“MAVİ BÜYÜME” SÖYLENCESİNE KARŞI

Pınar Ertör
13 Ocak 2019
SATIRBAŞLARI

Okyanusları ve denizleri ilkel birikimin mekânları haline getirmenin yeni sihirli kelimesi “mavi büyüme”. “Büyüme” elbette berdevam, ama “mavi” azaldıkça en çok da küçük balıkçıların kültür ve yaşam çevreleri ortadan kalkıyor. Fakat onlar da çözüm için yavaş yavaş bir araya geliyor… Önce dünyada küçük balıkçılığın durumuna göz atıyor, ardından bölgedeki 34 su ürünleri kooperatifinin bir araya gelmesiyle oluşan, balıkçılığın sorunlarını konuşmak üzere Avrupa örgütlerini geçtiğimiz eylülde İstanbul’da toplayan İstanbul Birlik’in balık pazarında komisyoncuları ortadan kaldıracak, küçük balıkçılara nefes aldıracak çözüm önerisine kulak veriyoruz.
Tarık Sipahi, “İstavrit”, 2012

Dünya balıkçılığında ekonomik büyümeyle sürdürülebilir kaynak kullanımının nasıl örtüşeceği, yani moda deyimiyle mavi büyüme tartışılırken, gerek dünya gerekse Türkiye’deki küçük ölçekli balıkçılar [1] bu yeni küresel yaklaşıma karşı seslerini duyurmanın mücadelesini veriyor.

Dünya çapında 120 milyon insan geçimini balık avcılığından sağlıyor. Bunların yüzde 90’ı, küçük ölçekli balıkçılar. Sayıları büyük, fakat tuttukları balık miktarı endüstriyel balıkçılığa kıyasla çok küçük. Bu yüzden balıkçı toplulukları, yerel halklar, balıkçı kadınlar ve gençler bir araya gelmeden seslerini duyurmanın çok zor olacağının farkındalar. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) küresel toplantılarına katılıyor, kendi aralarında örgütlenip Küçük Ölçekli Balıkçılık İlkeleri’nin hayata geçmesi için çabalıyorlar.

Temmuz 2018’de Roma’da düzenlenen Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü Balıkçılık Komitesi’nin (COFI) [2] küçük ölçekli balıkçılık istişare toplantısında da bunları dile getirmek için uğraştılar. Onlar için balıkçılık sadece bir ekonomik faaliyet değil, aynı zamanda kültür ve yaşam biçimi de. FAO verilerine göre dünyada küçük ölçekli balıkçılıkla uğraşanların yaklaşık yarısı kadın. Küçük ölçekli balıkçıların 5.8 milyonu günde bir dolardan az kazanıyor ve tuttukları balığın neredeyse tamamı yerelde tüketiliyor. Yüzde 90’ı ise gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor. Geçimlerini sağlamak için zaten zorlanıyorlar. Üzerine özellikle bu ülkelerdeki ekonomik büyümenin, kapitalist genleşmenin beraberinde getirdiği zorluklar ekleniyor:

Küçük ölçekli balıkçılar, kadınlar ve yerli halklar olarak biz, birçok tehditle karşı karşıyayız: iklim değişikliği, yıkıcı endüstriyel balıkçılık, madenciliğin neden olduğu su kirliliği, büyük ölçekli projeler, şiddet ve zulüm, su gaspı, yaşamımız için hayati önemdeki doğal kaynakların özelleştirilmesi hayatlarımızı tarifi imkânsız şekilde zorlaştırıyor. … Bir yandan süratle dışlanırken, diğer yandan hayatımızı topyekûn etkileyen bu politikalara müdahil olmak için mücadele veriyoruz.” [3]

Türkiye’deki 15.406 balıkçı teknesinden 13.868’ü 12 metreden küçük. Oysa her yıl yakalanan balığın yaklaşık yüzde 10’u küçük ölçekli balıkçılar tarafından avlanıyor.

