Mülkiyet nedir? O meşhur soruya Proudhon’un verdiği cevap net: Hırsızlık. Modern kapitalizm insanları mülkiyete mahkûm ederek örgütlü bir hırsızlık peşinde. Hatırlayalım: 2008 krizinde konut türev piyasalarında tekel konumundaki iki mortgage firması Fannie Mae ve Freddie Mac’in toplam borcu 6 trilyon doları aşmış, kredi krizi dalga dalga finansal sektöre yayılırken, olan borçlarını ödeyemeyen evleri ipotekli ailelere olmuş, banka kurtarma operasyonlarıyla krizin asıl failleri paçayı sıyırmıştı. Peki, ya konut özel mülk olmaktan çıkarsa ne olur? Cevap net: Konutta spekülasyon imkânsız hale gelir. Tam da konutu özel mülk olmaktan çıkaran, dahası hayata geçirdiği projelerde sıkı bağlarla yaşayan yerel topluluklar yaratan konut kooperatifi Sostre Civic’in (Sivil Çatı) hikâyesini kooperatifin çalışanlarından Lucia Basulto’dan dinliyoruz.
Katalunya’daki konut sorunun genel çerçevesini çizebilir misiniz?
Lucia Basulto: Katalunya’da yaklaşık 430 bin boş ev var. Ama 2008 krizinin ardından ipoteklerini ödeyemediği için evsiz kalmış çok kişi de var. Nüfusun yüzde 35’inin yıllarca ipotek borcu ödemek zorunda. Barcelona’da yapılaşma çok yoğun, yeni konutlar için arazi yok. Krizle birlikte insanlar kiraya yönelmişti. Ancak, turistlere kiralanan ev sayısı arttıkça mahallelerde soylulaşma hızlandı, kiralar korkunç arttı. Kira sözleşmeleri sadece üç yıllık. Ciddi bir rant var. Ayrıca İspanya Krallığı hükümetinde yer aldığı dönemde Halk Partisi (PP) kiraların gelişigüzel arttırılmasının önünü açan bir yasa çıkardı. Ev sahipleri istedikleri zaman kiracıları kapı dışarı edebiliyor. Kiralar önce Barcelona’da yükselmeye başladı, şimdi dalga dalga çevre şehir ve kasabalara yayılıyor. İnsanlar kirasını ödeyebilecekleri mahallelere taşınıyor. Kira bir seçenek olmaktan tekrar çıktığı için insanlar yeniden borçlanarak ev almaya çalışıyor. Dolayısıyla, kriz tekrarlanacak. Ne ev satın almak ne de kiralamak krize çözüm. Asıl çözüm kullanım hakkına dayalı konut kooperatifçiliği.
Kooperatif 2004’te, ekonomik krizden dört yıl önce kurulmuş. Şu an 900’den fazla üyesi var. Üyelerin yapısı, örgütlenme modeliniz nasıl?
Sostre Cívic İskandinav ülkelerinde yaygın olan Andel konut kooperatifçiliği modelini yaymak, aynı zamanda kamunun dikkatini bu modele çekmek için dernek olarak kuruldu. 2010’da bu modele dayalı projeleri hayata geçirmek üzere kooperatife dönüştü. Aynı yıl, Barcelona Belediyesi’yle Princesa 49 projesi için yapılan anlaşma ile kooperatif ete kemiğe büründü.
Sostre Cívic hem tüketici/kullanıcı hem de konut kooperatifi. İki tip ortağımız var: Bekleyen ve kullanıcı ortaklar. Bekleyen ortaklar henüz bir konut projesinin içinde yer almıyor. Aralarında sadece politik açıdan destek vermek için ortak olanlar da var. Bekleyen ortaklar aylık aidat ödüyor. Genel kurulda söz ve oy hakları var, ancak yönetim kurulunda temsil edilmiyorlar. Kullanıcı ortaklar ise bir konut projesinde yer alıyor ya da tamamlanmış bir konutta yaşıyor. Onların ayrı bir aidat sistemi var. Genel kurulda söz ve oy hakları olduğu gibi projelerine özel ayrı bir meclisleri var. Yönetim kurulunda da bu meclis tarafından seçilmiş temsilcileri yer alıyor. Yönetim kurulu üyelerinin yarısı genel kuruldan, diğer yarısı proje meclislerinden seçiliyor. Yeni ortaklık başvurularını yönetim kurulu onaylıyor. Ayrıca kooperatif çalışanları ve bir teknik ekip var. Ekipte ortak olanlar bulunsa da, işçi kooperatifi olmadığımız için resmi açıdan çalışan ortağımız yok. Genel kurulda teknik ekip adına bir temsilcimiz var. Toplantılarda, meclislerde düşüncelerimizi söylüyoruz. Ama haftada 40 saat projelerde çalışmamıza rağmen oy hakkımız yok. Teknik ekipte konut kooperatifçiliğine angaje olmayan, sadece gelip işini yapan çalışanlar da var. Son zamanlarda önemli bir tartışma konusu da bu.
