TİRE SÜT KOOPERATİFİ’NİN ESİN DOLU HİKÂYESİ

Söyleşi: Umut Kocagöz
24 Aralık 2018
SATIRBAŞLARI

Krizin gölgesinde bakışların dayanışma ekonomisi yapılarına yönelmesi kaçınılmaz. İşte tam bu nedenle, dile kolay, günde 320 ton süt üreten, 2 binin üzerinde üretici ortağı, 380 çalışanı bulunan, tüm ilçenin refahına büyük katkı veren Tire Süt Kooperatifi’ne kulak vermenin tam zamanı. Üretimden dağıtıma, gıda güvenliğinden perakendeciliğe, alternatif enerjiden yerel yönetimle işbirliğine bu esinlendirici kooperatifin hikâyesini üzerinde büyük emeği bulunan Mahmut Eskiyörük’ten dinliyoruz. 

Kooperatifçilikle nasıl ve ne zaman ilgilenmeye başladınız?

Mahmut Eskiyörük: 1980 öncesi, “çiftçilikten kurtulsun” diyerek babam beni üniversiteye gönderdi. Bugün de durum aynı. Köylerde ilkokul çocuklarına “büyüyünce ne olacaksın” diye sorun, doktor, mühendis, öğretmen, pilot derler. “Çiftçi olacağım” diyen bir çocuk bulamazsınız. Bu durum tarımın zorluğundan kaynaklanmıyor. Tarım güvenceli bir meslek olarak görülmüyor. Bu yüzden aileler çocuklarını kentte meslek sahibi yapmak istiyor. Ben üniversiteyi bırakıp çiftçiliğe başladım. Okulda iki kere ikinin dört ettiğini öğrenmiştik. Komşum dünyanın pek de farkında değildi ve mutluydu. Ama ben sömürüldüğümü, birilerinin sırtımdan haksız kazanç sağladığını, emeğimin karşılığını alamadığımı fark ettim.

Mahmut Eskiyörük

‘92 yılında Tire Tariş Pamuk’ta yönetim kurulu başkanıydım. Tariş tamamen siyasi otoriteye, bakanlığa bağlıydı. Kararları genel müdürlük alıyordu, kooperatif yönetim kurullarının hiçbir yetkisi yoktu. Elim kolum bağlıydı. Pamukçuluk zayıflayıp süt hayvancılığı geliştiğinde, Tire çiftçileri bana baskı yaptı. Tariş döneminde seçim yarışı partiler üzerinden gidiyordu. Tariş’teki başkanlığımı siyaset getirmişti. Bunun çok sıkıntısını yaşadım. Sizi kim göreve getirirse ona hizmet etmek zorunda kalıyorsunuz. Siyasetse siyasete, halk getirirse halka. Tire Süt Kooperatifi’nde ortakların talebiyle aday oldum. İki aday daha vardı. Kooperatif seçimleri önemli. Belediyenin üç katı kadar bütçemiz var. Asıl hizmet vermem gereken insanlar beni göreve getirince rahatladım. Kafamdaki projeleri uygulayabilme şansına sahip oldum. 1990’larda dünyada çiftçilerin sömürülmesini önlememenin bir yolu olduğunu fark ettim: Kooperatifçilik. Kooperatifçilik sadece kalkınma odaklı değil. Toplumsal barışın sağlanması, sosyal yapının iyileştirilmesi, tekelleşmenin önlenmesinde de önemli rol oynuyor. Kooperatifçilik Türkiye’de geri kaldı. Dünya insanların mutlu yaşamasına yetecek kadar kaynağa sahip. İnsanlar paylaşmayı bilmiyor. Kapitalizmin vahşileştiği, büyüklerin küçüklere yaşama şansı bırakmadığı bir düzen var. Daha yaşanır bir dünya için kooperatifleşmeye mecburuz. Kooperatifçiliğin geliştiği ülkelerde refah var. Yeni Zelanda kooperatifçilikte, özellikle hayvancılık alanında, dünya lideri. Tarım ve hayvancılık faaliyetleri AB ülkelerinde yüzde 80, ABD’de yüzde 75 civarında kooperatifçilik üzerinden sürdürülüyor. Türkiye’de bu oran yüzde 13’lerde. Çünkü üreticiyi sömürenler “kooperatifçilik komünistliktir” diyerek korkutmuşlar. Üstüne kooperatifler çoğunlukla kötü amaçlara alet edilmiş.

