YILDÖNÜMÜNDE 6 ŞUBAT DEPREMLERİ –IV: ÇADIRDA VE KONTEYNERDE HAYAT  

Söyleşi: Tuba Çameli
8 Şubat 2024
SATIRBAŞLARI

Depremde evinizi kaybettiğinizden bu yana nerede yaşıyorsunuz?

Rahşan Atahan: Bir buçuk ay öncesine kadar çadırda kalıyordum, şimdi Çekmece’deki Cemil Meriç konteyner kentteyim. Yağışlar nedeniyle konteynere giremediğim oluyor, iş makineleri bile giremiyor. İlk zamanlar konteyner kentler toplama kampı gibi geliyordu. Bizimki 176 konteynerden oluşuyor, 500 konteynerli olanlar da var. Yaşam alanımız 21 metrekare, bana ve kedime yetiyor. Bir ısıtıcı, buzdolabı, kanepe var. Kızım İrem (16) hafta sonları geliyor, oğlum Gökay (19) İzmir’de okuyor. Bütün gün çalıştığım için konteynere akşamdan akşama geliyorum, yakınmıyorum. Bir yıldır yaptığım en  iyi şey yakınmamak…

Nerede çalışıyorsunuz?

Defne Belediyesi’nde Çevre Koruma ve Kontrol şefiyim, ayrıca bir başkan yardımcısına da asistanlık yapıyorum. Depremin ilk günlerinden bu yana kentteki yardımların koordinasyonunda çalışıyorum. İlk iki buçuk ay kaymakamlıkta görevlendirildim.  

Rahşan Atahan

Konteyner kentten önce çadırdaki koşullarınız nasıldı?

Uğur Mumcu Parkı’nda 12 metrekarelik çadırda kalıyorduk. Ne fırtınalar, ne yağmurlar atlattık orada! Küçük bir ısıtıcıyla ısınmaya çalışıyorduk. Yağmur altında, buz gibi havada bulaşık yıkıyor, yemek yapıyorduk. Aylarca dışarıdaki odun sobasını kullandım yemek yaparken. Çadırın kışı ayrı dert, yazı ayrı dert. Sıcakta çadırda nefes alamazsın. Güvenlik diye bir şey yoktu, ocağım, tencerelerim, bir dolu eşyamız çalındı.

Yine de hiçbir şeyi sorun etmedim. Evim yerle bir olmuş, 24 komşum yaşamını yitirmiş, bu gerçekliğimizi kabul ettim. Küçücük çadıra bütün geçmişini, hayatını sığdırıyorsun, geleceğini orada planlıyorsun. İlk şoku atlattıktan sonra, çok acı hissetmedim, hâlâ da hissetmiyorum galiba. Yıldönümünden sonra ne olacak bakalım? Sekiz ve on iki yaşında iki yeğenimi kaybettim. O kadar çok canımızı kaybettik ki. Depremin ilk gününden beri “Hayatta kalanlar için bir şey yapmam lâzım” düşüncesiyle hareket ettim. “Yaşıyorsam bir sebebi var” diyorum. 6 Şubat’tan bu yana kimsenin yasını tutamadım bu yüzden.

6 Şubat’ı nasıl yaşadınız?

Oğlum Buca Depremi’ne yakalanmış, Antakya’ya neredeyse kaçarak gelmişti. Kızımla ben ona kavuştuğumuz için mutluyduk. Depremden bir ay önce Kırıkhan merkezli 5 büyüklüğünde bir deprem olmuştu. Hemen o gece deprem çantası hazırlamıştık. Zaten büyük bir deprem olasılığı hep konuşuluyordu. Evimiz Uğur Mumcu Bulvarı’nın arkasında bir aile apartmanıydı, sağlam olduğunu düşünerek depremden yedi ay önce taşınmıştık.

