10 EKİM ANKARA KATLİAMININ BEŞİNCİ YILDÖNÜMÜ

Söyleşi: Tuba Çameli
9 Ekim 2020
SATIRBAŞLARI

“Saat 10’u 1 geçe, Urfa’daki çocuklarımı aradım. Üç dakika sonra ilk bomba patladı. Cehennemin ortasındaydık…” Kızı Sidar o cehennemde parçalandı. 31 Mart’ta Suruç Belediyesi Eşbaşkanı seçildi. 15 Kasım’da yerine kayyım atandı, gözaltına alındı, 217 gün tutuklu kaldı. Beşinci yıldönümünde, 10 Ekim katliamını ve sonrasını Hatice Çevik’ten dinliyoruz…

Beş yıl önce 10 Ekim’de, “savaşa karşı barışı, baskı, şiddet ve zora karşı demokrasiyi hâkim kılmak için” yapılan Emek Barış Demokrasi mitingine katılmak üzere Türkiye’nin dört bir yanından binlerce insan Ankara’ya geldi. Siz de Urfa’dan yola çıktınız, alana ulaştığınızda saat kaçtı?

Hatice Çevik: Saat 08.30 gibiydi Ankara’ya vardığımızda. Kızım Başak Sidar, Ankara’da inşaat mühendisliği son sınıfta okuyordu. Biz eylül ayında Urfa’ya, eşimin memleketine taşınmıştık. Sidar Ankara’da kalmıştı. Taşınma ertesi 10-15 beş gün kızımı görmemiştim. 7 Haziran seçimlerinde Ankara 2. Bölge’den milletvekili olmuştum. Ben, eşim (İzzetin Çevik) ve görümcem Nilgün Çevik Emek Barış Demokrasi mitingine Urfa’dan KESK’in otobüsleriyle geldik. Aklımda miting öncesi Sidar’ın evine gidip kahvaltı yapmak ve onunla doya doya sohbet etmek vardı. Ama biraz geciktik, bu nedenle kızım bizi alanda, garın önünde karşıladı. Otobüsler alana erken girmeyelim diye yolda ağırdan almıştı. Urfa’dan Ankara’ya kadar hiçbir arama olmadı. Ankara’da da arama yapılmamasına şaşırdık biraz. Ne yolda ne de miting alanında tek bir polis gördük. Halbuki 1 Mayıs mitinglerinden biliyorduk, birkaç kez polis arama noktasından geçmeden alana giremezdik. Bu durumu yadırgadık ve etrafa da sorduk. Sonunda “izinli bir miting, onun için güvenlik önlemi alınmamış” diye düşündük. Kafeler filan kapalıydı, hep beraber garın oralarda ayaküstü bir şey atıştırdık. Kızımla ancak bir, bir buçuk saat konuşup özlem giderdik. Alana girdiğimizde saat 10’a geliyordu. Hatta, saat 10’u 1 geçe, Urfa’daki çocuklarımı aradım. Sidar’ın neşesi yerindeydi, babasıyla selfi çekiyordu sürekli. Ben biraz tedirgindim.

Urfa’dan Ankara’ya kadar hiçbir arama olmadı. Ankara’ya geldiğimizde de arama olmamasına şaşırdık biraz. Ne yolda ne de miting alanında tek bir polis gördük. Halbuki, 1 Mayıs mitinglerinden biliyorduk, birkaç kez polis arama noktasından geçmeden alana giremezdik. Bu durumu yadırgadık.

5 Haziran’da Diyarbakır’da, 20 Temmuz’da Suruç’ta bombalı saldırılar olmuştu. Yaşadığınız bu tedirginlikte olası bir saldırı ihtimali etkili olmuş muydu?