Türkiye’de tarımın güncel durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ülkenin tarımda geri kalmasının üç sebebi var: Kooperatiflerin gelişmemiş olması, plansız üretim ve ithalat politikaları. Rastgele, kumar oynar gibi tarım yapıyoruz. Üretim planlanmadığı için fiyat istikrarı sağlanamıyor, dolayısıyla çiftçiler güvencesizleşiyor. İthalat bağımlılığının ilk adımları ‘80’lerin sonunda atıldı. İşbirlikçi ekonomistler Türkiye’yi yanlış yola sürükledi. Ucuz ürünlerin üretilmesinin gereksiz olduğu anlatıldı. Türkiye’nin dünyayı pazar olarak görmesi gerekirken, ülke pazar haline geldi. Bu Türkiye tarımını ele geçirmenin bir yoluydu. Buna karşı kooperatifçilik önemli bir savunma mekanizması olabilirdi. Türkiye’nin genç nüfusa sahip olması önemli bir avantaj. Ancak, su kaynaklarının hızla azalması, verimli toprakların inşaata açılması, tarıma gerekli önemin verilmemesi gibi tehlikeler mevcut. Türkiye tarım sektörünün yüzde 70’i en çok on baş hayvana sahip, 50 dönüm arazinin altında tarım yapan küçük aile işletmelerinden oluşuyor. Bu mevcut yapıyı bozmadan, ancak bu çiftçileri bir araya getiren, daha büyük çaplı, gelişmiş bir sistem yaratalım. Bunun karşısındaki vahşi zihniyet “köylü tasfiye olsun, tarımı şirketler yapsın” diyor. Neden? Çünkü şirketler bu işi sadece para kazanmak için yapar. İstediği kadar kâr etmezse uğraşmaz, o zaman açlık tehlikesi kapıyı çalar. Oysa bizim köylerimizde tarım yaşam biçimidir. Dolayısıyla, üretim devam eder. Bu yüzden, tüketiciyi de güvence altına almak için, köylülerin bir araya geldiği kooperatifleşme modelini tercih etmeliyiz. Türkiye’de köylüye sorun olarak bakan bir göz var. Oysa köylü sorun değil. Köylülerin sorunları var. 

Köylülerin en temel sorunları neler?

Bir, işletmeler küçük olduğu için üretim maliyeti yüksek. İki, pazarlama büyük sorun. Üçüncüsü, gıda güvenliği. Kooperatifçilik bu üç sorunu beraberce çözebilir. Kooperatifleşme olmadan gıda güvenliği imkânsız. Gıda güvenliği ineğin memesinde başlar. Sağımdan itibaren hayvanların denetlenmesi gerekir. Tarım bakanlığı kadrosunu beş katına çıkarsa dahi bunu yapamaz. Ama biz iki binin üzerindeki ortağımızın sütünü yerinde kontrol edip alıyoruz. Meyvede, sebzede gıda güvenliği dalda başlar. İlaç kalıntılı meyveyi yedirirseniz halkın sağlığıyla oynarsınız. İhracat yapmaya kalktığınızda meyveler geri gelir. Dördüncü önemli sorun, kayıt dışı ekonomi. Devlet tarımsal ürün ticaretinden vergi alıyor. Ancak, ürünlerin yarısı kayıt dışı. Bu da haksız rekabet doğuruyor. Beşinci sorun, tarımsal üretime dair verilerden yoksun oluşumuz. Kimse gerçekte hangi ürünün ne kadar üretildiğini bilmiyor. Elimizde veri olmadan üretimi planlayamayız. Üretim planlanmadan fiyat istikrarı sağlanamaz. Birden yarı fiyatına düşen, ardından üç katına çıkan fiyatlardan dolayı üretici ve tüketici kaybediyor, ithalat şirketleri ve yabancı çiftçiler kazanıyor.

Kooperatifleşme olmadan gıda güvenliği imkânsız. Gıda güvenliği ineğin memesinde başlar. Tarım bakanlığı kadrosunu beş katına çıkarsa dahi denetim yapamaz. Ama biz iki binin üzerindeki ortağımızın sütünü yerinde kontrol edip alıyoruz.

Tire Süt Kooperatifi ne zaman, nasıl kuruldu, bugüne nasıl geldiniz?

Tire Süt Kooperatifi ilçe bazlı bir kooperatifleşmeyi öneriyor. Tire’nin 62 köyünde süt alım merkezimiz var. Her köyde ayrı bir kooperatif olsaydı, bugünkü güçlü yapımızı kuramazdık. Birçok başka ilçede onlarca kooperatif var. Halbuki küçük kooperatiflerin birleşip daha güçlü yapılar haline gelmesi gerekiyor. Kooperatifimiz 1967 yılında kurulmuş. Ben 2001’de göreve geldim. O zamana kadar Tire ovasında temel geçim kaynağı pamukçuluktu. Pamukçuluğu elimizden aldılar.[1] Kooperatif sayesinde insanlar süt hayvancılığına yöneldi. 2001’de birçok köyü bir araya getirmek için yola çıktık. Şu an 2000’in üzerinde ortağımız var, günde 320 ton süt topluyoruz. 130 adet araca sahibiz. 2001’de kooperatifin 11 çalışanı vardı, bugün 380 çalışanımız var. Özvarlıklarımız 17 yılda 160 kat büyüdü.