5 Şubat gecesi sohbet, gırgır, şamatayla geçti. Kızımın okulu açılacaktı ertesi gün, “Sabah erken kalkamıyorsun” diyerek yatağa çağırdım. Biz anne kız beraber yatmayı seviyoruz. Bir saat geçti geçmedi, derin uykuya dalmamıştık henüz, ilk sarsıntıyı hissettik, İrem battaniyeye dolanmış çıkamıyordu yataktan. Gökay odasından koridora çıktı, “Anne ne yapacağız?” dedi. Dairenin kapısını açtık, iyi ki açmışız, komşularımın kapıları sonraki sarsıntılarda sıkıştı açılmadı. Ama kapıyı açınca kedimiz Çink kaçmış. Daha 30 saniye geçmemişti ki korkunç bir gürültüyle bir dalga daha geldi. Kızımın yanına gittim, oğlum koridorda kaldı. Duvardan duvara savruluyoruz, Gökay yüzünü aynaya çarpmış o esnada. Deprem alttan vuruyor, sanki koca bina yerinde zıplıyordu. Yatakla dikiş makinesi arasına, İrem’in yanına çöktüm. Oğlum arkamda kaldı. Sanki dakikalar sürdü ikinci deprem.

Duvarlar patlamaya başlayınca, depremin kokusunu, beton kokusunu aldım. Kızıma daha sıkı sarıldım. “Anne kız öleceğiz, bizi birbirimize sarılmış halde bulacaklar” diye geçiyor aklımdan. Sarsıntı biter bitmez ayağa kalktık. Giyindik. Deprem çantasını aldık. Kedimizin kutusu kapıda, onu arıyoruz, sesleniyoruz, yok! Oğlumun elini tuttum, yüzüne bir baktım, kanlar içinde. Dördüncü kattan indik. Dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor. Yıkıldıkça yıkılıyor binalar. Karşıdaki bina bizim evin önüne gelmişti. O an ne yapacağımı kestiremedim, şok oldum.

Evimizin arkasında odun bulunan bir yer var, oraya gittik, daha çok ateş yakalım diye. Komşum Esen enkazda kalmış, içeriden onun haykırışları, dışarıdan annesinin ve kızının yardım çığlıkları, kucağımda odunlar, Esen’in annesiyle göz göze geldik. Yaşadığım için ve odun taşıma telaşında olduğum için kendimden utandım.

İlk nereye gittiniz?

Mahallenin toplanma alanı sosyete pazarıydı, herkes orada toplanmıştı, çoluk çocuk yüzlerce insan,  yalınayak gelenler, ne yapacağımı bilemeden etrafına bakınanlar… Derdim oğlumu bir an önce hastaneye götürmek. Çok soğuktu, alttan deprem, üstten gök gürültüsü, dolu, yağmur vuruyordu pazarın çatısına. Köşe başındaki Beyaz Gül Apartmanı’ndan bir kadın nasıl yalvarıyor, üç çocuğuyla kocası içeride kalmış. Hayatım boyunca unutmayacağım onun yalvarışını. Zemin sıvılaşması var diye o binaya taşınmamıştık. Ateş yakanların yanına yaklaştık. Evimizin arkasında odun bulunan bir yer var, oraya gittik kızımla, daha çok ateş yakalım diye. Komşum Esen enkazda kalmış, içeriden onun haykırışları, dışarıdan annesinin ve kızının yardım çığlıkları, kucağımda odunlar, Esen’in annesiyle göz göze geldik. Yaşadığım için ve odun taşıma telaşında olduğum için kendimden utandım.

Hatay, Defne

Oğlunuzu hastaneye götürebildiniz mi?

