31 Mart seçimleri sonrasında peşpeşe açıklanan “yapısal reform” ve “yapısal dönüşüm adımları” ne getiriyor, ne götürüyor? Daha doğrusu, kime ne getiriyor, kimden ne götürüyor? “Kim” kısmını tahmin etmek zor değil, “ne” kısmı ve bunun “nasıl”ı ve de hangi sonuçları doğuracağı ise tahmin edilenden çok daha vahim. Sarayın “yeni ekonomi planı”na yakından bakıyoruz. Express’in yaz sayısından naklen…
Neoliberaller bir toplumda finansal okur-yazarlığın gelişmesini çok ister ve hatta bunu kutsar. Bir toplum, finans piyasaları ve araçları konusunda ne kadar fazla bilgilenirse, tasarrufların o kadar artacağını ve finans piyasalarına akacağını düşünürler. Yani sonuçta, arkada yatan amaç, insanların finansal alanda bilinçlenmelerinden çok, ellerindeki paranın finans piyasalarına çekilerek dev sıcak para fonları içinde erimesini, onlara güç katarak daha fazla kazanmalarını sağlamaktır.Yaşamakta olduğumuz kriz günlerinde, dünyanın bütün neoliberal iktisatçılarının gözlerini yaşartacak gelişmelerin içinden geçiyoruz. Neoliberalleri hayran bırakacak gelişme, “finansal okur-yazarlık” alanında yaşadığımız büyük “aydınlanma”.
Türkiye’de ekonomi haberlerini takip edenler düne kadar döviz, faiz, borsa, tahvil, repoyu biliyordu. Şu günlerde “level atlamış” durumdalar. Borsa, tahvil, döviz artık basit konular derekesine düştü. Şimdi döviz rezervi, net rezerv, brüt rezerv, swap, Londra swap piyasası, Merkez Bankası swap piyasası gibi derin mevzular konuşuluyor. Ki bunlar, üniversitede iktisat okumuş ortalama bir bankacının bile tam olarak hâkim olmadığı konular. Neoliberallerin gözü yaşarmasın da ne olsun…
Kamu bankalarının sermayelerinin artırılması için Hazine özel tahvil çıkartacak ve bu tahviller kamu bankalarına sermaye olarak konacak. Bu, kamu bankalarının batık kredi zararının Hazine tarafından ödenmesi anlamına geliyor. Seçim kazanmak için kamu bankalarını bol kepçe kredi dağıtmaya zorlayan iktidar, zararı vergiler yoluyla halka yüklemiş olacak.
Bu uzmanlığımızı kaptan Tayyip Erdoğan ve serdümen Berat Albayrak’ın günü kurtarmak için yaptığı manevralara borçluyuz. Asıl derdi seçimler atlatılana kadar günü kurtarma olan, sorunun özünü çözmeye değil, ertelemeye odaklanan kısa vadeli taktikler yüzünden daha önce gündemimize girmeyen konuları tartışır hale geldik.
Damat bakan Berat Albayrak’ın 31 Mart seçimleri sonrasında açıkladığı “yapısal reform” programı bile yılın kalan sekiz ayında yapılacaklar listesinden ibaret çıkmıştı. Kapsamlı ve bütünlüklü olmaktan çok uzak olan bu “plan”, içeride ve dışarıda ekonomi aktörleri tarafından hiç de tatmin edici bulunmadı. Hatta yurtdışında alaycı eleştirilerle karşılaştı.
Bakan Albayrak’ın plan olmaktan çok uzak bu yapılacaklar listesi, Süleyman Demirel’i hatırlatıyor. Demirel 1960-70’li yıllarda, 1961 Anayasası ile ekonomi politikalarının merkezine giren “planlı ekonomi”ye karşı çıkarken, “bize plan değil, pilav lâzım” derdi.
Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak’ın 10 Nisan’da açıkladığı “Yapısal dönüşüm adımları” da bir ekonomik plandan çok bir pilav tarifi gibiydi. Tarifi saray mutfağında hazırlanan ve damat Albayrak tarafından pişirilecek bu pilavın sofraya konması, İstanbul’da seçimler tekrarlanacağı için haziran sonrasına ertelenmiş gözüküyor.