Büyümeyi ve güçlenmeyi nasıl sağladınız?

Birincisi, çiftçiliğin içinden geliyorum. Tarımı yaşamadan tarımı anlamak çok zor. İkincisi, hiçbir zaman siyaseten ayrımcılık yapmadım. Bu da insanlarda güven duygusu yarattı. Ortaklarımız arasında beni sevmeyenler var. Ama hepsi bana güvenir. Üçüncüsü, çalma çırpma yok. Kaynakları doğru kullanıp ciddi bir birikim sağladık. 2001’de 359 bin lirayla yola çıktık. Bugün kooperatifin özvarlığı 60 milyon lira. Artık ortaklarımız para kazanıyor. Bunu üç boyutta sağlıyoruz. Birincisi, üretim maliyetlerini düşürüyoruz. İkincisi, ürün niteliğini iyileştirip pazar değerini artırıyoruz. Üçüncüsü, çiftçinin işlenmemiş ürününü mamule dönüştürüyoruz. Birçok alanda para mübadelesini büyük oranda ortadan kaldırdık. Ortaklarımızın tarlasının, evinin, hayvanlarının ihtiyaçlarını doğrudan karşılıyoruz. Toplu alımlarla maliyeti düşürüyoruz. İstasyonumuzda akaryakıt ortaklara 40 kuruş indirimli, işletmesine kadar götürüyoruz. Örneğin, ortağımızın cebinde beş kuruş yok. Bir telefonla akaryakıt, gübre, yem, tohum çiftliğe gidiyor. 16 traktörümüz, 50 civarı iş makinemiz var. Tarlanın ekiminden paketlemeye kadar tüm hizmetleri piyasanın yarı fiyatına verebiliyoruz. Kaba yem ihtiyacını silajlık mısırlarla karşılıyoruz. Tarım marketimiz ortaklarımızın ekipman ihtiyacını karşılıyor. Satış mağazamızda evin her türlü ihtiyacı temin edilebiliyor. Buradan da ortaklarımız kazanıyor. Eğitimi salonlarda değil, yerinde veriyoruz. Kooperatif sayesinde Tire’de süt üretimi yüzde 400 arttı. Bölgeye sanayi yatırımları yapılmaya başladı. Türkiye’de inek başına ortalama süt miktarı dört tonu geçmez. Kooperatif ortakları yedi-sekiz ton elde ediyor. Göç de azaldı. Gençler köyleri terk etmemeye başladı. Bu gelişmelere istinaden BM bizi dünyanın en iyi kalkınma örneği seçti. Tarım Bakanlığı’ndan da ödüller aldık.

Sütün niteliğini nasıl denetliyorsunuz? 

Ziraat mühendislerimiz üretici ile yerinde çalışıyor. Toprak tahlilleri ve yönlendirmeler yapıyorlar. Her köyde soğuk sistem süt tesisimiz var. Sütü dört derecede soğutuyor, gıda güvenliği ve pazarlama güvencesi sağlıyoruz. Çiftliklerden aldığımız numuneleri laboratuarda analiz ediyoruz. Kalite değerine göre prim veriyoruz. Antibiyotikli süt almıyoruz, su karıştırana ceza kesiyoruz. Şu an Türkiye’de en nitelikli sütü biz üretiyoruz.

İzmir Belediyesi de sizden epey süt alıyor, değil mi?

2007’de İzmir Kalkınma Ajansı’nın desteğiyle pastörize süt merkezi kurduk. 2008’de İzmir Büyükşehir Belediyesi 220 bin öğrenciye sütümüzü dağıtmaya başladı. “Okul sütü projesi” beş yıl devam etti. Sonra, başbakan okul sütünü devletin üstleneceğini açıkladı. Belediye de devletle karşı karşıya gelmemek için Süt Kuzusu projesini hayata geçirdi. Bu projeyle her gün 130 bin haneye süt veriliyor. Okul öncesi çocuğu olan ailelere günde 45 ton süt dağıtılıyor. Anne sütünü bırakmış çocukların iyi süt içmesi çok önemli. Süt dışında, tamamen katkısız, doğal yoğurt ve ayran yapıyoruz.

Geleceğe dair ne gibi projeleriniz var?

Üreticinin ve tüketicinin maliyetini düşürmek amacıyla doğrudan satış yerleri kurmaya başladık, Çiftçim Market adlı satış noktalarında sadece tarımsal kooperatiflerin ürünleri satılıyor. Aslında, sanayici ya da marketçi olmak peşinde değiliz. Market farklı model arayışlarımızın bir yansıması, sadece tarımsal kooperatiflerin ürünlerini satan bir model. Doğrudan tüketiciye ulaşırsak fiyat farklarını kapatma şansımız olur. Kentlerde tüketim kooperatifleri bu ağa dahil olabilir. İleri teknolojiyi hayata geçirdik, geçirmeye devam edeceğiz. Şu an yirmi kilometre uzaktaki bir çiftlikteki sütün miktarını görebiliyoruz. Sistemin ismi Bilgi Aktarım Projesi. Fabrika üzerine güneş panelleri kurduk. Sütü güneş enerjisiyle soğutuyoruz.