Gıda ve tarım alanında faaliyet gösteren diğer toplumsal hareketlerle işbirliği olanaklarını araştıran küçük ölçekli balıkçı toplulukları, Dünya Balıkçı Halklar Forumu (WFFP) ve Dünya Balık İşçileri ve Toplayıcıları Forumu (WFF) gibi küresel ittifaklar kuruyor. Yirmi yıl önce Hindistan’da kurulmuş olan WFFP, elli ülkede on milyondan fazla küçük ölçekli balıkçıyı temsil eden uluslararası bir ağ. Üç yılda bir düzenlenen WFFP genel kurulunun yedincisi geçen yıl eylülde Delhi’de yapıldı. Gündem maddeleri arasında gıda egemenliği ve agroekoloji, iklim adaleti, okyanus gaspı gibi konular var. WFFP, gıdaya erişim ve karar alma mekanizmalarına katılım gibi evrensel değerlere göre örgütleniyor.

Mavi büyüme mümkün mü?

Bu örgütler FAO’nun 2014’te Küçük Ölçekli Balıkçılık İlkeleri’ni kabul etmesinde önemli rol oynadı. Fakat FAO’nun ve Birleşmiş Milletler’in “sürdürebilir kalkınma hedefleri”nin küçük ölçekli balıkçı toplulukları açısından endişe verici yönleri de mevcut. Çünkü bu hedefler uzun vadede yoksulluk ve açlığın temel nedenlerini çözmeye yönelmekten imtina ediyor. Özellikle 2012’de Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı Rio+20’de gündeme gelen mavi büyüme / mavi ekonomi kavramı epey şüphe uyandırıcı. Öncülü yeşil büyüme gibi, hem ekonomik büyümeyi hem de doğal kaynakları korumayı aynı anda hedefleyen mavi ekonomi’yi FAO, Dünya Bankası, Avrupa Birliği, OECD gibi uluslararası örgütler destekliyor. Yüzeyde sadece balıkçılıkla ilgili gibi görünse de, okyanusların ve denizlerin enerji santralleri, derin deniz madenciliği, turizm, deniz taşımacılığı ve biyoteknoloji gibi sektörlerle beraber ele alınmasının gerekliliğini vurguluyorlar. Bu yaklaşım bazı uluslararası çevre örgütleri ve yatırımcılardan da yaygın destek görüyor. Yani aslında küçük ölçekli balıkçıların hayat mücadelesi birincil önem arz etmiyor, onların sürdürülebilirliğe katkıları gözardı ediliyor. Tersine, büyük ölçekli balık çiftliklerinin, okyanuslarda petrol ve doğalgaz çıkarılmasının, enerji santralleri için kıyı şeridinin tahrip edilmesinin önü açılıyor. Bu yüzden küçük balıkçılar kriminalize edilmeye ve yaşamsal kaynaklarının gasp edilmesine karşı seslerini giderek daha çok yükseltiyorlar:

FAO tarafından desteklenen istişare süreçleri konusunda endişeliyiz. Yuvarlak masanın etrafını özel sektörün çıkarları çevrelemiş; toplantılarda güya hak temelli bir tutum hâkim, ancak kaynaklara ilişkin meşru, tarihsel, kültürel hak iddialarımız yok saylıyor. Aksine, mülkiyete dayalı ilişkilerin sorunları çözeceği varsayılıyor.” [4]

Balık stoklarında vahim tablo

Küçük ölçekli balıkçılar, mavi büyümeye karşı “gıda egemenliği” ve “gıda adaleti” kavramlarına özel bir vurgu yapıyor. FAO, 2018’de 2022’yi “Küçük Ölçekli Balıkçılık Yılı” ilan etti. Daha çok sembolik bir anlam taşısa da, bu karar küçük ölçekli balıkçı topluluklarının gündemde kalmayı başardıklarının bir kanıtı. Öte yandan aynı yıl yayınlanan Dünya Balıkçılık ve Balık Yetiştiriciliğinin Durumu –2018 raporuna göre balıkçılıkta alarm zilleri yıllardır çalıyor. Aşırı avlanma 1974’te yüzde 10 iken 2015’te yüzde 33 seviyesine ulaştı. En çok tahribata uğrayan balık stokları oranları sırasıyla Akdeniz ve Karadeniz (yüzde 62.2), Güneydoğu Pasifik (yüzde 61.5), Güneybatı Atlantik’te (yüzde 58.8) yer alıyor.

