Makbule Ana’nın hikâyesi bir arayış ve yas tutamama hikâyesi. Ve bir umut, bir inat, bir hak arama hikâyesi. Ve 23 yıldır kesintisiz süren bir eza ve ceza hikâyesi. 29 Haziran’da bir kez daha cezaevine kapatılan Barış Anneleri İnisiyatifi üyesi 70 yaşındaki Makbule Özbek’in göz göre göre çiğnenen hayatının hikâyesi…
Çok değil, haziranın hemen başında, Avrupa’da günlük yayın yapan Özgür Politika gazetesi “Devlet, Adem’den sonra ne olmuşsa Havva’ya yükledi” manşetiyle çıkmıştı. Mevzubahis tüm özneler tanıdık gelse de adı geçen Havva bildiğimiz Havva değildi. Havva Kıran (65) Diyarbakır’da yaşıyor, Barış Anneleri İnisiyatifi’nde aktif olarak çalışıyor ve barışa için çabaları devlete göre çok tehlikeli! Bundan ötürü tamı tamına 106 soruşturması var, beş kez de gözaltına alındı. Yani daha anlaşılır dille söylersek, Havva ana devlet haritasında sadece sırtı kamçılı biri değil, kırmızı iğnelerle bolca mimli!
Havva Ana’yı hatırlatma sebebim Makbule Ana (Makbule Özbek, 70). Bu iki yaşlı kadın Kürt sorununun yoğunlaştırılmış özeti gibidir. Savaş siyasetinin, özel savaş çeşitlerinin, arayışın, kaybın, işkencenin, sindirme girişimlerinin, hiçleştirme çalışmalarının, alt-iktidar tekniklerinin ve zora dayalı rıza üretim politikalarının adeta somut örnekleri! Bu sorunu anlamak isteyenler, bu iki ismin yaşadıklarına bakabilir, tanıklık edebilir.
Havva ve Makbule Ana kendimi bildim bileli gözaltı, soruşturma ve binbir yıldırma çabasının içinde. Devlet her şeyi bırakmış, annelerin peşine düşmüş… Devletin son dönemde “mezar” ve “yas” politikası üzerinden benimsediği yeni tavır, özellikle annelere olan düşmanlığını da katlamış durumda. Devlet bu dönüşümünü gizli saklı değil, aleni yapıyor ve bunu yapmaktan da gurur duyuyor!
Konuyu farklı boyutlara taşımadan Makbule Özbek’in hikâyesine odaklanmak istiyorum.
Çünkü kendisi dün gece (29 Haziran) tutuklandı. Peki, niye tutuklandı?
Bir eşya, bir kemik, herhangi bir şey! Bunun peşine düşer Makbule Ana. Çocuklarının kemiklerine ulaşmak, bir mezara sahip olmak ve o son görevi ifa etmek ister. Aramaya başlarken ihbar edilir. İlk sancılı gözaltısı böyle başlar.
Josef K. bir sabah…
Kafka Dava romanına “Josef K. İftiraya uğramış olmalıydı, çünkü kötü bir şey yapmadığı halde bir sabah tutuklandı” diyerek çok naif başlar. Makbule Ana iftiraya çok uğradı, “önemli değil” dedi. Kötü bir şey yapmadı, yapmış gibi gösterildi, “önemli değil” dedi. Gözaltına alındı, “önemli değil” dedi. Tutuklandı, yine “önemli değil” dedi.
Kafka’nın cümlesinde dikkat çekmek istediğim şey “K.” kısmı. Nedendir bilmiyorum, ilk okuduğumda bu K.’nın açılımı olsa olsa “Kürt” olur demiştim. Çünkü her şey çok uyuyor. Kapımızda sürekli devlet, her sabah alınıyoruz, sürekli tutuklama ve çoğu tutuklamanın hiçbir sebebi yok. Şu an cezaevlerinde tutuklu olanların binlercesi neden orada olduğunu dahi bilmiyor. Çünkü suç sonradan üretiliyor. Aceleye gerek yok… Bunu kendim görüp yaşadığım için rahatlıkla ifade ediyorum.
Makbule Ana’nın da yine kapısına gidildi, onu aldılar ve tutukladılar. “Bir iftiraya uğramamış, kötü bir şey yapmış” gibi yaptılar. Makbule Ana’nın hikâyesi tam olarak bir “arayış ve yas tutamama” hikâyesi. Bir inat, bir hak arama hikâyesi de.
1950’de Diyarbakır’ın Bismil ilçesinde doğdu. 1980’lerle birlikte şehir merkezine taşındı. Altı çocuğu var.
Çocuklarından ikisi ‘90’ların başında yüzünü dağa çevirir. Adları Nihat Özbek (Haki Amed) ve Nilüfer Özbek’tir (Beritan). 1997 yılında bir haber gelir. Nihat yaşamını yitirmiştir. Fakat haberi bir türlü doğrulatamazlar. Annenin içine dert olur kalır! Ya yaşıyorsa? Ya haber doğru değilse?