“Pilav”ın tatsız-tuzsuz bir şey olacağı seçim sonrasına ertelenmesinden de belli. Ancak tek sorun pilavın tadında değil, bu pilav birilerinin karnını doyururken, birilerini aç bırakacak. Birilerinin pirincini, yağını elinden alırken başka birilerinin önüne bol kepçe yemek tabakları koyacak. Asıl sorun da burada.
Şimdi damat Berat’ın soframıza koyacağı Erdoğan usûlü pilavın içinde neler var, neler yok, kimlerin karnını doyuracak, kimleri aç bırakacak, adım adım bakalım.
BANKALAR: Zombi şirketler holdingi ve pazaryeri olacak
Sorun: Bankaların sorunu giderek artan batık krediler. Bunların bir kısmı yeniden yapılandırıldı. Yani anapara ve faiz ödemeleri ertelendi. Dolayısıyla, yeniden yapılandırılan kredilerin de batıklardan fiilen bir farkı yok banka geliri açısından. Çünkü bu kredilerden bankalar uzun süre bir gelir elde edemeyecek.
Batık kredi miktarının resmi açıklamalarda gösterilenden çok daha fazla olduğu herkesin kabul ettiği bir gerçek. Korkutucu olan ise, süren ekonomik kriz nedeniyle batık kredi miktarının hızla artacak olması. Artan maliyetler ve düşen cirolar yüzünden şirketler cephesinde, artan işsizlik ve düşük ücretler yüzünden bireysel krediler cephesinde sorunlu krediler artmaya devam edecek.
Sorunlu ve batık kredilerdeki artış, bankaların sermaye yeterlilik oranlarının bozulmasına, kârlarının ve özvarlıklarının aşınmasına yol açıyor. Soruna çare bulunamazsa, şirketler ve bireyler cephesindeki aşırı borç yükü sorunu bankacılık sistemini sarsmaya başlayacak. Bu, ekonomi için büyük tehlike.
Çözüm planı 1: Albayrak’ın açıkladığı pakette yer alan önlemlerin en somutu kamu bankalarının sermayelerinin artırılması. Bu iş bankaların sermayesine nakit para koyarak yapılmayacak. Bunun için Hazine 28 milyar TL tutarında özel tahvil çıkartacak ve bu tahviller kamu bankalarına sermaye olarak konacak. Bankalar da bu tahvilleri Merkez Bankası’nda zorunlu karşılık olarak veya repo işlemlerinde kullanarak dolaylı olarak nakde çevirmiş olacaklar. Böylece sermayesi kâğıt üzerinde artmış gözüken bankalar, daha fazla yeni kredi verebilir hale gelecek.
Sermaye artırım işlemi özel bankalarda ise kâr payı dağıtmalarına yasak getirerek yapılacak. Özel bankalar, hisse sahiplerine kâr payı dağıtmayarak kârı sermayelerine ekleyecekler.
Sonuç: Bu plan, kamu bankalarının batık kredi zararının en sonunda Hazine tarafından ödenmesi anlamına geliyor. Yani seçim kazanmak için kamu bankalarını bol kepçe kredi dağıtmaya zorlayan iktidar, ortaya çıkan zararı vergiler yoluyla halka yüklemiş olacak.
Üstelik ortaya konan bu çerçevenin, sorunun özünü çözmekle de alâkası yok. Ortadaki sorun, şirketlerin ve ailelerin aşırı borç yükü altına girmiş ve bu borçları ödeyemez halde gelmiş olmaları. Bu plan, şirketlerin ve ailelerin borç yükünün nasıl hafifletileceğine veya onların nasıl borç öder hale getirileceğine dair hiçbir şey söylemiyor. Planın amacı, batık kredilerin bankalarda yaratacağı hasarı kontrol altına alabilmekle sınırlı.