Bir konutta yaşayanlar o konutun sahibi değil, sakini. Aidat ödeyerek o konutta yaşama hakları var. Konutun mülkiyeti ise kooperatife ait. Konutu temel bir yaşam hakkı, para kazanılacak değil, takas edilecek bir ürün olarak değerlendiriyoruz. Konutlar yaşamak içindir, ticaret için değil.
Konutları ve kooperatifin işleyişini nasıl finanse ediyorsunuz, krediler ve üye aidatlarıyla mı?
Ayda 120 avro ortak aidatı var. Ayrıca projelerin de aidatları var. Tabii bununla tüm masrafları karşılamak mümkün değil. Dolayısıyla, fonlara da başvuruyoruz. Teknik ekip çalışanlarının maaşları ve projeler tüm bunların toplamıyla karşılanıyor.
Andel modelinin kamunun sosyal konutlarından ya da özel mülkten farkı ne?
İki temel ayak var. Birincisi müşterek mülkiyet. Yani bir konutta yaşayanlar o konutun sahibi değil, sakini. Bir aidat ödeyerek o konutta yaşama hakları var. Konutun mülkiyeti ise kooperatife ait. Bu model bireysel kazanca dayalı spekülasyon ve rantı engelliyor. Biz konutu temel bir yaşam hakkı, para kazanılacak değil, takas edilecek bir ürün olarak değerlendiriyoruz. Konutlar yaşamak içindir, ticaret için değil. Dolayısıyla, müşterek mülkiyet bir kalkan aslında. Çünkü bir gün bir proje sakinleri binayı satmak isterse, istinasız tüm genel kurul üyelerini ikna etmek zorunda. Bu da aslında imkânsız.
Modelin ikinci ayağı kullanım hakkı. Projeye bağlı olarak, uzun süreli veya süresiz kullanım hakkı sözleşmeleri hazırlıyoruz. Projeye girerken bir yatırım ödemesi yapılıyor. Tarihi eserin restorasyonuyla ortaya çıkan Princesa 49’da bu bedel 9 bin avroydu. Sıfırdan inşa edilen projelerde 20-30 bin avro arasında değişiyor. Sonra aylık cüzi aidatlar var. Ancak, her koşulda piyasandan çok daha ucuz. Eğer çıkmak isterseniz yatırdığınız para geri ödeniyor.
Ne kira ne de ipotek böyle bir güvence ve esneklik sağlıyor. Çünkü Barcelona’da ev sahipleri kirayı bir anda ikiye katlayabiliyor. Kullanım hakkına sahip ortaklarımız evlerini kiralayamaz. Ortaklarımız uzun yıllar, genelde hayatları boyunca aynı evde oturacaklar, böylece mahallelerinin bir parçası haline gelecek, onunla sıkı bağlar kuracaklar. Ayrıca, kamu arazilerine yaptığımız binaların mülkiyeti kamuda kalıyor. Kamu bize sadece kullanım hakkını, en az 75 yıl için devrediyor. Araziyi aslında bize “ödünç” veriyor. Bazen, örneğin Cardedeu kasabasındaki projede olduğu gibi, araziyi satın alıyoruz. Ama orada yaşayan 30 aileden oluşan meclis de orayı satamaz.
İskandinavya’da bu model 1960’lardan beri işliyor. İspanya’daysa mülkiyet oranı yüzde 70’in üstünde. Mülk gelecek garantisi olarak görülüyor. Bu yüzden modelin benimsenmesi zor olmuyor mu?