Şayet göç ettiyse bu dünyadan, ona dair bir şeyler olmalı! Bir eşya, bir kemik, herhangi bir şey! Bunun peşine düşer Makbule Ana. Çünkü yas tutamamanın umut sarkacını daima canlı kılan o koca boşluğundan kurtulmak isteriz. Özellikle anneler için çok sancılı bir tecrübe bu. Çocuklarının kemiklerine ulaşmak, bir mezara sahip olmak ve o son görevi ifa etmek isterler. İsterler, çünkü “tarihin mezarda başladığını” bilirler.
Makbule Ana aramaya başlarken ihbar edilir. İlk sancılı gözaltısı böyle başlar. Gözaltına alınan ve konuşan birkaç işbirlikçi Makbule Ana hakkında ifade verir. İhbar “örgüt üyeliği, yardım ve yataklığı” ile taçlanır, tutuklanır. Bu ilk tutuklamada işkenceyle tanışır. 1998’deki bu tutuklama birkaç ay sonra Diyarbakır Cezaevi’nden Batman’a sürgünle devam eder. İki yıl kadar Batman Kadın Kapalı Cezaevi’nde kalır.
Ana-kız aynı koğuşta
O Batman’da cezaevindeyken dışarıda hayat devam ediyordur elbette. O yaşananlar da Batman cezaeviyle sonuçlanır. Kasvetli demir parmaklıklara asılı kilitler açıldığında koğuşa bir genç girer: Münevver!
Münevver Nilüfer’in bir küçüğüdür. Uzun süredir görüşmediği annesiyle aynı koğuşa düşer. Münevver de “yardım ve yataklık”tan alınmıştır. Yanında “yakalanan” birkaç kitap suç delili olmuş ve yeterli görülmüştür. Kendisine bu durumu sorduğumda, “Annem içerdeyken beni düşünüp çok dert ediyordu. Yanına gidince rahatladık ikimiz de. Anne sıcaklığını zindanda almaya devam ettim” diyen Münevver, bugün annesinden kilometrelerce uzakta sürgünde.
Münevver annesinden önce tahliye olur. Çok geçmeden de annesi. Çıkarıldığı mahkemece “yardım ve yataklığı” düşürülüp serbest bırakılır Makbule Ana.
Çıkarıldığı mahkemece “yardım ve yataklığı” düşürülüp serbest bırakılır Makbule Ana. Savcı tahliyeye karşı çıkar. İlla ceza ister. Konu üst mahkemeye taşınır. Aylar sonra üyelikten cezası onanır. Makbule Ana’ya 12 yıl ceza kesilir ve cezası kesinleşir.
Savcı tahliyeye karşı çıkar. İlla ceza ister. Konu üst mahkemeye taşınır. Aylar sonra üyelikten cezası onanır. Makbule Ana’ya 12 yıl ceza kesilir ve cezası kesinleşir. Düzenlemeydi, şuydu buydu derken, ceza en son altı yıla kadar iner. Ceza 2002 sonrasında kesilir, tekrar cezaevine girmek istemeyen Makbule Ana ile devlet arasında kovalamaca başlar. Neredeyse her gün evine baskın yapılır. Baskınların değişmez sorusu: “Makbule Özbek nerede?”
Yaklaşık 12 yıl kaçak yaşar. Bu durum bir anne için her açıdan çok zorlayıcıdır. Sürekli ev değiştirmek zorunda kalma, kısıtlı bir alanda hareket etme, sürekli gel-gitler, sürekli zamansız çalan kapının tedirginliği ve bir sürü başka stres.
Kendisinden dinlemiştim, bir keresinde polislere evdeyken yakalanır. Polis içeri girer. Odalara göz atar. Evdekiler de çaktırmamak için nezaketen “buyurun, oturun” der. Bir kahve için oturur siviller. Onların oturduğu kanepenin arkasında, yere uzanmış nefesini tutup beklemektedir Makbule Ana. Hasta haliyle bir öksürük ya da en ufak bir hareket her şeyi bozmaya yetecektir. Yarım saat boyunca polisler kanepede, Makbule Ana kanepenin arkasında, yerde… Sonra çekip giderler.
Nihat, Nilüfer ve yeniden cezaevi
2013’te yine bir haber gelir. Oğlu Nihat Özbek’in hayatını kaybettiği yer ve tarih resmi olarak açıklanır. Yas kurulur. Nihat’la ilgili hiç değilse kesin bir bilgiye kavuşan anne, bu sefer Nilüfer’e dair haber bekler. Onun da 1994’te hayatını kaybettiği söylenir, ama hâlâ nerede ve nasıl öldüğü belirlenmiş değil. Makbule Ana tekrar en başa döner! Sağdan soldan gelen haberlere kulak vererek yolculuklara çıkar, bir umut belki Nilüfer’in izini bulurum diyerek. Henüz bulamadı. Bir mezarın, bir parçanın olması önemli. Çünkü mezarsızlık belleksizliktir. Hafıza o çukurdan doğar.
