DEFNE KADIN KOOPERATİFİ BAŞKANI NESRİN BURÇ DELİ

Söyleşi: Tuba Çameli
22 Eylül 2019
SATIRBAŞLARI

İki çarpıcı, esinlendirici öykü bir arada. Yasaklarla daraltılan, şiddetle kuşatılan, yoksulluğun pençesindeki bir hayata başkaldıran, müthiş bir mücadeleyle özgürlüğünü kazanan bir kadın… Ve başkanı olduğu Defne Kadın Girişimi Üretim ve İşletme Kooperatifi… 15’inde zorla evlendirilen, çocuk yaşta anne olan, sistematik şiddete maruz kalan ve 19’unda boşanan, anne evine döndüğünde “yaşamı seyretmesi” söylenen, sonunda “yeter” diyerek 25 yaşında bütün aleyhte şartlara rağmen kendi işini kuran, 18 yıldır doğduğu köyde tuhafiyecilik yapan, kendisi gibi kırsalda yaşayan kadınların yaşamına dokunmaya karar verdiğinde Defne Kadın Girişimi Üretim ve İşletme Kooperatifi’nin başkanlığını üstlenen, Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı’nın Doğu, Güneydoğu ve Akdeniz bölgesi sorumlularından biri olan Nesrin Burç Deli’nin sarsıcı, bir o kadar da esinlendirici yaşam öyküsünü ve Defne Kadın Kooperatifi’nin hayranlık verici seyrini dinliyoruz. 
Defne Kadın Girişimi Üretim ve İşletme Kooperatifi ortakları 8 Mart etkinliğinde

Defne Kadın Kooperatifi yaşamınıza nasıl girdi?

Nesrin Burç Deli: Bir imzayla. 2014’te bir kadın arkadaşım kooperatif kurduklarını, yedinci imzaya ihtiyaçları olduğunu söyledi. Esnaf olduğum için esnaf kooperatiflerini biliyordum, ama üretim kooperatiflerini bilmiyordum. “Peki” dedim ve sordum: “Kooperatif neye hizmet edecek?” “Kırsaldaki dar gelirli kadınları üretime katarak güçlendirecek.” Bu yanıtı duyunca, hiç düşünmeden, ortaklık bildirgesini filan okumadan attım imzayı. Benim için vaadi yeterliydi: Kırsaldaki kadına ulaşacağız, onların sorunlarıyla ilgileneceğiz, geçim kapısı açacağız. O kadın bendim çünkü, annemdi ve çocukluğumda tanıdığım kadınlardı. Ben Antakya’nın Odabaşı köyünde büyüdüm. Beş çocuk ve on iki yetişkinin yaşadığı bir evde. Parasızlık, geçim derdinde yetişkinler, kendi kendine büyüyen çocuklar… Yoksulluğun ölçüsü de şu: Üç kardeş yerde bir minderde uyurduk, iki abim ve ben yan yana, gövdelerimiz minderde, bacaklarımız yerde kalırdı.
Annem hayatı boyunca çalıştı. Sabah beşte gider, geceyarısı gelirdi. Görmezdik onu. Uykumuzda yıkardı bizi, sabah uyanınca farkederdik yıkandığımızı. O tarihlerde de kadınlar bugün olduğu gibi güvencesiz, iş güvenliğinden yoksun, karın tokluğuna saatlerce fabrikalarda çalışırlardı. Annem çırçır fabrikasındaki kayışa parmağını kaptırmış, o kadar ağırdı koşullar. Belen ve İskenderun yolundaydı bu fabrikalar. Fabrika sahiplerine “ağa” denirdi. Annem, teyzelerim, herkes onlara çalışırdı.

Hangi yıllardan söz ediyoruz?

‘76 doğumluyum. Aklım ermeye başladığında ‘80 darbesi olmuştu. Odabaşı bir Alevi köyü olduğu için sık sık askerler gelip evleri basardı. Üst üste duran yatakları dağıtırlar, evleri talan ederlerdi. Masa örtülerini çekerler, üzerindekiler yerlere saçılırdı. Evin sürekli gıcırdayan tahta kapısına yaslanıp izlerdim onları. Hem korkar hem de bir daha ne zaman geleceklerini merak ederdim. Çocuk aklı işte.

Kimlerle birlikte yaşıyordunuz?

Annem, kardeşlerim, teyzelerim, dayılar, anneannem ve dedemle yaşıyordum. Babam annemi terketmiş, “şehirli, sarışın bir kadınla” evlenmiş. Öyle anlatıldı bize babamın annemi terkediş nedeni. Annem de babasının evine geri dönüp bizleri büyüttü. Dedeme baba diyordum, o da son derece müşfik bir adam.
Hiç unutmuyorum, bir gün bir adam geldi eve, ben dört-beş yaşlarındayım. Sivil, asker değil. Ama evde bir tedirginlik var. Giyim kuşam o biçim, Tarık Akan gibi yakışıklı, boylu poslu. Sanırım erkeklere dair fikrim o gün değişti veya oluştu. Annem o kadar korkmuştu ki, odanın köşesine gitti, ayakta. Ben ve abilerim arkasına saklandık. Annem bir süre sonra dizlerinin üzerine çöktü. Biz de üç çocuk başımızı annemizin dizlerine yasladık. Korkunun heykeli gibi. O kadar büyük bir kavga yaşanıyor ki, adamın sesi evin duvarlarına çarpıp çoğalarak bize geri dönüyordu. Adamın kim olduğunu bilmiyorum, ama konuşulanlardan abimi almak istediğini anlıyorum. Annem vermiyor. Daha sonra, anneme şiddet uygulayan bu gösterişli adamın babam olduğunu öğrendim.