Tedirginliğim yolda gelirken kurduğum hayali gerçekleştirememiş, beraberce evde kahvaltı yapıp özlem giderememiş olmaktan kaynaklıydı. Geldiğimiz otobüsün muavini uyardı beni, “abla, dikkat edin kendinize” diye, ben de dedim ki “ne yapacaklar, en fazla gaz atarlar”. Aklımın ucundan bile geçmedi bombalı bir saldırı. Sonuçta, Türkiye’nin dört bir yanından binlerce insan, ciddi bir tertip komitesi olan izinli bir mitinge katılacaktık. O kadar kalabalıktı ki, bir o kadar insan da gelmeye çalışıyordu, yoldaydı… Kalabalığı görünce umutlanıyorsun, coşkulanıyorsun. Hepimiz barışın ve demokrasinin inşası için bir araya gelmiştik. 7 Haziran seçimlerinde elde ettiğimiz başarı herkesin barışa ve demokrasiye inancını artırmıştı. Türkiye’nin sürüklendiği karanlığı dağıtabileceğimizi düşünüyorduk. Bunu alanda görebiliyordunuz. Umutlu, talebi barış, demokrasi ve eşitlik olan bu insanların hayatları paramparça edildi. Herkesin hayatı değişti. Bu nedenle o gün orada sevdiklerini kaybedenler, yaralananlar ve tanıklar asla vazgeçmeyecekler bu mücadeleden. Hâlâ kendime aynı şeyi söylüyorum, o gün böyle bir şeyin yaşanabileceği aklımıza gelmeliydi, en azından tertip komitesi (DİSK, KESK, TMMOB ve TTB) bunu göz önünde bulundurmalı, devlete güvenmemeliydi. Bunun bizim eksikliğimiz olduğunu görebiliyorum.

Saat kaçta korteje katıldınız?

Hatice Çevik

Alana girdik, iki-üç dakika sonra ilk bomba patladı. Biz eşim, kızım, görümcem Nilgün’le beraberdik. İlk bomba beş-on metre ilerimizde patladı, sonra ikincisi. Hepimiz patlamanın şiddetiyle savrulduk. Kulağımda bir uğultu. İçimden diyorum ki “çamur gibi, yapışkan bir bomba attılar üzerimize herhalde”. Her yanımız yapış yapış… Üzerime yapışan parçaların kızımın parçaları olabileceğini nereden bilebilirim ki? Bilye giren gözüm kanıyor, göremiyorum. İki elimle zar zor sağ gözümü açtım. Etrafımı görmeye çalışıyorum, cehennemin ortasındayız. Ben kızımı arıyorum, birileri beni çekiştiriyor, ben direniyorum, alandan onu bulmadan gitmek istemiyorum. Eşime sarıldım. Üzerimizden polisler geçiyor, gaz atıyorlar. Ben direniyorum gitmemek için. Bir yandan sevdiklerinizi kaybetmiş olabileceğinizi biliyor, bir yandan da bunu kabullenmiyorsunuz. Beni birkaç kez ambulansa bindirmeye çalıştılar, ama ben gitmedim, o yüzden o herkesin bildiği fotoğraf çekilebildi, çünkü ben alanda kaldım.

Eşinizle birbirinize sarılmış fotoğrafınız o gün ve ertesi gün manşetlerde yer aldı. Bir gün sonra eşinizin “Acılarımızla mı manşet olacaktık” dediği yansıdı gazetelere…

“On binler barışı haykırdı” manşetleri atılması gerekirken, bizler öldürüldük, hayatlarımızı paramparça ettiler. Elimizde sadece barış bayrakları ve pankartları vardı. Kızımın elinde de “Öldürtmeyeceğiz, Böldürtmeyeceğiz” pankartı vardı. O pankartla kızım can verdi. Alanda epey didinmenin sonucunda kendimi kaybetmişim, hastanede açtım gözümü. Kızımı kaybettiğimi biliyordum. Sevdiklerimiz paramparça oldu. Ben hem kızımı hem de görümcemi kaybettim. Kızım 22 yaşındaydı. Nilgün 1972 doğumlu, çok gençti ve üç çocuk annesiydi. Benim dizimden ve gözümden bilye çıkardılar. 15-20 gün hastanede yattım. Bu arada eşim adli tıp ve cenaze işlemlerinin tümünü tek başına yaptı.

Hayatlarımızı paramparça ettiler. Elimizde sadece barış bayrakları ve pankartları vardı. Kızımın elinde de “Öldürtmeyeceğiz, Böldürtmeyeceğiz” pankartı vardı. O pankartla kızım can verdi. Hastanede gözümü açtım. Kızımı kaybettiğimi biliyordum.