Açıklamakta en zorlandığımız kavram “ortak mülkiyet.” İnsanlar para verdikleri şeye sahip olmaları gerektiğini düşünüyor. Modelin özünde bir kolektifin parçası olmanın yattığını anlatıyoruz. Başka zor bir mesele de müşterek karar almak. Politik ortamlarda bile bu çok zorken ev gibi çok kişisel bir alan hakkında “pencereler nerede, nasıl olmalı?” ya da “birlikte nasıl yaşamak istiyoruz?” gibi sorulara beraber cevap vermek çok zorluyor. Süreci idare edemediği için projelerden çıkan çok kişi var. Sürece katılmayanlar da sorun. “Ne kadar ödeyeceğim? Nereye imza atacağım? Anahtarlarımı verin, iş bitsin” diyenler çıkıyor. Halbuki model beraber yaratmaya, birlikte yaşamaya dayanıyor.
Açıklamakta en zorlandığımız kavram “ortak mülkiyet.” İnsanlar para verdikleri şeye sahip olmaları gerektiğini düşünüyor. Ama kooperatifte şunu anladım: İnsanlar aslında illa bir özel mülke sahip olmak istemiyor. Aslen hayatları boyunca bir yerde güvenceli yaşamak istiyorlar.
Özel mülkiyet çok köklü bir alışkanlık. Bu ilerici model üzerinden kamu kurumlarıyla yeni yeni ilişkiye geçiyoruz. Bu konuda ne yasa ne de bir düzenleme var. Her şey için tek tek savaş veriyoruz. Örneğin, La Borda “kullanım hakkına dayalı konut kooperatifi”, ama yasal tanımı gereği bir “sosyal konut” projesi. Yönetmeliğe göre otopark şartı var. Ancak, La Borda‘da yaşayacaklar otopark istemiyor, “Arabamız yok, zaten arabaya dayalı ulaşıma karşıyız” diyordu. Belediyeyle defalarca toplantı yapıldı, La Borda bu konuda resmen savaş vermek zorunda kaldı. Sonuçta, kamu yapıları bir ebeveyn yatak odası, bir çocuk odası gibi tektip çekirdek aile, tektip bir ilişkilenme biçimi, tektip bir konut modeline göre kurulmuş.
Bahsettiğiniz bu kavramları, ortak mülkiyet, kullanım hakkı, ortak karar alma süreçlerini insanlara hangi yolla anlatıyorsunuz?
Son zamanlarda “ortak yaşam” ve “ortak kullanım alanları” kavramlarını kullanan kooperatiflerde bir patlama yaşandı. Daha önce yapı kooperatifleri “tek başımıza bir ev alamayız, evlerin inşaat masrafını bölüşelim” diyen insanlar tarafından kuruluyordu. Ancak, bu yapıların özel mülkiyete dayalı kapitalist bir yaklaşımı var. Alternatif modeli anlatmak için her ay bir etkinlik düzenliyoruz. İnsanlar alternatif modelin varlığından haberdar değil. Modeli anlatan kitapçıklar ve görsel materyaller üretiyoruz. Aslında çoğu zaman insanlara ulaşmamıza gerek kalmıyor, çünkü onlar bize geliyor. Başarılı örnekler arttıkça modele duyulan ilgi de artmaya başladı. En bilinen örnekler mimarlık, inşaat, etik finans kooperatifi gibi birçok örgütün beraber inşa ettiği La Borda ve insanların 12 senedir birlikte yaşadığı Cal Cases (Ev Lâzım). İçinde yaşadığımız toplum bizi öyle bir yalnızlığa ve bireyselliğe itiyor ki, bu deneyimleri gördükçe insanlar imreniyor. Ortak yaşam kurduğumuzda bir topluluk haline geliyoruz, birçok şeyi paylaşıyor, hasta ve çocuk bakımını imece usulü yapabiliyoruz. An itibariyle sadece bize ulaşan insanların ihtiyaçlarına cevap veriyoruz. Halkevleri (Ateneus), dernekler veya çeşitli örgütler bizi etkinliklerine çağırıyor.