Küçük ölçekli balıkçılar tüketiciye ulaşmakta zorlandıkları için aracılar üzerinden satış yapmak ve onlara borçlanmak zorunda kalıyorlar. Hal Yasası’na göre hallerde kooperatiflerin kendi satış mekânları bulunması gerekirken bu haktan yararlandırılmıyorlar. Balık tutulduktan sonra en az üç kez el değiştirdikten sonra tüketiciye ulaşıyor.

Türkiye’deki durum hiç iç açıcı değil. Karadeniz ve Marmara Denizi’nde atık suların büyük oranda arıtılmadan denize verilmesi kirliliğin boyutunu artırıyor, kırmızı alglerin bir anda çoğalmasına sebep oluyor. Mezgit, kırlangıç, kalkan gibi balık türleri hızla azalıyor. Bu yüzden Türkiye’den giden tekneler Ukrayna ve Abhazya sularında avcılık yapıyor. İklim değişikliği ve istilacı türler ise Karadeniz için önemli bir tehdit. Balon balıkları, zehirli denizanaları, aslan ve taş balıklarının balıkçılık üzerinde olumsuz etkileri var. [5] Balıkçılık ve Su Ürünleri uzmanı Victoria Chomo’ya göre Karadeniz büyük bir tehditle karşı karşıya. Karadeniz’de balıkçılığın devam edebilmesi için “aşırı avlanma yüzünden azalan balık stokunun geri kazanılması, kirlilik ve istilacı türlerden kaynaklı tehditlerin bertaraf edilmesi, iklim değişikliğine uyumun ve su ürünleri yetiştiriciliğinin sürdürülebilir gelişiminin sağlanması” bir mecburiyet. Kuşkusuz ülkemizdeki küçük ölçekli balıkçılar da bu vahim gidişattan çok olumsuz etkileniyor. Türkiye sularında endüstriyel balıkçılık tekneleriyle küçük ölçekli balıkçılar arasında kıyasıya bir mücadele yaşanıyor.

İşte tam da bu yüzden WFFP Avrupa küçük ölçekli balıkçı temsilcileri muhtemel ortak çözümleri tartışmak için geçtiğimiz eylülde İstanbul’da bir çalıştay gerçekleştirdi. “Bizim Gıdamız, Bizim Balığımız” başlığına sahip çalıştaya İstanbul Birlik (İstanbul Bölgesi Su Ürünleri Kooperatifler Birliği) ev sahipliği yaptı.

İstanbul Birlik, 1980 yılında kentteki su ürünleri kooperatiflerinin üst birliği olarak kuruldu. 34 üye kooperatiften oluşuyor, İstanbul’daki 2500 balıkçıyı temsil ediyor. Üyelerinin yaklaşık yüzde 90’ı küçük ölçekli kıyı balıkçılarından oluşuyor. Birlik ayrıca 14 bölgesel birliğin ülke çapında örgütlendiği SÜR-KOOP’un da üyesi. İstanbul Birlik her sene çalıştay düzenliyor, yerel yönetimler ve su bilimleri alanında çalışan akademisyenlerle işbirliği içinde örgütleniyor. Su ürünleri kooperatifçiliğinin geliştirilmesi için bürokrasi ve bakanlıklarla da sürekli iletişim halindeler.

İstanbul Birlik’in ev sahipliğindeki çalıştaya, Fransa (Fransa Küçük Ölçekli Balıkçılık Platformu), Finlandiya (Sami Parlamentosu), Rusya (Yerli Halklar Forumu), İspanya (APROAMAR, Galiçya) ve İstanbul’daki küçük ölçekli balıkçıların temsilcileri katıldı. Katılımcılar Şile, Üsküdar ve Güzelce Su Ürünleri Kooperatiflerini ziyaret etti, Şile ve Büyükçekmece’de yerel yönetimlerle görüştü. Su ürünleri kooperatiflerine yapılan ziyaretlerde farklı ülkelerden gelseler bile küçük ölçekli balıkçıların sorunlarının ne denli ortak olduğu ziyadesiyle tespit edildi. Balıkçılar arasında neredeyse gönüllü tercümanların çeviri yapmasına bile gerek bırakmayan ortak bir dil kısa sürede oluştu. Geçim kaynakları, kültürleri, balıkçılık kimlikleri söz konusu olduğunda ne derece canlarının yandığını paylaşmak katılımcıları bir nebze rahatlattı. Tabii bu ziyaretlerde bolca balık da yendi. Çalıştayda konuşulan konular arasında balıkçıların geçim kaynaklarının korunması, balık stoklarının sürdürülebilir kullanımı, yerel pazarlara erişim olanakları, büyük ölçekli balık yetiştiriciliğinin olumsuz etkileri ve yasadışı avcılık vardı. İstanbul Birlik su ürünleri kooperatiflerinden gelen temsilciler ise özellikle bölgesel düzenlemelerin ve balık stoklarıyla ilgili çalışmaların eksikliğini, av yasakları ve denetimle ilgili sorunları, gençleri balıkçılık mesleğine çekmenin zorluklarını anlattılar.

