İKİ ÜLKE, İKİ İSYAN: “AŞK BİTTİ”

Söyleşi: Yiğit Atılgan
3 Haziran 2020
SATIRBAŞLARI

2013 Haziran’ında Türkiye sokakları Gezi direnişine tanık olurken Brezilya halkı da ulaşım zamlarına tepki olarak sokağa çıkmış, iki isyan arasında duygusal bir bağ gelişmişti. Türkiye’nin dört bir yanında “Her yer Taksim, her yer direniş” sloganı yankılanırken, Brezilya sokakları “Aşk bitti, burası artık Türkiye” diye çınlıyordu. İki isyanın üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra São Paulo’ya giden Mert Kaya, oradaki eylemcilerle konuşarak hem Brezilya’nın isyanına mercek tutmuş, hem de izleyiciyi Gezi günlerine döndürmüştü. Adını Brezilya’daki isyanın sloganından alan “Acabou O Amor” (Aşk Bitti) belgeseli Gezi’nin yıldönümünde erişime açıldı. Express’in Haziran 2017 tarihli 153. sayısına, Mert Kaya söyleşisine bağlanıyoruz.

Brezilya ile ilişkin nasıl başladı? Gezi sonrası Brezilya’da çekimler yapmaya nasıl karar verdin?

Mert Kaya: 2011’de liseden mezun olduktan sonra AFS programıyla bir yıllığına Brezilya’ya gittim. Yanında kaldığım aile ve Ücretsiz Ulaşım Hareketi içinde faal olan oğulları sayesinde Topraksızlar ve Evsizler hareketleriyle tanıştım. São Paulo’daki bir yıl bu açıdan güzel bir deneyimdi. Türkiye’ye dönüp üniversiteye başladığım yılın sonunda Gezi oldu. O dönemde Brezilya’daki arkadaşlarla iletişimimiz çok sıcak olduğu için her gün burada neler olup bittiğini konuşuyorduk, onlar da duruma dair çok heyecanlıydı. Biz Gezi Parkı’ndan çıkarıldıktan iki gün sonra onların isyanı başladı. Sonrasında mevzunun göbeğinde olan arkadaşlarımla daha yakından iletişim kurabilmek ve hikâyelerini dinleyebilmek için bir kez daha Brezilya’ya gitmek istedim. Belgesel ekibi içinde de olan Umut Kocagöz’ün katkısı ve ortak yapımcımız Fikret Adaman’ın da cesaretlendirmesiyle bir belgesel yapabileceğimizi düşündük, ben de ekipmanı toplayıp yola çıktım.

Brezilya’ya belgesel için gittiğinde kafanda ne tip sorular vardı?

Kafamdaki mevzulardan biri bu meselede temsiliyetin nereye düştüğüydü. Gezi ve sonraki forumlar sürecinde ortaya çıkan şeyin daha yatay bir örgütlenme çabası olduğunu gözlemlemiştim. Brezilya’daki Ücretsiz Ulaşım Hareketi’nin de vurguladığı, filmdeki röportajlarda da bahsedildiği gibi, orada da daha otonom bir örgütlenme hali söz konusuydu. Bu hareketlerin ulaşabileceği politik imkânlara dair bir şeyler yapmak istiyordum. İkincisi ise kent meselesi üzerinden sorular sormak ve cevaplar bulmak istiyordum. Brezilya’daki bahsettiğim örgütler kent meselesi üzerinde çalışıyordu. Bu, Emek Sineması’ndan Gezi’ye uzanan süreçte, burada da çok temel bir meseleydi. Oradaki örneklere bakıp burayı anlama şansımız olur mu diye düşünüyordum.

Gezi ve sonraki forumlar sürecinde ortaya çıkan şeyin daha yatay bir örgütlenme çabası olduğunu gözlemlemiştim. Brezilya’daki Ücretsiz Ulaşım Hareketi’nin de vurguladığı daha otonom bir örgütlenme hali söz konusuydu. Bu hareketlerin ulaşabileceği politik imkânlara dair bir şeyler yapmak istiyordum.