Sidar yaşasaydı 27 yaşında bir inşaat mühendisi olacaktı. Politikaya çok meraklıydı. Hayalleri büyüktü. Çok merhametli bir çocuktu. Herkesin derdiyle dertlenirdi. Arkadaşlarının dert anasıydı. “Güzin abla mısın” diye takılırdım. Her zaman, her saniye onun eksikliğini çok hissediyorum. Arkadaş gibiydik. Kızım bana destek olmak için mitinge geldi. En çok onunla beraber kahve içmeyi özledim. Kızımdan sonra içimde mecburiyetten yaşıyormuşum gibi bir his var. Ne yapsam o his çıkmıyor.

103 kişinin yaşamını yitirdiği, 500’e yakın insanın yaralandığı katliamın dava süreci nasıl gelişti, neler yaşadınız?

Diyarbakır, ardından Suruç, sonra 10 Ekim Ankara, sonra da Gaziantep katliamı; bunlar katilleri ortak olan davalar. Diğer davalarda aileler mahkemede sanık göremediler daha. Acılarımız da mücadelemiz de ortak. Bizim dava ancak sekiz ay sonra açılabildi. İddianame sekiz ayda hazırlandı. Avukatlarımız başlangıçta dosyadaki bilgilere ulaşamadılar, gizlilik kararı vardı. 7 Kasım 2016’da duruşmalar başladı. İki yıl boyunca tüm duruşmalara katıldık, salonları doldurduk. Bu öyle kolay değildi hiçbirimiz için. Şehir dışından geliyoruz çoğumuz. Salonda katillerle beraber olmak zor bir süreçti, çoğu zaman sözleriyle bize saldırıyorlar, sürekli tehdit ediyorlardı. Bomboş bir iddianameydi önümüze konan, hiçbir kamu görevlisinin sorumluluğu yoktu. İlk başta hayal kırıklığına uğradık. Duruşmalar devam ettikçe, avukatlarımız öyle iyi hazırlandılar ki, hayatlarını verdiler resmen, saklanan tüm kanıtları ortaya çıkardılar. Gerçekler kamunun sorumluluğunu apaçık gösterirken, hiçbir talebimiz kabul edilmedi duruşmalarda. En basiti, Suruç’tan sonra gelen istihbaratlar dikkate alınsaydı bu katliam olmazdı. Altmış küsur istihbarat raporu bekletilmiş; neredeyse yer ve gün verecek kadar açık olan bu istihbaratları ne Ankara Valiliği ne de Emniyeti ortaya çıkarmış. Dava süresince hem avukatlarımız hem de muhalif gazeteciler bunları tek tek ortaya çıkardı. Bizler de 10 Ekim aileleri olarak IŞİD terörü ve bağlantıları hakkında birer tez hazırlayabilecek hale geldik, avukatlarımız bizi sürekli bilgilendirdi. Devlet ise eziyet etmeyi sürdürdü her mahkemede, her anmada.

Başak Sidar Çevik

İki yılın sonunda, 3 Ağustos 2018’de karar duruşması yapıldı ve karar açıklandı. Verilen kararı nasıl karşıladınız?

Dört gün süren karar duruşmasının sonunda 19 sanık için karar verildi: 100 kişinin öldürülmesinden, 20’si çocuk 391 kişiyi öldürmeye teşebbüsten, 9 sanık 101 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ve 10 bin 557 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 10 sanık için de örgüt yöneticiliği, üyeliği ve patlayıcı madde bulundurmak gibi suçlardan 7.5 ila 18 yıl arasında ceza verildi. Bize göre gerçek suçlular hakkında hiçbir işlem yapılmadan dava kapatıldı. Karar bizi rahatlatmadı. Böyle bir karara imza atacakları, karar duruşmasını Sincan Cezaevi yerleşkesine taşıdıklarında belliydi. Resmen davayı kamuoyunun gözünden kaçırdılar. Devasa bir salonda, heyeti de, avukatlarını da görmüyorsun. Savcı ve hâkim karınca gibi görünüyor, ekranda görebildik onları. Böyle bir salonda karar verdiler. O güne kadar bize hakaret eden, tehditler savuran sanıklar durmadan “bizim devletimiz, hâkimimiz, savcımız, askerimiz, polisimiz” diyerek onları savunuyordu. Son duruşmada karar açıklandıktan sonra polise, hâkimlere nasıl saldırdılar, nasıl küfürler, hakaretler ettiler, görecektiniz… Çünkü karar günü piyon olduklarını ve harcandıklarını anladılar. Karar gününe kadar “siz ceza almayacaksınız” dendi onlara. Bu durum her şeyi ortaya koyuyordu bizim için.

