapıyoruz, para kazanıyoruz, bizim orada bir dahlimiz yok’ diyorlar. Zaten olmamanız hata!”

“Devlet, şirket, bize yalan söylediler”

Fikirtepelilerin birçoğu başlarına gelen haksız, hukuksuz felakete devletin ve hukuk sisteminin bir çözüm bulacağı umuduyla sessiz sedasız beklerken, 2018’in haziran ayında Engin’in de içinde bulunduğu bir grup seslerini duyurmaya ve görünür olmaya karar verir:

“Bir ailemiz var, artık kiralarını ödeyemedikleri için burada bir çadır kurmak istediklerini söylediler. 11 Haziran 2018 akşamı o ilk çadır kuruldu ve ardından çadır sayısı on ikiye çıktı. Ulusal medyada haber olduk. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce bakanlık yetkilileri buraya geldi, bize müjdeyle geldiklerini, önümüzdeki hafta kira yardımına başlayacaklarını, bu işi çözmek için şirket yetkilileriyle konuşup anlaştıklarını, mağduriyetin giderileceğini söylediler.

Bir komisyon kuruldu, rapor hazırlandı, seçimden sonra gittik, kendilerine bu raporu sunduk. Ama hiçbir sonuç alamadık. Hatta 17 Ekim’de nihayet bakan beyle görüştüğümde Fikirtepe’nin mağduriyetini gidermek için hiçbir şey yapamayacaklarını öğrendim.

Dahası, bu bölgedeki emsal ve paylaşım oranını düşürmeye karar verdikleri için, yeni bir proje yapılsa dahi bize yüzde altmış oranında daha az metrekare yer vereceklermiş, yani mağduriyetimiz daha da artacak gibi görünüyor.

Onlar da inşaat çukurunun etrafını saran duvarlara isyanlarını ve taleplerini dile getiren pankartlar asıp her gün orada toplanarak direnişlerini sürdürüyorlar. Evleri halen yıkılmamış veya başka şirketlerin biten projelerindeki bloklara taşınmış eski Fikirtepeliler de onlara destek oluyor.

“Bir de bakanlık diyor ki, filmciyle anlaşırsan olacak olan bu. Ya kardeşim, bu filmciye müteahhit belgesini veren ben miyim? Bir de üstüne kamulaştırmaya maruz kalıyorum.”

Direnmeyi seçtik burada biz. Evleri yapılıp yerleşenler de bize destek oluyor. Yemeklerimizi onlar getiriyor. Fikirtepe’de büyüyenler bakıyor bize. Yeni taşınanları tanımıyoruz. Fikirtepeliler birbirini hep tanır. Öyle bir dayanışma vardır aramızda.

Hastalanana kadar bu metruk şantiyede kurulan o çadırlardan birinde yaşayan Dürdane Hanım, grup içinde direniş sözcüğünü gönül rahatlığıyla telaffuz eden az sayıdaki mağdurdan biri. Bir diğeri de Dürdane Hanım’ın çadır arkadaşı Zeynep:

Burada barınma hakkımızı elimizden alanlara karşı direniyoruz,  çünkü evlerimizi zorla elimizden aldılar. Bu kadar insanın ısrarla burada direnmesi çok güzel, yürektir bu. Herkes bunu göze alamaz, çünkü burada direnmek hiç kolay değil. Aylardır buradayız, zor günlerim, korkularım, endişelerim oldu tabii. Ama dünyada hiçbir ülkede, hiçbir anayasada insanların barınma haklarını ellerinden almak diye bir şey yoktur. Devlet evlerimizi bize geri vermek zorunda.

Bakanlık yetkilisi geldi, ‘Size söz veriyorum, müjde veriyorum, biz yapacağız bu inşaatı’ dedi, ama üzülerek söylüyorum, bize yalan söylediler. Bu kadar insanı kandırmasınlar. Ben devletten sadaka istemiyorum, evimi istemiyorum. Burası benim evim. Burası hazinenin, belediyenin yeri olur, ben gelmiş konmuş olurum da vermezler, ama öyle değil. Burası özel mülkiyet, tapulu malım benim.”