Brezilya’daki isyanlar otobüs ücretlerinin düşürülmesi üzerinden bir taleple başladı, ancak bu tip isyanlar bir anda ve tek bir talep üzerinden gerçekleşmiyor. Burada da sadece park konuşulmuyordu. Oraya gidince insanların ne gibi taleplerine tanık oldun?

Gezi başladığında, İstanbul’da yaşamaya başlamam daha bir yıl bile olmamıştı. Gezi fiziksel olarak uğradığım bir yer değildi, ama park kafamdaydı, çünkü her Taksim’e çıktığımda park için imza toplayıp emek veren insanları görüyordum. Bunun çalışması uzun süredir yapılıyordu. Brezilya’daki eylemler için de aynı şey geçerli. Belgeselde konuştuğum Mayara da söylüyor: “İnsanlar bir gün sokağa çıktık sanıyorlar, hayır, öyle değil.” Ücretsiz Ulaşım Hareketi 2005’te kurulduktan sonra Brezilya’nın başka şehirlerindeki küçük eylemlerle bu mevzuya dair bir birikim oluşmuş. Üzerinde çalışılmış ve ulaşımın kent meselesinde nasıl bir yer tuttuğu, insanların hayatında nereye dokunduğu aktarılabilir kılınmış. O yüzden ulaşım meselesinin bir geçmişi halihazırda mevcuttu. Ek olarak, bir sonraki sene 2014 Dünya Kupası düzenlenecekti, eylemlerin olduğu dönemde de Konfederasyon Kupası vardı. Kent üzerine çalışan hareketler şehirde barınma ve ulaşıma dair bu kadar eksiklik varken yapılan bu mega projelerin altını çiziyordu ve bir öfke açığa çıkıyordu. Brezilya’daki süreç biraz daha farklı gelişiyor aslında. Bir yanda gelir dağılımındaki adaletsizlik buradan çok daha büyük, bir yandan İşçi Partisi’nin iktidara gelmesiyle bunun az da olsa kapandığına dair bir algı var. Yine de vaat edilen değişim gerçekleşmemiş, Brezilya büyüyor, ama toplumun içinde hâlâ gözardı edilip geride bırakılan kesimler mevcut. Bu durum sağlık ve eğitim gibi alanlardaki sorunları da açığa çıkarıyor. Bütün bunlar da sokağa çıkan insanların 2013 eylemlerinin içine dahil ettikleri konular.

Filmde kendi Gezi deneyiminden de bahsediyorsun. Neden kendini bir karakter olarak filme sokmayı seçtin ve deneyimini neden çizimler üzerinden anlatmak istedin?

Çekimler için Brezilya’ya gittiğim 2014 yazından beri Türkiye’yle kurulabilecek bağı nasıl aktarılabilir kılacağımız, aklımızdaki temel sorulardandı. Ancak senaryo ve kurgu üzerine temelde 2015 güzünden 2016 yazına kadar çalıştık. O dönemde de Türkiye’deki ortam iyice gerilmekteydi ve Gezi’yle ilişkimizde çeşitli sorunların oluştuğu bir dönemdi. Herkesin Gezi’ye dair öyküsü farklılık gösteriyordu ve bahsettiğim bağı toplumsal düzeyde kurmak mümkün olmayacak gibiydi. Aklımızdaki fikirlerin hiçbiri istediğimiz gibi oturmuyordu. Brezilya’daki röportajların kurgusunun sonuna yaklaştığımızda filme bir dış ses katma fikri ortaya çıktı. Brezilya’da yaşamış, sonra gelip Gezi’yi deneyimlemiş ve buna dair bir şeyler yapmak isteyen biri var; bu kişinin kendi hikâyesi üzerinden bir bağ kurulabilir diye düşündük. Çizim meselesine gelirsek, çizimleri yapan Seda Mit daha önceden tanıyıp işlerini takip ettiğim biriydi. Dış ses fikri ve dış sesin altındaki görselliği çizimlerle oluşturma fikri ortaya çıktı. Zira Gezi’ye bakamama hali benim içim temel bir hal almıştı, belki oradaki şiddetin geride bıraktığı bir travma haliydi, belki de “Gezi ruhunu” kaybediyor olmamızın hüznüydü. O yüzden Gezi’den görüntü kullanmayıp öyküyü Seda’nın çizimleriyle somutlaştırmayı tercih ettim. Ek olarak, hikâye benim hikâyem olsa da, metni yazan ve filmimizin yapımcısı da olan Ariya Toprak’ın da, çizimleri yapan Seda’nın da hikâyeye kattığı şeyler oldu, yani başka anılar da bir noktada dış sesin anlattığı hikâyeye tesir etti. O yüzden orada da çoğullaşan bir durum hasıl oldu.