Bize hakaret eden, tehditler savuran sanıklar durmadan “bizim devletimiz, hâkimimiz, savcımız, askerimiz, polisimiz” diyerek onları savunuyordu. Son duruşmada, karar açıklandıktan sonra polise, hâkimlere nasıl saldırdılar, nasıl küfürler, hakaretler ettiler, görecektiniz. Çünkü karar günü piyon olduklarını ve harcandıklarını anladılar.

Bu karardan yedi ay sonra, 21 Şubat 2019’da 827 sayfalık gerekçeli karar açıklandı. Bu kararı nasıl değerlendirdiniz?

Gerekçeli karar yeterli değildi. Hazırlanan iddianamenin bir uzantısıydı. Avukatlarımızın duruşmalar süresince ortaya koyduğu hiçbir kanıt yeterince değerlendirilmemişti. Sorumluluğu olanlardan ifade almayan duruşmaları yansıtan bir karardı. Kamunun sorumluluğu yok sayan bir karardı. Katliama “katliam” bile denmemişti metinde; “patlama, olay, eylem” demeyi tercih etmişlerdi. Halen firari sanıkların davası sürüyor. İstense onlar yakalanabilir, ama yakalanmıyorlar. Hepsi teknik takipte olan, giriş çıkışları bilinen sanıklar. Bilemiyoruz, nerede nasıl kullanılacaklar. Hepimiz için birer tehdit onlar. Demokratik Suriye Güçleri’nin Suriye’de yaptığı operasyonla yakalananlar “biz Türkiye’de yargılanmak istiyoruz” diyorlar. Bu çok anlamlıdır. Biz bunu çok iyi anlıyoruz. Çünkü Türkiye’de daha rahat yargılanabileceklerine inanıyorlar.

Hatice Çevik ve İzzetin Çevik, 10 Ekim 2015.(Patlamadan yaklaşık 20 dakika sonra)

Bütün bunlardan sonra belediye başkanı olmaya nasıl karar verdiniz? 

2015’te, hem 7 Haziran’da hem de 1 Kasım’da Ankara’dan HDP milletvekili adayıydım. Partiye destek amaçlı adaylıklardı bunlar. O tarihe kadar çalışma hayatının içindeydim, mali müşavirlik yaptım aile şirketlerimizde. Yaratılışımız gereği siyasi görüşlerimiz vardı, bunları destekleyen çalışmalarımız vardı tabii. Ülke gerçeklerine duyarsız kalamıyorsunuz, duyarsız kalmak bencillik demek bence… Katliamdan sonra yaklaşık yüz gün kimseyle konuşmadım. Bir yıla yakın da evden dışarı çıkmadım. Hiçbir yere sığamıyordum. Hâlâ tedavi için sık sık Ankara’ya gidiyordum. Kalabalık bir ortamda duramıyordum. İnsanlardan kaçıyordum adeta. Kızımın ve görümcemin ölümü manevi olarak beni çok etkiledi. O dönemde psikolojik destek önerilerini reddediyordum. İlaçlarla uyuşturulmak yerine acımı yaşamak istedim. Sonra fark ettim ki böyle yaparak en çok çocuklarıma zarar veriyorum. Küçük kızım Sarya Dicle 6, oğlum Mustafa Serhat 14 yaşındaydı o zaman. Her ikisi de ablalarına çok düşkünlerdi ve desteğe ihtiyaçları vardı. Hayatlarında ilk kez acı bir biçimde ölümün ne olduğunu gördüler, yaşadılar. Baktım ki olmayacak. Onlar olmasaydı ben bugün hayatta olur muydum veya nasıl olurdum, bunu bile bilmiyorum. Bir yılın sonunda psikolojik destek almaya başladım. Çocuklarıma destek olmaya başlayınca onlar da iyileşmeye başladı. Üç yılın sonunda yerel seçimler geldi çattı. Önce ilçe/il yönetiminden arkadaşlar geldi, sonra parti yönetiminden. Suruç belediyesi eşbaşkanlığını teklif ettiler. Önce kabul edemedim. Hâlâ kendimi toparlamaya çalışıyordum. Bir halkın sorumluluğunu almak kolay değildi. Kızım ne isterdi diye sordum kendime. Katliamdan sonra hep bu soruyu sorarım kendime, “Sidar’ım ne isterdi, ne yapardı” diye. Bundan sonraki yaşamımda da hep bu soruyu soruyor olacağım ve onun isteklerini yaşama geçirmeye çalışacağım. 7 Haziran öncesinde desteklemişti beni. Bu cesaret verdi bana, kabul ettim eş başkanlık önerisini. Böylece kendi çocuklarım için de, Suruç için de güzel şeyler yapabilecektim. Adaylık sürecinde Suruç’ta çalışmaya başladım. İyi ki kabul etmişim, Suruç halkıyla, özellikle kadınlarla iç içe olmak çok iyi geldi. İyileştirdiler beni. Hiçbir psikiyatristin yapamayacağını yaptılar, beni yaşama bağladılar.

