TOMURCUK EĞİTİM KOOOPERATİFİ

Söyleşi: Ulus Atayurt
13 Haziran 2018
SATIRBAŞLARI

Kadıköy ile Maltepe ilçelerinin sınırında, Altıntepe mahallesinde, bölgede artık iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar kalmış, bahçe içinde iki katlı geniş evlerin birindeyiz. Down sendromlu, otistik ve öğrenme bozukluğundan mustarip çocuklar hep beraber çeşitli temalarda eğitim alıyor, üretiyor, dahası bir kafe işletiyorlar. Türkiye’de engelli olarak yaşamak, çalışmak çok zor. Zihinsel engelli bireyler için ise hayatın içinde yer almak deveye hendek atlatmaya benziyor. 2006 yılında azimli annelerin bir araya gelmesiyle kurulan Türkiye’nin ilk ve tek zihinsel engelli kooperatifi Tomurcuk, ya da öğrencilerin verdiği isimle “Tomurcuk Üniversitesi”, zihinsel engelli insanların eğitimden üretime, sanattan spora birçok alanda örgütlenmesine imkân tanıyor. 12 yıllık kooperatifin hikâyesini iki kurucusundan dinliyoruz.

 

Anneler bir araya gelip bir eğitim kooperatifi kurmaya nasıl ve neden karar verdi? Fikrin ortaya çıkışının hikâyesini anlatır mısınız?

Gülüser Özkan: Kooperatifi kuran kadınların hepsinin zihinsel engelli çocukları var. Çocuklar lisede, Şöhret Kurşunoğlu Özel Eğitim ve Mesleki Eğitim Merkezi’nde beraber okumuştu. Kâğıt üzerinde hepsi lise mezunu olsa da, diplomaları herhangi bir yüksek okula ya da üniversiteye devam etmelerine kâfi gelmiyor. Tamamladıkları müfredatı Milli Eğitim Bakanlığı kabul etmiyor. Çünkü bu liselerde çok hafifleştirilmiş bir iş eğitimi veriliyor. Oysa tüm çocuklarımızın hayalinde üniversite vardı. Benim kızım mesela, Orkide Meltem, harıl harıl test çözüyordu. Çünkü evde abilerinde ablalarında görmüş, yöntemi öğrenmiş. Önce işin boyutunun farkında değildik. Durumu başka annelerle paylaştığımda, hepsi “aa benimki de sabah akşam test çözüyor” dedi. Zihinsel engelli çocukların sosyal hayatla, toplumla kaynaşmaya, aktif yaşamlar sürmeye devam etmeleri elzem. Oysa onlar için hiçbir yüksek eğitim kurumu düşünülmemiş. O dönemde ben de başka bir zihinsel engelliler okulunda, Eram Fatih Eğitim Uygulama Okulu ve İş Eğitim Merkezi’nde yöneticilik yapıyordum. Mezun ettiğim çocukların anneleri ertesi eğitim yılının başında ellerinde çocuklarıyla geldiler. “Hocam ne yaparsan yap, bu çocukları al, yoksa biz bunları nereye götüreceğiz” diye veryansın ettiler. Onlara “öyleyse örgütlenmekten başka çareniz yok” dedim. Aynı durum üç-dört sene sonra Orkide Meltem liseden mezun olduğunda benim de başıma gelecekti. Çocuklar ve anneler nezdinde en önemli ihtiyaç eğitime devam etmekti. Böylece 2006 martından itibaren, tüm anneler beraber üç ay boyunca çok yoğun toplantılar yapmaya başladık. 

2004 yılında Cumhuriyet gazetesinde Bakırköy’deki küçük bir sanat kooperatifiyle ilgili bir haber okumuştum. Hemen müdür muavinimi ve iş öğretmenimi alıp oraya gittim. Çünkü bu çocuklar iş hayatına dahil edilmeyecekler. Evde oturmaları da imkânsız. Okuldaki deneylerimizden üretebileceklerini de biliyoruz. Orada kooperatif örgütlenmesi hakkında bilgilenirken Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı’nın (KEDV) örgütlediği Türkiye Kadın Kooperatifleri Buluşması’nı da öğrendik. Bakırköy Sanat Kooperatifi sayesinde buluşmaya davet edildik. Toplantı iki gün sürdü. Türkiye’nin dört bir tarafından gelmiş aşağı yukarı elli kooperatif vardı. Çeşitli alanlarda faaliyet gösteren, üretim yapan, örgütlenen kadın kooperatifleri kalkıp teker teker hikâyelerini anlatıyordu. Derneklerde çalışmış, dernek tüzüğünün hayalimizdeki kurum için uygun olmadığını anlamıştım. Vakıf kurmak için gerekli 250 bin lira sermayemiz de yoktu. Kadın kooperatifleri anlattıkça gözlerim faltaşı gibi açıldı. Türkiye’nin aydınlık yüzünü, pırıl pırıl geleceğini orada gördüm. Diyarbakır’dan, Umut Işığı Kooperatifi’nden bir arkadaştan tüzüklerini rica ettim. “Tüzüğümüz yok, beraber karar verdiğimiz bir ana sözleşmemiz var” dedi. Bu terimi ilk defa duyuyordum. Tüm faaliyetlerimizi yerleştirebileceğimiz geniş bir hareket alanımız bulunduğunu o sözleşmeden anladım. Maden bulmuş gibi sevindim!

Gülüser ve kızı Orkide Meltem, Yasemin ve kızı Dila

 

2006 yılına geldiğimizde kooperatif fikrini arkadaşlarla paylaştım. İstedim ki, zorlamayla değil, tam da kooperatif fikrine uygun şekilde hep beraber karar verelim. Kooperatife aklı yatmayanlar, “neden vakıf ya da dernek kurmuyoruz” diyen arkadaşlar çıktı. Onun üzerine kurum kurum gezmeye başladık. Önce büyük bir hevesle, kadın kooperatifleri buluşmasını örgütleyen KEDV’e gittik. “Sizin kooperatifinize destek vermeyiz” dediler. Büyük hayal kırıklığı yaşadım. “Nasıl olur, onlarca kooperatife el vermişsiniz” diye sordum. Bazı arkadaşları zaten zor ikna etmişim ziyarete. Kooperatifçilikten soğumalarından çekindim. Aslında durum şuydu: KEDV’in engelliler konusunda bir bilgi birikimi yoktu. Bunu anlayınca rahatladım. “Siz bize teknik destek verin, biz anneler işin eğitim yanını gayet iyi biliyoruz” diye yanıtladım.

