ADALAR’DA SİVİL TOPLUM VE FAALİYETLERİ TEHDİT ALTINDA

Yücel Göktürk
16 Ekim 2018
SATIRBAŞLARI

Boşuna denmemiş, “mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi?” diye. Kamu mülkünün asli sahibi kamunun kendisi değil mi? Peki, aslen kamu kim? Çeşitli kurumlar mı, bizzat yurttaşlar mı? Bir kamu, bir yurttaşlar topluluğu, yaşadığı ilçenin yerel yönetiminden devraldığı ve yasal-kamusal amaçlarla kullandığı bir kamusal alandan niçin kovulur? Bir kamu kurumu yasal boşlukları kamu aleyhine kullanabilir mi? Uydurulan yasal kılıf meşruiyet verir mi? Bütün bu sorular bir örnek vakada bir araya geliyor. Adalar ilçesindeki Çelik Gülersoy Kültür ve Sanat Merkezi adalıların elinden alınmak isteniyor. Yakın plan yapıyoruz…  

 

Müzik, resim, edebiyat kursları… Konserler, sergiler, film gösterimleri, tiyatro oyunları, kermesler, konferanslar, toplantılar… Bütün bunlara ve yüzlerce ilişkili etkinliğe ev sahipliği yapan bir yerden bahsediyoruz, Çelik Gülersoy Kültür ve Sanat Merkezi’nden. Adalar’ın kalbinin attığı yerden, Büyükada Kozalak Sokak’taki kamusal alandan.

Adalar’daki bu yegâne kamusal alanda, 14 Ekim Pazar günü geniş katılımlı bir toplantı yapıldı. Sosyal medyada ve adalıların iletişim gruplarında dolaşıma giren çağrının başlığı şuydu: “İşgalci değiliz, Adalıyız.”

İşgalci? Ne münasabet?

Münasebete “Adalılar ve Adasever dostlar, yazlıkçılar, kışlıkçılar; Adalar sivil toplumu ve faaliyetleri ciddi bir tehdit altındadır” diye başlayan çağrı metninin ikinci cümlesi açıklık getiriyor:

“Milli Emlâk Müdürlüğü 08.10.2018 tarihli tebligatı ile Adalar Belediyesi’nden Çelik Gülersoy Kültür ve Sanat Merkezi’nin olduğu alanı, kendi mülkünü işgal ettiği gerekçesi ile 15 gün içinde boşaltmasını istemektedir.”

14 Ekim’deki toplantı öncesinde, Adalar halkıyla paylaşılan ve katılımcılara dağıtılan bildirinin başlığı şöyle: “Adalılar kullandıkları en önemli kültür ve sanat mekânının ellerinden alınmasını istemiyor.” Peki, Milli Emlâk Müdürlüğü bu mekânı niçin adalıların elinden almak istiyor?

Mantık, hukuk, niyet

Evet, söz konusu alan, ülkedeki başka birçok kamusal alan gibi, Milli Emlâk Müdürlüğü’nün mülkü, ama mantıken ve anayasal olarak, öncelikle kamuya ait. Milli Emlâk Müdürlüğü, kamu adına, kamu mülklerinin tasarrufundan sorumlu. Dolayısıyla, mantıken ve hukuken, bir kamunun kamusal amaçlarla kullandığı bir kamu mülkünü “işgal” ediyor olması abes bir gerekçe.

Bu ifade ancak bürokratik-teknik bir terim olabilir ve bu özgül durumda anayasal hukuk açısından bir hükmü olamaz. Zira, Adalar’daki kamu, yani Adalar halkı ve Adalar ziyaretçileri bu kamusal alanı kamusal amaçlarla, her türlü ticari faaliyetin dışında kalarak kullanıyor.

14 Ekim’deki toplantı öncesinde, Adalar halkıyla paylaşılan ve katılımcılara dağıtılan bildirinin başlığı şöyle: “Adalılar kullandıkları en önemli kültür ve sanat mekânının ellerinden alınmasını istemiyor.”

Peki, Milli Emlâk Müdürlüğü bu mekânı niçin adalıların elinden almak istiyor?

Şimdiye dek sayısız örneğin gösterdiği üzere, kamusal bir alanın, bir sivil toplum alanının iktidara ve etrafında ördüğü siyasi ve iktisadi çıkar ağlarına devredilmesi –nezaketin gereği yok, peşkeş çekilmesi– hedefleniyor.

