Maden işçilerinin Soma ve Ermenek’teki direnişi ısmarlama yasağa, ablukaya ve saldırılara rağmen sürüyor. Yasada eşitlik ve tazminatlarının ödenmesini isteyen işçiler müzakerelerden sonuç çıkmazsa Ankara’ya yürüyecekler. 301 madenci arkadaşlarının gömülü olduğu mezarlıkta polis ve jandarma ablukasında tutulan Soma direnişçilerini dinliyoruz.
Uyar Madencilik’te arkadaşınız Ali Kandemir’le beraber iş kazası geçirdiniz. Ocaktaki çalışma şartlarınızı, kaza gününü anlatır mısınız?
İdris Sarıkaya: 2007’nin temmuz ayında, serseri vardiyası diye tabir edilen gece vardiyasındaydık. Ben vardiya çavuşuydum. O gün maden ayağında çalışma vardı. Ayak kör olduğu için göçük riski oluşmuştu. Vardiya amirini uyardım, “buraya bir kaçamak açalım, bu ayak oturursa hepimiz risk alırız” dedim. O da üstüne söyledi, uygun görüldü. Fakat ölçüm falan yapılmadan işe girişildi. Dinamitçi henüz bize haber gelmeden kendi kafasına göre patlatma yapınca ben, Ali Kandemir, şalterci Âdem Dalaklı ile haberciler Mustafa Ünal ve Şaban Çetin yaralandık. Patlama ayağımızın tam altında oldu. Ali benim sağ tarafımdaydı. Ne olduğunu anlamadık, birden güm diye patladı. Ben delinen zemine düşmüşüm. Hiçbir şey hissetmiyordum, sadece bağırış çağırışları duyuyordum. Hani suyun altına girersin, nefes alamazsın, ama dışarıdaki sesler uğultu olarak gelir ya, işte öyle. Ağzıma kömür dolmuş, ne görebiliyorum ne konuşabiliyorum. Birisi yüzümü açtı, ağzımdaki kömürleri çıkardı. İlk nefes alışımda fesleğen kokusu aldım. Öldüm sanıyordum, o arada biri koltuk altlarımdan tutup beni çekmeye çalıştı, ona “çekme beni” diyebildim sadece. Çünkü belim zarar görmüş, kolum kırılmış, bacaklarım kopmuş. Tabii o anda hiçbir şey hissetmiyordum. Belime kadar açtıklarında Ali’yi gördüm, yüzünün halini gördüm… Neticede, bizi dışarıya çıkardılar, sonra da hastaneye götürdüler. Bütün bu süreçte 14 defa ameliyat geçirdim. İki bacağımda da platinler var. Vücudumda toplamda 17 parça platin var. Yatakta kalma sürecim çok uzun sürdü, 30 ay raporlu kaldım, yatakta yattım. Doktor bu halde çalışmamın mümkün olmadığını söyledi ve emekliye sevk etti beni.
Yaşadığınız kazada ihmal var mıydı?
İhmal kesinlikle var. Kaza bağıra bağıra geldi. Dinamitçinin ihmalkâr çalıştığını defalarca söyledim, onu bazen azarladım da. Müdür yardımcısı “bundan başka ehliyetli adam mı var” dedi. Tamam, ehliyeti var, ama kullanmayı bilmiyor ki. Çalıştırdılar, sonra bizi patlattı işte.
“Maden Kanunu çıkardık, şöyle düzeldi” falan diyorlar ya, yok öyle bir şey. Hâlâ aynı. Hadi hadi sistemi var. Patron para kazansın da nasıl kazanırsa kazansın; işçinin canı çıkmış, kolu kopmuş, bacağı gitmiş, umurlarında değil. Bakın, pandemi süreci, hâlâ herkes çalıştırılıyor.
Yaşadığınız kazanın üzerinden 14 yıl geçti, o günden bugüne iş güvenliği konusunda madenlerde değişen bir şey var mı?