Aynı gün hep beraber Nurtepe’deki İlk Adım Kadın Kooperatifi’ni de ziyaret ettik. Ben kooperatifçiliğe müthiş inanıyordum, ama asıl önemlisi bu fikrin tüm annelerin kafasına yatmasıydı. İlk Adım’daki kadın arkadaşlar nasıl örgütlendiklerini anlatmaya başladı. Bizimkiler “vallahi biz kooperatifin altından kalkamayabiliriz” diye tereddütlerini ifade edince, onlar “yuh olsun, bizim en tahsillimiz ortaokul mezunu, sizse hepiniz iyi eğitimli kadınlarsınız, ayrıca siz engelli annelersiniz, yüz metrelik yarışa 80 metreden başlarsınız” diye cevap verdiler. Sanırım devletten yardım göreceğimizi zannediyorlardı. İlk grubumuz 21 kişiydi. Kooperatif kurmaya en inançsız iki arkadaşımız İlk Adım’ı görünce çok heyecanlandı. Baktım bir köşede hararetle konuşuyorlar. Yanlarına gittim, “hayrola?” dedim. “Biz çocuklar için Antalya’da kooperatif oteli kurduk” demezler mi? O an “bu kooperatif ayağa kalkıyor” diye içimden geçirdim.

Çocuklar harıl harıl test çözüyordu. Evde abilerinde ablalarında görmüşler. İşin boyutunun farkında değildik. Durumu başka annelerle paylaştığımda, hepsi “aa benimki de sabah akşam test çözüyor” dedi. Zihinsel engelli çocukların sosyal hayatla, toplumla kaynaşmaya, aktif yaşamlar sürmeye devam etmeleri elzem.

Kooperatifinizin içeriğini, faaliyet alanlarını nasıl kararlaştırdınız?

Sadece eğitim meselesi değil, bizim çocuklar işe gidemiyorsa, işi bizim çocuklara getirmemiz gerektiğini de öngörüyorduk. Devletin çıkardığı engelli yasasında korumalı işyerlerinden bahsediliyor. Ancak böyle bir işyeri kurmak çok maliyetli. Sırf standartları tutturmak için 500 bin lira harcamak gerekiyor. Oysa kooperatif işlerinde böyle yüksek standartlar söz konusu değil. 14 Haziran 2006’da genel oylamayla kooperatifleşme kararı aldık. 14 Ağustos’ta resmi statü kazandık. Böylece Türkiye’de zihinsel engelliler üzerine çalışan ilk ve tek kooperatifi kurduk. Kağıthane’de başka bir tane daha denendi, bizden tüzüğümüzü aldılar, ancak ne yazık ki yürütülemedi. Mevzuat meselesinden dolayı kâğıt üzerinde kadın değil, sosyal kooperatif olarak gözüküyoruz. Ama tüm kurucularımız ve üyelerimiz kadın.

 

Kurulduktan sonraki adımları anlatır mısınız? İlk faaliyetleriniz nelerdi? Altıntepe’de, bahçe içindeki bu binayı nasıl buldunuz?

Elimizde evrak torbaları, kafelerde toplantılar yapmaya başladık. Zannediyoruz ki belediyeler bize kucak açacak. Oraya gidiyoruz, buraya gidiyoruz, bir oda bile bulamıyoruz. Hepimiz Kadıköy sakiniyiz, onlardan da bir ses çıkmıyor. Ayrıca ayda bir eşlerimizle toplanıyor, onlara ne aşamaya geldiğimizi aktarıyoruz. Böyle böyle günler, aylar akmaya başladı. Sonunda babalardan biri “Kadınlar bunca mekân bulma derdinde, zihinsel engeli bulunmayan çocuklarımızın üniversite kursları için bir ton para veriyoruz, marka sevdasından üstlerine başlarına epey para harcıyoruz, oysa bu çocukların hiçbir masrafı yok. Bari biz destek çıkalım, hanımlar bir yer kiralasın” dedi. O toplantıdan sonra kocalarımız kendi aralarında 27 bin lira topladı. Ben şunu eklemeyi ihmal etmedim: “Bu paraları kooperatif adına borç olarak alıyoruz.” Hiç de inanmadılar, “tabii tabii, ödersiniz” deyip güldüler. Sonra Maltepe sınırlarına dahil bu bahçeli, iki katlı binayı bulduk. Hiç tereddütsüz kiraladık. Kadıköy belediyesi bahçe düzenlemesi, parke döşenmesi gibi konularda bize yardım etti. Biz de “bahçeye çocukların çalışacağı bir kafe açacağız, alanı ona göre düzenleyin” dedik. Bina Maltepe ilçe sınırlarında olsa da, Maltepe Belediyesi’ne gitmedik, orada kimseyi tanımıyorduk. Ardından birçok işletmeden, buzdolabından çamaşır makinasına kadar birçok bağış aktı. Çocuklara üniversite sözümüzü unutmadık. Üstte bir odayı sınıf gibi dayayıp döşedik. Öğretmenleri çağırıp kapıdaki kurdeleyi kestirdik. Böylece çocuklar için Tomurcuk Üniversitesi’nin açılışını yaptık.

Devlet, bakanlık, belediye ya da herhangi bir kamu kuruluşundan size maddi yardım yapıldı mı?