Yeni büyükşehir yasasıyla köyler mahalle oldu. Artık mahallede inek bakımı yasal değil. Ancak, köylünün gidebileceği bir yer yok. Kooperatiflere alanlar tahsis edilsin, oralarda üretim yapalım istiyoruz. İneklere topluca bakılan, veterinerlik ve sağlık hizmetlerinin verildiği, çatılarda güneş panellerinin yer aldığı, hayvansal gübreden biyoenerji elde edilen, yandaki serada sebze üretilen bir yer hayal ediyorum. Bu proje küçük çiftçilerin bir araya gelip güçlenmesini hedefliyor. İnsanlar inekleriyle aynı konutta yaşıyor. Bu ne insan ne de hayvan için sağlıklı. 

Türkiye’nin kooperatif politikası sizce nasıl olmalı?

Örgütsel yapıda ciddi bir karmaşa var. Kazanması gerekenler örgüt üyeleri, ama tersi oluyor. Bu çarpık yapı tasfiye edilmeli. Kooperatifleşme devletçe desteklenmeli, desteklerin denetimi kooperatifler kanalıyla yapılmalı. Gerekirse piyasaya müdahaleyle istikrar sağlanmalı. Türkiye’nin en büyük sorunu plansız üretim. İthalat bizi hiçbir yere götürmüyor. Önce, soframızda ne varsa onu yiyelim. Sonra doğru politikayla çiftçimizi destekleyelim. En fazla bir yıl sorun yaşarız. Yerel yönetimlerin asli görevi çöp toplamak değil, o kentin kalkınması, gelişmesidir. İzmir Büyükşehir Belediyesi kooperatiflerden süt, fidan, zeytinyağı alıyor. O kooperatifler de ortaklarını güçlendiriyor. Belediye soğuk hava depoları, paketleme tesisleri kuruyor. Pazarlama sorununa yönelik altyapı oluşturuyor. Türkiye’de tarımsal kalkınma yüzde 2.2. İzmir’de ise yüzde 5’in üzerinde.

35 yıllık çiftçiyim, çiftçiye bugüne kadar hep sadaka verir gibi yardım edilmiş. Çiftçiye sadaka veren değil, para kazandıran bir tarım bakanlığı lâzım. Türkiye’nin yapısına uygun üretim planlaması, tarım politikası gerekiyor. İnsanlara kooperatifçilik sevdirilmemiş. Kapitalizmin vahşileştiği bu dönemde tek tek kişilerin hayatta kalma şansı yok. Birlikte üretmeliyiz. Yoksa, büyükler bize yaşama şansı bırakmayacak. Anadolu’da çiftçilere “kurtarıcı beklemeyin, kurtarıcı sizsiniz” diyorum. Bu da birlikte üretme, birlikte pazarlama, makineleri ortak kullanmayla mümkün. Her ilçede bir süt kooperatifi açsak ihracat yapan bir ülke haline geliriz. Tire’de on yıl önce günde 80 ton süt üretiliyordu, şu anda 600 ton. Tüm Türkiye’de böyle olduğunu düşünün. Artık kooperatif ürünlerine bir güven oluşuyor, pazarlama sıkıntısı azalıyor.

En son genel kurulda neden başkanlığa devam etmeyeceğinizi açıkladınız?

Kooperatiflerde başarılar ve başarısızlıklar daha çok kişilerle sağlanmış. Bunun nedeni kurumsallaşamamak. Bu kooperatifte çok emeğim var, çocuğum gibi büyüttüm. Benden sonra çökerse, çocuğumu kaybetmiş gibi ağlarım. Buna maruz kalmamak için kurumsallaşmak zorundayız. Gençlerin önünü açmamız gerekiyor. İnsanlar seçim kaybetmeden koltuğu bırakmıyor. 85 yaşında oda, birlik başkanları var. Son genel kurulda uzlaşarak yönetimi gençleştirdik. Bu gençler içinden bir lider çıkmasını, görevi devralmasını istiyorum. Dolayısıyla, Tire Süt Kooperatifi’nin bensiz sekteye uğrayacağını sanmıyorum. Liderlik eğitimle elde edilecek bir olgu değil, insanın yapısında olan bir şey. Başkan olduğumda sütü bilmiyordum. Şimdi üniversitelerde süt anlatıyorum. İşe alırsınız, şef yaparsınız, yetenek varsa müdür yaparsınız, hatta genel müdürlüğe kadar yükselebilir. Bu eğitimle mümkün.

Sizin gibi bir lider çıkmazsa?