Paramız yok. Ünite dergilerini ve tatil kitaplarını öğretmenim veriyor. İlk çantamı da o aldı. Kahverengi, deri bir sırt çantası, yanımda yatırırdım bebek gibi. Köyde kitapları olan bir amca var, ondan ödünç aldım ilk okuduğum kitapları. İlk hatırladığım kitap Gorki’nin Ana’sı. Sonra annem “kızlar okumaz” dedi ve beni okuldan aldı.

Annem saf bir kadın. Babam da o kadar şeytandı ki, boşanırlarken kendi avukatına göndermiş annemi. Böylece annemin tüm yasal hakları elinden almış. Ne nafaka ne bir şey, babam annemin hayatından arkasında üç çocuk bırakarak öylece çekip gitmiş. O gün avukatın yaptığını bugün yasalar yapıyor, değişen bir şey yok nafaka meselesinde. 19’unda evlenip 23’ünde boşanmış annem. Kırsaldaki pek çok kadın gibi haklarını bilmiyordu. Kendisini yetiştirmeye zamanı ve imkânı olmamış. Hep üzgün, hep mutsuz. Babam bize terkettiğinde ben iki aylığım. Annem benim “uğursuz bebek” olduğuma inandı yıllarca. Harçlık filan yok o yıllarda, elime geçen üç-beş kuruşu bir yıl boyunca biriktirirdim, anneme anneler günü hediyesi alırdım, beni affetsin diye. Köy bakkalından selpak, limon kolonyası ve kırdan topladığım bir buket çiçek. Ders kitaplarındaki gibi… Yıllarca annemin beni sevmesini bekledim.

Okula gidiyor muydunuz?

Gidiyordum. Köyde okulumuz var ve çok başarılı bir öğrenciyim. Rahmetli öğretmenim Fatma Şimşek yakından ilgileniyor benimle. Paramız yok. Ünite dergilerini ve tatil kitaplarını öğretmenim veriyor. İlk çantamı da o aldı. Kahverengi, deri bir sırt çantası, yanımda yatırırdım bebek gibi. Kitap okuyorum. Köyde kitapları olan bir amca var, ondan ödünç aldım ilk okuduğum kitapları. İlk hatırladığım kitap Gorki’nin Ana’sı. Okuyacağım ve hayallerim var. Sonra annem “kızlar okumaz” dedi ve beni okuldan aldı. Kimse ikna edemedi onu. Günlerce yalvardım, dinlemedi. Artık okula gitmiyordum.

Kooperatifin kırmızı biber hasatı

Bizim oralarda sac ekmeği yapılır. Fırın ekmeği eve misafir gelince alınır. Demek ki evde misafir var, beni fırına gönderdiler. Ekmekleri aldım, eve geliyorum. Ucundan biraz koparmak için torbayı açtım, iki ekmeğin arasında bir kâğıt var. Kâğıtta “Benimle evlenir misin? Seni seviyorum” yazıyor. Yazan yirmili yaşlarda fırında çalışan adam, biliyorum. Elim kalem tutuyor ya, ben de yanıt yazdım ona, “ben bilmem, annem bilir” diye. Gelip beni istediler. Üstelik benim yanıtımı göstererek. O yanıt namus meselesi oldu ve o mektubu yazan adamla evlendirildim, namusumuzu temizlemek için.

Kaç yaşındaydınız?

Bu çok acı bir süreç. 14 yaşında nişanladılar, 15’imde annemin muhtarlığa verdiği muvafakatname ile evlendirildim. İlk gece dahil sürekli fiziksel ve psikolojik şiddet gördüm. 24 saat küfreden bir adam, düşünün. Ve hamile bırakıldım. 41 kilo çelimsiz çocuk bedenimde bir çocuk var! Doğru dürüst bez bebeği bile olmamış Nesrin’in bir çocuğu olacak! Şiddet artarak sürüyor. Hastaneye kaldırıldım dokuz ayın sonunda. Son derece müşfik bir doktor var tepemde, annemlere demediğini bırakmıyor. “Nasıl kıydınız bu çocuğa” diyor, “çocuk bedeniyle bu doğumu nasıl yapacak?” Kızımı doğuruyorum. Aynı doktor çocuğuma yönelik öfke duymayayım diye konuşuyor benimle, onun masumiyetinden söz ediyor. Dinliyorum onu. Onun için üç-dört yıl daha katlandım o eve. Artık dayanamadığım, yaşananların benim ve kızımın yaşamını tehdit ettiği noktada annemin evine döndüm ve boşanmaya karar verdim. 19 yaşındaydım.

15’imde annemin muhtarlığa verdiği muvafakatname ile evlendirildim. İlk gece dahil sürekli fiziksel ve psikolojik şiddet gördüm. Ve hamile bırakıldım. 41 kilo çelimsiz çocuk bedenimde bir çocuk var. Bez bebeği bile olmamış Nesrin’in bir çocuğu olacak! Son derece müşfik bir doktor var tepemde, annemlere demediğini bırakmıyor. “Nasıl kıydınız bu çocuğa” diyor, “çocuk bedeniyle bu doğumu nasıl yapacak?”

Annem gizli gizli ağlıyor bana ve kızıma bakıp. Yine annemi mutsuz ediyorum. “Uğursuz bebek”, “uğursuz kadın” oluyor. Boşanmaya karar vermeden önce babamı buluyorum bu arada. Evliyken bir başka köyde yaşadım. Çarşıya inmemiş ben, elime geçen adreste babamı bulmak için İskenderun’a gittim. Çocuğum iki yaşında, o da yanımda. Beko bayisi, paralı bir esnaf babam, nam salmış. Ona ulaşmak için üç görevliyi geçtim. En son dört-beş yaşında görmüş beni, aradan 13-14 yıl geçmiş. Beni görünce gözleri doluyor, “sen benim kızımsın” diyor ve sarılmak istiyor. “Çık öbür tarafa” dedim. “Sadece merakımdan geldim, seni görmek istedim.” Adam ağlıyor. Çok öfkeliyim. Anlatıyor, “ben size geldim, abini alacaktım” filan diye. “Bir insan eşini boşayabilir, ama çocuklarını boşayamaz” diyorum. Antakya’ya dönüyorum ve boşanmaya karar veriyorum. Boşanma kararımda babamı görmek ne kadar etkili oldu, bilmiyorum, ama boşanma kararını verince ilk onu aradım. “Bana yardım et” dedim. “Tamam” dedi. Ama bir daha sesini hiç duymadım, ta ki geçen sene kanser olup hastaneye kaldırılıncaya kadar. Sonra da rahmetli oldu zaten.