Bekleşenlerin içinde sağlıkçı bir kadına denk geldik, Gökay’a ilk müdahaleyi o yaptı. İrem’in de eli, parmakları ezilmişti. Yine de gece boyu odun aradık. Telefonlar çekmiyordu, iyi ki ilk dakikalarda “Biz iyiyiz” diye aile grubuna mesaj atmışım. Annemle babam ne durumda bilmiyorum. O sabah gün bir türlü ağarmadı. Saat 9 buçuk sularında “Belki marketler açılmıştır” diyerek çarşıya yöneldik. Marketlere girilmiş, ihtiyacı olanlar alabildiklerini almışlar. Kızımla biz de girdik mecburen. Bulabildiğimizi aldık, su, çorap, galeta, ayağı çıplak insanlara terlik, ortalıkta o kadar çok çocuk var ki, onlar için çikolata… Herkese dağıttık. Bu arada, tuvalet çok büyük sorundu.

Etrafta kullanılabilecek durumda bina var mıydı?  

Belediye’nin spor salonu var ama, daha ilk saatlerde sadece tuvaletleri de değil, salon dahil çok kötü kullanılmıştı. Artçılar sürüyordu. Doğma büyüme buralıyım, bu kadar kızgın bir deprem görmedim. Hepimizi öldürmeye ant içmiş gibiydi. Pazar yerinde yaktığımız ateşler nedeniyle her yanımız is, kapkara.

İlk günün akşamı, belediyeden su dağıtan bir ekip sekiz koli su bıraktı pazar yerine. Yeter mi? Dağıtıma başlamadan bitiverdi. Bu arada, yağmur suyu biriktiriyoruz. Açız. İki briketin üzerinde çorba yapmayı akıl ettik. Spor salonundan ikili bir koltuğu alana taşıdım, sırayla birer saat uyuruz diye. O gün resmen bir Herkül çıktı içimden. Ara ara bazı noktalarda telefon çalışıyor. Gidip gelip mesajlara bakıyoruz. Binalardan hâlâ sesler geliyor.

Mesajlarda neler yazıyor?

Dayım, iki çocuğu ve yengem enkazdaydı. Annemle babam çıkabilmişler, ama annemin eli ve kolu kırıkmış, kardeşim onları İstanbul’a götürdüğünde ancak beşinci gün öğreniyoruz bunu. AFAD gelememiş, ama kardeşim yolları aşıp gelmiş. İkinci gün güneş açtı, yıkımı daha net görüyoruz. AFAD yok, Kızılay yok. Antalya, İstanbul, Kocaeli Büyükşehir Belediyeleri, Karamürsel Belediyesi gelmişti. Çadır ve mobil mutfaklar kuruyorlardı.

Oğlumun yüzü kanamaya başladı. Eczane bakındık. Eczaneler de darmadağınık, insanlar yaralıları için alabildiklerini almış. Neyse ki aracında acil yardım çantası olan İlçe Sağlık Müdürlüğü’ndeki bir arkadaş tamponu değiştirdi. Kızım artık sinir krizleri geçiriyordu. Araç bulduğumuzda telefonları şarj ediyoruz. Hastaneler yıkılmış, oğlumun yüzü iltihaplanmaya başladı. Üçüncü gün Manavgat’a kardeşimin yanına gitmeye karar verdik.

İlk günlerden başlayarak sosyal medyada kentteki yağmalar konuşuldu…

Hem de nasıl! Benim gibi aç, susuz kalanlar marketlerden ihtiyaçlarını aldı. Daha fazlasını alamazlar, koyacak yer yok. İnsanlar can derdindeyken mağazalardan televizyonlar, robot süpürgeler, beyaz eşyalar yağmalandı. Mahallemizde simalarını bilmediğimiz insanlar türedi. Daha sonra benim evim de yağmalandı.

Evden özel eşyalarınızı alabildiniz mi?

Bir ara cesaretimi toplayıp eve girdim. Oğlumun yeni bilgisayarını çıkardım, hâlâ taksitlerini ödüyordum. Evim olmayabilir ama, oğlum okumaya devam edecek. Bir sarsıntı daha oldu. Ev yaprak gibi sallanıyor. Koşa koşa çıktım. İkinci kez hayvan kurtarma ekibiyle girdim eve. Kedimizi bulamadık. Her gün onun için mama koyuyorduk enkaza, onu yiyip eve çıkıyordu herhalde. Kediye bakmaya her girişimde birkaç kıyafet alıp iniyordum. İkinci ay evimiz yıkıldı, temeli bile kalmadı, gidip orada bir sigara tellendirdim. Boşandıktan sonra çok ev değiştirdim. Bu ev çocuklarımla en mutlu olduğumuz evdi.