Hayır. Koç ya da Sabancı’nın şirketleri hangi statüde vergi ödüyorsa, biz de aynı şekilde vergi ödüyoruz. Muafiyet, yardım ya da destek asla söz konusu değil. Devletten aldığımız tek bütçe kurduğumuz rehabilitasyon merkezine ödeniyor. Psikolojik rehberlerin yönlendirmesiyle gelen çocuklara ayda 8-12 saat akademik ölçütlerde ders veriliyor. Tıpkı diğer özel rehabilitasyon merkezlerindeki gibi, bu eğitimin bedelini saat ücreti üzerinden Milli Eğitim Bakanlığı ödüyor. Sadece bu. Aslında kendisi yeteri kadar kamu merkezi açmadığı için hizmet satın alıyor. Bunun destekle yakından uzaktan alâkası yok. Ayrıca haftada iki-üç saat dersin bu çocukların eğitimine katkısı çok kısıtlı. Biz çocukları gruplar halinde haftada en az bir gün evlerinden servisle alıyor, akşamları evlerine bırakıyoruz. Devlet servis için dahi “serbest rekabete engel olur” iddiasıyla destek vermiyor. Çocukların sosyal gelişimi burada çok hızlanıyor. Birçok arkadaş ediniyor, sofra adabından resme birçok konuda eğitim alıyorlar. Devletin ayda sekiz saat için ödenek ayırdığı yetmişden fazla çocuğa biz ayda en az 32 saat hizmet veriyoruz. Bunun için ücret talep etmiyoruz. Ancak çocuklarının ayda 32 saatten fazla gelmesini isteyen ailelerden ücret alıyoruz.

Kooperatif kurmaya en inançsız iki arkadaşımız, 2006 yılında İlk Adım Kooperatifi’ni ziyaret ettiğimizde çok heyecanlandı. Baktım bir köşede hararetle konuşuyorlar. Yanlarına gittim. “Hayrola?” dedim. “Biz çocuklar için Antalya’da kooperatif oteli kurduk” demezler mi? O an “bu kooperatif ayağa kalkıyor” diye içimden geçirdim.

Kooperatifinizin ekonomik açıdan giderler ve gelirler diye iki ayrı veçhesi bulunuyor. Giderlerin karşılanması, önce babaların, sonra ailelerin katkısıyla gerçekleşiyor. Giderler için başka nasıl çözümler buldunuz?

İlk yola çıktığımızda rehabilitasyon merkezi kuracağız diye düşünmüyorduk. Bürokratik sorumluluklardan dolayı böyle bir merkezi açmayı tabiri caizse kucağımızda bulduk. Hatta babalardan biri önce “civarda yirmi tane rehabilitasyon merkezi var, çocukları onlara göndeririz” diye fikir verdi. Çünkü asıl amacımız çocukların istihdama, çalışma hayatına hazırlanacağı bir yer kurmaktı. Eğitimleri bu doğrultuda planlıyorduk. Ama ayakta kalabilmek için sabit bir gelire ihtiyaç duyuyoruz. Babalar “çocukları öteye beriye göndereceğinize bari siz bir merkez açın” dedi. Öte yandan öğretmenlerin maaşlarını ödeme imkânımız ufukta gözükmüyordu. O zaman öğretmenler “siz maaşlarımızı ödeme gücüne kavuşana kadar gönüllü çalışırız” dediler. Sağolsunlar, başka kurumlarda çalışırken, bize gönüllü emek verdiler. Böylece 14 Haziran 2007’de rehabilitasyon merkezini açtık. Yine ayın 14’ü. Sihirli sayı gibi, tüm dönüm noktaları bu sayıya tekabül etti. Yıl sonuna kadar öğretmenler bilâ-ücret hizmet verdi. 2008’de ise gelen bağışlarla beraber eşlerimizden aldığımız parayı geri ödedik! Almaları gerekir miydi? Ama sonuçta biz kooperatif olarak yükümlülüğümüzü yerine getirdik.

Diğer tüm rehabilitasyon merkezleri özel işletme statüsünde mi?

Evet, hiçbiri bizim gibi sivil toplum kuruluşu değil. Bizim sözleşmemizde, birçok kadın kooperatifinde olduğu gibi, mali yılın sonunda ortaya çıkan müspet gelir kâr payı olarak üyelere dağıtılmıyor. Sözleşmemiz gereği, eğer ortaya bir kâr çıkıyorsa, tamamı ideallerimize yönelik, zihinsel engellilere yardım için kullanılıyor. Hatta Milli Eğitim Bakanlığı’na da şunu sorduk: “Biz bu dünyada baki değiliz. Ya bizden sonra kooperatife üye olacaklar kâr amacı güderse?” Onların yönlendirmesiyle, tıpkı anayasaların değişmez maddeleri gibi, sözleşmemizi kâr amacı gütmeyen şekilde sabitledik.

Verdiğimiz temel hizmetler dışında, çocuklarının kooperatife daha çok gelmesini isteyen aileler yoksul sınıflardan gelmiyor. Yine de biz çok makûl bir katkı talep ediyoruz. Raporlu günler dışında çocuklarının eğitimine devam etmek isteyenlerden aylık 250 lira alıyoruz. Bu da ancak servis ve yemek masraflarına yetiyor. Şimdilerde çok zorlanıyoruz. Akaryakıt ücretlerindeki artış boynumuzu çok büktü. Maaşlarımızı, kimi zaman kredi kartlarımızı buraya desteğe yöneltmek zorunda kalıyoruz. Kısa vadede başka türlü hayatta kalma şansımız yok.

Türkiye’deki diğer down kafelerden farkımız şu: Çocuklar burada sadece çalışmıyor, aynı zamanda eğitim de alıyor. Tıpkı turizm okullarındaki gibi bir uygulama mekânı yarattık. Eğitimler sonucu aldıkları sertifikalarla burada ya da başka yerlerde çalışma imkânları doğuyor.

İdealinizde ne var? Kooperatifin giderleri hangi yöntemlerle, kimin tarafından karşılanmalı?

Yasemin Güler: Aslında kooperatif kendi masraflarını kendi karşılayabilir. Sadece çocuklara değil, annelere ve ailelere de eğitim verebiliyoruz. KEDV vasıtasıyla kadınlara girişimcilik eğitimi verdik. Avrupa’daki çeşitli hibe ve fonlara da başvurduk. Fakat bir türlü kabul ettiremedik. Nedenini anlayamadık açıkçası, çünkü projeleri başvurularını KEDV’in ekibi hazırladı, yapmak istediklerimiz de ortada. Bu fonlar işimizi çok kolaylaştırabilir. İş-Kur’a yaptığımız başvuru da bütçeyi beğenmedikleri için Ankara’dan geri döndü. Oysa kazanç içermeyen çok makûl bir bütçeydi. Söz konusu para hibe de değil zaten. Projelere başvurmaya devam edeceğiz, özellikle eğitmenlerimizin maaşlarını buradan ödeyebilirsek elimiz çok rahatlayacak.