Annenizin evindesiniz…

Evdeyim, ama görünmez olmaya çalışıyorum. Korkak, zayıf, ürkek bir kadınım. Esen yelden bile korkuyordum. Sanki her an bir şey bana zarar verecek, ben çocuğumu koruyamayacağım diye düşünüyorum. Siz hiç sessiz sessiz ağladınız mı? Altı ay boyunca gözyaşı döktüm, kimse görmedi. Misal sofraya oturuyorum, yemek yiyemeden kalkıyorum. Çünkü evdeki herkes “boşandın, yüzümüzü yere eğdirdin” diyor sürekli. Büyük bir ayıp bu. Kirli ve kötü bir kadınsın. Suçun da boşanmak. Ben yine bir gün bir köşede oturuyorum, teyzemin kocası geliyor ve diyor ki, “Bir cenazeden geliyorum. Mekânı cennet olsun, ne namuslu bir kızmış. Kızın hakkında dedikodular çıkmış, kız bunu gururuna yetirememiş, kendisini öldürmüş.” Bunu bana bakarak söylüyorlar. Duymam ve gereğini yerine getirmem isteniyor. Benim de namuslu olduğumu ispatlamam bekleniyor. Nasıl karar verdiğimi hatırlamıyorum, evdeki tüm ilaçları toplayıp anneannemin eski evine gittim. Bir elimde avuç dolusu ilaç, bir elimde su bardağı, ayaktayım. Tam o esnada kapı açılıyor, gıcırtısını duyuyorum, sırtım kapıya dönük. Gelen o sırada dört-beş yaşlarında olan kızım. Beni takip etmiş anlaşılan. Yüzüme bakıyor, ben ağlıyorum.

Kızı Yonca ile birlikte

Ayaklarımı öpmeye başlıyor, boyunun yetişebildiği yere kadar öpüyor her yanımı. Ve yalvarıyor, “ne olur annecim üzülme” diye. Geçen gün Emine Bulut cinayetinin haberini okurken tekrar yaşadım o ânı. Kadın cinayetleri tekrar tekrar kanatıyor yaralarımızı. Beni intiharın eşiğine getiren kararı değil, o an verdiğim kararı çok iyi hatırlıyorum. İlaçları fırlatıp Yonca’yı kucağıma aldım. Sımsıkı sarıldık birbirimize. Ağladık. Ona söz verdim: “Bir daha beni ağlarken görmeyeceksin, tüm bunların üstesinden geleceğiz ve sen benimle gurur duyacaksın.” Şimdi gidin kızıma sorun, çocukluğu boyunca “büyüyünce annem olacağım” dedi hep.
Bu kararlılıkla hemen iş buldum. Antakya’da bir firmaya girdim. Çay-kahve yapmak için başladım, bir yıl sonra ihale dosyaları hazırlar bir duruma geldim. Temizlik şirketiydi, pazarlama yapıyordum artık. Annem gibi beni de sigortasız ve düşük maaşla çalıştırıyorlardı, “diplomasız” bir kadın olduğum için. Çocuğum var, paraya ihtiyacım var. Sabahın köründe çıkıyorum evden annem gibi. Kimse bakmasın, söz olmasın diye bir pantolon bir tişört giyiyorum. Bütün tişörtlerim üç beden büyük. Makyaj yok, ayağımda spor ayakkabı. Tüm gözlerden kendimi gizliyorum. Bir gün patron geldi, dedi ki “ben şirkete girdiğimde karşımda bir kadın görmek istiyorum, bu ne kılık!” Bir erkek bana laf söylüyor, asiyim de, dönüp dedim ki “O kadını evinizde arayın, burada değil. Beni süsümle püsümle değil, işimle değerlendirin”. Adam şaşırdı. İkinci senenin sonunda “beni sigortalayın artık” dedim, yapmadılar, ben de istifa ettim. İşsiz kaldım.

Bir elimde avuç dolusu ilaç, bir elimde su bardağı, ayaktayım. Tam o esnada kapı açılıyor, gıcırtısını duyuyorum, sırtım kapıya dönük. Gelen o sırada dört-beş yaşlarında olan kızım. Yüzüme bakıyor, ben ağlıyorum. Yalvarıyor, “ne olur annecim üzülme” diye. Beni intiharın eşiğine getiren kararı değil, o an verdiğim kararı çok iyi hatırlıyorum. İlaçları fırlatıp Yonca’yı kucağıma aldım.