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de balıkçılıkla uğraşan kişilerin yaklaşık yüzde 90’ı küçük ölçekli balıkçılar. TÜİK 2017 verilerine göre, ülkemizdeki 15.406 balıkçı teknesinden 13.868’ü 12 metreden küçük. Oysa her yıl yakalanan balığın yaklaşık yüzde 10’u küçük ölçekli balıkçılar tarafından avlanıyor. [6] Tıpkı tarımdaki gibi, balıkçılıkta da küçük ölçekli üreticilerin en çok şikâyet ettiği konu, pazarlara doğrudan erişmenin zorluğu. Küçük ölçekli balıkçılar tüketiciye ulaşmakta zorlandıkları için aracılar üzerinden satış yapmak ve onlara borçlanmak zorunda kalıyorlar. Hal Yasası’na göre hallerde kooperatiflerin kendi satış mekânları bulunması gerekirken bu haktan yararlandırılmıyorlar. Balık tutulduktan sonra en az üç kez el değiştirdikten sonra tüketiciye ulaşıyor. Her balıkçı tuttuğu balığı hale ulaştırmak için nakliye masrafını karşılamak zorunda, balıkçıdan balığı alıp hale teslim eden bir sistem yok. Halde yapılan açık artırma usûlü satışlarda balıkçıların geliri komisyoncuların fiyat üzerindeki etkisi yüzünden düşük kalıyor. Tüm bunlar hesaba katıldığında balıkçılar, aracılar yüzünden en az yüzde 35 gelir kaybına uğruyor.

Mezgit, kırlangıç, kalkan gibi balık türleri hızla azalıyor. Bu yüzden Türkiye’den giden tekneler Ukrayna ve Abhazya sularında avcılık yapıyor.

2013 TÜİK verilerine göre Türkiye’de denizlerde tutulan balığın yüzde 52’si komisyoncular tarafından pazarlanıyor, yüzde 26’sı balık unu ve yağı fabrikalarına gidiyor. Kısacası balığın yüzde 78’i doğrudan tüketicilere ulaşmıyor. Sadece yüzde ikisi su ürünleri kooperatifleri ve birlikler tarafından piyasaya sunuluyor. Doğrudan tüketiciye erişen balık oranı ise yine yüzde iki civarında. TÜİK’in verilerine göre, durum 2017 yılında hem balıkçılar hem de tüketiciler aleyhine daha da kötüleşti. Balık unu ve yağı fabrikalarına giden balık oranı yüzde 41’e yükseldi, kooperatiflerin piyasaya sunduğu ve tüketicinin doğrudan erişebildiği balık miktarı ise yüzde bir seviyesine indi. Balık unu ve yağı fabrikalarının payının muazzam artışıyla komisyoncuların payı yüzde 48’e düştü.