Süreçte şunu anladım: İnsanlar illa bir özel mülke sahip olmak istemiyor. Aslen hayatları boyunca bir yerde güvenceli yaşamak istiyorlar. Örneğin, gençler ev alma derdinde değil, sadece yüksek kiralardan dolayı “yarın ne olacağım belli değil” diye düşünüyorlar. Bir banka kredisine, ipoteğe mahkûm olmadığını anlayınca, bu model çok cazip geliyor.
Gençler, yaşlılara göre ortak mülkiyet meselesine daha mı yatkın?
Evet, çünkü kapitalist pazarda hayat boyu kredi ödeyerek ev sahibi olamayacağımızı kabul ettik. Elbette alternatif, ortak bir yaşam kurma fikri de hoşumuza gidiyor. Yaşlıların çoğunun zaten evi var. Dolayısıyla onların, mesela Walden XXI projesinde yer alanların, Sostre Cívic’e gelme nedenleri bambaşka. Başka bir yaşlılık modeli hayal ediyorlar. Çünkü yaşlıların hayatlarının son demleri içler acısı. İnsanlar evlerinde yapayalnız ölüyor ya da son yıllarını hiç tanımadıkları insanlarla huzurevinde geçiriyor. Dolayısıyla, tanıdıkları insanlardan oluşan bir topluluğun parçası olmak, paylaşmak, beraber yaşlanmak ve beraber ölmek için projelerimizi önemsiyorlar.
Bir proje nasıl ortaya çıkıyor? Araziyi siz mi buluyorsunuz? Bir çağrı mı yapıyorsunuz? Ya da bir mahallenin sakinleri toplanıp bu modeli denemek mi istiyor?
Farklı yollar var. En sevdiğimiz, insanların örgütlenip bize gelmesi. Ayrıca teker teker bize ulaşan, ama nasıl yaşamak istediklerine dair benzer fikirleri olan insanları biraraya getiriyoruz. Bu gruplarla uzun erimli eğitim çalışmaları yapıyoruz. Projenin genel hatlarına, bir ortak yaşam çerçevesine, nerede yaşamak istediklerine karar veriyoruz. Bazen gruplar kendileri bir yer buluyor. Walden XXI‘in ortakları örneğin, yedi senenin ardından tarihi bir bina buldular.
İçinde yaşadığımız toplum bizi öyle bir yalnızlığa ve bireyselliğe itiyor ki, bu deneyimleri gördükçe insanlar imreniyor. Ortak yaşam kurduğumuzda bir topluluk haline geliyoruz, birçok şeyi paylaşıyor, hasta ve çocuk bakımını imece usulü yapabiliyoruz.
Şimdilerde kamu kurumları da bize ulaşıyor. İlk zamanlarda çok konut kooperatifi yoktu. Barcelona Belediyesi binaları ya da arazileri mevcut konut kooperatifine tahsis ediyordu. Şimdi kooperatiflere kamu ihalesi açılıyor. Önceleri “emlak safarileri” dediğimiz etkinlikler düzenliyorduk. Bir mahalle ya da bir kasabayı dolaşıp arsalara, terkedilmiş binalara bakıyor, notlar alıyorduk.
Kültürel miras olan binalarda durum farklı. Princesa 49 projesinin binası Barcelona Belediyesi’ne ait bir tarihi eser. Belediye 75 yıllık kullanım hakkını bize verdi. Binayı elden geçirdik. Gerek Princesa 49 gerek La Borda projesi iki kooperatife (Sostre Cívic ve La Borda) yeni modeli desteklemek için ihalesiz verildi. Zaten kullanım hakkına dayalı epi topu iki konut kooperatifi vardı. İki proje de modelin ilk deneyleriydi. İki başarılı projeyle modele güven arttı. Teori pratiğe döküldü. Daha sonra, 2017’de Cirerers ve La Balma projeleri için kamu ihaleleri açıldı. Zira artık örgütlü konut kooperatiflerinde bir patlama yaşanıyordu.
Tasarımın kendisi, mesela mutfağın nereye konacağı da politik bir mesele. Mimarlık, planlama çoğu zaman konutlarda yaşayacak insanları dışlayan bir şekilde icra ediliyor. Siz bu konuda nasıl bir katılımcı bir yöntem uyguluyorsunuz?