 

Kamunun rehabilitasyon merkezleri nasıl işliyor?

Özkan: Aslen belediyeler açıyor buraları. Maltepe Belediyesi’nin var mesela. Oysa bu yerel yönetimin mesuliyeti değil. Yerel yönetimler kanununa göre, mesela bölgede bir ayakkabı üreticisi var, belediye ona rakip üretim yapamıyor. Maltepe Belediyesi’nin rehabilitasyon merkezinde 300-400 öğrenci mevcut. Bina belediyenin. Isınma, elektrik, servis, güvenlik görevlisi, çivi çakılsa o da belediyeden. Bir tek vergi ve SSK primi ödüyor belediye. Birkaç rehabilitasyon merkeziyle toplanıp belediyeye gittik, “bizimle eşitsiz şartlarda rekabet ediyorsunuz, eğitim sizin işiniz değil, bunu yapmayın” dedik. Belediye, kanunun arkasından dolaşmak için merkezleri özel şirket statüsünde açıyor.

Güler: Bu şirketler de, kâr amacı gütmeyen bir kooperatifin aksine, bir ticari işletme gibi çalışıyor. Masraflar belediye tarafından karşılanıyor, öğrencilerden tıpkı herhangi bir özel eğitim merkezi gibi ücret alınıyor. Rapor karşılığı öğrenci alıp bakanlık bütçesini kullanıyorlar. Kadıköy Belediyesi’nin de engelli merkezi var, ancak onlar rapor karşılığı öğrenci almıyor. Mutfak, yoga ya da resim atölyeleri vasıtasıyla engellilere eğitim veriyorlar. Ücret söz konusu değil. İşte tam da belediyenin işi, kamu hizmeti böyle olmalı.

İtalya ya da İspanya’da olduğu gibi, yerel belediyeler bu tip faaliyetlere ayırdıkları kamu bütçesini sizin gibi kooperatiflere devredemez mi? Böyle bir taleple belediyeye gitmeyi düşünür müsünüz?

Özkan: Bu aslında pekâlâ mümkün. Sonuçta kanunda “belediyeler engellilere hizmet götürmelidir” diye açıkça yazıyor. Kanuna göre eğer kendisi örgütleyemiyorsa bu hizmeti satın alma mesuliyeti var. Yani bizden satın alabilir. Ancak uyanık belediyeler iktisadi işletme kurma yoluna gidiyor, aslında alenen gayrımeşru bir iş yapıyorlar. Kadıköy Belediyesi açtığı merkeze psikolog, özel eğitimci gibi personel yerleştirmiş. Rapor vasıtasıyla bakanlıktan bütçe de almıyor, bizim gibi dışarlıklı bir kurumdan hizmet de satın almıyor. Kendi örgütlemiş.

Güler: Rehabilitasyon merkezi kâğıt üstünde sadece raporlularla sınırlıdır, haftada üç saat akademik eğitim verir. Sosyal ve kültürel faaliyetler ise belediyelere aittir. Yine de bizden hizmet satın almaları mümkün.

Özkan: Antalya Belediyesi engelliler için kamp tesis etti. Ben de, bizim çocuklar da faydalansın diye telefon açtım. Oysa belediyenin rehabilitasyon merkezinin üzerine bir özel otel yapmışlar, yaz kampı dedikleri o.

Şeker hastalarına da, serçe parmağı kesik olana da engelli raporu veriliyor. İşveren işine en yarayacak, “en engelsiz” insanı seçiyor. Toplumda zihinsel engellilere güven yok. Oysa ne kadar temiz, hilesiz çalıştıklarını, sorumluk sahibi olduklarını bir bilseler. Çok sabırlılar. Normal bir insanın on dakikada elinden atacağı fazla detaylı işlerde akşama kadar kalkmadan çalışabiliyorlar.

Giderlerle ilgili kısımdan, somut ve muhtemel gelirler kısmına geçsek, gerçekleştirdiklerinizi ve uzun vadedeki planlarınızı anlatır mısınız?

Sadece çocukları değil, anneleri de üretim döngüsüne katmak niyetindeyiz. 2013 yılında Maltepe Belediyesi’ne 17 bin çanta diktik. Anneler dikiş makinalarında çalışırken, çocuklar da ara işleri üstlendiler. Sürekli hediyelik eşya, takı ve kitap ayracı üretiyoruz.

Ürettiklerinizi tüketiciye nasıl ulaştırıyorsunuz?

Kermeslere katılıyoruz. Özel günlerde alışveriş merkezleri bize stant da veriyor. Yalnız bu sene halkın alım gücü korkunç düştü, bu da satışlarımıza yansıdı.

Tek başınıza ya da başka kadın kooperatifleriyle beraber bir dükkân açmayı düşündünüz mü?

Güler: Evet, var aklımızda. KEDV’in Nahıl’ı gibi. Orada ülkenin her yerinden kadın kooperatiflerinin ürünleri pazarlanıyor. Masrafsız dükkân bulursak fena fikir değil. Ancak çalışma hayatına katılmak açısından önceliğimiz “down kafe”yi ayağa kaldırmak. Aşağıda, bahçedeki kafemiz de faaliyete geçti. Türkiye’deki diğer down kafelerden farkımız şu: Çocuklar burada sadece çalışmıyor, aynı zamanda eğitim de alıyor. Tıpkı turizm okullarındaki gibi bir uygulama mekânı yarattık. Eğitim sonucu aldıkları sertifikalarla burada ya da başka yerlerde çalışma imkânları doğuyor. İleride, daha merkezi noktalarda kafeler açmak istiyoruz.

Özkan: Burayı kiraladığımızda eğitim için kafe açma planımız mevcuttu. Ancak on sene sonra açabildik. Ama sözümüzde durduk.

Engelliler yasasına göre elliden fazla çalışanı bulunan işletmelerde en az üç engelli istihdam etme zorunluluğu var. Bu kotanın kullanılmadığını biliyoruz. Kamuda dahi kotanın 25 bin altında engelli çalışıyor. Zihinsel engelliler açısından durum nasıl?