İstanbul Birlik ve kooperatif modeli

İstanbul Birlik üyeleri şu sıralar taze balığın uygun fiyatla doğrudan tüketiciye ulaştırılması için bir kooperatif dükkânı modeli üzerine tartışıyor. İlkinin başarılı olması üzerine benzer dükkânların 25 ilçede daha hızla açılabileceğini öngörüyorlar. Üniversiteler, yerel yönetimler ve mali müşavirlerle beraber Aralık 2017’de yapılan çalıştayda planı olgunlaştırdılar. Plana göre hem taze ve işlenmiş balık satışını hem de balık pişirilmesini mümkün kılacak mekânlar kiralanacak. Kooperatif satış noktalarında öncelikle kooperatif üyelerinin aile ve çocuklarının istihdam edilmesi hedefleniyor. Balıkçı dükkâna balığını teslim ettikten sonra en geç üç gün içinde hesabına ödeme yapılacak. Ayrıca her balıkçı kooperatif dükkânına verdiği balık miktarına göre sene sonu kârından pay alacak. İstanbul Birlik balıkçıları hedeflerini şu şekilde dile getiriyor:

…bugün hallere ve aracılara balık gönderen balıkçılar kendi satış yerlerini kurarsa en az yüzde 25 ek gelir sağlayacaklar. Yıl sonunda kâr payı dağıtıldığında balıkçı maddi olarak rahatlayacak. Böylece balıkçı güçlenip kooperatifini güçlendirecek, özel sektöre boyun eğmeyecek. Zincir ilk on satış yeri açıldıktan sonra çok daha kolay ve hızlı yayılacak. Balıkçının doğrudan halka ulaşacağı pazarların ülkenin her köşesine yayılmasını amaçlıyoruz. Bu satış yerlerinin Avrupa, Asya ve Afrika’daki diğer ülkelerde de hayata geçirilmesiyle bir gün küçük ölçekli balıkçının kendi balıklarını sattıkları uluslararası bir ağ oluşturulabilir.

İstanbul Birlik hem taze balık satışını, hem de balık pişirilmesini mümkün kılacak kooperatif satış noktaları kuracak. Bu noktalarda öncelikle kooperatif üyelerinin aile ve çocuklarının istihdam edilmesi hedefleniyor.

İstanbul Birlik’in örgütlenmesi tam da WFFP’nin “gıda egemenliği” kavramıyla örtüşüyor. WFFP’ye göre gıda egemenliği şu altı ilkeye dayanıyor: [7] Gıda büyük kârlar için değil, insanlar için üretilmeli, insanların beslenmesi öncelik kabul edilmeli. Gıdayı üretenlere hak ettikleri değer verilmeli, üreticiler ve dağıtımcılar adil bir gelire sahip olmalı. Gıda üretimi yerelleşmeli, ne şekilde üretileceğini belirleme hakkı yerele verilmeli. Gıda üretiminin ve kaynakların denetimi yerel faillere ait olmalı. Bunlar için gereken bilgi ve beceriler oluşturulmalı, gıda üretiminin bir kültür ve yaşam biçimi olduğu unutulmamalı. Doğayla uyum içinde çalışılmalı, gıdayı üretenlerin sırf geçim için değil, fiziksel olarak da doğaya bağlılığı gözetilmeli.

Gıda egemenliği kavramı Türkiye için henüz çok yeni, ancak su ürünleri kooperatifleri bu kavramın altını dolduracak şekilde somut bir adım atmayı, küçük ölçekli balıkçılar ile tüketicileri kooperatif dükkânları sayesinde aracısız olarak bir araya getirmeyi planlıyorlar. Bunun balıkçılar için daha yüksek gelir, tüketiciler için ise nereden ne koşullarda tutulduğunu bildikleri makûl fiyatlı taze balığa erişim anlamına geleceğini düşünüyorlar.

Geçtiğimiz Kasım ayında Selanik’te URGENCI (Topluluk Destekli Uluslararası Tarım Ağı) kapsamında düzenlenen balıkçılık oturumlarında üretici ile tüketici arasındaki fiziksel ve psikolojik mesafeyi azaltan benzer modellerin dünyada yayılmaya başladığı da anlatıldı. Fransa’da ve ABD’de kooperatifleşen küçük ölçekli balıkçıların bir kısmı haftalık taze balık paketleri hazırlayıp o gün çıkan balığı ön sipariş usûlüyle tüketiciye doğrudan ulaştırıyor. [8] İstanbul Birlik’in şimdiki amacı, tüm üyelerini modelin iyi işleyeceğine dair ikna etmek ve kira fiyatlarının yüksek olduğu kentte uygun mekânlar bulmak. Yasal altyapı ve lojistik planlama da epey işgücü gerektiriyor.