Farklı kuşakların Fikirtepesi

Ahmet Gediz

Şimdi kış geldiği için direnen ailelerin çoğu başka yere taşınmış olsa da, inatla her gün o konteynırda buluşuyorlar. Direnişe destek verenlerden biri olan Fikirtepe muhtarı Ahmet Gediz, sadece Pana Holding’in projelerinde değil, birçok başka projede de sorunlar yaşanmasından, inşaatların durmasından, insanların yeni evlerine kavuşamamasından şikâyetçi. Devletin tüm bu yaşananlarda büyük sorumluluğu olduğu halde, şimdi tüm suçu vatandaşın üzerine yıkmasından da:

Bizim vatandaş olarak hatamız olabilir, ama onların hataları yanında bizimkiler hiç kalır. Fikirtepe’de 63 ada var, 41’i sorunlu şu anda. 6306 sayılı kanunu getirdiler, ama müteahhitler yapabilir mi, yapamaz mı, bakmadılar. Müteahhide ‘Gel bakayım buraya, çıkar bakayım şu parayı, senin bunu yapabilecek durumun var mı?’ diye sorman lâzım. Geçmişte bu ülkede bankerler battı, bankaların içi boşaltıldı. Bunların hepsinin parasını biz ödedik, hükümetler ödemedi ki!

Müteahhit buraya aracı çantacılarla geliyor, on bin, yirmi bin liralarla vatandaşları kandırıyor. İnsanları bu duruma düşürmeye kimsenin hakkı yok. Bizi bu duruma sokan müteahhit ise elini kolunu sallaya sallaya dolaşıyor şimdi. Hangi demokratik ülkede böyle bir şey olabilir?” 

Muhtar Ahmet, her bir sokağında Anadolu’nun dört bir yanından gelmiş insanların oturduğu ve kavga dövüşün değil, ortak yaşamın hâkim olduğu Fikirtepe’nin, yeni kuşakların tüketim alışkanlıkları ve tepeden inmeci bir yönetim anlayışı yüzünden ruhunu ve kimliğini bütünüyle yitireceğinden endişe ediyor:

Büyüklerin laflarını biz üçüncü dördüncü kuşağa dinletemedik. Birinci kuşağa bu imar yasası gelseydi bu müteahhitler burada cirit atamazdı, çünkü babalarımız buraları yaparken kolay yapmadılar. Ama şimdiki kuşağın kredi borcu var, komşularını satıyorlar. Yine de bizim en büyük üzüntümüz başımızda sorumlu, liyakat sahibi idarecilerin olmaması. Bizim için proje yaptılar güya, ama bizi hiç dinlemediler. Kuranı Kerim’de Şura suresi var. ‘İstişare yapın’ diyor. Yahu, istişare yap, ne olur yani? Bir de şuna üzülüyoruz: İdarecilerimiz bizimle birlikte dertlenmiyor. Burada bir çadır eylemi yapılıyor, değil mi? Eğer burada böyle bir eylem yapılıyorsa gelip insanları dinleyeceksin.”

Kentsel dönüşüm enkazının bir diğer nedeni de Türkiye’de müteahhit firma sayısındaki artış. Bu alandaki rakamlar da gerçekten çok çarpıcı: Tüm Avrupa ülkelerinin toplamında yaklaşık 30 bin müteahhit şirket var. Türkiye’de ise bu sayı 300 bine yaklaşmış. Yani bütün Avrupa’nın on katı!

Bırakınız inşa etsinler!

Semtte tamamlanmış birkaç bloka ve devam eden birkaç projeye bakıldığında, yaşanan felaketin gerçek boyutunu kavramak zor olabilir. O yüzden rakamlara bakalım: Fikirtepe’de “özel imar yasasıyla” kentsel dönüşüm kapsamına alınan 56 adanın sadece 15’inde inşaat başlamış, ancak halen bunların üçünde faaliyet devam ediyor, beşinde inşaat durma noktasına gelmiş, 38 projede ise inşaat hiç başlamamış bile.

