KÜRESELLEŞME SORGULANIYOR –II  

Ümit Akçay
7 Mayıs 2022
Yinka Shonibare, "Yeryüzü Elementleri"
SATIRBAŞLARI

Geçtiğimiz hafta 1+1 Express sayfalarında yeni bir yazı dizine başladım: “Küreselleşme sorgulanıyor”. İlk yazıda küreselleşme tartışmasını sermayenin 1970’lerdeki krizden çıkış stratejilerinin şekillendirdiğini belirtmiştim. Üç ayaktan oluşan bu stratejilerin ilki olan sermayenin uluslararasılaşması, yine geçen haftanın konuları arasındaydı. Bu hafta sermayenin krizden çıkış stratejisinin ikinci ayağına odaklanacağım: Ekonomi politikalarının yeniden şekillendirilmesi ya da neoliberalizmin yükselişi.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu dahil, normalde bu terminolojiyi kullanmayan çeşitli çevrelerin “neoliberalizmin sonunun geldiği” yönündeki açıklamalarını duymaya başladığımız bu dönemde, “biten”in ne olduğunu hatırlamak önemli olabilir.

Kısacası, bu yazıda ekonomi politikalarındaki değişime odaklanarak neoliberalizmin yükselişinin kısa hikâyesini ele alacağım.

1970’lerdeki kriz sonrasında, ekonomi politikalarındaki değişim 1980’lerde geldi. ABD ve Avrupa için değişim Keynesyen talep yönetimi politikalarının terk edilmesi ve yerine özelleştirmeler, kuralsızlaştırmalar ve serbestleştirmelerden oluşan neoliberal paketin uygulanmaya başlamasıydı.

Kapitalizmin “altın çağı”

Keynesyen talep yönetimi politikaları kapitalizmin 20. yüzyıldaki en büyük krizi olan Büyük Buhran’dan (1929) çıkış için formüle edilmişti. İngiliz iktisatçı John Maynard Keynes’in formüle ettiği haliyle, ekonomideki sorun piyasa mekanizmasının kendiliğinden işleyişi sonucu dengelenemeyeceğidir. Keynes kendisinden önceki liberal iktisatçılar kuşağından olan Jean-Baptiste Say’ın “her arz kendi talebini yaratır” argümanını reddederek talebin etkin ve bilinçli devlet müdahaleleriyle yönetilmesi gerektiğini savunmuştur. Yani Büyük Buhran’dan çıkış ancak “devleti çağırarak” gerçekleşmiştir.

1980’e gelindiğinde kapitalizmin “altın çağı” çoktan kapanmıştı. Gündem “yüksek enflasyondan nasıl kurtulunur”a odaklanmıştı. Neoliberaller iki hedef seçti: sendikalar ve devletin sosyal fonksiyonları.

Keynesyen ekonomi politikaları kabaca 1945-1980 arasında merkez ülkelerde etkin oldu. Ancak, bu basit bir iktisat politikası tartışması değildi. İki dünya savaşı, bir büyük kriz, faşizmin yükselişi ve Sovyetler Birliği’nin kurulması karşısında kapitalizmin ayakta kalmak için saptığı mecburi istikametti.

Bu dönemde, kamu hizmetleri gelişti, kritik sektörler kamu kontrolüne alındı, eğitim, sağlık, ulaştırma ve barınma gibi alanlar meta mübadelesinin dışına çıkarıldı. Emeklilik, sosyal güvenlik ve sigorta hakları genişletildi. Tüm bunların gerisinde sendikaların güçlenmesi, toplu pazarlık sistemlerinin yaygınlaşması ve emeğin kurumsal, örgütsel ve siyasal gücünün artması yatıyordu.

Liberal iktisatçılar kuşağından Jean-Baptiste Say (üstte), John Maynard Keynes ve 1929 Büyük Buhran’ı sırasında aileleri için “İşsizlerin çocuklarına ücretsiz gıda ve kıyafet talep ediyoruz” pankartı açan çocuklar

Sosyal demokrat bir yorumla sürece bakarsak, bu dönem ekonomik büyümenin nimetlerinin emek ve sermaye arasında adilane paylaşımı söz konusuydu. Zira emek üretkenliği artışı ile reel ücret artışı birbirine paralel olarak ilerliyordu. Bu yaklaşıma göre, “karma ekonomi” modeli kapitalizmi 1929 krizinden çıkarmakla kalmadı, kapitalizm tarihinde görülmemiş bir yüksek tempolu büyüme döneminin yaşanmasına da neden oldu. Böylelikle, kendi kendine işleyen piyasanın tüm toplum için en etkin sonuçları yaratacağı inancı derinden sarsılmıştı.