Planın başarısı bankaları daha fazla kredi verebilir hale getirecek.Şirketleri ve aileleri borç ödeyemez hale düşüren koşullara ilişkin bir çözüm olmadan bankaların kredileri artırmalarını sağlamak belki geçici olarak büyüme oranlarını toparlayabilir, ama borç sorununu daha da ağırlaştırır.
Bankaların batık kredili şirketlere veya mallarına el koymasıyla, bankalar zombi şirketler holdingi haline gelecek, buna bağlı olarak zombi şirketlerin ve varlıklarının satışa çıktığı bir pazaryeri oluşacak. Servetlerin el değiştirdiğine şahit olacağız. İkinci sonuç da işe yarar şirketlerin kelepir fiyata yabancı sermayenin eline geçmesi.
Çözüm planı 2: Bankalar cephesindeki ikinci adım, geri ödenmeyen veya ödemesi sorunlu olan kredilerin yeniden yapılandırılmasını hızlandıracak düzenlemeler olacak. Birden fazla bankaya borcu olan ve kredilerini geri ödeyemeyen şirketlerin yeniden yapılandırma istemesi halinde bankaların çoğunluğu bir plan üzerinde anlaşırsa, diğer bankalar da buna uymak zorunda olacak.
Bu çerçevede borçlu şirketin ipotek ettiği varlıklarına el koymak ya da şirketi kısmen veya tamamen bankanın bir iştiraki haline getirerek şirkete el koymak gibi düzenlemeler de yapılacak. Konkordato, icra-iflas ve ipotek işlemlerini hızlandıracak, kolaylaştıracak düzenlemeler de bankacılık cephesindeki bu adımları destekleyen, tamamlayan adımlar olacak.
Sonuç: Bu plan sorunlu krediler cephesinde yapılacak operasyonların hızlandırılmasını amaçlıyor. Borcu yeniden yapılandırılarak kurtarılacak şirketlerin nasıl seçileceği, şirketin tamamına veya varlıklarına el konulacak şirketlerin nasıl belirleneceği henüz belli değil. Bu operasyonlarda ekonomik kriterlerin mi, kayırmacılık ve yandaşlık kriterlerinin mi etkin olacağı soru işareti.
Sonuç olarak, bu operasyonların hızlandırılması iflasların hızlanacağını haber veriyor. İkinci olası sonuç da bankaların batık kredili şirketlere veya mallarına el koymasıyla, bankaların zombi şirketler holdingi haline gelecek olması. Buna bağlı olarak zombi şirketlerin ve varlıklarının satışa çıktığı bir pazaryeri oluşacak. Bankalar batık kredi zararlarını azaltmak için bunları haraç-mezat satma yoluna gidecekler.
Sonuç olarak, servetlerin el değiştirdiğine şahit olacağız. Bu sürecin ne kadar temiz yürüyeceği ayrı bir merak konusu. İkinci olası sonuç da işe yarar şirketlerin kelepir fiyata yabancı sermayenin eline geçmesi olacak.
Çözüm planı 3: Bankaların sorunlu kredileri varlık yönetim şirketlerine satarak bilançolarından çıkartmalarını kolaylaştıracak düzenlemeler yapılacak.
Bu konuda “hassas” görülen iki sektör için iş rastlantıya bırakılmamış ve bunlar için özel plan hazırlanmış. Enerji sektöründeki sorunlu ve batık krediler için Enerji Girişim Sermaye Fonu, inşaat sektöründeki sorunlu ve batık krediler için Gayrımenkul Fonu kurulması planlanıyor.
Plana göre, enerji ve inşaat sektöründeki şirketlerin borçlarına karşılık hisseleri bankalara geçecek. Böylece borçlar ödenmiş sayılarak batık enerji ve inşaat şirketleri kurtarılmış olacak. Bankalar borçlarına karşılık aldıkları şirket hisselerini bir fonda toplayacak ve bu fonu yerli ve yabancı sermayeye açacaklar.