Mimari tasarım süreci demokratik işliyor. Mimarlar projeyi hazırlayıp insanların önüne koymuyor, kararlar atölyelerde ortak alınıyor. Tasarım temelde ihtiyaçları baz alıyor. Örneğin, biri haftanın üç günü evde çalışıyor ya da bazı gruplar çok amaçlı salon, kütüphane, bisiklet atölyesi gibi ortak mekânlar istiyor. Mimarların asli görevi yaşayacak insanların ihtiyaçlarına ortak bir cevap bulmak. Atölyenin kendisi ve tartışma süreci aslında zor geçmiyor. Sonuçta bir dizi ihtiyaç listesi ortaya çıkıyor. Asıl sorun bu ihtiyaçların somutlaşmaya başladığı ve her şeye fiyat biçildiği anda başlıyor. Böylece “Nasıl olmasını istiyoruz” kadar “Nasıl yapabiliriz” sorusu da önem kazanıyor. Çok büyük bir pencere, çok ışık isteyebilirsin, ama bakalım maliyeti ne kadar. Grup içinde masrafları karşılama gücü olan var, olmayan var. Her projede en önemli zorluk bu.
Sürdürülebilir, ekolojik malzemeler de hâlâ geleneksel malzemelere göre çok daha pahalı. Tamam evlerimiz ekolojik olsun, ama sadece yüksek ekonomik gücü olanlara da hitap edemeyiz. Projelerde sosyal dışlanma riski olan, gelirleri çok düşük insanlara maalesef ancak birkaç daire ayırabiliyoruz. Sosyal yardımlaşma örgütleriyle beraber bunu olabildiğince artırmaya çalışıyoruz. Bu açıdan talebimiz kamu desteği. Sonuçta örgütlü bir şekilde kamu adına barınma sorununu çözüyoruz.
Çok fazla başvuru olduğunda projenin kullanıcı ortaklarını nasıl seçiyorsunuz?
Sadece ortaklara çağrı yapıyoruz. Projeyle ilgilenenler listeye yazılıyor. Ardından en eski ortaklardan başlayarak teklif sunuyoruz. Sonra ortaklara mali durumlarını soruyoruz. Eğer arazi veya bina belediyeye aitse belediye de kriterler getiriyor. Örneğin, bir üst gelir sınırı tespit ediyor, insanların halihazırda bir evi olup olmadığına bakıyor. Ortak olmak için ideolojik bir önkoşulumuz yok. Birden fazla eviniz olsa bile aidatınızı ödüyorsanız ortak olabiliyorsunuz. Aslında birçok üyenin düzenli bir hayatı, zaten bir evi var. Bir projede yaşamayı düşünmüyorlar. Modeli politik açıdan destekledikleri için ortak olmuşlar.
Kullanım hakkına sahip ortaklarımız uzun yıllar, genelde tüm hayatları boyunca aynı evde bir topluluk olarak oturacaklar, böylece mahallelerinin bir parçası haline gelecek, onunla sıkı bağlar kuracaklar.
Ortak profiliniz nasıl?
2018 itibarıyla ortaklarımızın yüzde 61’i kadın yüzde 39’u erkek. Ama diğer konularda bir verimiz yok. AB vatandaşı olmayan ortaklarımızın sayısı az. Özel olarak, dışlanmış gruplarla, sığınmacı ve göçmenlerle çalışmıyoruz. Her projede bu gruplara bir kotamız var, ama konuyla ilgili örgütlerle doğrudan bağlantıya geçmiyoruz. Bu da aslında üzerine kafa yormamız, çözmemiz gereken meselelerden biri.
La Balma ve Cirerers projeleri için katılımcı hisseye dayalı bir kampanya organize ettiniz. Normalde kooperatif kâr amacı gütmüyor. Ama bu kampanyada faiz vardı. Bu sıradışı yönteme neden ihtiyaç duydunuz?
Bu iki projenin bütçesinin bir bölümünü kolektif karşılamaya yönelik bir kampanya. Hisse almak için ortaklık şartı yok. Paranı bankada tutacağına bu projelere yatır. Bir hisse 500 avro. 5-8 yıl hisselere yüzde 2 faiz işliyor. Bu projelerin bütçesinin bir miktarını Fiare Etik Bankası’ndan aldığımız krediyle, bir bölümünü de ortak aidatlarıyla karşılıyoruz. Sonuçta proje ortaklarının sermayesi kısıtlı. Geriye kalan miktarı da bu kampanyayla kolektifleştiriyoruz. Böylece modele ideolojik destek verenleri sürece katıyoruz. Çok pratik bir yöntem. Çünkü geleneksel bankalar kredi için önümüze çok engel çıkarıyor.