İki isyan arasında birçok paralellik var: Otonom ve kolektif örgütlenmeler, kent hakkı vurgusu, sosyal medya ve mizahın önemi, sınırsız bir polis şiddeti… Peki iki isyan arasında temelde farklı olduğunu düşündüğün bir durum var mı?

Brezilya’da 2002’de İşçi Partisi iktidara geliyor ve protestolar sürecinde de iktidarda onlar var. Buradaki AKP’nin süreciyle benzeşiyor, yani uzun zamandır hükümette olan bir parti mevcut. Ama fark şu ki, Brezilya’daki iktidar sol bir geçmişten geliyor, toplumsal hareketlerle ilişkisini hep canlı tutuyor ve kendini de hâlâ öyle tanımlamaya çalışıyor. Bu hem eylemlerde protesto edilen tarafa, hem de eylemlerin şekilleniş biçimine ve sokaktaki insanların profiline dair bir fark yaratıyor. Bu durum da bir yandan toplumsal adaletsizliklere, İşçi Partisi’nin neoliberal politikalarına, mega projelere karşı sokağa çıkan insanların, diğer yandan da temelde İşçi Partisi’nin görece bu adaletsizlikleri giderme amacıyla uyguladığı politikaları eleştiren insanların birlikte sokakta olmasına neden olmuştu. Burada herkes hep bir ağızdan “Hükümet istifa” diye bağırabiliyordu. Orada ise böyle bir durum yoktu. Brezilya’daki eylemlerde etkin olan Topraksızlar ve Evsizler hareketleri ya da en büyük işçi sendikası olan CUT, İşçi Partisi ile aynı politik perspektiften gelen ve geçmişlerinde ciddi ideolojik ve örgütsel bağlar olan hareketler/örgütlenmeler. Gezi’de ise insanların iktidarla böyle bir bağı yoktu.

Gezi dediğimizde, kentteki bir parkın, bir müştereğin korunma çabasından bahsediyoruz. Brezilya’da konuştuğum insanlar da böyle bir resim çizebiliyorlar. Bu tür çitlemeler neoliberalleşme ile gelen ekonomik bir sürecin sonucu olduğu için benzer temellere dayanıyor.

Gezi’nin çıkış noktası kent hakkı ve çevre mücadelesiydi. Brezilya’daki isyanın çıkış noktası ise ulaşım zamlarının geri alınması gibi daha ekonomik bir meseleydi. Filmde konuştuğun kişiler “Bu şehri işçiler inşa ediyor, fakat periferilere atılıyor ve kentten faydalanamıyorlar” diyor. İşçi ve sınıf vurgusu orada daha çok gibi. Katılır mısın?

Gezi dediğimizde, kentteki bir parkın, bir müştereğin korunma çabasından bahsediyoruz. Belgeselde konuştuğum insanlar da kent meselesinin politik altyapısını oluşturmaya çalışanlar olduklarından böyle bir resim çizebiliyorlar. Burada da aynı türden insanlarla konuşsak onlar da benzer bir resim çizerler. Zira kentin içindeki bir müştereğe bir müdahale gerçekleşiyor ve bu bağlamda buna karşı verilen mücadelenin HES mücadelelerinden ya da diğer ortak zenginliklerimize dair mücadelelerden pek farkı yok. Bu tür çitlemeler neoliberalleşme ile gelen ekonomik bir sürecin sonucu olduğu için benzer temellere dayanıyor. Burada da, Beyoğlu’nda, Tarlabaşı’nda olup bitenlere bakınca, kenti üreten, ancak periferilere itilen insanlar görüyoruz. Yani Brezilya’dakilerin bahsettiği “ekonomik meseleyi” burada görmek de mümkün diye düşünüyorum.