İkinci gün 48 saat şehre giriş-çıkış yasaklandı. Yoğunluk yüzünden iş makinelerinin giriş-çıkışı sorun oluyormuş. Halbuki, şehrin çıkışında tüm iş makineleri boncuk gibi dizilmiş bekliyordu. O iş makineleri, yardımlar şehre girseydi binlerce insan bugün hayatta olurdu. Bizi resmen ölüme terk ettiler! Öfkemiz hiç dinmeyecek!

Kedinizi bulabildiniz mi?

Çink yıkım başlayana kadar evi terk etmemiş. Benimle beraber şimdi. Deprem sonrası ürkek bir kedi oldu. Ben çok şanslıyım, pek çok kişi hayvan dostlarına ulaşamadı.

Kent dışına nasıl çıktınız?

Otobüs bulunmuyor, şoförler ölmüş hep. Kentte yakıt sıkıntısı var. Yola koyulduk. Yolda bir yerde su dağıtılıyordu dudaklarımız kurumuş, su aldık yürüyoruz. Adım atacak halimiz yok. Meydana çıktık, bir minibüsü durdurduk. Bizi bir noktada bıraktılar. Yürümeye başladık. Binalar birbirine girmiş, sokaklar kapanmış. Avcumun içi gibi bildiğim mahallede kayboldum. Ölüm sessizliği var her yerde. Bir aile ateşin başında oturmuş, etraflarındaki evler yıkılmış. Suyumuzu onlara bıraktık. O sırada İsviçreli bir ekip arama-kurtarma yapıyordu. Oğlum mütercim tercümanlık okuyor, “Buradan ayrılmamalıyım, tercümana ihtiyaç var” diyerek kalmak istedi. “Tedavini yaptıralım, döneriz” dedim. Sonunda bizi Adana’ya götürecek araca bindik. Yollar 30-35 santim yükselmişti. Kentten çıkışımız üç buçuk saat sürdü. Adana otogarına vardığımızda çay ocağında oturduk. Perişanız, gelen giden “Geçmiş olsun” diyor. Birbirimize bakıyoruz, sarılıyoruz, ağlıyoruz. Bilet yok, herkes bir yerlere gitme telaşında. 9-10 saat bekleyişin ardından otobüse binebildik. Günler sonra ilk defa uyuduk. Manavgat Otogarı’nda kardeşim bizi bekliyordu. Hemen hastaneye gittik. Gökay’ın yüzüne dikişler atıldı. Sonunda eve geldik, günler sonra ilk kez botlarımı çıkardım. Yıkandık, temizlendik. İlk kez o an depremin boyutunu televizyondan öğrendim. Bizimkiler ilk gün Hatay depreminden bahsedilmediğini söyledi. Bu kadar mı yok sayılır bir kent? Haberleri izliyordum acıyla, her yer tanıdık. Dönmeye karar verdim.  

Siz kentten ayrılırken kente gelen yardım konvoylarını gördünüz mü?

İkinci gün 48 saat şehre giriş-çıkış yasaklandı. Yoğunluk yüzünden iş makinelerinin giriş-çıkışı sorun oluyormuş. Halbuki, şehrin çıkışında tüm iş makineleri boncuk gibi dizilmiş bekliyordu. O iş makineleri, yardımlar organize edilip şehre girseydi binlerce insan bugün hayatta olurdu. Bizi resmen ölüme terk ettiler! Hatayspor’un teknik direktörü Volkan Demirel video çekip paylaşmasa kimse duymayacaktı sesimizi, sivil yardımlar da gelmeyecekti belki. Sosyal medyada ne oluyor bilmiyordum. Meğer herkes oradan yardım çağrılarını paylaşıyormuş. O günlerde bant daraltarak internet erişimi engellendi bir de. Öfkemiz hiç dinmeyecek!