Engelliler içinde istihdamdan en az nasibini alanlar zihinsel engelliler. İşletmeler genelde kolaya kaçıyorlar. Mesela şimdilerde şeker hastalarına da, serçe parmağı kesik olana da engelli raporu veriliyor. Bu yüzden işveren işine en yarayacak, “en engelsiz” insanı seçiyor. Ayrıca toplumda zihinsel engellilere güven yok. Oysa ne kadar temiz, hilesiz çalıştıklarını, sorumluk sahibi olduklarını bir bilseler. Her şeyden önce çok sabırlılar. Normal bir insanın on dakikada elinden atacağı fazla detaylı işlerde akşama kadar kalkmadan çalışabiliyorlar. Zihinsel engelliyi zaten aile başta kabul etmekte zorlanıyor. Bazıları evine gelen misafirden bile uzak tutuyor. Sokağa çıkarmayanlar bile var. Bu yüzden toplum onları az tanıyor. Tanımadığı için güvenmiyor. Tomurcuk bu engeli aşmak için çalışmalar yapıyor. Bremen Mızıkacıları ritm gurubumuz Yaşar Morpınar eğitmenliğinde 14 Haziran 2007’deki açılışımızda ilk konserini verdi. O günden bu yana ülke sathında tam 278 konsere çıktılar. Yürümekte zorlanan çocuklarımız var. Ağrı’nın Patnos ilçesindeki konserde bazı çocukları zar zor sahneye çıkardık. Ancak müzik başlayınca her şey değişiyor. Müthiş bir ritme kendilerini bırakıyorlar. Çok yetenekliler. Konserden sonra bütün engelli aileleri etrafımızı sardı. “Bizim çocuklarımız da bunları yapabilir mi” diye sordular. “Emek verince her şey mümkün” diye cevapladık. Yapabildikleri onca güzel şeyle “bunlar hiçbir şey beceremez” algısını kırmaya çalışıyoruz.

Buraya bizi ziyarete gelenler sınıfa girmeye korkuyorlar. Hayatında hiç engelli görmemiş bazısı. İstanbul Kalkınma Ajansı’ndan bir yetkili geldi, kapıdan içeri girmek istemiyor. Gözlerindeki korkuyu okuyabiliyordum. “Gelmek sizdense, göndermek de bizden, bir kahve içmeden asla bırakmayız” diye ısrar ettim. Ofiste sandalyenin ucuna ilişti, ha kaçtı ha kaçacak. O sırada kızım Orkide Meltem geldi, ardından her zamanki gibi diğer çocuklar girip çıkıp sohbet ettiler. Yetkili böylece iskemleye yerleşti, rahat rahat kahvesini içti. Nihayet sınıfı görmek istedi. Ardından da “İyi ki girmişim, bahçeden bir adım ileri gitmeyi düşünmüyordum. Sosyal girişimcilikle zihinsel engelliler ne alâka diyordum, aslında tam da buluştukları yermiş” diye ekledi.

Güler: Toplum o kadar cahil ki, “ısırır mı, vurur mu” diye soran sıklıkla çıkıyor. Dik dik bakıyor insanlar. Daha çok yol alması lâzım toplumun.

Kaynaştırma eğitimi sadece zihinsel engelliler için değil, tüm çocuklar için iyi bir eğitim. Çünkü bu şekilde beraber büyüdüklerinde, ilerde sadece zihinsel engellilere değil, tüm farklılıklara karşı ayrımcılık yapmayacaklar. Yabancılık hissi ortadan kalkacak.

Türkiye’de zihinsel engelli annesi olmak nasıl bir şey? Doğumdan bugüne merhale merhale gelişen tecrübelerinizi anlatabilir misiniz?

Kızım 31 yaşında. O doğduğunda burada kimse down sendromlular hakkında bilgi sahibi değildi. Konu tabu mertebesindeydi. Ben bile doğumdan önce down sendromundan haberdar değildim.. Yavaş yavaş öğrenmeye başladık. “Niye ben” sorusunu bir köşeye atıp kabullenme sürecini kolay geçirmedik. Bu konuda bize yardım edecek ne kamu ne özel hiçbir kurum yoktu. Her şeyi tek başımıza kotarmak, el yordamıyla ilerlemek zorundaydık. Şimdi daha doğmadan insanlar çocuklarının down sendromlu olduğunu, bunun dünyanın sonu anlamına gelmediğini öğreniyor, çocukların gelecekteki eğitimleri üzerine planlama yapabiliyor. Kızım bir yaşına geldikten sonra özel çabamız ve bütçemizle haftada üç gün eğitim aldırmaya başladık. O zaman rapor sayesinde kamusal eğitim de söz konusu değildi. Ülkede onlara göre oyuncak bile yoktu. İnce motor-kaba motor gelişimi, hafıza çalışmaları için yurtdışından oyuncaklar getiriyorduk. Ancak bu çabayla şu anki nitelikli hayatlarına kavuştular. Biz çocuğumuzu hiç saklamadık. Nereye gidiyorsak bizimle geldi. Ailemiz de çok yardımcıydı. Bu kooperatifi kuran diğer ailelerdeki gibi, kızım Dila o açıdan çok şanslı. Bu kooperatifi belli bir düşünce yapısındaki insanlar kurdu.

Eğitim hayatında ne gibi zorluklarla karşılaştınız.