Ortaya çıkmasına vesile olduğunuz bir inşaat kooperatifi de var: La Constructiva. Kuruluş hikâyesi, Sostre Civic ile ilişkisi nasıl?
La Constructiva Katalan Hükümeti’nin dayanışmacı ekonomiyi desteklemek için hayata geçirdiği Projectes Singulars (Sıradışı Projeler) fonu sayesinde kuruldu. Kooperatifimiz dayanışmacı ekonomi ağında hızla yayılıyor, demokratiğiz, çoksesliliğe önem veriyoruz, evet hepsi tamam. Ama iş inşaat aşamasına geldiğinde bizatihi emlak krizine sebep olmuş inşaat şirketleriyle çalışmak zorunda kalıyoruz. Halbuki bu alanda da rahatlıkla kooperatifleşilebileceğini gördük. Kuruluşuna, evet, vesile olduk, ama La Constructiva kendi örgütlenmesi olan ayrı bir kooperatif. Çok yakın çalışıyoruz. An itibariyle bizden başka müşteriye ihtiyaçları yok. Teknik ekiplerimiz sürekli dirsek temasında.
Dayanışmacı ekonomi ağı içinde diğer örgütlerle nasıl ortak çalışıyorsunuz?
18 kooperatiften oluşan kooperatif grubu Ecos’un üyesiyiz. Ecos’taki kooperatiflere öncelik veriyoruz. Tüm kooperatifler aynı mekândayız. Dolayısıyla, hizmeti “yakınlarda” buluyoruz. Dışarıdan almamız gereken hizmetleri de mümkün olduğunca dayanışmacı ekonomi ağından tedarik ediyoruz. Ayrıca, Dayanışmacı Sosyal Ekonomi Ağı XES’in bir parçası olan Dönüştürücü Kooperatifçi Konut Sektörü komitesinde yer alıyoruz. Komite kamu kurumlarıyla sürekli iletişim halinde, siyasi etki yaratmak için çaba sarf ediyor.
Konut kooperatifçiliği ekolojik çözümleri, sürdürülebilirlik, sosyal entegrasyon, istihdam gibi birçok temayı beraber ele almaya başladı. Siz bu konularda neler yapıyorsunuz?
Yapı malzemesi olarak ahşap geri geldi. La Borda ve La Balma projelerinde büyük miktarda ahşap kullandık. Epey güneş paneli kullanıyoruz. Gruplar mimarların da yardımıyla yapıların ekolojik ayak izini en aza indirmeye ve kaynakları kolektif hale getirmeye çalışıyor. En güzel örnekler binalardaki müşterek çamaşırhaneler. Hem enerji tasarrufu sağlıyor, hem sosyal etkileşime yol açıyorlar. Ortak mutfaklar hakeza. Çoğu projede dairelerde mutfak var. Ama örneğin Pomaret‘te, biraz da restorasyon gereği, daireler tek bir mekândan oluştu. Diğer bütün mekânlar ortak kullanıma ayrıldı. Bir önemli ayrıntı da misafir odası. İnsanlar genelde ev ararken 3+1 daire istiyor. Çünkü misafir odası arzu ediyorlar, ama o oda yılın 11 ayı boş durur. Bu yüzden La Balma‘da bir daire 30 ailenin kullanımına açık ortak bir “misafir dairesi” olarak ayrıldı. Böylece bu mekân kolektifleştirildi. Pomaret projesinde de virane bir binayı rehabilite edip yeniden tasarladık, yani binayı “geri dönüştürdük.”
Önümüzde daha çok yol var, ama değişimi görüyoruz. Uzun yıllardır dile getirdiğimiz taleplerin bazıları bu dönemde cevap buldu. Örneğin, boş kamu arazileri konut kooperatifleri için ihaleye açıldı.
2015’te Barcelona belediye başkanı seçilen Ada Colau bir barınma hakkı aktivistiydi. Görevde olduğu beş sene barınma hakkı açısından olumlu sonuçlar yarattı mı?