Kızınız Yonca okula başlamamış herhalde…

Ana sınıfına gidiyor. Para yok yine. Beslenme çantasına simit koyabiliyorum. İş arıyorum. Boşandıktan sonra babamın bazı akrabalarını buldum. Onlardan birine gidip iş istedim. “Ben sana iş bulurum. Gençsin, güzelsin, herkes sana iş verir. Bu hep böyle olacak. O yüzden sana bir iş fikri söyleyeceğim, sen git kendi işini kur. Kimseye minnet etme, seni harcarlar” dedi. O gün cebimde 5 lira var. 40 kuruş otobüs parasını ayırdım. Bir Tekel 2000 aldım ve kafeye oturdum, hayatta unutmam. Tüm paramla kahve içip sigarayı bitirdim ve karar verdim. Akşam herkese kararımı açıklayacağım. Resmen kapıyı kırarcasına girdim eve. Manzara şöyle: Abim iskambil oynuyor, annem televizyon seyrediyor. “Ben köyde iş kuracağım” dedim net bir ifadeyle. İtirazlar başladı: “Olur mu? Ne münasebet, dul kadın halinle ne işi, ne işyeri.” Annem tek bir tümce söyledi: “Bunun başında uzun hava var, bunu çekecek.” O gün bugündür başımdaki uzun havayı çekiyorum. (gülüyor) İtirazların nedenini tahmin edebiliyorum. Benim bir sürü işler çevirdiğimi, etrafımda erkekler olduğunu ve bunu onlarla yapacağımı, sermayeyi onların vereceğini düşünüyorlar. Çünkü kadın iş kuramaz. Birkaç ay abimin benimle dükkân görüşmelerine gelmesini bekledim. Baktım olmuyor. Köyün şıhına gittim. Dükkânına talibim. Süleyman amca rahmetli oldu. Kendimi tanıttım, geçmişimi anlattım. “Ben kötü bir şey yapmadım, sadece boşandım”, uzun uzun anlatıyorum durumumu. Süleyman amca “iki dakika bekle” dedi ve elinde şimdiki dükkânımın anahtarını getirdi. “Senin kimin kızı olduğun, neler yaşadığın önemli değil, ben yüzündeki ışığı gördüm ve sana inandım. Al bu anahtarları git. Bir sene sonra gel, iş yürüyorsa kirayı konuşuruz, yürümüyorsa anahtarları alırım.” Yıl 2001.

Nesrin Burç Deli yol arkadaşı Münevver Ezelsoy ile kooperatifin fuar standında

İş kuracaksanız, peki sermayeniz var mı?

Yok, ama çevrem var. Eş-dost, imece usûlüyle dükkanımı açtım. Daha doğrusu, açamadım, o gün Antakya’yı sel götürdü. Düşünebiliyor musunuz? Açılış yapacağım gün can kayıplarının olduğu bir sel oldu. Neyse, birkaç gün sonra anneler gününde köyde tuhafiye dükkânımı açtım. 400 liralık satış yaptım ilk gün, 370 liraya mâlolan dükkânın kuruluş sermayesini çıkardım. Böylece “kadınlar işyeri kuramaz” diyen herkese bunun yapılabileceğini göstermiş oldum. O gün bugündür esnaflık yapıyorum, iyi ki de yapıyorum. Evimi tuttum, araba aldım ve şimdi eşim olan erkekle tanıştım. 24-25 yaşındayım o zamanlar. İnanılmaz bir enerjim var. Çalışıyorum ve hayatımı kuruyorum. “Büyüyünce annem olacağım” diyen kızıma layık olmaya çalışıyorum.

Cebimde 5 lira var. 40 kuruş otobüs parasını ayırdım. Bir Tekel 2000 aldım, kafeye oturdum. Ve karar verdim. Akşam herkese açıklayacağım. Resmen kapıyı kırarcasına girdim eve. “Köyde iş kuracağım” dedim net bir ifadeyle. İtirazlar başladı: “Ne münasebet, dul kadın halinle…” Annem tek tümce söyledi: “Bunun başında uzun hava var, bunu çekecek.” O gün bugündür başımdaki uzun havayı çekiyorum.

Biliyorum, uzun bir yanıt oldu. 2014’te kooperatifin kurucusu olarak imza attığımda benim, annemin ve bizim gibi kırsalda yaşayan kadınların yaşamını değiştirecek bir işe başladığımı biliyordum. Hani bir amacınız olduğunu hissedersiniz, ama bunu doğru dürüst ifade edemezsiniz ya, Defne Kadın Kooperatifi’ne ortak olmak bana bunu güçlü bir biçimde ifade etme fırsatı verdi.

Kooperatifin kurucu ortağısınız artık, sonra neler oldu?

İmzayı attım, bekliyorum. Projeler, işler olgunlaşsın ve kırsaldaki kadınlara hizmet edelim diye. Bunu bana öneren kadın arkadaşıma güveniyorum. Çalışıyorum, kızım büyüyor. Arada bir beni arıyorlar kooperatiften, kent dışından gelen misafirleri karşılıyorum arabamla, getirip götürüyorum onları. İmzalar atıyorum resmi işlemler için. Aynı zamanda kooperatifin yönetim kurulundayım. Dernek olarak aldıkları projeyle kooperatifleşen Defne Kadın Kooperatifi’nin kurucusu ve yönetim kurulu üyesiyim. Başkanımız, benden imzayı isteyen arkadaşım arıyor bir gün: “Ben yurtdışına gidiyorum. Altı ay kadar kooperatifi idare eder misin” diyor. “Nasıl olur, ben anlamam” demeye kalmadan, bin kadına ulaşıldığı söylenen bir projenin bitiminde, ne durumda olduğunu bilmediğim kooperatifi kucağımda buluyorum resmen.