Hayır, tedbir alınmıyor. Rastgele madencilik yapılıyor. “Maden Kanunu çıkardık, şöyle düzeldi” falan diyorlar ya, yok öyle bir şey. Hâlâ aynı. Hadi hadi sistemi var. Patron para kazansın da nasıl kazanırsa kazansın; işçinin canı çıkmış, kolu kopmuş, bacağı gitmiş, umurlarında değil. Bakın, pandemi süreci, hâlâ herkes çalıştırılıyor. İşçinin ateşi yüksek, ama kimin umurunda.
Biz şu an gitmiyoruz madene, ama hep soruyoruz, acımız madenden olduğu için kulağımız da hep orada. Şu an durumların daha berbat olduğunu biliyoruz, arkadaşlarımız anlatıyor. İmbat Madencilik’te çalışan arkadaşlar var, “çalışma sistemi olarak Soma’nın en kötü madeni” diyorlar orası için. Hadi hadi sistemiyle çalıştırılıyormuş işçiler. Kaza olma riski çok yüksek diyorlar. Kazaların da sebebi zaten hadi hadicilik. İnsanlar ne yapacağını şaşırıyor. Kazalar en çok gece vardiyasında oluyor, uykusuzluk da giriyor işin içine tabii, zaten herkesin türlü türlü derdi var. İnsanlar öldüğüyle kalıyor. Ama biliyor musunuz, işçinin ölmesi adamların işine daha çok geliyor. Çünkü hayatta kalan yaralı işçi kendisini savunma hakkına sahip olduğu için işlerine gelmiyor, bunu bire bir söylediler bize.
Kim söyledi?
Uyar’a gittiğimizde iş yerinin müdürü, “ölmediniz de başımıza bela oldunuz” dedi. “Ölseydiniz verirdim yakınlarınızın eline 50-100 bin lira, kurtulurdum” dedi. “Hukuka gidip hakkınızı arayın” dedi. Gittik, adalet yine yok. Kime anlatacağız derdimizi? İşçinin ölmesinden daha memnun adamlar, bundan daha çok faydalanıyorlar, çünkü kendini savunamayacak artık.
Hukuki yollara başvurduğunuzda karşınıza nasıl engeller çıktı?
2007’de iş kazası geçirdikten sonra, 2008’e kadar bir müdahalede bulunmadık. Şirkete iyi niyet gösterdik. “Ödeyeceğiz, sizi mağdur etmeyeceğiz” dendi. Fakat sıkışınca hakkımızı istedik, bu sefer de “ne parası, vermiyoruz, gidin hakkınızı hukuki yoldan arayın” dendi. 2008’de dava açtık, 2011’de sonuçlandı. Ali’ye bir milyon, bana 125 bin lira çıktı. Ama adamın üzerine mal varlığı yok, sahada beş defa isim değiştirmiş, haliyle paramızı alamıyoruz. Artık bıktık. 14 yıl oldu. Biz iki kişi sesimizi duyuramadık. Siyasilerle görüştük, “tamam” dendi, ama yanımızdan gidince kimse hatırlamadı bizi. Meclis’e gittik, orada da sözler verildi. En son 2015 Nisan’ında Meclis’e teklif sunuldu. “Şirket adına Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) ödesin, kamu aracı olarak da biz bunu şirketten tahsil edelim” diye bir teklif. Meclis’te kabul edilmedi bu. “Şirketlerden parasını alamayan başka işçiler de gelir bizden ister” dediler. Öbür partiler kabul etti, AKP’liler kabul etmedi. Umudumuz temmuzda çıkan kanundu, ama bu kez de Azim Uyar üstün geldi. Rödövanslı, falan filan denerek kapsam dışı tutulduk. Mağduriyetimiz devam ediyor.
Yasadaki bu ayrımcı tutum size ne hissettirdi?
Temmuzda Işıklar, Atabacası, Geventepe kabul edilip, Uyar kapsam dışı tutulduğu zaman bittik, yıkıldık, bir kez daha öldük. “Madenci olduğumuza lanet olsun” dedik.
Ama yasanın olması size umut ve cesaret de veriyor mu?