Hatay’ın dört bir yanına yayılan çadırlarda depremzedeler hayata tutunmaya çabalıyor  

Ne zaman geri döndünüz Antakya’ya?

Altıncı gün dönmeye karar verdim. Arkadaşım, “Sana ihtiyacımız var” diye aradı, Defne’de yardımları koordine edecektim. Manavgat’tan ne bulduysam insanlara dağıtırım diye topladım, kadınlara iç çamaşırı, içlik aldık, bir bavul yaptım. Yardımlar Valilik ve AFAD’a devredildiği için sivil bir koordinasyona gerek kalmamıştı. Kente varınca Expo alanına geçtik. Her yer atom bombası atılmış gibiydi. Hemen çadır bulamadım. Köpeklerle beraber parkta yattım. Su yok, ıslak mendille vücut temizliğimizi yapıyoruz. Yaklaşık 20 gün, bir tanıdığın verdiği tek kişilik çadırda kaldım. Parktayken 20 Şubat’ta, Defne merkezli 6.4 büyüklüğünde bir deprem daha oldu. Deprem yine alttan vurmuştu. Bastığınız toprağın sarsıntısından hiç kurtulamayacakmışsınız gibi geliyor insana, hep tedirginlik.

Çadırdayken neler yapıyordunuz?

Karamürsel Belediyesi giderken çay ocağını bana bıraktı. Güne 7 buçukta, parktaki herkes için çay demleyerek başlıyordum, sonra işe gidiyordum. Defne Belediyesi, kaymakamlık ve vatandaş arasında köprü oluşturmak için kaymakamlıkta görevlendirilmiştim. Vatandaş ilk günlerde ne yapacağını bilmiyordu. Şehirde mi kalacak, dışarı mı çıksın, çadır mı lâzım? Herkes hâlâ şokta ve korku içindeydi. Kaymakamlık, büyükşehir belediyesi ve ilçe belediyeleri aralarında koordine olmayı başaramadı. Evet, personeli deprem mağduru olabilir, araçları, ekipmanı yeterli olmayabilir, ama yöneticiler koordine olmalıydı. Bir ihtiyaç olduğunda, dışarıdan gelen belediyelerden kimi arasam bir karşılık buldum. Koordinasyon olmadığı için işler ikili ilişkilerle yürüyordu. Dışardan gelen yardımların dağıtımını organize ediyorduk bir yandan.

Bir süre sonra, altyapı sorunları baş göstermeye başladı. Su yok, yollar berbat, kanalizasyon sistemi çökmüş. Enkazı kaldırmak için yola ihtiyaç vardı. Birçok araç binaların altında kaldı. Gelen yardımlar ara sokaklara giremedi. Yardım kamyonları muhatap bulamadı. Şoförler yardımları ilk gördükleri yere boşaltıp gitti. Gönderen muhatap bulamadı, getiren muhatap aramadı. Karşılıklı olarak samimi bir çaba eksikti.

Çadır kentler ne zaman kuruldu?

İlk ay dışarıdan gelen belediyeler çadır kentleri kurdu. Bunların altyapısı sağlamdı, ama çadır sayısı yeterli değildi. Bu çadır kentlerde eğitim alanları kuruluyordu, gönüllü öğretmenler vardı. Depremin en büyük mağduru çocuklar oldu. Her şeylerini kaybettiler. Yerel idareciler ellerinde imkânları olmasına karşın, çocuklara yönelik neredeyse hiçbir şey yapmadı. Elimden geldiğince çocuklarla ve onların ihtiyaçlarıyla ilgilenmeye çalıştım.

Kadınlara yönelik ev içi şiddetle ilgili gözlemleriniz, duyumlarınız var mı?