Bu süreç elbette başka açılardan da değerlendiriliyor, ama detaya girmeden sadece birine değinerek devam edeyim. Bazı eleştirel siyasal iktisat analizleri, 1945-1980 dönemindeki sosyal kazanımların işçi sınıfının 20. yüzyıl başından itibaren sürdürdüğü canlı mücadele sonunda geldiğini savunmaktadır. Dahası, bu yaklaşıma göre, ücretlerin göreli artışı bir yandan işçi sınıfının militanlaşmasını engellemek ve mücadeleci işçileri ayıklamak için bir araç olarak kullanıldı. Diğer yandan da kitlesel üretim modelinin (Fordizm) bir gereği olarak kitlesel tüketimin koşulları yaratıldı.

Muhafazakâr karşı devrim

1980’e gelindiğinde kapitalizmin “altın çağı” çoktan kapanmıştı. Gündem “yüksek enflasyondan nasıl kurtulunur”a odaklanmıştı. Neoliberaller iki hedef seçti: sendikalar ve devletin sosyal fonksiyonları. Sendikalar emek piyasasının işleyişini bozdukları ve ücretlerin aşağıya doğru esnekliğini önledikleri gerekçesiyle eleştirildi. Devlet ise piyasaların işleyişine müdahale etmekle suçlandı. Bu iki eleştirinin de gerisinde piyasaların kendiliğinden işleyişinin tüm toplum kesimleri için en etkin sonuçlar yaratacağı inancı vardır.

Neoliberal politikalar geniş toplum kesimleri için yıkım getirdi. Kemer sıkma uygulamalarının süreklileşmesi, kamu hizmetlerinin bir hak olmaktan çıkarılması ve paralılaştırılması, eşitsizlikleri eşi görülmemiş bir şekilde artırdı. Şimdilerde neoliberalizmin nasıl geride bırakılabileceği arayışları var.

Sendikaların gücünün kırılması ve devlet müdahalesinin yönünün değiştirilerek yeniden tanımlanması teknik değil, siyasi bir konu. Dolayısıyla, neoliberal politikalar dünya genelinde sağ muhafazakârlar tarafından hayata geçirildi. Bu dönemde devlet-toplum ilişkilerinin nasıl şekillendiğine önümüzdeki hafta daha fazla gireceğim, ama şimdilik şunu belirteyim: Muhafazakâr karşı devrim aynı zamanda otoriter devlet biçimlerinin gelişmesini beraberinde getirdi.

Sendikaların gücünün kırılması ve devletin piyasa ilişkilerini gözetecek bir şekilde yeniden yapılandırılmasını amaçlayan ekonomi politikası paketine neoliberalizm denebilir. Burada para politikası siyasetçilerin kontrolünden çıkarılarak bağımsız merkez bankalarına teslim edildi. Maliye politikası ise denk bütçe prensibiyle etkisizleştirildi. Emek piyasaları için önerilen esnekleştirme politikalarının hedefiyse örgütlü emeğin gücünü kırmaktı.

Özelleştirmeler ve yıkım

Tüm bu hikâyede özelleştirmelere özel bir parantez açmak gerekiyor. Özelleştirmeler kamu işletmeciliğinin verimsiz olduğu iddiasından yola çıkar ve kamu tekellerinin kırılmasıyla sistemin rekabete açılabileceği ileri sürülür. Yaklaşık kırk yıllık uygulama sonrası bu iddialar yanlışlandı. Ancak, konu basit bir teorik tartışma değil. Ücretlilerin gündelik hayatlarında somut sonuçları var.

Bu açıdan baktığımızda, sermayenin 1970’lerdeki krizden çıkış stratejisinin önemli ayaklarından olan neoliberal politikalar geniş toplum kesimleri için yıkım getirdi. ABD ve Avrupa’da reel ücretlerin 1970’lerden beri anlamlı bir şekilde artmaması, kemer sıkma uygulamalarının süreklileşmesi, özelleştirmelerle kamu hizmetlerinin bir hak olmaktan çıkarılması ve paralılaştırılması ekonomik ve sosyal eşitsizlikleri eşi görülmemiş bir şekilde artırdı.

Şimdilerde küreselleşmenin daha sıklıkla sorgulanmasının gerisinde, bir önceki krizden çıkış için işlevli olan neoliberalizmin günümüzde nasıl geride bırakılabileceği arayışları var. Sonraki yazıda bu sürecin Türkiye gibi ülkelerde nasıl yaşandığına değineceğim.

^