O zaman bırakmam. Önümüzdeki genel kurula iki buçuk yıl var. İnşallah böyle biri yetişir. Çok yoruldum, verimim önümüzdeki senelerde düşecektir. Bir insan sohbetlerde hep gelecekten bahsediyorsa, yola devam etmeli. Ama geçmişten bahsetmeye başlamışsa, yeter demenin vaktidir.

Üretim maliyetlerini düşürerek, ürün niteliğini iyileştirip pazar değerini artırarak, çiftçinin işlenmemiş ürününü mamule dönüştürerek başarılı olduk. Birçok alanda para mübadelesini ortadan kaldırdık. Ortaklarımızın tarlasının, evinin, hayvanlarının ihtiyaçlarını doğrudan karşılıyoruz.

Şu anki kurumsal örgütlenmeniz nasıl?

Karar organı yönetim kurulumuz. Ancak, kurul idareye karışmaz. Çeşitli birimler ve onların yetkili müdürleri var. Her birim aylık sonuçları getirir, ben de değerlendiririm. İşler iyi gitmiyorsa, birimler nedenlerini raporlar. Yönetim kurulu başkanı olarak kendimi bu kontrol işiyle sınırladım. İdareye müdahale etmiyorum. Aynı zamanda genel müdürüm. Biri mali işler, diğeri idari işlerden sorumlu iki genel müdür yardımcısı var. Her pazartesi sabahı tüm müdürlerle toplanıyoruz. En az üç saat tartışıyor, birlikte karar veriyoruz. Demokratik bir çalışma sistemimiz var. Yönetim kurulu ile ayda bir toplanıyoruz, orada raporlama yapıyorum. Genel müdür olarak almam gereken kararları onlara sormadan alıyorum, o yetkiyi verdiler. Ama yönetim kurulu kararlarını beraber alıyoruz.

Kooperatif ortakları olan çiftçilere bu kararlar nasıl iletiliyor? Ortaklar kararlara nasıl katılıyor?

Ortaklara genel kurulda hesap veriyoruz. Her yıl mali, dört yılda bir de seçimli genel kurul yapıyoruz. Genel kurulda, bir önceki yıl ne almışız, ne satmışız, ne kazanmışız, bunlar aktarılır. Geçtiğimiz yıl iki milyon lira net kâr yaptık. Bu kâr genel kurul kararıyla ortaklara dağıtılabilir ya da sermayeye aktarılabilir. Genel kurul kararına göre kâr payı dağıtmadık. Bu parayla yeni tesisler kurup daha çok gelir elde edeceğiz. Yeni bir arsa aldık, et işleme tesisini beş kat büyüteceğiz. 

Ortaklar size güvendiği için mi kâr payı istemiyor?

Kooperatifin 60 milyon lira özvarlığı, 2 bin civarında ortağı var. Bugün kooperatife ortak olmak isteseniz, normalde 30 bin lira giriş sermayesi talep etmemiz gerekir. Ama 200 lira alıyoruz. Aksi takdirde, üç-beş ineği olan, kooperatife sığınmak isteyen küçük üreticiye kapıyı kaparsınız. Bölgede başka kooperatifler 20-80 bin lira gibi rakamlar talep ediyor. Biz bu faaliyete sadece ekonomik bakmıyoruz. Bu bir dayanışma meselesi. Bir ortak beş yıl sonra “ayrılıyorum” derse, 200 lira geri alacak. 30 bin liralık kullanım hakkına sahipsiniz, ama o 30 bin lirayı alıp gidemezsiniz. Başarının dört temel kriteri var. İşe olan ilgi, bilgi, sevgi ve disiplin. Çalışanlar kooperatifi müthiş sahipleniyor, işlerine dair bilgileri yüksek. “Adama göre iş değil, işe göre adam” felsefesiyle hareket ediyoruz.

Aynı zamanda İzmir Tarım Grubu’nun başkanlığını yürütüyorsunuz, bu grup nasıl faaliyet yürütüyor?