Katliamdan sonra hep sorarım kendime, “Sidar’ım ne isterdi, ne yapardı” diye. 7 Haziran öncesinde desteklemişti beni. Bu cesaret verdi bana, kabul ettim eş başkanlık önerisini. İyi ki kabul etmişim, Suruç halkıyla, özellikle kadınlarla iç içe olmak çok iyi geldi. İyileştirdiler beni. Hiçbir psikiyatristin yapamayacağını yaptılar, beni yaşama bağladılar. 

Yüzde 60 gibi bir oy oranı ile Suruç belediyesi eş başkanı oldunuz 31 Mart seçimlerinde…

İlk birkaç ay belediyeyi kavramakla, kaynakları araştırmakla geçti. Seçim döneminde Suruç’un ihtiyaçlarını tespit etmiştik. Sırayla onları hayata geçirmeye başladık kısıtlı kaynaklarla. Urfa Büyükşehir Belediyesi’nden almamız gereken desteği alamadık. Yurtdışından bulduğumuz kaynakları kullanmamız engellendi. Kendi yağımızla kavrulmaya çalışıyorduk. Halkın parasını halka harcamak için çalışıyorduk. Sonra kayyımlar atanmaya başlandı HDP’li belediyelere. Biz buna rağmen çalışmaya devam ettik. En büyük hayalim de Suruç’ta yaşamını yitiren 33 genç için bir anıt dikmekti… 15 Kasım 2019’da bizim belediyeye de kayyım atandı. O günden bugüne ilçede hiçbir şey yapılmadı, görünen bir hizmet, acil ihtiyaçlara yanıt verecek bir hizmet yok ortada. Bunlara bakınca, hizmet götürülmediğini görünce, Suruç halkının cezalandırıldığını düşünüyorum. Suruç’un çok acil altyapıya ihtiyacı var, yağmurda sel basıyor sokaklarını. Biz Urfa Büyükşehir Belediyesi’ne bu konuda başvurmuş ve yaptıramamıştık, şimdi pekâlâ yapılabilir. Biz bunları dert etmeyi sürdürüyoruz. Suruç halkı bir başkadır, özverilidir. Hâlâ bana başkan diyorlar, aslına bakarsanız seçilmiş başkanı benim Suruç’un…

Suruç göç veriyor mu halen?

En büyük derdimiz buydu. Özellikle mevsimlik işçilerin ilçede yapılacak seralarda çalışmaya başlayıp her sene göç etmesine engel olmak istedik. Onlar için iş imkânlarını içeren projeler hazırlamıştık. Memleketim Antalya-Kumluca’daki gibi seracılık sistemini uygulamayı hedefliyordum. Aslında mevsimlik göç istense, ciddiyetle ele alınsa engellenebilir. Herkesin kendi yaşadığı kentte istihdama erişiminin bir hükümet politikası olması gerekir. Ama sistem mevsimlik işçileri ucuz, güvencesiz ve görünmez bir işgücü olarak değerlendirmeyi tercih ediyor. GAP projesi güya tarımsal üretime imkân verecek, su temin edecekti. Maalesef bu kez de birkaç senedir taban suyu yükseldi, birçok köy su altında kaldı. Ürünü ekiyorlar, ama tarlalar su altında kaldığı için hasat edemiyorlar. DSİ gelip tahliye kanalları açmıyor. Halk ister istemez su yokken daha rahattık noktasına gelmiş. Düşünün, mezarlığımıza gidip ölülerimizi ziyaret edemiyoruz. Suruç’un narı meşhurdur, eşi benzeri yoktur. Bereketli toprakların barajla suyu çekildi önce, şimdi de plansız programsız bir şekilde su altında kalmasına göz yumuluyor. Buna bir an önce müdahale edilmesi gerekiyor.