Çok cinsel saldırı olmalı ki, istenmeyen gebelikler ortaya çıktı. Bu konuda yardım için bize geliyorlardı. Çadır alanlarının güvenliği hep sorun oldu. Bir tek olay hariç tacizin tanığı olmadım çadır alanında. Ev içi şiddet de kadınların iş yükü de arttı. Aslında, çocukların da iş yükü arttı. Evdeyken işlerle ilgilenmeyen çocuklarım beni yormamak için yardım etmeye başladılar. Ekmek, su, yemek, yardımlar, her şey kuyruğun ucundaydı. Zaman geçtikçe, insanların tahammülü azaldı. Daha düne kadar komşu olan, birbirine gidip gelen insanlar kuyruklarda kavga etmeye başladı. Bir ekmek almak için bile araba lâzımdı. Hâlâ aracınız yoksa ulaşım neredeyse imkânsız.

Bu süreçte hiç unutmadığınız, yaşamınız boyunca iz bırakacak anlar, olaylar var mı?

Çocukluk arkadaşımın oğluyla beraber öldüğünü Whatsapp grubuna atılan mesajdan öğrendim ve inanamadım. Hemen aradım, kızı açtı, “Annem cansız önümde yatıyor, kolu enkazda babam onu çıkarmaya çalışıyor” dedi. Bunları o kadar sakin söyledi ki, endişelendim onun için. Baba kızlarıyla çıkıyor, anneyle oğul arkada kalıyorlar ve ölüyorlar. Bu konuşmayı unutmayacağım. Ölene kadar sürecek öfkemiz. Kent olarak ölüme terk edilmemizi unutmayacağım. Sorumluları asla affetmeyeceğim. Sırf bu kentte en az 100 bin kişi yaşamını yitirdi. Bu insanların büyük bir kısmı kurtulabilirdi veya zamanında, imar aflarını yapmayıp, o ruhsatları vermeselerdi yaşıyor olabilirlerdi.

Belediye çalışanı olarak mezarlık kayıtlarına ulaşabiliyor musunuz?

Mezarlık kayıtlarına ulaşamadım. Büyükşehir’de vardır bu bilgiler. Üçüncü gün saydım, sadece ben 67 kişiyi kaybetmişim. O liste her geçen gün uzuyor. İlk günden beri her şeyin içindeyim, ama kim daha sorumsuz davrandı, merkezi yönetim mi, yerel yönetim mi, bilmiyorum? İnsanlara hak sahipliği ile birlikte 750 bin hibe, 750 bin kredi verileceği söyleniyor. İnşaat maliyetleri arttı. Nasıl bulacak insanlar bu paraları? Her şeylerini insanlar ekonomik olarak tekrar nasıl toparlanacak? Benim ailem de dahil herkes “Bir daha asla bir evimiz olmayacak” diyor.

Ölene kadar sürecek öfkemiz. Kent olarak ölüme terk edilmemizi unutmayacağım. Sorumluları asla affetmeyeceğim. Sırf bu kentte en az 100 bin kişi yaşamını yitirdi. Bu insanların büyük bir kısmı kurtulabilirdi veya zamanında, imar afları yapmayıp, o ruhsatları vermeselerdi yaşıyor olabilirlerdi.

Halen kaç kişi çadırda yaşıyor?

Sadece Defne’de 500’ün üstünde insan hâlâ çadırda yaşıyor. Kira yardımının (kiracıya 5 bin, ev sahibine 7500) kesilmesini istemeyen vatandaşlar çadırda yaşıyor. Hiçbir şeyleri yok. İşini gücünü kaybetmiş bu insanlar sadece kira yardımıyla geçinmeye çalışıyor. Çadırlar yakında toplanacak. İki seçenek sunuyor devlet: “Kira yardımını al ve ev tut, kiralık ev bulamıyorsan kira yardımından vazgeç, konteyner kente gel.” Kira yardımıyla buralarda ev kiralamak imkânsız. Asgari 8 bin ile 15 bin arasında değişiyor kiralar. Sağlamsa, evin kirası 15-20 bini buluyor. Konteyner de çözüm değil ki. Konteyner kentte tek başıma yaşıyorum. Arada bir kızım geliyor, biz sığamıyoruz. Konteynere üç-dört kişilik ailenin sığması imkânsız. Nasıl yaşayacak bu insanlar? Daha kaç yıl sürecek bu çile?