Sadece Pana Holding’in projelerine değil, Taşyapı, Ceylan İnşaat gibi şirketlerin projelerine imza atmış olanlar da ortada kalmış. Fikirtepe genelinde kira yardımını alamayan ve mağdur olan 3 bin civarında aile var. Firmaların başlayıp yarım bıraktığı dairelerin bitirilmesini bekleyen 10 bin aile var, İstanbul’da on binlerce aile kentsel dönüşüm mağduru.

Yasin Bektaş

Fikirtepe Kentsel Dönüşüm Derneği başkanı Yasin Bektaş, bu boyuttaki bir kentsel dönüşüm felaketinin yaşanmasında kimlerin neden sorumlu olduğunu özetliyor:

“Sorumluluğun vatandaş ayağı var, müteahhit ayağı var, bürokrat ayağı var. Vatandaşın hatası şu: Kendi seçtiğimiz firma bizi mağdur etmiş durumda ve kendi seçtiğimiz siyasetçiler, bürokratlar bizimle ilgilenmiyor. Firma seçerken, imza atarken, oy kullanırken hiçbir şeyi çok araştırmıyor, irdelemiyoruz. Geldiğimiz durum ortada. Burayı oy potansiyeli olarak görenler şöyle düşünüyorlar: Eh bu kadar insan mağdur olmuş ama, hâlâ bize oy veriyorlar.”

“Yapılan binalar 25-30 katlı beton yığını hapishaneler. Dairelerin yaşam alanı insanlara yetmiyor. Bina dışarıdan cafcaflı, albenisi var belki ama, bu blokların hiçbiri bizim yaşantımıza uygun değil.”

 Ancak insanları koruyacak önlemleri almadığı ve halkı çantacı müteahhitlerin eline bırakıp sonra da kamulaştırma ile tehdit ettiği için devletin de sorumlu olduğunu ekliyor:

“Kentsel dönüşüm insanların mal sağlığı, can güvenliği ve ekonomik gelişmesi için kullanılmalı, öyle değil mi? TOKİ, Emlak Konut niye kurulmuş? İnsanların refah içinde yaşaması için. Ticaret yapmak, para kazanmak için değil. Ama gelinen noktada, bu kurumlar ticaret yapmaya başlamışlar. Bize ‘Biz ticaret yapıyoruz, para kazanıyoruz, bizim orada bir dahlimiz yok’ diyorlar. Zaten olmamanız hata!

Bugün resmi makamlarla görüşür de ‘Bakanlık suçlu mu?’ diye sorarsanız ‘Hayır’ derler, ‘vatandaş firmayla görüşüyor, anlaşıyor, bizim müdahalemiz yok’. Doğru mu? Söylem olarak doğru, çünkü kanun nezdinde baktığında üçte iki çoğunluğun kararıyla alınmış karar. Üçte iki çoğunluk imza atarsa geri kalanı imza atmak zorunda diye maddeyi yasaya koyan devlet ama.

Bir de bakanlık diyor ki, filmciyle anlaşırsan olacak olan bu. Ya kardeşim, bu filmciye müteahhit belgesini veren ben miyim? Bir de üstüne kamulaştırmaya maruz kalıyorum. Ben bile buna muhatap oldum. Müsteşarla konuşurken, ‘imza atmazsan yerini satarım’ dedi. Sat dedim. Önümde ‘intihar et’ yazıyor, ben buna nasıl imza atayım?

Yedi yıldır elli kere rapor yazdık bakanlığa, ‘bu kanunu çıkartıyorsunuz, eksiği var’ dedik. Yanımdaki binada adam üç kuruşa kandırılmış, imza atmış. Ama ben diyorum ki, bak, öbürü daha sağlam, daha iyi şartlarda, daha çok para veriyor. ‘Hayır, sen bununla anlaşma yapmaya mecbursun, seçme hakkın yok’ diyorlar bana.