15 Kasım’da Suruç Belediyesi’ne kayyım atandı ve tutuklandınız. Sonrasında neler yaşadınız?

15 Kasım’da kayyım atandı, Suruç’taki evimden gözaltına alındım. Beş gün sonra tutuklandım ve Urfa Hilvan Cezaevi’ne getirildim. 11-12 gün sonra da Tarsus Kapalı Kadın Cezaevi’ne sürgün edildim. Cezaevi koşulları ve yapılan muamele çok sertti. Covid-19 baş gösterdi ben cezaevindeyken. Martta Covid-19 tedbirleri adı altında kapalı görüşler iptal edildi. Spor salonu aktiviteleri, eğitsel kurslar iptal edildi. Koğuşlara hapsedildik. Hastaneye gidişler sorun olmaya başladı. Hastaneye gidince dönüşte 14 gün karantina hücresine alınıyordunuz çünkü. Bu nedenle pek çok arkadaşımız hasta olmasına karşın hastaneye gitmez oldu. Gitsek de doğru dürüst tedavi edilmiyorduk zaten. Koğuşlarımız sekiz-on kişilikti, ama 15-16 kişi kaldığımız oluyordu. Karantina koğuşları vardı cezaevinde. Ciddi hastalıkları olan arkadaşlarımız var koğuşta. İnsan cezaevinde olunca koğuş arkadaşınızın derdiyle dertleniyorsunuz. Çok zor günlerdi. Ama hiçbir zorluk, eziyet 10 Ekim günü yaşadıklarımızdan daha ağır olamaz. 2015’ten sonra, pek çok olayda olduğu gibi, tutukluluğu da ilk kez yaşadım. Cezaevindeyken tek düşündüğüm şey görüş kısıtları nedeniyle göremediğim çocuklarımdı. Hepimizin hayatında unutulmaz, acı bir milât 10 Ekim. Ondan öncekiler ve sonrakiler diye tasnif ediyoruz her şeyi.

“15 Kasım’da kayyım atandı, Suruç’taki evimden gözaltına alındım. Beş gün sonra tutuklandım ve Urfa Hilvan Cezaevi’ne getirildim. 11-12 gün sonra da Tarsus Kapalı Kadın Cezaevi’ne sürgün edildim. Cezaevi koşulları ve yapılan muamele çok sertti.

10 Ekim katliamı neyin milâdı size göre?

Cumhuriyet tarihinin en kanlı katliamlarından biridir, hatta en kanlısıdır. O anlamda başlı başına bir milâttır. Benim hayatımda da öyle. Hayatımı 10 Ekim’den önce ve sonra diye tarif ediyorum. 10 Ekim’den önce hem özel hayatımda hem de siyasi olarak çok farklı hayallerimiz vardı. Şimdi bunlar değişti. Seneler geçiyor, acılarımız dinmiyor, teselli bulmamızın tek yolu katliamın tüm sorumlularının yargı önüne çıkarılmasıydı, olmadı. Bu katliam 39 piyon sanığa ceza verilerek bitirilemez. Biz, 10 Ekim aileleri, kamuda, siyasiler ve karar vericiler arasında katliama yol verenlerin, destek olanların hesap vermesini bekliyoruz, bunun için uğraşmaya, sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. Durmuyorlar, 10 Ekim’de bizi öldürdüler, halen öldürmeye, saldırmaya devam ediyorlar. Bizim alanlarda olmamıza, mezar ziyaretlerimize engel olmaları bizden ne kadar korktuklarını gösteriyor. Bunlara izin vermeyenlerin, korkanların, dava sürecinde ve anmalarda gizlenmeye çalışanların bu katliamda parmağı olduğunu görebiliyoruz. Piyonları gördük mahkeme salonunda, bunları kimler gönderdi o gün alana, vezirlerin hesap vermesini istiyoruz. Diyarbakır, Suruç, Ankara ve Antep katliamlarının insanlık suçu kapsamına alınması gerekiyor. Katliamlar zincirinin ilk sinyalleri 5 Haziran’da Diyarbakır patlamasıyla verildi. Devamında Suruç katliamı yaşandı. Daha sonra Ankara katliamı oldu. Ankara katliamı barışa yönelik bir saldırıydı. Savaştan nemalananların, barışın gelmesini istemeyenlerin saldırısıydı.

