28 Aralık 2011 gecesi 34 Roboskî sakiniyle beraber katırları da bombalandı. Operasyon daha sonra diğer katırlara da uzanacaktı. Aynı Latin Amerika’da, Afrika’da, sazlıklara, dağlara, keçilere, atlara uzandığı gibi… Erselan Aktan’ın daha önce birdirbir’de yayınladığımız yazısını naklediyoruz…
Yüksekova ovasını ikiye bölen eskilerin nehri, şimdilerin arkı Nihêl’in hikâyesini anlatan Doskî mıntıkası köylüleri, Eduardo Galeano’nun Latin Amerika’nın Kesik Damarları kitabından alıntı yapar gibi konuşur: Nehrin kıvrıldığı menderesler, mendereslerin kıvrımlarında yuvalanmış kaz ve leylek sürüleri, onları avlayarak yaşayan tilkiler; nehrin durgun suyundan bataklığa dönmüş, insan boyunu aşan kamış ve “delaf” sazlıkları, sazlıklara girdi mi bir daha bulunamayan yaban domuzu sürüleri ve nehir suyundan beslenip sonbaharın sonuna kadar yeşil kalan otlardan beslenen yılkı atları…
Sömürgeci için varlık sadece insandan ibaret değildir. Doğası, suyu, nehri, tilkisi, kuşu tekmil başkaldırmak için hazırdır. İnsana dair politikalar onları da içerir.
Yaşlı ve genç denebilecek köylülerin bu ortak tasvirinin Latin Amerika köylülerinin hikâyesiyle örülmesi ‘90’lı yıllarda başlar. Nihêl’in Zap suyuna daha hızlı, menderes çizmeden varması için çalışmalara girişilir. Nihêl’in önü açılır, kıvrılan yerler iş makinalarıyla düzeltilir; bataklıklar, sazlıklar kurutulur, nehrin tüm damarları kesilir… Ovanın ortasında dımdızlak kalan hayvanların uçabilenleri bir daha dönmemek üzere göç eder. Uçamayanlar yeşil yaylalara ulaşabilmek için Oramar ve Doskî dağlarının yolunu tutar. Hem yaylalar hem de yaylalara çıkan güzergâhlar yasaklanır. Yaylalara ulaşamayan sürüler ya susuzluktan ya da güvenlik amaçlı çıkarılan orman yangınlarından, ulaşabilenler topçu ateşi ve uçak bombardımanlarından ölür.
Vulpes Vulpes Kurdistanica
Yüksekova’nın ve ovaya bakan köylerinin yapısını tamamen değiştiren bu gibi “proje”ler, Latin Amerika köylerinde dönemin sömürgeci devletleri tarafından üretimi artırmak vaadiyle, Afrika’da ise hem üretim hem de güvenlik için uygulanır. Frantz Fanon sömürgecinin bunu yaparken yeterince açık ve aleni olmasına özen gösterdiğini yazar: “Sömürü asla fark edilmeden gerçekleşmez, çünkü varlığa yönelir, varlığı tamamen değiştirir, özünü değiştirecek denli parçalara ayırır…”
Sömürgeci için varlık sadece insandan ibaret değildir. Doğası, suyu, nehri, tilkisi, kuşu tekmil başkaldırmak için hazırdır. İnsana dair politikalar onları da içerir. Asimilasyona sadece “yerel dillerin” ıslahı için başvurulmaz. Dil tekliğinin çeperleri içerde ve dışarıda olabildiğince sağlamlaştırılır: Asıl adı Gever olan Yüksekova’nın Nihêl’inden kovulan tilkilerin hayatta kalmayı başaranlarına The International Commission on Zoological Nomenclature’ın verdiği “Vulpes Vulpes Kurdistanica” ismine zamanın hükümeti şiddetle karşı çıkar ve ona “Kızıl Tilki” adını koyar. Sınırları aşmayan hayvanların isminde sorun yoktur, onlar er geç “eski isimlerini” bırakıp modern bir dille telafuz edilecektir.