Evet, yasa bir emsal teşkil ediyor. Sendikanın da söylediğine göre, öyle. Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapılmış, bu da uzun bir süreç tabii. Eğer Anayasa Mahkemesi’ne kalırsa bu iş uzar gider. Meclis’in devreye girmesi lâzım.
İş yerinin müdürü “ölmediniz de başımıza bela oldunuz” dedi. “Ölseydiniz verirdim yakınlarınızın eline 50-100 bin lira, kurtulurdum” dedi. “Hukuka gidip hakkınızı arayın” dedi. Gittik, adalet yine yok. Kime anlatacağız derdimizi?
Sesinizi duyurmak için Ankara’ya bir yürüyüş başlattınız, ama o da engelleniyor.
Engelleniyor, ama engellense de Ankara’ya gideceğiz, derdimizi son kez anlatacağız. Bir vatandaş borcunu ödeyemediğinde yaka paça cezaevine atıyorlar. Adamın trilyonlarca borcu var, elini kolunu sallayarak geziyor. Herkese eşit davranmak gerekiyor. Onun bize yapacağı ödeme bir vardiyada çıkacak kömürün parası bile değil, ama ödemiyor. Alışkanlık yapmış, vuruyor, kırıyor, kaçıyor. Birinin buna dur demesi lâzım. Biz dağda bayırda kaza geçirmedik, birinin iş yerinde bu geldi başımıza. Bunun bir bedeli olması lâzım. Bize bu kazayı yaşatanlar bir gün bile ceza almadı. Ellerini kollarını sallaya sallaya geziyorlar. Hadi diyelim alınyazımızmış, diyorlar ya hani, fıtratımızmış, hadi bunu da kabul edelim. Yahu, adamlar bizi insan yerine koyup geçmiş olsun ziyaretine bile gelmediler. Aç susuz kalmadık çok şükür, Allah razı olsun eşten dosttan, madenci arkadaşlardan, ama ne patrondan ne sarı sendikadan bir şey gördük. Ne gördüysek yine sarı bareti giyenlerden gördük.
301 madencinin de defnedildiği mezarlıkta ablukaya alındınız, bu durumu nasıl değerlendirirsiniz?
Bizi daha ölmeden mezara koydular. Ama ne şekilde olursa olsun, yolculuğumuz devam edecek. Her türlü engele karşı yürüyeceğiz.
Bu mezarlıkta ablukaya alınmak nasıl hissettiriyor?
Başaran Aksu: (Umut-Sen örgütlenme koordinatörü) Fiili bir gözaltı bu. 301 kardeşimizin yattığı yerin hemen yakınındayız. Mezarlığın içinde ayrıca Somalıların binlerce mezarı var. Burada yatan arkadaşlar Soma’daki vahşet tablosunu görünür kılmışlardı; iş kazası, iş cinayeti, sömürü, patron-sarı sendika-devlet el birliğiyle çökülen madencilerin hayatı… Her şey 13 Mayıs 2014’ten sonra daha güçlü bir şekilde dile gelmeye başladı. Mezarda önümüzün kesilmesine gelince, saygı gereği iki-üç metre daha ileride kesebilirlerdi, onu da yapmadılar. Biz rahatsız değiliz, ölülerimizle beraberiz. Buradaki arkadaşlar yeraltında yaşamayı bilirler, toprağın altında ilerlemeyi de. Ölülerimizle de güçlüyüz, onlarla birlikteyiz ve birlikte bu mücadeleyi veriyoruz. Onlar bu durumu anlıyorlar, çünkü hepsi çığlık çığlığa gitti. Şimdi buradayız ve buradan ileriye doğru gitmenin yollarını ölülerimizle birlikte aramaya devam edeceğiz. Yürüyüşün engellendiği ilk gün işçilerden oluşan bir heyet Manisa Valisi Yaşar Karadeniz’le görüştü. Bu görüşmede Enerji Bakanlığı’yla doğrudan ilişki kurulmak istendiği valiye iletildi. O da olumlu karşılık verdi. Bakanlıktan randevu bekleniyor. Bugün de Ermenek ve Soma’daki işçilerden oluşan bir heyet Türkiye Kömür İşletmeleri ile görüşecek.