Toplu taşıma herkes tarafından kullanılan ve bu yüzden herkesi birleştiren bir olgu. Filmde siyahlardan anarşistlere, evsiz hareketinden sosyal medya mücadelesi yürütenlere birçok kişiyle konuşuyorsun. Bu insanlarla nasıl iletişim kurdun, söz veremediğini düşündüğün kesimler oldu mu?

Belgeseldeki karakterlerin çeşitliliği bence eksik kaldı. Biraz deneyimsizlikten kaynaklı bir hata olarak kabul ettiğim bir durum. Kamerayı alıp Brezilya’ya gittiğimde aklımda mümkün olduğunca çok insana ulaşmak vardı. Léo’yu daha önceden tanıyordum, onun aracılığıyla Mayara ve Sofia ile tanıştım. Burada Brezilya’ya dair yüksek lisans tezi yazan bir arkadaşım Bernardo ile tanıştırdı, onun aracılığıyla Jessica ile tanıştım. Nelson ile bir eylemde tanıştık. Özetle orada varolan ağlar üzerinden, konuştuğum insanlardan başka isimler de almaya çalışarak belirledim kişileri. Kıstasım eylemlerde yer almış ve eylemlerin öznesi olmaya çalışmış insanlarla konuşmaktı. Onları filmde aktarırken de aidiyetlerini, örgütlerini ve geçmişlerini göz önüne çıkarmaktan kaçındık. Eylemlere dair kendi hikâyelerini anlatırlarken bizim aldığımız kadarıyla yetinmek daha doğru geldi. Eksik bıraktığım yerler var, mesela biraz da aksaklıklar ve zaman kısıtından ötürü, feminist mücadele içinden biriyle konuşamamış oldum.


Oradaki eylemcilerin Türkiye’deki isyana dair bakışı ne?

Herkesin Türkiye’yle olan bağa dair bakışı kendi durdukları yerlerden şekilleniyor. Mesela Guillerme barınma mücadelesi içerisinde etkin ve meseleye bir uluslararasılık perspektifinden bakıyor. Mayara ve Léo gibi genç insanlar ilk mücadeleye giriştikleri zamandaki Mısır eylemlerinden ilham almışlar ve Ortadoğu’da ne olup bittiğini tam anlayamadıklarını söylemelerine rağmen çok heyecanlanmışlar. Gezi’de böyle bir isyanın gerçekleşmesi onları iyice heyecanlandırmış. Marcelo ise iki isyan arasında çok daha büyük bağlar olduğunu düşünüyor. Bunun biraz büyük bir iddia olduğunu düşündüğüm için belgesele çok yansıtmamayı tercih ettim. Aslında 2013’te Brezilya’nın tamamında otobüs zamları ocak ayında yapılıyor, São Paulo’da ise belediyeyi İşçi Partisi uzun zaman sonra ilk defa kazandığı için zamları altı ay erteliyor. Ocak ayında ülkenin birçok yerinde eylemler oluyor, ama büyük bir yere varmıyorlar. Haziran ayında ise São Paulo’da başlayan eylemler ülkenin her tarafına yayılıyor. Marcelo’ya göre, Türkiye’de sokağa çıkılabilmiş ve büyük bir isyan başlatılabilmiş olduğu için Brezilya’daki eylemler de böyle büyüyebildi.

Aradan geçen dört senede Türkiye 17-25 Aralık’ı, cumhurbaşkanlığı seçimini, 7 Haziran-1 Kasım seçimlerini, iki seçim arasında başlayan ve ardı arkası kesilmeyen katliamları, çatışmaları, 15 Temmuz’u, OHAL’i, KHK hukuksuzluğunu ve 16 Nisan itibarıyla, fiili durumun yasallaşmasını, iktidarın tek elde toplanmasını yaşadı. Brezilya’da bu sürede neler olup bitti? Buradaki gibi bir umutsuzluk iklimi var mı orada?