217 günün sonunda 20 Haziran’da tahliye oldunuz, bu kararı bekliyor muydunuz?

İddianame boştu, aslına bakarsanız hiç tutuklanmamam gerekiyordu. Şimdi tutuksuz yargılanıyorum, bir sonraki duruşma 27 Ekim’de. Yaptığımız tek şey halka hizmetti, usûlsüz bir işlem yapmadık, tıpkı diğer kayyım atanan ve cezaevindeki belediye başkanları gibi.

Sizden sonra da HDP’nin belediyelerine yönelik kayyım operasyonları sürdü. Son olarak 6-8 Ekim Kobanê eylemleri ikinci kez soruşturma konusu edilerek, başta Ayhan Bilgen olmak üzere, birçok partili ve aktivist, akademisyen tutuklandı. Bu yaşananları nasıl karşıladınız?

Tarsus Kapalı Kadın Cezaevi’de görüş günü. İzzetin Çevik, Hatice Çevik, Sarya Dicle Çevik, Mustafa Serhat Çevik (31 Aralık 2019)

Baskı, sindirme ve korku politikasıyla karşı karşıyayız. Bu koşulları hepimiz görüyor ve yaşıyoruz. 12 Eylül’den beri sürekli yaşadığımız, ama son dönemle artan bir politikadır bu. 25 Eylül’de başlatılan son operasyon çok önceden planlanmış bir operasyon, bunun herkes farkında. Muhalefet yapan, çalışan arkadaşlarımızı hedef aldılar. Barış, özgürlük, eşitlik isteyen tüm sesleri susturmaya yönelik girişimler bunlar. Hepimiz bunun tanığıyız. Altı yıl önce araştırması yapılmış, soruşturması tamamlanmış bir konu olan Kobanê eylemleri tekrardan gündeme geldi ve halen dalga dalga devam ediyor. Urfa’da son birkaç aydır hiç bitmiyor operasyonlar. En son 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde bile barışı haykıran, haykırmak isteyen insanlara karşı operasyon yapıldı. Barış işlerine gelmiyor. Bu coğrafyanın insanları bunları 80’lerde, 90’larda yaşadı. Faili meçhulleri, keyfi ve cezasızlıkla sonuçlanan uygulamaları o zamandan beri biliyoruz. Şu an yaşanan iktidarın ortakları ile birlikte saltanatlarını sürdürebilmeleri için yapılıyor, biz bunu görebiliyoruz. Akla ve vicdana sığmayan onlarca şey yaşanıyor, tarlasında çalışan iki insan gözaltına alınıp işkence ediliyor ve helikopterden atılıyor…

Tüm bu yaşananlar bölgede insanları nasıl etkiliyor?

İnsanların hepsinde ne olacak kaygısı var, umutsuz ve tedirginler. Bölge insanı bu durumları biliyor ve alışkın. Partinin kapatılabileceğine ilişkin kaygılar var. Herkes iktidarın HDP’yi siyaset yapamaz hale getirmek istediğini görüyor. Bugün Türkiye’nin tek gerçek muhalefet partisi HDP, bu yüzden saldırıların odağında. Kapatabilirler de, her şeyi yapabileceklerini gördük, özellikle son beş yıl içinde. Olmaz dediğimiz her şey oldu, tek çaremiz bunun karşısında durmak, başka bir çaremiz, çıkışımız yok. Ne alışacak ne de umutsuzluğa kapılacak bir zamandayız. HDP altı milyon insanın iradesini temsil eden bir parti. Oy verdiğimiz, güvendiğimiz partimizin kapatılmasını kabul etmeyiz.

HDP’yi kapatabilirler de, her şeyi yapabileceklerini gördük, özellikle son beş yıl içinde. Olmaz dediğimiz her şey oldu, tek çaremiz bunun karşısında durmak, başka bir çaremiz, çıkışımız yok. Ne alışacak ne de umutsuzluğa kapılacak zamandayız. HDP altı milyon insanın iradesini temsil eden bir parti. Kapatılmasını kabul etmeyiz.