Nerede benim anayasal haklarım, nerede benim mülkiyet hakkım? Niye bunu savunmuyorsunuz? Kanunda bu eksikler var, gelin bunu düzeltin dedik o kadar. Ama şimdi artık iş işten geçti, kriz de geldi, Fikirtepe tamamen ortada kaldı. Bu saatten sonra ne olacak? Şimdi gelip de ben burada inşaat yapacağım diyen firmaya şaşarım. Maliyetler iki katına çıkmış. Firmalar yaptıkları daireleri bile satamıyorlar hâlâ.”

Kentsel dönüşüm enkazının bir diğer nedeni de Türkiye’de müteahhit firma sayısındaki artış. Bu alandaki rakamlar da gerçekten çok çarpıcı: Tüm Avrupa ülkelerinin toplamında yaklaşık 30 bin müteahhit şirket var. Türkiye’de ise bu sayı 300 bine yaklaşmış. Yani bütün Avrupa’nın on katı! Uzmanlara göre bu müteahhit şirket enflasyonunun esas nedeni, Türkiye’de müteahhitlik yapmak için hiçbir belge, deneyim veya teminata ihtiyaç duyulmaması. İnşaat sektöründe yıldan yıla artan ranttan pay kapmak isteyen birçok kişi de bu kuralsızlık ve denetimsizliği fırsata çeviriyor. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız inşa etsinler” zihniyetinin bedelini de yine halk ödüyor.  

Müstakil zengininden rezidans fakirine

Peki biten, ev sahiplerine teslim edilen projelerde durum nedir? Bu distopik bloklara taşınanlar hayatlarından memnunlar mı? Yasin Bektaş’a göre onlar için de durum pek parlak değil:

“Yapılan binalar 25-30 katlı beton yığını hapishaneler. Dairelerin yaşam alanı insanlara yetmiyor, boyutlarından memnun değiller. Bina dışarıdan cafcaflı, albenisi var belki ama, bu blokların hiçbiri yaşamsal, kültürel ve demografik olarak bizim yaşantımıza uygun değil. Ayrıca dev kulelerde dört duvar arasındasınız, bütün binalar cam giydirme, içeridekiler pişiyor. Kentsel olarak da ekolojik dengeyi bozuyor bu binalar. Betonlaşma ve ısıyı yansıtan cam yapılar ısının artmasına neden oluyor. İstanbul’da ekolojik denge düzensiz yapılaşma nedeniyle bozuldu. Ani fırtınalar, dolu vuruşları yaşıyoruz. Daha üç gün önce Fikirtepe’de yıkılmayan bir alanda geziyordum. Bahçe içinde evlerle dolu bir sokaktaydım. Geçmişteki yaşamımız canlandı birden gözümde. Müstakil zengininden rezidans fakirine dönüştüğümüzü düşündüm. Bağımsız, birer ikişer katlı bahçeli evlerde otururken daha zengin yaşıyorduk biz. Hem kültürel olarak, hem komşularla ilişkiler olarak, hem ekonomik hem de yaşam kalitesi olarak.”

Muhtar Ahmet Gediz de yeni konutlardaki aidatların çok yüksek olduğunu, buralara taşınan Fikirtepelilerin bu aidatları ödemekte zorlandığını, bu nedenle bir süre sonra kentin çeperlerindeki daha ucuz semtlere taşınmak zorunda kalacaklarını ekliyor. Yani nihayetinde, kentin merkezinde yaşayan emekçi halkı kentsel dönüşüm projeleriyle hem mülksüzleştirip hem de yerinden etmeye dayalı, ortak alanlarımızı bir bir yok eden neoliberal politikalar muratlarına Fikirtepe’de de ermiş olacaklar. Öyle görünüyor. Tabii eğer, kentsel dönüşüm mağduru emekçiler, semt sakinleri, kadınlar ve tüm ezilenler itildikleri bu çukurlardan çıkıp birleşmez ve barınma hakları, semtleri, ortak alanları ve kentleri için birlikte mücadele etmeye başlamazlarsa.

^