Hikmet Alnıdelik: Madene her girdiğimde son duamı okuyarak girdim. Çünkü o gün madenden çıkıp çıkmayacağım kesin değildi. Eğer mesai sonunda yukarı çıkıyorsam “Allah’a şükür” diyordum. Bütün madenciler için bu böyle, ölümle burun buruna çalışıyoruz. İki-üç kere ölümden döndüm; dinamit patladı, göçük altında kaldım, yukarıdan taş düştü üzerime. Yanımda çok arkadaşım yaralandı, çok arkadaşım öldü. Bugün madenlerde ölen arkadaşlarımızın mezarında çembere alınmışız. Bu bizi çok duygulandırıyor. Burada geceliyoruz şimdi, ama alışığız, ha yeraltında kalmışız ha burada. Alın terimizin karşılığını alana dek yılmayacağız.
Sıkıştırıldığımız bu mezarlıkta yaşayan ölüler gibiyiz. Oysa sadece haklarımızı istiyoruz. Yine de, ne pahasına olursa olsun, Ankara’ya yürüyeceğiz, haklarımızı alacağız. Bizim için gurur meselesi bir yandan.
Ali Faik İnter: Madenlerde can veren arkadaşlarımızı ziyaret etmek, sonra da yürüyüşümüze devam etmek istiyorduk, ama karşımıza bir ordu konuşlandırıldı. Bizim burada sıkıştırılmamız şunu ifade ediyor: Bu kadar maden işçisi öldü, Soma’da bir şey değişmedi, madenciye baskı devam ediyor, hem madenin içinde hem dışarıda. Mezarlık girişinde “Her fani ölümü tadacaktır” yazısı var. Maden işçileri her gün o ölümü tatma duygusuyla, o ölümü göze alarak giriyor yer altına. Bu nedenle o yazıdan patronlar bir ders çıkarmalı. Ben o yazıyı işçilerin emeklerinin karşılığını vermeyen, işçiye zulmeden işverenlere ithaf ediyorum. Onların üzerine alınması gereken bir söz. Çünkü işçi sınıfı o sözün anlamını iyi biliyor ve ona göre yaşıyor, işçi hakkı ya da kul hakkını gözetiyor işçi, bunu gözetmeyen patronlar. Bu yüzden o söz onlara gelsin.
Muhammed Ünal: Sıkıştırıldığımız bu mezarlıkta yaşayan ölüler gibiyiz. Oysa sadece haklarımızı almak istiyoruz. Yine de, ne pahasına olursa olsun Ankara’ya yürüyeceğiz, haklarımızı alacağız. Yedi yıldır tazminatımı alamıyorum ve bu benim de arkadaşlarımın da son şansı, yoksa alacaklarımızı unutmak zorundayız. Bu para Azim Uyar’a kalmayacak. Bir şekilde ondan alacağız. Sadece maddi değil, artık manevi bir değeri var yaşadıklarımızın. Kandırılmış hissediyoruz. Bizim için gurur meselesi bir yandan.
İşçi dayanışması, bu birlik nasıl hissettiriyor?
Ünal: Eğer sendika sağlam bir sendikaysa dayanışmak çok güzel. Ama gördüm ki, diğer sendikaların ajanda dağıtmaktan başka işleri yok. Bağımsız Maden-İş farklı, işçinin hakkını savunan bir sendika. Eğer bir adım atılacaksa bu işçiyle atılıyor, bir açıklama olacaksa söz işçide oluyor. İşçinin sendikadan, sendikanın işçiden haberi var. Diğer sendikaların yaptığı tek şey 100-150 lira aidat kesmek, ajanda vermek, arada da biraz kömür dağıtmak. Ama hak hukuk aramak yok. Sendikasız hareket ederken bende umutsuzluk hâkimdi, ama şimdi umutluyum. Bağımsız Maden-İş Soma Kömürleri’nde çalışanların tazminatını almayı başardı, Temmuzda bir yasa çıkarıldı, şimdi bize de bir cesaret geldi haliyle. Sendikanın şu ana dek attığı adımlar başarılı, bunun devam edeceğine, tazminatlarımızı alacağımıza inanıyorum.