Akademisyenler, tüccarlar, üreticiler, sanayiciler, tarımla ilgili STK’lardan temsilcilerden oluşan yaklaşık kırk kişilik bir grup kurduk. Ayda bir toplanıyor, İzmir tarımını masaya yatırıyoruz. Her ay bir konu işliyoruz. Mesela devlet meraları kiralama kararı aldı. Karşı çıktık. “Meralar köylülerindir” dedik. Meraları dışarıdan gelen kişilere vermek doğru değil. Verecekseniz tarımsal örgütlere verin. “Meraları ıslah edelim, yem bitkisi yetiştirelim” dedik. Nitekim, devlet vazgeçti. Keşke her ilde tarım grubu kurulsa. Tarıma herkes, üretici, sanayici, tüketici kendi penceresinden bakıyor. Oysa bir bütün olarak bakarsanız sağlıklı sonuçlar elde edersiniz. Üretici üretimi sürdürülebilmek için “süt 2 lira 20 kuruş olmalı” diyor. Sanayici “o zaman sütü satamam” diyor. Üreticiye yüzde 5 zam, raflara yüzde 10 yansıyor. Tüketim zaten ciddi anlamda düştü. “Süt fiyatı artmamalı, tüketici mağdur olmamalı” deniyor. Ama fiyat artmazsa üretici mağdur olacak. Devletin aradaki farkı yem primi veya süt primi olarak desteklemesini istiyoruz. Tarım bakanlığı kesif yemin kilosunu 30 kuruş desteklese üretici mağduriyeti olmaz, süt fiyatı artmaz. Kayıt dışı ortadan kalkar. Çünkü yem alan her üretici fatura ister. Böylece, devletin kasasına vergi girer. Haksız rekabet ortadan kalkar. Elinizde veri oluşur, ne kadar yem tüketildiğini görebilirsiniz. Dolayısıyla, destekle verdiğiniz parayı da geri alırsınız. Bunun gibi daha bütünsel çözüm önerileri geliştiriyoruz. 

Kooperatif sayesinde Tire’de süt üretimi yüzde 400 arttı. Türkiye’de inek başına ortalama süt miktarı dört tonu geçmez. Kooperatif ortakları yedi-sekiz ton elde ediyor. Göç de azaldı. Gençler köyleri terk etmemeye başladı.

İzmir’de kooperatifçiliği geliştirecek temel aktörler kimler?

En önemli konumda belediyeler var. Türkiye’de kooperatifçilik oranı yüzde 13, İzmir’de yüzde 35. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yerelden kalkınma adına başlattığı İzmir Modeli bugün artık biliniyor. İzmir’in Bayındır ilçesinde bulunan kooperatifle çiçekçilik üzerinden anlaşma yapıldı. Anlaşma sonrası Bayındır’da çiçekçilik önemli bir sektör haline geldi. İnsanlar iki dönümde geçimini sağlamaya başladı. Fidan üreticisi Bademli Kooperatifi de aynı şekilde desteklendi, Bademli ihracat yapar hale geldi. Tire Süt Kooperatifi’nden düzenli süt aldı. Bergama tulumu mesela. Belediye orada bir süt alım merkezi kurdu. Bunun gibi çok örnek var. Belediye koyun, arı kovanı dağıtıyor, ilaçlama makinesi alıyor. Türkiye’de ilk defa bir belediye bünyesinde Tarım Daire Başkanlığı kuruldu; kırk-elli kişilik bir ekip toprak tahlili, eğitim, altyapı oluşturma desteklerine dair çalışmalar yapıyor. Bu anlayışa sahip bir belediyecilik istiyoruz, yerel seçimlerde bunu söylüyoruz. Amacımız akla şeftali deyince Selçuk, kiraz deyince Kemalpaşa, patates deyince Ödemiş, süt deyince Tire’nin gelmesi. İkinci aşamada, İzmir gıda ihracatı merkezi haline gelecek. Bu plana siyasi bakmıyoruz. Bu bir kalkınma modeli. Umarım bir devlet politikası haline gelir.

Diğer ilçelerdeki başka kooperatiflerle ortak çalışmanız var mı?

Kısa zamanda sonuç alıcı değişiklikler yaratmanın en etkili yolu insanların cebine para girmesinden geçiyor. Şu an Avrupa’nın en kaliteli sütlerinden birini üretiyoruz. Bu eğitimle olmadı. Sütün kalite değerine göre prim ödediğimiz için oldu. Bugün Türkiye tarımının yapısal sorunlarının hepsini destekleme politikalarıyla düzeltebiliriz. Köy kooperatifçiliği doğru değil, çünkü bir köy üç-beş ton sütle kendini koruyamaz. İlçe bazlı kooperatif olurlarsa korunabilir. Ancak, bunu temennilerle gerçekleştiremezsiniz. Çanakkale Biga’da doksan tane kooperatif var. Her köyde bir kooperatif. Adam kooperatifin başkanlık seçimini kaybetmiş, gitmiş karşısında kooperatif kurmuş. Hepsinin kartvizitinde başkan yazıyor. Kimse başkanlıktan vazgeçmek istemiyor. Tarım bakanlığı yatırımlara yüzde 50 hibe destek veriyor. Oysa “yalnızca ilçe bazlı kooperatiflere yüzde 60-70 destek vereceğim” dense, kooperatifler menfaat sağlamak için birleşir. Böylece bir yıl içinde, yüzde 13 düzeyindeki kooperatifleşmeyi yüzde 80’e getirebiliriz. Bugün Tarım bakanlığı 1 Ocak 2019 itibariyle ürün bazlı desteklemeleri sadece kooperatiflere vereceğini açıklasın, iki ayda her ilçede bir kooperatif kurulur. Kooperatifler kanalıyla bir araya gelen üreticiler kayıt altına alınır, vergi birikimi oluşur. Devlete giren para üreticiye kazandırılır. Desteklemeyle beraber gıda güvenliği sağlanır. Yeter ki, para sadaka niyetine verilmesin. Üretimi planlamak ile destek politikaları arasında ciddi bir bağlantı var. Hangi üretimi artırmak istiyorsanız, ona göre destek politikalarını düzenlersiniz. Şu an Türkiye’de kesif yem çuvalının içindekilerin yüzde 60’ı ithal. En büyük açığımız protein. Soyanın yüzde 95’ini ithal ediyoruz. Bizim toprağımızda da soya yetişir. İnsanlar para kazanmadıkları için soya üretmiyor. Oysa ithalata vereceğimiz parayı destekleme primi olarak veririz. Dolayısıyla, çözüm kamu politikalarında yatıyor.