Toplantıda dile getirilen duyumlar iki nedene işaret ediyordu: İstanbul Büyükşehir Belediyesi söz konusu alanı iktidar partisinin –ve ilişkili şirketlerin, vakıfların– kullanımına vermek istiyordu, bu maksatla kendisine tahsis edilmesi için Milli Emlâk Müdürlüğü’ne talepte bulunmuştu. Öbür neden ise Milli Emlâk Müdürlüğü tasarrufundaki birçok mülkü Hazine’ye gelir getirecek şekilde yeniden “değerlendirme”ye almıştı, Çelik Gülersoy Kültür ve Sanat Merkezi de bu kapsamda “işgalci” olarak etiketlenmişti.

O nedenle ya da bu nedenle ya da bilemediğimiz bir başka nedenle, şimdiye dek sayısız örneğin gösterdiği üzere, kamusal bir alanın, bir sivil toplum alanının, iktidara ve etrafında ördüğü siyasi ve iktisadi çıkar ağlarına devredilmesi –nezaketin gereği yok, peşkeş çekilmesi– hedefleniyor.

Kritik kelime: Tahsis

Yukarıda geçen “tahsis” kelimesi kritik önemde. 14 Ekim’deki toplantıda söz alan Adalar Belediyesi Başkanı Atilla Aytaç’ın verdiği bilgi arşivdekilerle birleştirildiğinde, ortaya çıkan resim şöyle:  

2007’de, söz konusu kamusal alanı, Milli Emlâk Müdürlüğü, Adalar Belediyesi’ne, Adalar Vakfı ile birlikte “kültür alanı olarak kullanması” şartıyla, iki yıllığına tahsis ediyor. 2009’da tahsis süresi dolduğunda, Adalar Belediyesi’nin Milli Emlâk Müdürlüğü’ne tahsisin yenilenmesi için yaptığı başvuru yanıtsız bırakılıyor. Ancak, Adalar Belediyesi’nin tasarrufu devam ediyor ve bu alan, 2010 yılında, belediye ve Adalar Vakfı tarafından Çelik Gülersoy Kültür ve Sanat Merkezi haline getiriliyor ve yönetimi Adalar Vakfı’nın kültür işletmecisi Adaevi’ne bırakılıyor.  

Dört yıl sonra, 2014’te, Adalar Belediyesi Adalar Vakfı ile olan protokole son veriyor ve bu kültür ve sanat merkezini, 5393 sayılı Belediyeler Kanunu’nun “belediyeler Kent Konseyi’nin faaliyetlerinin etkili ve verimli yürütülmesi konusunda yardım ve destek sağlar” hükmü doğrultusunda, Adalar Kent Konseyi’nin kullanımına devrediyor. Bir başka deyişle, tahsis ediyor.

“İşgal” gerekçesi nereden bakılırsa bakılsın abes. Abes olduğu için de kara mizah. Ama bu abesin bir mantığı var elbet: Yereldeki bir kamusal alanın kullanımını, o alanı kamusal amaçlarla kullanan kamuya değil, merkeze ve dolayısıyla siyasal iktidara ve ona tabi ilişkiler ağına teslim etmek.

Ancak, Milli Emlâk Müdürlüğü, Adalar Belediyesi’nin bu alan için yaptığı tahsis talebini dokuz yıl boyunca yanıtsız bıraktığı için, belediyenin yalnızca tasarrufunda bulunan alanı Adalar Kent Konseyi’ne tahsis etmesi yasal statü kazanmıyor. Milli Emlâk Müdürlüğü’nün kamu aleyhine yararlandığı “boşluk” bu.

Bu “boşluk”tan hareketle –ama İBB ile işbirliği ya da emir-komuta zinciri içinde, ama kendi başına– Milli Emlâk Müdürlüğü “Adalıların kullandıkları en önemli kültür ve sanat mekânını” Adalar Kent Konseyi’nin elinden almak istiyor.

Abesle iştigal

Başa dönelim, “işgal” gerekçesine ve bu gerekçenin mantıken ve hukuken –evrensel normlar ve anayasal hukuk açısından– abesliğine.