Önümüzde daha çok yol var, ama değişimi görüyoruz. Uzun yıllardır dile getirdiğimiz taleplerin bazıları bu dönemde cevap buldu. Örneğin, boş kamu arazileri konut kooperatifleri için ihaleye açıldı. Bizim mesuliyetimiz giderek daha talepkâr olmak ve bu modelin yasal çerçevesi için Belediye’yi zorlamak. Soylulaştırmanın önemli nedenlerinden biri olan turistik daire kiralanmasına karşı da mücadele veriliyor. Bir yandan da özel sektör, pazar ve şehir halkı arasında kalıyorlar. Bunu bir sorun olarak tespit edilmesi bile ilginç. Alternatif konut modellerini yaymak için de çalışıyorlar. Geçen yıl Birinci Konut Kooperatifleri Sokak Festivali’ni düzenlediler. Evet, seçimlerin hemen öncesiydi, biraz propaganda amacı vardı, ama yine de önemliydi.
Ayrıca her yeni binada dairelerin yüzde 30’unda kira tahdidi uygulaması getirildi. Böylece dar gelirli ailelere yer açmak istiyorlar. Colau “Serbest piyasa ekonomisini, pazar kendi kendini düzenler ideolojisini terk etmeliyiz” diye doğrudan ifade etti. Ama mesela çığ gibi artan zorla tahliyeler konusunda belediye yeterince yol katetmedi. Yerel ve merkezi yönetim (İspanya) arasında yetki sorunu da var. Ama yerelde daha fazla şey yapılabileceğine, merkezin yasalarına çomak sokulabileceğine inanmak istiyorum.
Walden XXI projenizin hikâyesini, Walden 7 ile ilişkisini anlatır mısınız?
Walden 7 ünlü mimar Ricardo Bofill’in de yer aldığı bir kolektif tarafından 1975’te Barcelona metropolitan alanının Sant Just Desvern ilçesinde mimari bir ütopya olarak inşa edilmiş. Binden fazla kişinin bir binada özyönetime dayalı bir ortak yaşam kurması hayal edilmiş. Projenin ilham kaynağı ABD’li anarşist düşünür Henry David Thoreau’nun Walden kitabı. Thoreau kitapta ormanda, ileri teknolojiden uzak, basit bir hayat tasavvur ediyor. Thoreau’nun bugünün küçülme ve ekoloji kuramlarına ilham veren bir yaklaşımı var. Bizim projemiz de hem bir önceki neslin çabasına hem de Thoreau’nun basit ve ekolojik yaşam idealine gönderme yapıyor. Özellikle de konut konusundaki spekülatif eğilimler söz konusu olduğunda, bu anlayış bizim amaçlarımıza cuk oturuyor. Walden XXI yaşlı insanların dayanıştığı, sürdürülebilir, makul ve kooperatifçi bir hayatı amaçlıyor. Walden XXI, Sant Feliu de Guíxols kasabasında terk edilmiş eski bir otel binası. Proje ortaklarının yaşları 55 ila 70 arasında. “Yaşlılığımız üzerinden ticaret yapılmasını istemiyoruz” diyorlar. Zira yaşlılık huzurevleri üzerinden metalaştırılıyor. Huzurevinin bir köşesinde gün saymaktansa aktif bir yaşlılık geçirmeyi tercih ediyorlar. Çoğunun bir konut sorunu yok, hatta bir kısmı orta-üst sınıf. Bu konuda kooperatifte tartışma yaşanıyor, “toplumsal dönüşüme doğrudan, sınıfsal bir etkisi yok” diyenler var.
Müşterek yaşamak için tasarlanan binada barınma maliyeti huzurevine göre çok daha düşük. Ama yine de orta-alt sınıfa göre yüksek. Çünkü tarihi binayı yaşanır hale getirmekle iş bitmiyor. Böyle bir yaşlılık modelinde farklı ihtiyaçlar doğuyor. Örneğin yemek yapacak biri, ya da temizlik hizmetleri gerekiyor İlerde belki haftada iki-üç gün hemşire ya da fizyoterapist de gerekecek.
Çeviri: Pelin Doğan (Col·lectivaT Kültürel Çeviri, Araştırma ve Dil Teknolojileri Kooperatifi)