Kapitalizmin vahşileştiği bu dönemde tek tek kişilerin hayatta kalma şansı yok. Birlikte üretmeliyiz. Yoksa, büyükler bize yaşama şansı bırakmayacak. Anadolu’da çiftçilere “kurtarıcı beklemeyin, kurtarıcı sizsiniz” diyorum. Bu da birlikte üretme, birlikte pazarlama, makineleri ortak kullanmayla mümkün.

Tire Süt Kooperatifi’nin bir şirketten temel farkı nedir?

Şirketler de, kooperatifler de birlikteliktir. Ama şirketlerde payın kadar söz sahibi olursun. Kooperatiflerde herkesin oyu eşittir. Bugün yüz litre, bir ton ya da on ton süt üreten ortağımız var. Ama seçimlerde hepsinin oy hakkı tek. Şirketlerde herkes payına göre söz sahibi olur. İyi işleyen kooperatifçilik insani bir dayanışmadır. Özellikle küçükler daha çok korunur. Günde on ton süt üreten bir çiftlik kooperatif olmadan da sütünü satabilir, ama yüz litre süt üreten satamaz. Kooperatifçilik bu anlamda biraz da düzenleyicidir, farklara dayanan çatışmaları ortadan kaldırır. 

Ortaklarınızın yapısı, üretim miktarları nasıl farklılıklar gösteriyor?

Türkiye’nin fotoğrafı gibi. Günde elli litre süt üreten de var, üç ton da. Üreticiler kooperatiflerle beraber gelişiyor. On yıl önce on ineği olan bir üreticinin bugün 110 ineği olabiliyor. Tarım yapmayan hayvancılık yapamaz. Türkiye ölçeğinde ideali aile başına elli baş sağım ineği. Bir aile bu sayıyla baş edebilir. Bir çiftlikte düvelerle beraber sağımlığın iki buçuk katı hayvan bulunur. Bu da günde bir ton süt anlamına gelir. Bir aile hayvanına kendisi bakıyorsa, sılaj yemini, samanını, otunu, yoncasını üretiyorsa para kazanıyordur. Her şeyi parayla satın alan, bir bakıcı bulup haftada bir gün yavruları okşamaya giden üretici ise zarar eder. Bu iş akvaryumda balık beslemeye benzemez. Devlet hobi niyetine süt üretenlere bir dönem sıfır faizli kredi verdi, onlar da balıklama atladı. Oysa bırakın yaz tatilini, bayramın birinci günü dahi gidip inekleri sağmanız gerekir. Kışın herkes sıcak yatağında yatarken siz sabah 6’da kalkacaksınız.

Bugün yüz litre, bir ton ya da on ton süt üreten ortağımız var. Seçimlerde hepsinin oy hakkı tek. Ama şirketlerde herkes payı kadar söz sahibi olur. İyi işleyen kooperatifçilik insani bir dayanışmadır. Özellikle küçükler daha çok korunur.

Gıda sektöründe aracı sorunu sizce nasıl çözülebilir?

Raftaki bir ürünü ele alın. Hammaddeyi üreten üretici var, işleyen sanayici var, etiketi var, ambalajı, nakliyesi, dağıtımı var, esnafın payı var. Hepsinin bir bedeli var. Bir ürün beş lira ise bunu birileri paylaşacaktır. Mesele paylaşımın adaletli yapılması. En çok payı üretici almalı, çünkü en çok zahmet çeken, emek veren o. Ama maalesef en az payı üretici alıyor. Çünkü fiyatı alıcılar, tüccarlar belirliyor. İşte burada kooperatiflerin önemi ortaya çıkıyor. Eğer kooperatifler paketleme tesislerine, soğuk hava depolarına, yük araçlarına sahip olsa, yerel yönetimler, bakanlıklar bunlara destek verse, o zaman üretici ürününü doğrudan pazara sunabilir. Oysa üreticiden tüketiciye ulaşana kadar en az yüzde 40’lık pay biniyor. Yüzde 40’lık payın yüzde 20’si masraf olsa, yüzde 10’u üreticinin, yüzde 10’u da tüketicinin cebine kalabilir. Devlet üretici ile tüketiciyi buluşturmak için Milli Emlak’a ait varlıklardan yer verebilir. Gıda güvenliği açısından da durum öyle. Bugün ülkemizde beyaz olan her şeyden peynir yapan yetenekler var. İnsanlar “yoğurdunuz zamanla sulanıyor ve ekşiyor” diyor. Yoğurt sulanmazsa, ekşimezse, korkun. Piyasada hiç sulanmayan, küflenmeyen yoğurtlar var. Bizim sütümüz bozulur, yoğurdumuz ekşir, sulanır, tereyağımız son kullanma tarihi geldiğinde küflenir. Küflenmemesi için kullanacağınız her kimyasal insan sağlığına zararlı. Kooperatifleşme gıda güvenliği açısından çok temel.