Çalışan bir anneyim. Dila’ya yuva bulmakta çok zorlandım. Özel yuva sahipleri kayıt yapmak isteseler bile veliler karşı çıkıyor, çocuklarını yuvadan almakla tehdit ediyordu. Kaç tane özel yuvanın kapısından döndükten sonra, uzun seneler İsveç’te yaşamış birinin açtığı bir yuvaya denk geldik. Sahibi açık fikirli olduğu için Dila ilkokula kadar onun yuvasına gidebildi. İlkokul gelip çattığında kara kara düşünmeye başladık. Şimdiki gibi az da olsa engellilere hitap eden herhangi bir kamu okulu yoktu. Özellerin hepsinde yine aynı bahaneler, “şöyledir, böyledir, alamayız, kusura bakmayın”. Her kapıdan ağlaya ağlaya eve dönüyorum. Ardından devlet okullarının kapısına dayandım. Çok kalabalık okullarda çocuğumun kaybolma riski var, ona kim sahip çıkacak? Allahtan, makûl sayıda öğrencinin eğitim aldığı, evimize yakın, müdürü iyi niyetli bir okul bulduk. O zamanlar doğru dürüst “kaynaştırma sistemi” yoktu, kâğıt üzerinde kalıyordu. Oysa zihinsel engelli çocukların kaynaştırma sisteminde eğitim alması, her sınıfta bir-iki zihinsel engelli çocuğun diğerleriyle beraber eğitim alması çok önemli. Çünkü iyiyi gördükçe taklit ediyor ve daha hızlı öğreniyorlar. Tam tersi de söz konusu, kendisinden daha ağır durumdakileri görünce kötü alışkanlıklar elde edebiliyor. Öğrenmeye inanılmaz açıklar.

Diğer çocuklar nasıl davranıyordu Dila’ya?

İlkokul boyunca hiç sorun yaşamadık. Çünkü aslında çocuklar arasındaki ilişki tamamıyla öğretmenin elinde. Öğretmeni sayesinde Dila sınıfta en önde oturuyordu. Her gün yanından başka bir arkadaşı geçiyordu. Böylece tüm çocuklar Dila ile arkadaşlık kurdu. Bizimki teneffüslerde saklanır, tüm arkadaşları onu arardı. Ancak öğretmen dik durdu. Ardından lisede, Şöhret Kurşunoğlu Özel Eğitim ve Mesleki Eğitim Merkezi’ne gittiği için hiç sorun yaşamadı.

İlkokulda önce bazı veliler yine “istemiyoruz” diye isyan ettiler. Veli şiddeti önemli. Ancak öğretmeni çok dik durdu. Böylece Dila sekizinci sınıfa kadar kaynaştırmada yer aldı. Bu sadece zihinsel engelliler için değil, tüm çocuklar için iyi bir eğitim. Çünkü bu şekilde beraber büyüdüklerinde, ilerde sadece zihinsel engellilere değil, tüm farklılıklara karşı ayrımcılık yapmayacaklar. Yabancılık hissi ortadan kalkacak.

Genetik değişiklikleri bazı engellere sebep olsa da çocuklarımızın duygusal ufukları çok geniş. Duygusal engeller söz konusu değil. Dila mesela, üniversiteye gitmek, mimar olmak, güzel evler yapmak istiyor. Erkek arkadaşı olsun istiyor. Bu yüzden biz kadınlar güç birliği yapıp, kafa kafaya verip tüm sorunlarımızı beraber çözüyoruz. Mesela beraber cinsel eğitimlerini örgütlüyoruz.

Diğer engelli ailelerle ne zaman tanıştınız?

Dila liseye başladığında. İlkokulda iki tane daha zihinsel engelli arkadaşı vardı. Ancak çok yoğun çalıştığım için pek iletişim kuramadım. Gittiğimiz psikolojik danışma merkezlerinde karşılaşıyorduk. Şöhret okuluyla beraber birlik olmaya başladık.

 

Siz çocuğunuz vesilesiyle mi zihinsel engellilere eğitim veren bir okulda çalışmaya karar verdiniz?

Özkan: Hayır, ben zaten öğretmendim. Kızım Orkide Meltem 37 yaşında. Doğduğunda neredeyse yirmi yıllık öğretmendim. Öğretmen okulunda özel eğitimlerle ilgi bazı dersler almıştık, ama down sendromuna dair hiçbir bilgimiz yoktu. Ben sorunca hastanede doğrudan şöyle dediler: “Geri zekâlı”. “Eyvah” dedim. Aklıma hemen şu düştü: Daha evli değildim. Adapazarı’ndan buraya tayinim çıktığında müfettiş “sen çocukları çok seviyorsun, Sabancı yatılı zihinsel engelliler okuluna atayalım seni” demişti. Gittik okulda beraber yemek yedik. Müfettişin anlattıklarını dinledikten sonra, “beni affedin, gelmeyeyim, dayanamam” diye yanıt verdim. Hastanede çocuğumun down sendromlu olacağını söylediklerinde, “tüh, ne kadar da bilgilenebilirmişim” diye gitmediğime hayıflandım.

İlk zamanlar çok zor geçti. Çoğu aile gibi biz de “senden mi, benden mi?” kavgasını yaşadık. Kabullenme sürecinden sonra kızımın ufku açılsın diye bulabildiğimiz tüm imkânları değerlendirmeye başladık. Zaten ne kadar verirseniz o kadar daha açılıyorlar.

Kızımı okula giderken yanımda götürüyorum. Her gün vapura biniyoruz. Herkes gözlerini dikip bize bakıyor. Hiç sesimi çıkarmadım önceleri. Ancak o sordu sonunda, “anne herkes dik dik niye bana bakıyor” diye. “Sen iyi yüzdüğün için televizyona çıktın ya, oradan hatırlıyorlar, bu şampiyon kim diye bakıyorlar” diye cevapladım. Ondan sonra rahatladı. Sosyal medya ve iletişim araçlarıyla otuz yıl öncesine göre zihinsel engelliler çok daha görünür olsalar da, hâlâ çok sayıda insan dik dik, uzaylı görmüş gibi bakabiliyor.

Güler: Burada farklılıklara saygı yok. Biraz değişik biri görünce hemen yabancı hissediyor insan. Farklı olan yabancılık hissi yaratıyor. Farklıları dışlamak son yıllarda iyice arttı. Bazen de görseler dahi algılamıyorlar. Bir tür görmezden gelme de var sanki.

Eşlerinizin kooperatife bakışı nasıl? Nurtepe İlk Adım Kooperatifi’nde eşler önce kooperatifin hayatta kalmasına ihtimal vermemiş. Sonra “biz dernek kuruyoruz, bir-iki senede kapanıyor, siz 15 sene nasıl sürdürebiliyorsunuz” diye hayret etmişler.