Orada İşçi Partisi’ne hem Ücretsiz Ulaşım Hareketi’nin açtığı kanaldan ilerleyen otonom örgütlenmelerin getirdiği eleştirilerle, hem de iktidarı sağdan eleştiren muhalefetin güçlenmesiyle yürüyen bir süreç gelişti. Genel olarak alternatiflerin ortaya çıkma çabası olarak görebiliriz. Bu, Venezüella’daki Maduro iktidarı için de geçerli: Hem sağdan hem de soldan insanlar sokaklarda. Aslında Brezilya’da da tapeler çıktı ve yolsuzluk iddiaları ortaya döküldü. Sağın sokaklardaki eylemlerinin sonucunda devlet başkanı Dilma Rousseff görevden el çektirildi. Şu an hükümet tamamen erkeklerden ve şirket temsilcisi gibi davranan politikacılardan oluşuyor, ortada daha baskıcı bir atmosfer var. Ama bunun yanında, yakın zamanda bir genel grev yapıldı –işçilerin ve öğrencilerin aktif olarak katıldığı başarılı bir grevdi. Bir yandan da yerellerde mücadele devam ediyor, liselerde öğrencilerin mevcut öğrenci temsilcisi tarzı mekanizmaların dışında örgütlendiği, eğitim yasasına karşı mücadele ettiği bir süreç de yaşandı. Özetle, insanlar örgütlenme ve mücadele çabasından vazgeçmiş değiller. Yakın zamanda böyle bir genel grev yapabilmiş bir memleketteki hal o kadar umutsuz olmasa gerek.

Tam bu dönemde Gezi’yi hatırlamak değerli. Muradım filmin izleyiciye böyle bir şey yaptığını, yaptığımızı hatırlatması ve yeni imkânların doğabileceğini hissettirmesi. “Özgürleşen Seyirci” isimli Emek Sineması belgeselini izlediğimde böyle hissettim.

Belgeselde Guillerme şöyle diyor: “İzole ve aralıklı bir mücadelenin bazı sonuçları olabilir, ama bir mücadelenin hedeflemesi gereken şey daha büyük dönüşümler için halk gücünü biriktirmek olmalı.” Brezilya’daki eylemler sonrası 20 sentlik zam geri alınmış, ama sonrasında fazlasıyla geri gelmiş. Burada da park elimizde kaldı, ama Galataport’tan HES’lere her yerde el koyma devam ediyor. Bu mücadelelerin bakiyesine dair ne düşünüyorsun?

Bizim adımıza belgesele dair önemli olan şey o ânı hatırlamak ve bunun üstüne bir güçlenme hissettirmekti. Ama bir yandan da bu mücadelelerin devamlılığına dair bir şey söylemek gerekiyordu, zira o patlayıp sönen eylemlerden daha fazlasına ihtiyaç var. Eylemleri daha kalıcı örgütlenmelere evriltebildiğimiz noktada başarılı olacağız diye düşünüyorum. Gezi de öyle bir noktaydı, o toplumsal örgütlenmeyi kurma ihtimalimizin ortaya çıktığı bir andı ve bakiyesi bunu ne kadar başarabileceğimizle belli olacaktı. Gezi’de bir forum kültürü oluştu; bugün bir şey olduğunda hemen forum yapmayı düşünüyorsak, Gezi’den kalan bu yeni biçimin mücadele belleğinde yer edebilmiş olmasındandır diye düşünüyorum. Hatta referandum sonrasında ortaya çıkan Hayır Meclisleri’ni bile Gezi’nin bakiyesi olarak görmek mümkün.


Fimin sonunda Jessica “Aşk bitti” sözünü tahammülün bitmesi olarak algıladığını söylüyor. Tahammül bittiyse eylemlilik hali neden söndü?

Jessica o bölümde aynı zamanda “on yıl sonra çok daha güzel şeyler olacak” diyor. On yılın yarısı neredeyse geçti ve o kadar da güzel şeyler olmuyor. O bölüm bana her izlediğimde çok naif geliyor, gülümseyerek izliyorum. Film bittiğinde çalan Chico Buarque’nin A Banda şarkısında “Herkes kendi köşesine döndü / Her köşede de ayrı bir acı” sözleri geçiyor. O şarkıyla bitirmek bu açıdan çok önemliydi. Evet, umutluyuz, ama köşelerimize çekildiğimiz bir durumun da içindeyiz. Tahammülün bitmesi ile bir şeyleri eyleyebilir olmak arasındaki ilişki o kadar doğrudan değil. Biten tahammülümüzü belli mücadele alanlarına ne kadar yöneltip oralardan daha gerçek eleştiriler ortaya çıkarıp çıkarmadığımız başka bir konu.