Kooperatif ortaklarıyla birlikte

Hemen hemen aynı günlerde, Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı (KEDV), kuruluşuna katkı sunduğu kooperatiflerin yönetimlerini İstanbul’a çağırdı, yıl 2015. Hâlâ desteğini sürdüren KEDV ile tanışacağım. Gittim, Türkiye’deki ve dünyadaki kadın kooperatiflerinin deneyimlerini öğreniyorum orada. Şaşırıyorum, her tarafta kadınların ve örgütlerinin sorunları temelde bir ve çözümü de dayanışma, kendini ayakta tutabilme meselesi. Toplantıdan geldim, eğitimde konuştuğumuz konular hakkında okumaya başladım.
İşte tam o günlerde kanser olduğumu öğrendim. Ameliyat oldum. Tedavim sürerken, yüzümde maske, kooperatifle ilgili toplantılara katılmayı sürdürdüm. Kadınlara “vazgeçmeyelim” diyorum. Bunu kendime de söylüyorum, çünkü zor bir süreç, yaşamak istiyorum, vazgeçmek istemiyorum. Çaresiz, yurtdışına giden başkanı aradım. “Benim ne olacağım belli değil, gel lütfen” diyorum. Kanseri yenmek için ne yapabilirim diye araştırma yaparken, peryavşan (yavşan otu) diye bir bitki buldum. Ne büyük tesadüf ki, kooperatifteki bir kadın arkadaş bana bu bitkiyi getirdi, çay yapıp içtim. Bana iyi geleceğine inandım, iyi de geldi. Onların da, benim de umuda ihtiyacımız var o günlerde.

Geçici olarak yönetimini devraldığınız kooperatif ne durumda?

Kooperatifin Yeşilpınar’da bir işletme tesisi var. Tanıştığım kadınların çoğu kooperatifin üyesi değiller o vakit. Hatta üye sayısı yurtdışına giden başkan nedeniyle altıya düşmüş. Kolları sıvıyorum. Ortaklık tüzüğü ile başladım, hatmettim onu önce. Sonra ticaret il müdürlüğüne, vergi dairesine gittim. Hemen hızlıca kooperatife emek veren kadınlarla ortak sayısını artırdık. Böylece yasal sorunu çözdük. Sonra vergi borcunu ödemek için çareler aramaya başladım. Evim Defne’de (Antakya), işyerim köyde, Odabaşı’nda, kooperatifin işletmesi de Yeşilpınar’da. Bu üçgende gidip geliyorum, kadınlarla oturup konuşuyoruz. Bir yılgınlık var. Ne yapacağız, bu işler nasıl olacak? Kooperatifçiliği bilmiyorum, ama iş yaşamını biliyorum. Kendi deneyimlerimi anlatıyorum, onlar da toprağı ve üretimi anlatıyorlar. Ayakta kalmak, üretime devam etmek için mücadele etmeye karar veriyoruz.

Kooperatifin kurucusu olarak imza attığımda benim, annemin ve bizim gibi kırsalda yaşayan kadınların yaşamını değiştirecek bir işe başladığımı biliyordum. Hani bir amacınız olduğunu hissederseniz, ama bunu doğru dürüst ifade edemezsiniz ya, Defne Kadın Kooperatifi’ne ortak olmak bana bunu güçlü bir biçimde ifade etme fırsatı verdi.

Ne kadar borcu var kooperatifin?

Vergi dairesinde 20 bin lira borç çıkıyor. Kimsenin moralini bozmamak için önce söylemiyorum. Kooperatif ortaklarına hep aynı şeyi söylüyorum, “Kooperatifler de şirketler gibi birtakım krizler yaşar. Çalışırsak ve elbirliği yaparsak atlatırız.” Giden başkanı arıyorum, borcu soruyorum. “Ben giderken borç yoktu” diyor. Çaresiz kredi çektim. Defne Belediyesi’ne o tarihlerde danışmanlık yapan Yüksel Türkili ile tanışıyorum, yıl 2017. Bir kooperatifle işbirliği yapmak arzusundalar. Bu arada, üretici kadınlar verdikleri emeklerinin karşılığını almak istiyor. Ben bu süreçte ürün satılmasa bile çektiğim kredi ile ortaklara ödeme yapıyorum, amaç üretime devam etmek. Vergi borcunun küçük bir kısmını belediye ödedi, diğer kısmını da hâlâ ödüyoruz. Bu arada Yüksel Türkili’nin eşi, bize yıllardır gönüllü danışmanlık yapan, profesyonel yaşamda da danışman olan Zeynep Kayaalp ile bir proje üzerinde çalışmaya başladık. Amacımız işletme tesisinin üretim kapasitesini artırmak. Çıkıyor proje, soğuk hava deposunu kuruyor, makinalarımızı alıyoruz. Vakumlama ve biber çekme makinamız geliyor.

Ekipman projesinin kaynağı nedir?

Avustralya Büyükelçiliği. Hatta şöyle oldu: Biz projeyi yazdık, sonucu bekliyoruz. Ardı ardına telefonum çaldı bir gün. Arayan Ankara numarası, bankadır diye açmıyorum, zira banka kartlarını patlatmışım kooperatif yüzünden. Zeynep hanım da yanımda. “Açsana” dedi, açtım. Bir kadın sesi, “Avustralya Büyükelçiliği’nden arıyorum, projeniz seçildi” dedi. Konuşamıyorum. Öyle heyecanlandım ki, en kral âşık olduğumda dahi –o da bir kez oldu zaten–böyle heyecanlanmamıştım. Bu projeye verilen fon bizim için dönüm noktası oldu. Dizlerimizin üzerine düşmüştük, bu projeyle ayağa kalktık. Üretimimiz çeşitlendi. Son iki yılda kadın kooperatifleri arasında örnek gösterilir bir konuma geldik. Bu arada, 2017’de otuz ortak olduk. Bugün 16 ortağımız Turfanda köyündeki üretici kadınlar, 13 kadın ortağımız paketleme yapıyor Yeşilpınar’da, ben de kooperatifin resmi işlerine, pazarlamasına koşturuyorum. Ürünlerimizin patentini Defne Belediyesi’nin desteğiyle aldık. KEDV de barkodlarımızı aldı. Kırk kalem ürünümüz var. Organik ürün sertifikalı zeytin, zeytinyağı, nar ekşisi, doğadan topladığımız 15 tıbbi aromatik bitkimiz, çaylarımız var. Turşu, reçel, biber, salça, kuru meyveler üretiyoruz.