Geçtiğimiz yıl Delhi’de yapılan WFFP genel kurulunda İstanbul Birlik’in üyeliği onaylandı. Türkiye’deki küçük ölçekli balıkçıların sıkıntılarını dile getirebilmesi için yeni ve küresel bir mecra olan WFFP çok önemli. 2004 yılında kurulan ve Dünya Balıkçılık Kooperatifleri Örgütü (ICFO) üyesi olan SÜR-KOOP da Türkiye’de yeni yeni konuşulan ortak yönetim” (co-management) ekseninde çalışmalar yürütüyor. Kaynağı kullananların kaynağın korunmasında söz sahibi olması gerektiği aşikâr. Ancak pratikte bunu gerçekleştirmek hiç de kolay değil. Türkiye’de balık stokları üzerindeki baskının, denizlerde kirliliğin ve kıyılarda yapılaşmanın arttığı, balıkçılıktan elde edilen gelirin, balıkçılığın itibarının azaldığı bir dönemde küçük ölçekli balıkçılar arasında dayanışmayı inşa etmek de gittikçe güçleşiyor. Fakat umutlu olmak için bir neden var, çünkü dünyanın farklı yerlerinde küçük ölçekli balıkçılar benzer sorunlara benzer çözümler arıyor. Fransız Küçük Ölçekli Balıkçılık Platformu kendi etiketleri altında yerel pazarlarda küçük balıkçılığın alanını giderek genişletiyor. Finlandiya ve Norveç sınırlarında yaşayan Sami halkından balıkçılar yüzlerce yıldır nehirlerde avladıkları somon balığının büyük firmalara devredilmesini engellemek için hukuk mücadelesi veriyor. Rusya’nın kuzeyindeki yerli halklar, farklı platformlar kurarak tahsis edilen kotaların yükseltilmesi, endüstriyel balıkçılara verilen kotaların düşürülmesi için örgütleniyor. Galiçyalı balıkçılar büyük ölçekli balık çiftliklerinin ekosistem üzerine korkunç etkilerini önlemek için çaba harcarken küçük ölçekli ve sürdürülebilir çiftlikler üzerine kafa yoruyor. Dahası küçük balıkçılar birbirlerinden ilham almak için giderek daha çok dirsek temasında bulunuyor.

[1] Üzerinde uzlaşılmış kesin bir tanımı olmasa da, küçük ölçekli balıkçılar çoğunlukla 12 metreden küçük teknelere sahip, karaya yakın alanlarda avlanan ve az sayıda aile üyesi tarafından kullanılan teknelerde avlanan insanlar olarak tarif ediliyor. Ekosistem üzerindeki baskının endüstriyel balıkçılığa kıyasla çok daha az olduğu yaygın kabul görüyor: http://ec.europa.eu/fisheries/documentation/publications/2016-small-scale-coastal-fleet_en.pdf
[2] 1965’te kurulmuş olan COFI (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün Balıkçılık Komitesi), şu anda uluslararası balıkçılık sorunlarının konuşulduğu ve incelendiği tek küresel hükümetler arası forum olma özelliğini taşıyor. Hükümetler, bölgesel balıkçılık örgütleri, sivil toplum kuruluşları, balıkçılık sektörünün tüm çalışanları ve uluslararası balıkçılık camiası için hedefler belirlemeyi ve öneriler sunmayı amaçlıyor: http://www.fao.org/about/meetings/cofi/en/
[3], COFI 2018 Küçük Ölçekli Balıkçılık istişare toplantısına sunulan bildiriden.
[4] COFI 2018 Küçük Ölçekli Balıkçılık istişare toplantısına sunulan bildiriden.
[6] Ünal, V., Göncüoğlu, H., 2012. Fisheries Management in Turkey. 263-288 pp. A. Tokaç, A.C. Gücü, B. Öztürk [eds.], The State of the Turkish Fisheries, Turkish Marine Research Foundation Pub.
[7] Kasım 2018’de Selanik’te organize edilen WFFP Gıda Egemenliği Çalışma Grubu toplantısından.
[8] ABD örneği için: https://localcatch.org/
^