Moloz boşaltma alanları sorun oldu. Havada sınır değerlerinin çok üstünde asbeste rastlandı. Bu kararları kimler aldı?

Ayrıştırmak için Valilik ve Büyükşehir Belediyesi tarafından gösterilen noktalara dökülüyordu molozlar. Fakat yerleşim alanlarına çok yakındı. Su yok kentte, enkazlar sulanmadı, brandayla kaplanabilirdi kamyonlar, hiçbiri yapılmadı. O zehirli toz bulutu aylarca şehrin üzerinde kaldı. Zehirli havayı soluduk, maskeler bile kâr etmiyordu. Eylemler yapıldı. Yerinde ayrıştırma olacağı söylendi, bu da güvenli değil, her yer yine toz duman. Keza çadır alanlarının tespitinde de sorunlar yaşandı. Tüm bunlar yerel yönetimler ile mülki idare arasındaki koordinasyonsuzluk yüzünden.

Sizce koordinasyonun sağlanamamasının nedeni ne?

Merkezi ve yerel idareciler sürekli sürtüştü, iki taraf da siyaseti bir kenara bırakmadı. Bu nedenle ortak akılla hareket edemediler. Muhtarlar bile yapamadı bunu. İdareciler hem sorumluluklarını yerine getirmedi hem de hâlâ güç peşinde, seçim derdindeler.

Hatay’da çadır ve konteyner kentlerde süren hayata karışan oyuncaklar (Foto: Zeynep Alpar)

3 Şubatta Hatay’da yaptığı konuşmada Erdoğan Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı, Hatay mahzun kaldı” dedi. Ne dersiniz?

Malûmun ilâmı. Bu açıklamaya kadar Hatay Büyükşehir Belediyesi’ni AKP’nin kazanma olasılığı vardı, çünkü Lütfi Savaş’ın tekrar belediye başkanı olmasını istemeyen o kadar çok insan vardı ki, bu tepkilerini sandıkta göstereceklerdi. 3 Şubat konuşması kentte büyük tepki yarattı. Maalesef Lütfü Savaş tekrar kazanabilir.

Neden maalesef?

Yıllardır gözümüzün içine baka baka masal anlatıyor. Kentin idarecilerinin samimi bir biçimde yanımızda olmasını bekledik. En merkezi yerde çadırda yaşıyordum. 10 buçuk ay Lütfü Savaş’ı hiç görmedim. Belediyeciyim, sahada hiç görmedim. Kaymakamlıkta iki buçuk ay görev yaptım, Lütfü Savaş’ı görmedim. Konteyner kentlere yollandım, Lütfü Savaş’ı görmedim. Neredeydi? Sağlıklı bir suya kavuşturulamaz mı bir şehir bir yılda? Hatay her şeyin “en”ini yaşadı, en çok yıkılan, en çok kayıp veren, o kadar zenginliğine rağmen en zor durumda olan, el uzatılmayan ve en sorumsuz idareciler tarafından yönetilen şehir.

Çocuklarınız Antakya’da yaşamak istiyor mu?

Birçok genç gibi, oğlum burada yaşamak istemiyor, depremden önce de “Yurtdışına gitmek istiyorum” diyordu. Depremden sonra sahada bana çok destek oldu. Kızım Manavgat’ta kalsın istedim, kalmadı, döndü. Seneye üniversite sınavına girecek. Depremden sonra kızım şöyle dedi: “İnsanın çevresinin geniş olması, çok arkadaşının olması hiç iyi değilmiş. Üç-beş arkadaşım olsaydı, kaybım da acım da daha az olacaktı.” Hiç unutmuyorum, depremden önce yağmurlu bir gün, kızım aradı eve arkadaşlarıyla geleceğini söyledi. Sekiz arkadaşıyla geldi. O gece bizde kaldılar. “Hayatımızın en mutlu gecesi” diye paylaşım yapmışlar. Daha dün gibi. O çocukların üçünü kaybettik. İrem bunun etkisinden uzunca bir zaman çıkamadı.