Özkan: Eşim hukukçu, hâkimlikten ayrıldıktan sonra avukatlık yaptı. Toplantılar başladığında “her perşembe nereye gidiyorsun böyle” diye sordu. “Kadınları kışkırtmaya gidiyorum” diye cevapladım. (gülüyorlar) Rahmetli teyzem de oradaydı. Kocam ona dönüp “bunlar böyle boşa gelir giderler” diye takıldı. Ancak aylar sonra onların da katıldığı bir toplantıda, kooperatifin ayağa kalkacağına artık o da inanmıştı. Çalışmış olsa bile kadını evinde, çoluğuyla çocuğuyla haşır neşir, gündelik işlerle uğraşan bir çerçeveye sıkıştıran anlayış hâkim. Sanırım bu yüzden kocaların ilk tepkileri “bunlar beceremez” olabiliyor.

Güler: Eşim bana güven duyar. Bir kooperatife girmişsem bunu sorgulamaz. Bizde öyle izin almak gibi bir durum asla yok.

Kooperatifte, down sendromlulara, otistiklere ve özel öğrenme güçlüğü çekenlere geniş yelpazede bir eğitim veriyor. İçeriği biraz açar mısınız?

Evet, özel öğrenme güçlüğü çeken çocuklara biz “mental” diyoruz. Okumayı öğrenmekte, aritmetikte zorlanan çocuklar bunlar. Teknolojinin verdiği konformizm yüzünden mental çocukların sayısı giderek artıyor. Ele tutuşturulan i-padler, telefonlar, 24 saat açık televizyonlar büyük psikolojik sorunlara kapı açabiliyor. Teknolojiye çok maruz kalan çocuklarda otizm belirtileri ortaya çıkabiliyor. Özellikle çocuklar açısından ilk üç yıl çok önemli. Bir sınıfa girdiğinizde çocukların en az yarısında çeşitli seviyelerde hiperaktif dikkat bozukluğu semptomuna rastlayabiliyorsunuz. Yardım edilmezse ileride hayatları çok zorlaşıyor. Bu yüzden, genetik engelleri bulunmayan, ancak öğrenme güçlüğü çeken öğrencilere de eğitim veriyoruz. Bu çocukların bazıları diğer çocukları görünce gelmek istemeyebiliyor. “Bunlar geri zekalı, ben değilim” diye düşünüyorlar. Yine yabancılaşma sorununa tosluyoruz. Kaynaştırma eğitimi tek çözüm. Beraber vakit geçirmeleri çok önemli.

Bu türden çocuklara en çok hangi türden eğitimler veriyorsunuz?

Özkan: Davranış bozukluğu çok yaygın. Nerde nasıl davranacağını bilmeyen, hiçbir kuralı tanımayan, durmaksızın isyan eden çok çocuk var yeni nesillerde. Bu bir oranda aileyle düzeltilebilecek bir bozukluk. Tüm aileye eğitim vermek gerekiyor. Çünkü çocuk zamanının çoğunu evde aile üyeleriyle geçiriyor. Aile sizin verdiğiniz eğitime paralel davranmazsa, çocukta bir gelişim görmek neredeyse imkânsız. Nasıl anne ve baba çocuğun eğitiminde birbirlerine zıt kararlar verince davranış bozuklukları ortaya çıkıyorsa, bunu düzeltmenin yolu da aileyi eğitmekten geçiyor. O yüzden burada onlara da eğitim veriyoruz.

Aynı sorun zihinsel engelliler için de geçerli. Zihinsel engellilerde davranış bozukluklarını küçük yaşta aile ve okulun işbirliğiyle tolere etmek mümkün. Ancak yaş ilerledikçe önlem alınmazsa davranışlar yerleşiyor.

Güler: Rehabilitasyon faaliyetleri dışında resim, müzik, tiyatro ve yoga eğitimleri de veriyoruz. Rehabilitasyon sadece eğitim meselesinin akademik yanına hitap ediyor. Kooperatifimiz bundan daha geniş bir alanda hizmet veriyor. Hayat matematik ve Türkçeden ibaret değil. Her pazartesi ressam arkadaşlarımız Sabahat Balta ve Öznur Karadayı eşliğinde resim atölyesi düzenleniyor. Salı günleri flamenko, çarşambaları folklor, perşembeleri drama, cumaları ritm eğitimleri devam ediyor. Ayrıca haftada iki gün yüzüyorlar. Gedik Üniversitesi’nde “bütünleşik fiziksel aktivite” adlı bir proje çerçevesinde haftada bir gün spor yapıyorlar. Her gün el sanatları eğitimi alıyorlar. Ahşap tepsi, bijuteri, kitap ayracı, not defterleri üretmeyi öğreniyorlar. Çok sabırlı oldukları için müthiş üretiyorlar. Her eğitim yılı sonu, halka açık sanat faaliyetleri düzenliyoruz.

Özkan: Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde bir sergi açtık. Atölyeyi düzenleyen ressam arkadaşın sanatçı dostları da geldi. Şöyle dediler: “Sen anlatıyordun ama, bu kadarını da beklemiyorduk.”

Güler: Birçok insanın zihninde önyargılar var, mesela “mor köpek” hayal etmezler. Ama bu çocukların böyle sınırları bulunmuyor. O yüzden ortaya hayret verici, çok güzel resimler çıkıyor. Gerçekten de çok usta ritmcilerimiz var. Her yıl Bremen Mızıkacıları üniversitelerde, konferanslarda, şenliklerde ve salonlarda konserler veriyor. Bir öğrencimiz, Amerika’da gerçekleşen özel olimpiyatlara yüzme dalında katıldı. Türkiye birincilikleri var.

Özkan: Türkiye’de 50 metreyi 80 saniyede yüzerken, Amerika’da 59 saniyeye indirdi. Olimpiyat komitesi bu büyük gelişime inanmadığı için derecesini saymadı. Bizde o yüzden “Meltem diskalifiyeyle birinci oldu” diyoruz. Hatta Meltem birincilik kürsüsünü görünce “burası benim bölgem” diyor. (gülüyorlar)

Güler: Belediyelerde çeşitli konularda kurslar mevcut. İş okullarında marangozluk gibi bazı zanaatları öğretmeye çalışıyorlar. Ancak zihinsel engelli çocuklar sürekli faaliyet göstermedikleri zaman öğrendiklerini, kimi zaman okuma-yazmayı bile unutabiliyorlar. Bu açıdan Türkiye’de bizim gibi devamlılık arz eden bir kurum yok.