İnter: Madencinin kendine güveni yeni yeni geliyor. Artık ümitsizlikten çıkıp hakkını arama mücadelesi içine giriyor işçi. Mesela, geçen seneki mücadele neticesinde tazminat mağdurları devlete bir yasa yaptırdı. Bu yasaya göre, şirketin ödemediğini devlet ödeyecek. Daha önce en ufak sorunda şirket patronlarına karşı sesini çıkaramayan bir işçi kitlesi vardı ya da işçi boş veriyordu, umutsuzdu. Artık öyle değil. Önünde kazanılmış örnekler var çünkü.
Siz kaç yıldır hak mücadelesi veriyorsunuz?
İnter: 25 yaşındayım. Babam 2002’de maden kazasında vefat etti. 2002’den sonrası bizim için çok zordu. Çünkü babamın madende hayatını kaybettiğini ispatlamak zorundaydık. Soma’da madende vefat eden kişilerin ölümü “normal ölüm” olarak kayıtlara geçer, bizim de öyle oldu. Babam yeraltında elektrik çarpması sonucu yaşamını yitirdi. Bunu ispatlamak için başlayan süreç tam 16 yıl sürdü. 16 yılın sonunda, son iki senedir de tazminatı almaya çalışıyoruz. Babamın yaşamını yitirdiği yer Uyar’dan farklı, Soma Kömürleri’ne bağlı. 13 Mayıs 2014’te 301 madencinin hayatını kaybettiği katliam yaşandı, biliyorsunuz, babamınkiyle aynı şirket olduğu için bir çıkmaza girildi. O davalar uzun sürdü, bizim olayımız biraz daha ötelendi. Şu anda Soma Kömürleri’nin sahibi kişilerin İstanbul’da malları mülkleri var. Ancak bu mallar üzerinde icra var. İcra gerçekleşmediği için bize sıra gelmiyor, bekliyoruz. Ama bir danışıklı dövüş de var, mallarını rehin tutuyorlar, madenciler de alacaklarını alamıyor haliyle.
Siz geçen yıl mücadele yürüten ve bir yasa yapılmasına vesile olan tazminat mağduru madencilerdensiniz. Şu an Soma’dan Ermenek’e direnişte olan madenci arkadaşlarınıza bir mesajınız var mı?
Sami Yavuz: Vicdanlı ve gururlu bir madencinin, hakkını kimseye yedirmemesi lâzım. 15 işçi ocağın karşısında eylem yaparken, diğer iki bin işçinin onları izlememesi lâzım. Soma’da bunu çok yaşadık. Eylemlerde 50 kişiyi geçemiyoruz, çünkü arkadaşlarımız korkuyor. İşten atılma, iş bulamama korkusu var. Ama korkmasınlar, mücadele etsinler. Ben tam altı yıl mücadele ettim, bu altı yılın sonunda bir kazanım elde edebildim. Çok kötü zamanlar yaşadım. Biz Geventepe’de eylemdeyken polisler bizi engellediklerinde, Soma’nın emniyet müdürü bana, “Ya bu ülkede sadece 20 kişi mi halinden memnun değil? Beş bin kişi halinden memnun da bir siz mi değilsiniz?” dedi. Eğer eylemlerimizde bin kişi olsaydık, o bunu söyleyemezdi, biz de hakkımızı çoktan alırdık. Evet, tabii ki mücadele için beş kişi de bin kişi de aynıdır, ama çok olmak her zaman iyidir. Ne kadar çok kişi eyleme katılırsanız, o kadar iyi, bir yıl sürecek eylem 20 günde sonuç alır. Yeter ki çoğunluk olunsun. Bu mücadelede arkadaşlarımla olacağım, sonuna kadar destek vereceğim. Ve arkadaşlarıma sesleniyorum: mücadele edin, asla mücadeleden vazgeçmeyin, en önemlisi de birlik olun. Eğer birlik olursanız işiniz çözülür.