23 Nisan 2014 gününe geldiğimizde, uzun süredir aranan Makbule Ana yakalanır. Gözlerindeki rahatsızlık nedeniyle hastaneye gittiğinde parmak izi alınan Makbule Ana’yı eve dönüşünde kapı önünde hazır bekleyen polisler karşılar. Hemen alınıp emniyete götürülür. İşlemler alelacele tamamlanır, savcılığa sevk edilir. Kalp, şeker ve tansiyon sorunu olan, ilaçlarla ayakta duran bu kadına hastanede sıradan bir kontrol yapılır. Savcı da tutuklama kararıyla apar topar içeri yollar. Çünkü kesinleşmiş ve yatması gereken iki buçuk yıl cezası daha vardır.
Makbule Ana o tarihte 65 yaşına girmek üzeredir ve üyelikten tekrar içeridedir. Diyarbakır Cezaevi’ne gönderilen Makbule Ana cezasının bitmesine çok kısa bir süre kala, yaşı ve hastalıkları göz önüne alınarak denetimli serbestlikle tahliye edilir.
29 Haziran’da Makbule Ana tekrar tutuklandı. Her şey sil baştan! 70 yaşında bir kadın örgüt üyeliği, yöneticiliği denerek yine tutuklandı. Tüm bunların ortasında bir de pandemi gerçeği var. Sahip olduğu kronik hastalıklarla bu süreci atlatacak durumda değil.
Bitmeyen eza, ceza
Tahliye olduktan sonra barışa umudunu koruyarak tekrar çalışmalarda yer alır. Barış Anneleri İnisiyatifi üyesi olarak düşüncelerini paylaşmaya, eylemlere katılmaya devam eder
2018 yılı Makbule Ana için önemli bir kırılmadır. Haziran ayında en büyük destekçisi, dert ortağı, yoldaşı Rıfat Özbek’i yitirir. Bu kayıptan beş ay kadar sonra, 2018’in son günlerinde, açlık grevlerine destek verdiği gerekçesiyle yine gözaltına alınır. Üç gün tutulduktan sonra serbest bırakılır.
26 Haziran 2020’de, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Demokratik Toplum Kongresi’ne (DTK) yönelik yürüttüğü soruşturma kapsamında gözaltına alınan 45 kişiden biri de Makbule Özbek’ti. Peki, suçlama ne? Bir şey yok! DTK içinde yer aldığına göre “örgüt üyeliği” denmiş yine. DTK operasyonları, yeni KCK olarak hayata geçmiş durumda. Daha dün herkesin ve her kesimin akın ettiği, TBMM’ye resmi davetle çağrılan DTK, bugün “sözde” bir oluşum olarak ilan edilmiş halde.
29 Haziran’da mahkemeye çıkarılanlardan Makbule Özbek ve 22 kişi tutuklandı. Makbule Ana
70 yaşında tekrar tutuklandı. Her şey sil baştan! 70 yaşında bir kadın örgüt üyeliği, yöneticiliği denerek yine tutuklandı. Tüm bunların ortasında bir de pandemi gerçeği var. Sahip olduğu kronik hastalıklarla bu süreci atlatacak durumda değil. Şimdilik 14 gün onu tek başına karantinada tutacaklar. İlk görüşe giden avukatlara durumunun iyi olmadığını, şartların onu çok zorladığını anlattı.
Dilin hakikati
Makbule Ana’nın tek bir isteği var. Bu savaş dursun, barış yolu açılsın, diyalog kurulsun. Bu talepten başka bir şey istediğini gören, duyan yok. Bunu en iyi devlet biliyor. Çünkü barışın savaştan zor olduğunu iyi biliyor.
Paul Valéry dil için “ete gömülmüş tanrı” tanımını yapıyor. Bir tanrı susuyorsa suçludur. Susmamalı, konuşmalı. Gerçeği haykırmalı. Dilin hakikati budur. Kurtuluş, birbiriyle konuşmaktadır. Buna inancı olanlar sessizliği yırtabilir. Bunun dışında sağlıklı bir çözümü olan varsa, lütfen kibri, köpürtülmüş milliyetçi duyguları, üretilmiş vatan edebiyatlarını ve anlamsız serenadları bir kenara bırakarak öne çıkıp konuşsun.
Savaş bir tercihtir, ama barış mecburiyettir. Makbule Ana bu mecburiyeti ve sorumluluğu ifade ediyor. Bitirirken tekrar soralım: Makbule Özbek başta olmak üzere, binlerce insan neden tutuklu?