Milli Emlâk Müdürlüğü 2007’de bu alanı Adalar Belediyesi’ne niçin tahsis etmişti? “Kültür alanı olarak kullanılması” için. Bugüne kadar yapılan da o. Değişen ne, işgal bunun neresinde?  

Peki, Milli Emlâk Müdürlüğü 2009’da iki yıllık tahsis süresi dolduğunda, “o alanı boşaltın, aksi takdirde işgalci durumuna düşersiniz” demiş mi? Dememiş. Adalar Belediyesi’nin 2009’dan itibaren tahsisin uzatılması için defalarca yaptığı başvuruya, “hayır, mevzuata aykırı, 2009’dan beri işgalci durumundasınız” demiş mi? Dememiş. Hiç cevap vermemiş.

Şimdi “işgal” demek neyin nesi peki? Dokuz yıldır buna göz mü yumuluyormuş? Ya da 2007’deki Adalar Belediyesi’ne tahsis edilirken şart koşulan “kültür alanı olarak kullanılması”na uyulmamış mı?

Uyulduğunu bizatihi Milli Emlâk Müdürlüğü’nün 2 Ekim tarihli tebligatı söylüyor: “İdaremiz memurları tarafından düzenlenen tespit tutanağında, taşınmazın tamamının belediyeniz tarafından kültür merkezi ve sergi alanı olarak işgal edildiği belirtilmiştir.”

Nereden bakılırsa bakılsın tutarsızlık, nereden bakılırsa bakılsın abes. Abes olduğu için de kara mizah.

Ama bu abesin bir mantığı var elbet: Yereldeki bir kamusal alanın kullanımını, o alanı kamusal amaçlarla kullanan kamuya değil, merkeze ve dolayısıyla siyasal iktidara ve ona tabi ilişkiler ağına teslim etmek.

İki kamu kurumu arasındaki ihtilafın kamu aleyhine sonuç doğurmasının meşru olduğunu kim söyleyebilir? Üstelik, bu özgül durumda, kamusal fayda amaçlı faaliyetlerin yürütücüsü siyasal-idari bir kurum değil, bir sivil toplum organı: Kent Konseyi.  

 

Bayram değil seyran değil…

Bu “operasyon”un dayanağı, daha doğrusu kozu –dayanak bir meşruiyet ima ediyor– yukarıda bahsi geçen hukuki boşluk. Söz konusu kamusal alan Adalar Belediyesi’ne resmen tahsis edilmemiş olduğuna göre, “işgal” altında. Peki, niye tahsis edilmiyor? 2007’de edilmiş. Sonrasında da aksi yönde bir beyan yok. Ta ki, 8 Ekim 2018’de Adalar Belediyesi’ne ulaşan, “işgalcisiniz, 15 gün içinde boşaltın” tebligatına dek.

Ünlü deyişi ziyadesiyle hatırlatan bir durum: Bayram değil seyran değil, Milli Emlâk Müdürlüğü belediyeyi ve Kent Konseyi’ni niye öptü? Hukuk kılıfı elbette bulunur, ama Çelik Gülersoy Kültür ve Sanat Merkezi adlı kamusal alan bu kılıfa sığar mı?

Meşruiyet diye bir şey var. Milli Emlâk Müdürlüğü’nün tebligatının gayrımeşru olduğu apaçık. Kamu idaresinin dayattığı bir gayrımeşruluğa direnmek sadece anayasal bir hak değil, Türkiye’nin altına imza koyduğu bütün uluslararası hukuk sözleşmelerine göre de temel yurttaş haklarından biri.

Kent Konseyi’nin faaliyetleri

İki kamu kurumu arasındaki ihtilafın kamu aleyhine sonuç doğurmasının meşru olduğunu kim söyleyebilir? Üstelik, bu özgül durumda, kamusal fayda amaçlı faaliyetlerin yürütücüsü siyasal-idari bir kurum değil, bir sivil toplum organı: Kent Konseyi.  

Kent Konseyi, malûm, mevcudiyeti yasayla düzenlenmiş bir sivil toplum organı, yerel yönetimlerin “yerindenlik” ve “katılımcılık” doğrultusunda demokratikleşmesinin başlıca zeminlerinden biri. 5393 sayılı Belediyeler Kanunu Kent Konseyi’ni şöyle tanımlıyor:

“Kent yaşamında, kent vizyonunun ve hemşehrilik bilincinin geliştirilmesi, kentin hak ve hukukunun korunması, sürdürülebilir kalkınma, çevreye duyarlılık, sosyal yardımlaşma ve dayanışma, saydamlık, hesap sorma ve hesap verme, katılım ve yerinden yönetim ilkelerini hayata geçirmeye çalışır.”