Film bittiğinde çalan Chico Buarque’nin “A Banda” şarkısında “Herkes kendi köşesine döndü / Her köşede de ayrı bir acı” sözleri geçiyor. O şarkıyla bitirmek bu açıdan çok önemliydi. Evet, umutluyuz, ama köşelerimize çekildiğimiz bir durumun da içindeyiz.

Belgeseli çekme fikri ile filmin ilk kez gösterilmesi arasında üç senelik bir zaman geçmiş. Bu süreçte hem kişisel olarak geçirdiğin hem de toplumsal değişimin filme etkisi ne oldu?

Brezilya’ya giden insan çok daha heyecanlı biriymiş. Kurgu masasına oturduğumuzda ise anlatmak istediklerim gözü kapalı bir romantizm değildi. Kendi adıma sinemaya dair de bir öğrenme süreciydi, ki bu noktada Can (Candan) Hoca’nın etkisi yadsınamaz. Bir yandan belgeselin anlattığı hikâye, yapımından senaryosuna, kurgusuna dair emek veren herkesin bir noktada kendinden ve o anda yaşadıklarımızdan bir şeyler kattığı bir hikâye oldu. Mesela belgesel ekibinden Umut ve Arda ile çalıştığımız bir günde Tahir Elçi’nin öldürüldüğü haberini almıştık. Filmin yapımcısı Ariya’yla filme dair çalıştığımız zamanlarda aldığımız iyi ve kötü haberlerin sayısını hatırlamıyorum bile. Tüm bunların belgeseli yaparkenki hissiyatımız üzerinde çok büyük etkileri oldu tabii ki. Birlikte çalıştığımız arkadaşlarla senaryo üzerine kafa yorduğumuz dönemde Türkiye’de savaş tekrar başlıyordu, Suriye’de yaşananlar, patlayan bombalar ve artan baskı ortamı, herkesi olduğu gibi bizi de, anlatmak istediğimiz hikâyeyi de fazlasıyla etkiledi. İçinde olduğumuz anda Gezi’yi hangi noktadan hatırlamanın makûl olduğuna çok fazla kafa yormamız gerekti. Zira Gezi üç-dört yıl öncesinde kalmış bir an gibi duruyordu, ama hatırlanmaya değer bir şeydi. Dış ses o noktada önemliydi, bu süreçte benim yaşadığım değişimi, yeni durumların yarattığı değişimi izleyiciye aktarmaya yaradı.

Gezi’ye katılmış kişiler bu belgeseli dört sene sonra izleyecekler. İnsanların filmden nasıl bir hisle ayrılmasını hedefledin?

Referandum öncesi çalışmalar esnasında bunu biraz aşmayı başarsak da sokağa çıkmakta zorlandığımız, kapalı kaldığımızı hissettiğimiz bir dönemdeyiz, en azından kendi adıma böyle hissediyorum. Tam bu dönemde Gezi’yi hatırlamak değerli. Film elbette böyle büyük bir etki yaratmayacak, ama muradım filmin izleyiciye zamanında böyle bir şey yaptığını, yaptığımızı hatırlatması ve yeni imkânların doğabileceğini hissettirmesi. Özgürleşen Seyirci isimli Emek Sineması belgeselini izlediğimde böyle hissettim, tarihte öyle bir ânın olduğunu ve bunun üzerine koyabileceğimiz bir zamanın da gelebileceğini düşündüm. Bugün Gezi’yi tekrarlama ümidi yaratmaktan bahsetmiyorum, daha ziyade unutmamayı sağlayacak ve Gezi’nin varlığını hatırlatacak bir belgesel yaratmak istedik. Bundan uzun zaman sonra Gezi’ye daha nostaljik bakacağımız zamanlar da gelecektir, ama bugün o nostaljiye düşmeden Gezi’deki tarihsel ânı anımsayıp oraya bırakmak gibi bir amacı var belgeselin. Türkiye’de ve Brezilya’da tarihin bir zamanında aynı anda eylemler oldu, eylemlerin benzer noktaları vardı ve bu eylemler birbirlerine selam yollayabilmişti.

Express, sayı 153, Haziran 2017

^