Özkan: Zihinsel engelli okulları aslında çok yetersiz. Dört yıllık lise eğitimi boyunca her yıl başka bir zanaat öğretmeye çalışıyorlar. Tamamen yanlış bir yöntem. Bu yüzden aslında hiçbirini öğrenmiyorlar.

Belediyelerde çeşitli konularda kurslar mevcut. İş okullarında marangozluk gibi bazı zanaatları öğretmeye çalışıyorlar. Ancak zihinsel engelli çocuklar sürekli faaliyet göstermedikleri zaman öğrendiklerini, kimi zaman okuma yazmayı bile unutabiliyorlar. Bu açından Türkiye’de bizim gibi devamlılık arz eden bir kurum yok.

Kooperatifin gelecek planlarını kısaca anlatabilir misiniz?

Şimdi nihayet kafemiz hayata geçti. Orayı kısa vadede iyice işlevsel hale getireceğiz, şimdiden hafta sonu kahvaltıya, yemeğe gruplar gelmeye başladı. İsveç’ten Grunden adlı bir engelli kooperatifi bizi ziyarete geldi. Olof Palme Projesi kapsamında ortaklığa gittik. Aynı sene biz de bir hafta boyunca onlara misafir olduk. Gelir elde etmek, engellilere istihdam sağlamak için bir otel açmışlar. Bir katı yaşlı bakım evi işlevi görüyor. Sıcak mutfak, soğuk mutfak, bahçe, temizlik, servis, resepsiyon, bir otelde gerekli tüm işlerde engelliler çalışıyor. Arkadaşlarla kafa kafaya verdik. Şöyle dedim: “Hepimiz dünyayı aynı anda terk edecek değiliz, biz de böyle uzun vadeli planlar yapabiliriz.” İsveç’te bir kamping kooperatifini de bu nedenle ziyaret ettik. Ancak içimize pek sinmedi. Nihayetinde bir otelde karar kıldık. Üst katta kooperatif üyeleri çocuklarıyla kalır, alt katlarda faaliyet gösteririz. Biz göçüp gittiğimizde hem kooperatif devam eder, hem de çocuklar yer değiştirmek zorunda kalmaz, yabancılık çekmez. Böylece önceki engelliler köyü kurma projemizden vazgeçip otel fikrine yöneldik.

Her yıl Kadın Kooperatifleri Çalıştayı’na düzenli katılıyorsunuz. Sizi esinlendiren kooperatiflerle karşılaşıyor musunuz?

Son çalıştayda Merzifon’dan Amesia Çalışan Arılar Kadın Girişimci Üretim ve İşletme Kooperatifi ile tanıştık. Onları Merzifon’da da ziyaret ettik. Seksen kadın bal üretiyorlar, köyden göçü engellemek için mücadele ediyorlar. Devlet desteğiyle kurulsalar da, örgütlenmeleri çok esinlendirici. Ne yazık ki devlet herkese eşit derecede destek vermiyor. Bu da devletten yardım alan kooperatifleri bazen itici gösterebiliyor. O yüzden etiyle dişiyle kooperatif kurup ayakta tutan kadınlara çok saygı duyuyorum.

Aralık ayında Ankara’daki kooperatif fuarında Nallıhan’da iğne oyası üreten Han İpek Kadın Girişim Kooperatifi ile tanıştık. Yurtdışına ihraç etmeye başlamışlar. Çok nitelikli üretim yapıyorlar. Japon bir kadın arkadaş inatla öğrenmeye çalışmış.Yed-sekiz saat denedikten sonra fenalık geçirmiş, ambulans çağırmışlar. (gülüyorlar)

Son olarak kooperatifçilik ilkelerini beraber değerlendirsek? Herkese açık, gönüllü üyelik ile başlasak?

Herkes üye olabilir. Ancak engelli çocuk ailelerine öncelik veriyoruz. Üyelik için hiçbir deneme süresi koymuyoruz.

Demokratik katılım, karar alma süreçleri.

Güler: Örnek vereyim. Araba lazım. Tüm üyeler toplanıyor. Müşterek karar veriyor.  Şu anda 14 üyemiz var. Üye olmayan ailelerin çocuklarına da eğitim veriyoruz. Bu yüzden 70’in üzerinde öğrencimiz var. Bu 14 üye önemli kararların hepsi için toplanıyor.

Ekonomik kararlarda ve paylaşımda eşitlik.

Özkan: Mesela bu yıl aidat alınacak. Genel kurulda beraber tespit ediyoruz. Dışarıya üretim yaptığımızda atölye deneyimi bulunan bir arkadaştan destek aldık. O da belli bir saat ücreti tespit etti, herkese eşit dağıttı. Sonra o arkadaş kendi ücretini az bulunca, parça başında döndük (gülüyor). Piyasa üzerinden dikiş değerini düşünce kooperatife de bir miktar para kalıyor.

Otonomi-bağımsızlık.

Kararlarımızı tamamen bağımsız veriyoruz. O yüzden de belediyelere pek yanaşmıyoruz. Onlara maddi ya da manevi borçlu kalmak, onlardan direktif almak istemiyoruz.

Sürekli eğitim, öğrenim bilgi paylaşımı.

Herkesi bilmem ama bizde var! (gülüyorlar)

Güler: Çocukların yaptığı çizimleri önlük, çanta, tabak altlıklarına basmayı öğreniyoruz. KEDV’in kadınlara yönelik eğitimlerinin Maltepe’deki ayağını biz yürütüyoruz.

Başka kooperatiflerle dayanışma.

Özkan: Bizim alanımızda çalışan kooperatif yok. Tüm kadın kooperatifleri çalıştaylarına gidip deneyim paylaşıyoruz. Başka kadın kooperatiflerinin üretim ve örgütlenmesini bazen buraya yansıtıyoruz.

Toplumsal dönüşümü hedeflemek.

Zaten bir eğitim kooperatifiyiz. Toplumdaki büyük eksikliklerden biri üzerine çalışıyoruz. Ama bana sorarsanız şu anda herkesin gece gündüz önümüzdeki seçimle ilgilenmesi gerekiyor. 

^