Ürünleriniz kadınlarınelinden.com’da satışı sunuluyor, değil mi?

Sabancı Üniversitesi öğrencileri bir proje için beni aradılar, kadinlarinelinden.com’u kuracaklar, bizim de orada olmamızı istiyorlar. Geldiler, görüştük. Eşzamanlı Philip Morris de geldi bizi ziyarete. Dernekten kooperatife evrilirken alınan fon Sabancı Vakfı–Philip Morris (PM) fonuymuş. PM’den gelen kadın “biz sizinle işbirliği yapamayız” dedi. O zaman öğrendim ki, projede yönetimsel sorunlar olmuş, kadınlar Sabancı’yı aramış, “paralarımızı alamadık” demişler. Sabancı Üniversitesi’nden gelen gençlerle ortak bir dil tutturduk. Satış platformuna üye yapacaklar bizi. PM’den sonra Güler Sabancı da veto etti bizi. “Bu kooperatif kadınlara parasını ödemiyor, o yüzden çalışamazsınız” demiş. Ben de Güler hanıma not gönderdim: “Geçmişte birileri kadınlara zarar vermiş olabilir. Bu kararda ısrarcı olunursa, onlar değil, yine kadınlar ödeyecek bunun bedelini. Kooperatifin yönetimi ve anlayışı değişti, şu anda üretim var. Otuz kadın ortağımız var, herkes üretiminin karşılığını alıyor. Hepsini tek tek arayabilirler.” Sonunda siteye alındı kooperatifimiz, kadınlarelinden.com’a ürün gönderiyoruz. Bugün Bodrum’da, Kırşehir’de, Ankara’da, İstanbul’da ürünlerimize talep var. Fuarlara katılıyoruz. Otuz kadın, ben hariç, ürettiği kadar kazanıyor. (gülüyor)

Kadının Emeğini Değerlendirme Vakfı kuruluşuna katkı sunduğu kooperatiflerin yönetimlerini İstanbul’a çağırdı, yıl 2015. Gittim, Türkiye’deki ve dünyadaki kadın kooperatiflerinin deneyimlerini öğreniyorum. Şaşırıyorum, her tarafta kadınların ve örgütlerinin sorunları temelde bir ve çözümü de dayanışma, kendini ayakta tutabilme meselesi.

Kooperatifin neye ihtiyacı var?

Teknik desteğe ihtiyacımız var. Üretici kadın bahçede veya işletmede üretiyor, ben de bunları pazarlamak için koşturuyorum. Benim tanıtım, pazarlama gibi işlerde teknik desteğe ihtiyacım var. Büyükşehir “web sayfası kuralım” dedi mesela. “Kurmak yeterli değil, onu güncellemek de gerek” dedim belediyeye. Bunun için bize kim destek verecek, gönüllü veya yarı gönüllü insanlara ihtiyaç var. Ön muhasebeyi titizlikle yürütmek gerek, bu konuda da destek ihtiyacımız ortada. Biber çekme makinasını aldık, ortağımız Sabahat’ın (Kılıç) derdi bitti. Şimdi bir diğer ortağımız Meryem’in (Miroğlu) kavanoz kapaklarını sıkarken eli acıyor. Ticaret Müdürlüğü söz verdi. Antepli varlıklı bir kişi kadın kooperatiflerine destek vermek istiyormuş, şimdi ondan dolum ve kapatma makinesi bekliyoruz.

Kadının Emeğini Değerlendirme Vakfı toplantısına katılan uluslararası temsilciler

Kamu kurumları ile ilişkileriniz nasıl?

Görüşüyoruz sık sık. Ortaklarımızı sigortalayabilmek için İş-Kur’a gittim. “Çalıştıkları ay kadar sigorta yapalım” dedim. “Sizin için bir şey yapamayız” dediler. Geçen sene bakanlıklar kadın kooperatiflerini destekleme kararı aldı, biliyorsunuz. Şimdi kamu seferber oldu. Beni bir toplantıya çağırdılar geçenlerde, Ticaret, Çalışma ve Aile bakanlıkları, tarım il müdürlükleri bir araya gelmişler. Toplantı başladı. Kooperatif olarak ildeki iki kadın kooperatifi, biz ve Üreten Eller çağrılmış. Bu arada Üreten Eller, Hatay Büyükşehir’in kurduğu bir kadın kooperatifi. Ticaret İl Müdürlüğü “biz kooperatifler kuracağız” dedi. Ben de “neden kooperatif kuruyorsunuz, amacınız nedir, neye hizmet edecek bunlar” diye sordum. Baktım sadece sayısal bir artıştan söz ediyorlar. Bunun üzerine, “Hakikaten samimiyseniz, mesela bizim gibi halihazırda birçok kadına iş imkânı yaratan kooperatiflere destek olun. Varolanı güçlendirin. Onlar yeni kooperatiflerin kurulmasına öncülük eder, destek verirler” dedim. Bizim “kadın kooperatifleri için bir şey yapamayız” diyen İş-Kur temsilcisi de toplantıda. Şimdi yakında bir kadın kooperatifleri çalıştayı yapacaklar, biz de destek vereceğiz. Kamu cephesi epey hareketli, bakalım, göreceğiz.

Belediye ile ilişkileriniz nasıl?

Defne Belediyesi üretim tesisine tel örgü yaptı geçenlerde, destekleri oluyor. Seçimden sonra Defne belediye başkanı çağırdı bizi. “Defne’de bin kadına istihdam sağlayacağız” dedi. “Bunu nasıl yapacaksınız, ne üretecek Defne’de kadınlar” diye sordum. “Eğer kadınlar üretim yapacaksa, sumak için Belen’e, portakal için Ersin’e, incir ve üzüm için Hassa’ya, salça için Samandağ’a, zeytin içinse Yayladağ’a gitmelisiniz, üretimi Defne ile sınırlandıramazsınız” dedim. Yerel ihtiyaçları ve olanakları göz önünde bulundurarak böylesi planlamalar yapılmalı.