Zooloji ve insan
Fanon sömürgecinin sömürge halkından bahsederken zoolojik terimlere başvurmasının nedenini yerel insan ve onun doğasına karşı aynı anda aldığı tavra bağlar. Yerel halk, sömürgecinin dilinde tavşan gibi ürer, tilki gibi kurnazdır, domuz gibi geberir, at gibi telef olur… Benzetme iki yönlü kullanılır, nefret ikisini birden hedef alır. Doğası ve hayvanı yerel halkın varlığının özündendir. Moderne karşı anlaşılmaz bir keçi inadına girişen halkın suçuna ormanlar, çalılar, sazlıklar ve oradaki canlıların hepsi birden iştirak eder. Boşaltılmış köylerden yiyecek yardımı alamayan asiler dağ keçileriyle beslenir, saklanmaları için kamuflajı ormanlıklar ve sazlıklar verir. Dağlar hem mevzi hem siperdir. Suça karışmayan hiçbir şey kalmamıştır.
Moderne karşı anlaşılmaz bir keçi inadına girişen halkın suçuna ormanlar, çalılar, sazlıklar ve oradaki canlıların hepsi birden iştirak eder. Boşaltılmış köylerden yiyecek yardımı alamayan asiler dağ keçileriyle beslenir, saklanmaları için kamuflajı ormanlıklar ve sazlıklar verir. Dağlar hem mevzi hem siperdir. Suça karışmayan hiçbir şey kalmamıştır.
Baskı altındaki insanlar nefretin kime, neye yöneldiğini rahatlıkla anlar; onları sahiplenir ve onlarla özdeşim kurar. 1995’te doğan çocuğuna Gabar ismini vermek isteyen köylüye nüfus memurları anlam verememişti; bu fikri üstleriyle de teati eden memurlar sonunda olayı anlamsız bulmuş ve reddetmişti: “İnsana dağ ismi uygun düşmez.” Memurların gözünden kaçanlar dışında Cudi ve Nurhak da benzer kaderi paylaşmıştı. Zagros’sa bunu daha ağır yaralarla atlatacaktı: 2005’te Yüksekova’da Zagros adıyla açılan iş merkezi açıldığı günden 2012’ye kadar yedi bombalı saldırının ve onlarca baskının hedefi olmuştu.
Zagros İş Merkezi’ne yönelen saldırıların asıl amacının işadamlarının PKK’ye verdiği mali desteğin kesilmesi olduğunu belirten yetkililer beyanlarının iyice anlaşılması için satır aralarında yine zoolojik tasvirlere başvuruyordu: “Sivrisineği yok etmek için bataklığın kurutulması lazım.” Bataklığı bitkiler, dereler ve hayvanlar birlikte hayatta tutuyordu. Hepsi birden, angajman kuralları gereği, devletin birliğini bozmaya yönelik faaliyetlere karşı mücadeleden nasibini alıyordu.
“Kaçakçılık katırdır”
2011’de Roboskî’de insanlar ve katırlarının birlikte öldürüldüğü katliamın hemen ardından ana akım köşe yazarlarından biri öldürülen insanların ve hayvanların benzerliğine ve işbirliğine dikkat çekmişti: “Kaçakçılık katırdır.” Herhangi bir soruşturmaya konu olmayan bu ırkçı tutum bölgedeki hukuk mekanizması için ilham teşkil etmişti. Yüksekovalı köylülerin anlatımlarına göre “teslim ol!” ikazlarıyla el konulan 97 katır için “orijini belli olmadığı” gerekçesiyle itlaf kararı çıkmıştı. Karar Roboskî için de emsal teşkil edecekti. Yetkililer hayvanların katledilmesine, nehirlerin kurutulmasına, dağlara giden geçiş güzergâhlarının barajlarla doldurulmasına verilen tepkilere anlam veremiyordu. Onlara göre bu, hizmetleri sekteye uğratmak için uydurulan “ekoloji mekoloji teranesi”ydi.
Beşir’le Vals filminde 1983’te Lübnan’daki savaşı ve yıkımı duygusal reaksiyonlardan azade bir profesyonellikle fotoğraflayan bir fotoğrafçının makinasının kırılmasından sonra yaşadığı travma anlatılır. Lübnan’da, çatışmaların yaşanmadığı bir caddedeki hipodromda onlarca Arap atının öldürüldüğünü, onlarcasının da yaralandığını görür fotoğrafçı. Yaralı Arap atlarının acılı kişneyişi ona atların kimliğini bir anlığına unutturur. Havsalası atların bu acıyı hak edecek ne yapmış olabileceğini almaz. Ve ama bu travmayla yaşamayı da göze alamaz. Kendisini bütün bunların dışında olduğuna inandırmak için disosiasyonu hayatının bundan sonrası için kalkan yapar: Orada gördüğü atların ölümü değil, bir savaşın, bir savaş filminin iyi kurgulanmış, iyi çekilmiş bir sahnesidir…