Neden Antakyalıların evlerine göz diktiler? Neden Özel Afet Bölgesi ilan edilmedi? Neden “rezerv alanı” ilan edildi? Korkarım, mevzu tüm bunların ötesinde.

Temel ihtiyaçları karşılanmayan, geçici de olsa yerleşik düzene geçememiş, geçim sıkıntısı içinde, yasını tutamamış kentte yılgınlığın artacağını düşünüyor musunuz?

İnsanların üzerine müthiş bir kasvet çökmüş durumda. Bir sene oldu ve hâlâ çözülen bir şey yok. Yerinde dönüşüm talep edenlerin çoğunun evi rezerv alanında. Yerinde dönüşüm talep edenler kendi evlerine geçebilecek mi? Zemin etütleri yapıldı mı? Kenti parsel parsel ayırmışlar, kim inşa ediyor bu kenti? Çocukluğumun geçtiği caddeden gidip geliyorum işe. Etrafa bakıyorum, annemlerin evinin yerini bile bulamıyorum. Buna rağmen, ortalık çöle dönmüşken ceset kokusu alıyorum. İyi değiliz. Ne zaman, nasıl iyileşeceğiz? Hâlâ evlerin enkazından cesetler çıkıyor. Benim gibi yasını tutamamış çok insan var. Kayıplarını arıyor insanlar. Feci intiharlar duyuyoruz. Geçenlerde mesai arkadaşlarımdan biri ciddi ciddi “Keşke ölseydim” diyordu.

Antakya en eski metropollerden biri, yedi kez yıkılmış, yedi kez yeniden yapılmış. Yeniden eskisi gibi olur mu?

Antakya’nın yeniden eskisi gibi olabilmesi için nesiller gerek. Kent binalardan ibaret değil ki. Kebapçın ölmüş, eczacın yok, çiçekçin gitmiş, bakkalın kapanmış, o kent nasıl senin kentin olacak? Korkarım ki, yaşadığım sürece hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Biz afeti hâlâ yaşıyoruz. Deprem uzmanları Asi nehrinin etrafı tehlikeli diyor; hemen yakınına temel atıldı. Toplu konutları da zemin etütleri tartışmalı yerlere yapacaklar. Kimse ne olacağını, nasıl olacağını bilmiyor.

Hatay topraklarında uçsuz bucaksız moloz yığınları (Foto: Zeynep Alpar)

Kentin demografik yapısını değiştirmek gibi bir amaç olduğunu düşünüyor musunuz?

Düşünmüyorum, görüyorum. Neden Antakyalıların evlerine göz diktiler? Neden Özel Afet Bölgesi ilan edilmedi? Neden “rezerv alanı” ilan edildi? Korkarım, mevzu tüm bunların ötesinde. Birilerinin harıl harıl buradan toprak aldığını görüyoruz.

Son söz?

Depremin üçüncü gecesi Manavgat’a giderken kızım dönüp dedi ki: “Evimiz ağır hasarlı, Belediye de yıkıldı, işini kaybettin herhalde. Senin hayallerine doğru yola çıktık galiba.” Benim emeklilik hayalim Antalya’da bir meyhane açmaktı. İki gün durabildim kent dışında. Antakya’ya döndüğüm gece yemek yiyebildim ancak. Hiçbir yere gidemem artık, hayal bile edemem. Bu efsane şehirde doğdum, büyüdüm, hayatım burada. Yurtdışına gitmek isteyen oğlum bile eski bir Antakya evinden aldığı taşı yanından ayırmıyor.

^