Kooperatifler vergiden muaf olmalı. Teşvikler olmalı. Kooperatiflerde çalışan kadınlar sigortalı olabilmeli. Türkiye’yi kurtaracak tek şey üretim, üretim de kadınların elinden geçiyor. Bu madalyonun bir yüzü, diğer yüzü kadınlar güçlerinin farkına varabilmeliler.

Bu arada, Expo 2021 Hatay’da olacak. Gastronomi kimliği ve güvenli gıda öne çıkacak. Bu da ancak geleneksel kadın emeği ve üretimle mümkün. Az önce saydığım yerlerde kadın kooperatifleri eliyle bunun mümkün olduğunu anlattım büyükşehir belediyesine. “Kâğıt üzerinde değil, önce kadınlar üretime ve üretimden gelen güçlerine inanmalılar” dedim. Bunun için kadınları örgütlemeyi önerdim ve Defne Kadın Kooperatifi olarak bunu yapabileceğimizi söyledim. Aradan bir süre geçti, sonra başka bir görüşmede benim önerim “belediyenin projesi” diye önüme geldi. Şaşırdım. “Defne Kadın Kooperatifi bu projenin neresinde” diye sordum. “İldeki kadınlar arasındaki dayanışmayı geliştirmek için güçlendirmek gerek. Defne Kadın Kooperatifi bu süreçte destek verebilir” dedim. Bakalım ne yapacaklar… Üretici kadınların bir araya gelmesi yetmiyor, kooperatif kurmak bürokratik bir iş sonunda. Üretim kadar, kadınların tanıtımdan pazarlamaya, pek çok alanda desteğe ihtiyacı var.

Antepli ve Suriyeli göçmen kadınların birlikte kurduğu Sada Kadın Kooperatifi’ni misafir ediyorlar

Bu süreçte gönüllü destekler aldınız mı?

Gönüllüler kim? Bugüne kadar üç farklı zamanda kadın arkadaşlar geldi. Hepsi gittiler. Süreklilik isteyen işler gönüllülükle sürmüyor. Benim gönüllülükle yaptıklarıma bakıp “siz delisiniz” diyorlar. “Evet, deliyim” diyorum, “soyadım Deli”. (gülüyor) Kadın ne üretiyorsa öyle yaşıyor. İki sene önce Hatay’daki Rotaryan kadınlar beni bir toplantılarına çağırdılar. Şehir Kulübü’ne gittim. Heyecanlıyım. Günlük yaşamda pek yan yana gelmediğimiz kadınlarla buluşacağım. Ben ilkokul mezunuyum, onların hepsi üniversite okumuş, meslek sahibi olmuş kadınlar. On kadın varız. Kulüp olarak yaptıkları yardımları anlattılar. “Yaptığınızda somut bir üretim var mı? Gerçekten bir insanın yaşamına dokundunuz mu, değiştirdiniz mi” diye sordum. “Biz bahçelerimizde organik üretim yapıyoruz, bir çatı altında kadınlar olarak bunları işliyor ve satıyoruz. Hayatı değiştiriyoruz” diye de ekledim. Benzeri karşılaşmalarda, “ilkokul mezunuyum” diyorum, arkasından ekliyorum, “ama üretimin içindeyim”. Yanlış anlaşılmasın, meslek sahibi kadınlar üretmiyor demiyorum. Örgütlü yapıların altında bir araya gelen özellikle eğitimli kadınların, kadının güçlenmesinin üretimden geçtiğini görmeleri gerekiyor.

Kadınlar artan bir biçimde erkek egemen bakış açısının tehdidi altında. Ticaret ve üretim yapmak istiyorlar, o zaman da piyasanın tehdidi altındalar. Yasaların tehdidi altındalar. İstanbul Sözleşmesi’ni tartışıyorlar, olacak iş değil. Evde, sokakta erkeğin tehdidi altındalar. Canımız yanıyor, ama bundan korkmuyoruz. Asıl erkekler kadınların güçlenmesinden korkuyor. Kadın güçlenirse erkeğe hizmet etmeyecek çünkü.

Peki, hayaliniz nedir?
En büyük hayalim üretim alanlarımızı, pazarımızı ve ortaklarımızın sayısını artırmak, tüm kadınlara en az asgari ücret kadar gelir yaratıp sigortalı olarak çalışmalarını sağlamak. Yaş sebze ve meyveye dayalı üretimin yanında, köy pansiyonculuğu yaparak yine kırsaldaki kadınlara yeni bir iş imkânı yaratmak.

Genel olarak kadın kooperatiflerinin neye ihtiyaç var?

Ortaklarımızla birçok yerde kadın kooperatifleri ile bir araya geliyoruz. Bu sene farklı illerden kadın kooperatifleri bizi ziyarete geldi. Tüm bunlara bakıp şunu söylemek mümkün: Kadın kooperatiflerine yönelik bazı yasal düzenlemeler yapılmalı. Bir örnek vereyim: Biz salça üretiyoruz. Rafta 15 liraya salça varken, biz 35 liraya satıyoruz. Neden? Tüccarın üretimiyle bizim üretimimiz çok farklı. Onlar makine ile çekiyor domatesi, kabuğu her şeyi içinde kalıyor. Bizde ise domates yıkanıyor, süzgeçten geçiyor, kabuğu ayrılıyor, kaynatılıyor ve güneşte kurutuluyor. Tüccar bir taşım kaynatıyor, biz daha uzun süre. Aynı miktar domatesten ben daha az salça üretiyorum, o daha çok. Ve biz o ürünle aynı rafa çıkıyoruz. Üstelik hangi domatesi kullandığı belli değil. Biz organik tarım yapıyoruz. Tüccarla aramızda bir fark olmalı. Kooperatifler vergiden muaf olmalı. Teşvikler olmalı. Kooperatiflerde çalışan kadınlar sigortalı olabilmeli. Türkiye’yi kurtaracak tek şey üretim, üretim de kadınların elinden geçiyor. Bu madalyonun bir yüzü; diğer yüzü, kadınlar güçlerinin farkına varabilmeliler.