Kooperatifin 380 çalışanının çalışma koşulları ve sosyal hakları nasıl?

Köyün en zengini dahi çocuğunu kooperatife katmak istiyor. “Sen köyün en zenginisin, köylü ne der sonra?” diyorum. “Maaş önemli değil, oğluma kız istedik vermediler, Tire Süt Kooperatifi’nde çalışırsa mutlaka verecekler” diye cevap veriyor. Çalışanlarımız da ortaklarımız gibi aileden. Sosyal hakları ortaklardan daha fazla. Ortaklarımız, üreticilerimiz çalışanlardan daha güvencesiz.

Mevcut 4587 sayılı kooperatifçilik yasasının kooperatifleri, özellikle küçük yapıları kısıtladığını düşünüyor musunuz?

Ciddi bir karmaşa var. Aynı amaçla kurulmuş kooperatiflerin bazıları Gümrük ve Ticaret bakanlığına, bazıları Tarım bakanlığına bağlı. Hepsi tek bir bakanlıkta toplanmalı. İkincisi, çok fazla örgüt türü var. Örneğin, dünyanın hiçbir yerinde süt birliği diye bir örgüt yok. Geri kalmış tarımsal örgütlenme yapısı daha da parçalanarak etkisiz hale getiriliyor. Türkiye’de mevcut örgütlenmelerin Ankara’da bir genel başkanlığı vardır. Ama çiftçinin onlarca genel başkanı var, bir tane kapsamlı örgütü yok. Mecliste bir tane çiftçi milletvekili yok. Her ülkenin kendi yapısı ve kültürüne uygun kooperatifçilik modelleri vardır. Avrupa’da kooperatifler dev şirketlere dönüşebiliyor, dünyanın sayılı büyük bankalarından biri haline gelebiliyorlar. Bizim de Türkiye’nin yapısına uygun bir kooperatif modeli oluşturmamız gerekir. Kooperatifler üreticiyi destekleyecek. Devlet kooperatifleri denetleyecek, üreticiyi denetleme görevini kooperatiflere verecek. Devlet kooperatifleri, kooperatifler üreticiyi güvence altına alacak. Devlet kooperatiflere, kooperatifler de üreticiye kredi verecek. Bu konuda bir çalıştay yapmak şart. Mesela son dönemde yapılan et ithalatını düşünelim. Et ve Süt Kurumu 38 TL’ye karkas et getiriyor. Ama kendi elindeki hayvanı daha ucuza kesiyor. Kâğıt üzerinde en büyük örgüt Ziraat Odaları, ama tarım politikaları üzerinde hiçbir etkileri yok maalesef.

Devlet kooperatifleri desteklerse kooperatiflerin bağımsızlığını kaybetme tehlikesi ortaya çıkmaz mı?

Devlet verdiği kaynağın kullanım hakkını kendinde görmemeli. Şu an Ziraat Bankası ile çalışıyoruz, elimizi taşın altına koyduk. Yönetim kurulundakiler kişisel varlıklarımızı teminat gösterip kredi aldık. Bunun olumlu bir yanı da var. Böylece herkes “kooperatif başkanı olacağım” diye ortaya çıkamıyor, çünkü sorumluluk almadan kooperatif batıran çok başkan var.

 

[1] Türkiye imzaladığı uluslararası ticaret anlaşmaları sebebiyle tarımsal ürünlerin ithalatına yönelik kotaları bazı ürünlerde kaldırdı. Pamuk da bunlardan biri. ‘90’lı yılların ikinci yarısında başlayan ithalat Türkiye’de pamuk üretimi yapan çiftçilerin rekabet edemeyeceği koşullar yarattı. Pamukta etkin olan tarım satış kooperatifleri yasasının, 2000’lerin başında Tarımsal Reform Projesi’yle destekleme politikalarının değişmesi sonucu, pamuk üreticileri başka ürünlere yöneldi. Tire ve civarında hayvancılığa ilgi arttı. Buna bağlı olarak, pamuk üretilen arazilerde hayvan yemi olarak silajlık mısır üretimi yaygınlaştı.
^