Adalar Kent Konseyi 2014’te kendisine verilen Çelik Gülersoy Kültür ve Sanat Merkezi’nde dört yıl boyunca neler yapmış, ona bakalım bir de. “Adalılar kullandıkları en önemli kültür ve sanat mekânının ellerinden alınmasını istemiyor” başlıklı bildiriden naklen:

“Bu alanda bugüne dek çocuklar, yetişkinler, hayvanlar ve doğa yararına yüzlerce etkinlik tamamen gönüllü emeğiyle gerçekleştirilmiş, adalar halkına ücretsiz sunulmuştur. Burada toplantılar, çalıştaylar, atölyeler, konserler, söyleşiler, tiyatro ve sinema gösterileri, konferanslar, kermeslerin yanı sıra tüm adalı çocuklara ve gençlere yönelik sanatsal, kültürel, eğitsel faaliyetler yapılıyor. Adalar halkına açık resim, müzik, edebiyat ve kişisel gelişim kursları burada veriliyor. Adaların geleneksel spor faaliyetleri buradan yönetiliyor. Ulaşım, imar planları gibi adaların can alıcı sorunları ve geleceği ile ilgili tartışmalar, eleştiriler burada yapılıyor, raporlar bu mekânlarda hazırlanıyor ve Adalar Belediye Meclisi’ne sunuluyor. Adaların aklı burada üretiyor, kalbi burada atıyor. Bu faaliyetlerin çeşitliliği ve niteliği düşünüldüğünde, Adalar Kent Konseyi ülkemizin en yoğun ve etkin çalışan konseylerinden biridir.”

Şimdi bu faaliyetlere ev sahipliği yapan kamusal alanın, kültür ve sanat merkezinin kapısına kilit vurulmak isteniyor. Niçin? “İşgalci” olduğu gerekçesiyle. Sonra? Sonrasını tahmin etmek güç değil.

Durumun özeti, 14 Ekim toplantısı için yapılan çağrının şu cümlesi: Adalar sivil toplumu ve faaliyetleri ciddi bir tehdit altında! Bu sözü, bu sesi, bu çağrıyı yaygınlaştıralım, yükseltelim.

Hak-hukuk mücadelesi

Peki, bu emrivakiye, bu kamusal alan gaspına Adalar halkı seyirci mi kalacak?

Toplantıda ortaya çıkan tablo aksini söylüyor. İstisnasız bütün katılımcılar bu gayrımeşruluğa karşı hak-hukuk mücadelesinde kararlı. İmza kampanyalarından Milli Emlâk Müdürlüğü ve Büyükşehir Belediyesi’ne dilekçelerle toplu olarak gitmeye, Adalıların itirazını medyada duyurmaya çalışmaktan Büyükada meydanında bir araya gelerek ses yükseltmeye, Çelik Gülersoy Kültür ve Sanat Merkezi’nde kesintisiz etkinliklere, akla gelen her meşru yola başvurmaya azimliler.

Fakat vakit dar. Kalan süre sadece bir hafta. Ve durumun özeti, 14 Ekim toplantısı için yapılan çağrının şu cümlesi: Adalar sivil toplumu ve faaliyetleri ciddi bir tehdit altında!

Bu sözü, bu sesi, bu çağrıyı yaygınlaştıralım, yükseltelim. Bu sadece Adalar’ın meselesi değil. Yerinden ve katılımcı yönetimi, bu yönde kent konseylerini, kamusal alanların sivil toplumun tasarrufunda olmasını önemseyen, demokrasinin alfabesinin hak-hukuk mücadelesi olduğunu düşünen herkesin meselesi.

21 Ekim Pazar günü, saat 14’te, Çelik Gülersoy Kültür ve Sanat Merkezi’nde yapılacak olan toplantıya katılım ne kadar çok olursa o kadar iyi…

Bu arada, Galli grup Manic Street Preachers’ın ünlü şarkısına kulak verelim: “Buna müsamaha ederseniz, sıra çocuklarınıza gelir.”

 

^