Gelecek Partisi başkanı Ahmet Davutoğlu’nun Mithat Sancar’ı arayarak HDP’ye yapılan operasyonu hukuk dışı olarak nitelendirdiği basına yansıdı. Bu haberi duyunca ne hissettiniz?

Çıkara dayalıdır araması. Şimdi bir muhalefet partisinin başkanı kendisi, o sırada başbakandı, sorumluluk alıp istifa edebilirdi. Aksine, dedi ki “10 Ekim katliamından sonra oylarımız yükseldi”. IŞİD’lilere “öfkeli çocuklar” diyen bir başbakandı. Geçenlerde, iktidara hitaben “bildiklerimi açıklarsam insan içine çıkacak yüzünüz kalmaz” dedi. Açıkla o zaman! Niye duruyorsun? Açıkla ki, katliam aydınlansın. Bunları duyunca öfkeleniyoruz, öfkelene öfkelene öfkemizi kontrol altına almayı öğrendik. Artık bu tür politik girişimleri ciddiye almıyoruz. CHP örneğin, birkaç açıklama yaptı, bitti. Bizim dava süresince de, belli başlı birkaç isim hariç, CHP yeterince sahip çıkmadı 10 Ekim’e. Aslına bakarsanız CHP etkili bir ana muhalefet partisi olsaydı, ülke bu halde olmazdı.

Birkaç gün önce CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu, ardından da İHD Genel Merkezi herkesi 10 Ekim günü bulundukları yerde saygı duruşuna davet etti. Siz nasıl bir anma istiyorsunuz?

Ankara Valiliği, İçişleri Bakanlığı’nın 1 Aralık’a dek bütün etkinlikleri erteleyen genelgesini gerekçe göstererek izin vermemiş. Buna karşı çıkmamız gerektiğini düşünüyorum. Biz orada evlatlarımızı, bacılarımızı, annelerimizi, sevdiklerimizi bıraktık. Bizi kim, niye engelleyebilir? Biz 10 Ekim günü, saat 10.04’te orada olacağız ve anmamızı yapacağız. Bunca acıyı çektik, çekmeye devam ediyoruz. Bunu neden yapıyorlar, neden korkuyorlar, bize niçin anmamızı yaptırmıyorlar? Kentlerimizde de mezar ziyaretlerini yaptırmıyorlar. Nedenini merak ediyorum. O meydandan arabalar geçiyor, o arabalar benim yüreğimin üzerinden geçiyor sanki, ben bunu her gün düşünüyorum. Aylık ve yıllık olarak yaptığımız anmalara saygı duyulmasını bekliyoruz. 10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği başkanı Mehtap Sakinci Coşgun’un da dediği gibi: “Biz her yıl o alanda cenazelerimiz olduğunu ve onları kaldırmamız gerektiğini düşünüyoruz. Cenaze kaldırma işlemi bir eylem, etkinlik olarak değerlendirilemez.” Dernek olarak orada olacağız.

Suruç Belediyesi önünde kayyum protestosu (14 Eylül 2016)

10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği yeniden kuruldu mu?

2018’de haksız bir biçimde kapatıldı, Aralık 2019’da yeniden kurduk. Genel kurulumuzu yapacağız. Başkanımız aynı. Mehtap başkan, sağolsun, dişiyle tırnağıyla uğraşıyor. Ona çok şey borçluyuz. Bugünlerde işi başından aşkın. Valilikle görüşmeler yapıyor, bir yandan da Ankara Büyükşehir Belediyesi ile 10 Ekim anıtının yapılma sürecini yönetiyor. Derneğimizin çatısı altında aileler olarak beraberiz. Ben Ankara’ya geleceğim ve yarın o alana çıkacağım, 10.04’te diğer ailelerle birlikte. Biz hâlâ çocuklarımızın dileğini yerine getirmek için, bu ülkeye barış, özgürlük ve eşitlik gelsin diye mücadele ediyoruz. Hepimizin kaygısı aynı, çocuklarımıza güzel bir gelecek bırakabilmek. Bu ülkede kimin canı yansa bizim de canımız yanıyor. Herkes bizim evladımız. Çektiğimiz acıları ortaklaştırıp çekilen acılara son vermek gerekiyor.

^