SEWA temsilcileriyle birlikte

Nasıl?

23-24 Hindistan’da iki milyon kadının ulusal birliği olan SEWA (Self Employed Women’s Association) ile KEDV ve Simurg Kadın Kooperatifleri Birliği deneyim paylaşımı ve işbirliği toplantısı gerçekleştirildi. Birçok kadın kooperatifi de bu toplantıya katıldı. SEWA kast sisteminin en altındaki, eğitime erişim imkânı olmayan ve enformel sektörde çalıştırılan kadınları örgütlüyor. Birçok deneyimlerini anlattılar. Bir öyküleri var ki, çok şey anlattı bana. Bir iş yapabilmek için krediye ihtiyaçları olmuş kadınların. Bankaya gitmişler, müdür de “daha siz adınızı bile yazamıyorsunuz, size nasıl kredi verebilirim” demiş. Kadınlar toplanıp sabaha kadar adlarını yazmayı öğrenmişler. Kim bilir hangi umutlarla adlarını yazmayı öğrendiler? Ertesi sabah bankaya gidip isimlerini yazarak krediyi talep etmişler. Sonunda da bu tip engelleri aşmak için kendi bankalarını kurmuşlar. Anlattıklarını hayranlıkla izledim. Onları dinlerken Türkiye’yi düşündüm. Türkiye’de kadınların büyük çoğunluğu okuma-yazma biliyor. Bizim topraklarımız daha verimli. Ve en önemlisi, bizde yasalar merkezi yönetimce belirleniyor ve tüm illerde geçerli. Orada öyle değil, her eyaletin kendi yasası var. Bu kadar dezavantajın içinde iki milyona yakın kadını örgütlemişler. Biz de SEWA gibi örgütlenmeler kurabiliriz, neden yapamıyoruz?

Kadın olarak özgürlüğüme sahip çıkabilmek için kıyasıya mücadele etmem gerekiyor. Mücadele tek sesle olmuyor. Bir araya gelmek, sese ses vermek gerek. Biz kadınlar bir araya geldiğimizde birbirimizi tanıyoruz, öykülerimizi ve deneyimlerimizi anlatıyoruz. Acı tatlı öykülerimiz bizi güçlendiriyor.

Neden?

Türkiye’de kadınlar artan bir biçimde erkek egemen bakış açısının tehdidi altında. Ticaret ve üretim yapmak istiyorlar, o zaman da piyasanın ve tüccarın tehdidi altındalar, yasaların tehdidi altındalar. İstanbul Sözleşmesi’ni tartışıyorlar, olacak iş değil. Evde, sokakta erkeğin tehdidi altındalar. Canımız yanıyor, ama bundan korkmuyoruz, inanın. Bence asıl erkekler kadınların güçlenmesinden korkuyor. Kadın güçlenirse erkeğe hizmet etmeyecek çünkü. Kadın isterse çok şeyi gerçekleştirir. SEWA’da kadınlar ülkeyi değiştirmişler. Siyaset üstü bir şey yapmışlar. Hindusu Müslümanı bir araya gelebilmiş. Biz de tüm ayrışmalara karşın Alevi, Sünni, Hıristiyan, Türk, Kürt kadınlar bir araya gelebiliriz. Kadın kooperatifleri toplantılarında bir araya geliyoruz zaten. Türkiye’de kadınların güçlerinin farkına varması gerekiyor. Boşuna değil kooperatifimizin sloganının “üreten kadın güçlüdür” olması.

Nereden başlamak gerek?

Ana-kız ilişkisinden başlamak gerek. Anneler bıkmadan usanmadan kadınlıkla ilgili bizi kuşatan klişeleri anlatıp duruyor. Annelerin kızlarına üretimin gücünü anlatması gerekiyor artık. Böylece kadınlar daha çocukken babanın, büyüyünce kocanın, toplumun yasakçı tuzaklarını aşabilirler. Kadın bu tuzaklara düşmediğinde yaşamı değiştiriyor. Kadın üretime katılmadıkça ve mücadele etmedikçe huzur da yok, özgürlük de. Şimdi evim, işim, arabam var, ancak kadın olarak özgürlüğüme sahip çıkabilmek için kıyasıya mücadele etmem gerekiyor. Mücadele tek sesle olmuyor. Bir araya gelmek, sese ses vermek gerek. Biz kadınlar bir araya geldiğimizde birbirimizi tanıyoruz, öykülerimizi ve deneyimlerimizi anlatıyoruz. Acı tatlı öykülerimiz bizi güçlendiriyor. Beş yaşından beri yaşardıklarımı anlatıyorum hiç çekinmeden. Kuşaktan kuşağa her kadının öyküsü bir diğerine ilham veriyor. Annem bana, ben kızıma, o da torunuma anlatacak öykülerini. Artık hayatı seyretmeyeceğiz. Ne diyor şarkı (feminist marş “Kadınlar Vardır”ı mırıldanmaya başlıyor): “Susmamız, oturmamız, hep boyun eğmemiz, hayatı seyretmemiz istendi bugüne dek… Yaşandı seyrettik, sonunda yeter dedik, bir daha susmayana dek…” Anlatacağız öykülerimizi. “Kadınlar vardır, kadınlar her yerde.”

  

^