Sonuç: Bankaların sorunlu kredileri satmaları ancak ölü fiyatının bile altına razı olmalarıyla mümkün. Zaten bankalar, şu âna kadar yerli ve yabancı varlık yönetim şirketleriyle yaptıkları ortak toplantılarda buna pek gönüllü olmadıklarını gösterdiler. Muhtemelen, bankalar ileride işler iyice tıkandığında soruna devletin el koyacağını ve kendileri için daha az zararla faturanın kamuya yıkılabileceğini düşünüyorlar.
Sağlam bir ipotek karşılığı verilmiş olan sorunlu kredilerin varlık yönetim şirketlerine satışı daha kolay olabilir. Bu durumda da borçlu şirketler, tek amacı kâr etmek olan varlık yönetim şirketlerinin insafına terk edilmiş olacak. Varlık yönetim şirketleri, borçlu şirketlerin mallarını veya hisselerini gözlerinin yaşına bakmadan haraç-mezat satacaklar. Bu sürecin sonucu da ekonomik kayıp, kelepir fiyatlara servet transferi ve yabancılaşma olacak.
Enerji ve inşaat sektörlerine özel fon planı ise iktidarın bu sektörler konusundaki hassasiyetini sorgulatır nitelikte. Çünkü başta enerji olmak üzere bu iki sektördeki sorunlu kredilerin kimlere ait olduğuna baktığımızda, karşımıza havalimanlarından köprülere dev kamu ihalelerinin çoğunu alma ayrıcalığına sahip birkaç yandaş müteahhit çıkıyor.
Öyle görünüyor ki, birkaç yandaş müteahhidi kurtarmanın karşılığında enerji sektörünün topluca yabancılaştığı bir sonuçla karşı karşıya kalacağız.
PATRONLAR: Dolce Vita hayatın faturası geldi gelmesine, ama…
Sorun: Erdoğan iktidarının yıllardır izlediği aşırı iç ve dış borçlanmaya dayalı hormonlu büyüme politikası duvara çarpmış bulunuyor. Zaten özünde sürdürülemez olan bu politika, hem dünya ekonomisindeki ve global piyasalardaki gelişmeler, hem de içeride ekonominin yığılan sorunları yüzünden artık iflas noktasına gelmiş durumda.
Patronlar aşırı borçlanmanın körüklendiği yıllarda iyi kârlar elde ettiler, servetlerini artırdılar. Hatta ekonomi tıkanmaya başladığında Kredi Garanti Fonu benzeri uygulamalarla pompalanan ucuz kredileri bile işlerini düzeltmekten çok servet edinmek için kullanan fırsatçılar oldu.
Artık bu yolun sonuna geldik ve şimdi hesap ödeme zamanı. Artan faizler, yükselen kurlar bu faturayı daha da ağır hale getirdi.
Çözüm planı: Bakan Albayrak’ın ortaya koyduğu planın patronlar cephesinde hem fatura hem kurtarma var. Ancak bu fatura ödetme ve kurtarma işlerinin nasıl yürüyeceği henüz belli değil.
Planın fatura tarafında icra-iflas süreçlerinin hızlandırılması, bankaların şirket varlıklarına ve hisselerine el koymasının kolaylaştırılması, şirketin kredi borçlarının varlık yönetim şirketlerine satılması var.
Planın kurtarma tarafında ise konkordato işlemleri ile kredi yapılandırmalarının kolaylaştırılması ve hızlandırılması şeklinde borçlu şirketleri destekleyecek düzenlemeler var.
Tarımda Milli Birlik Kooperatifi ve Semerat Holding planı tarım için deprem etkisi yaratacak bir tasarı. Çünkü tarım ve çiftçinin kaderi yabancı ilaç ve tohum tekelleri ile diğer büyük sermaye şirketlerinin çıkarlarına teslim edilecek.
Albayrak’ın planında patronların bütünü için faturayı hafifletecek önemli vaatler de yer alıyor. Bunlardan biri kurumlar vergisi oranlarında indirim vaadi.
Ancak ödenecek faturada patronlar için asıl önemli kurtarıcı kıdem tazminatı başta olmak üzere işçi çıkarmayı kolaylaştıracak sözde “işgücü esnekliği” adımları olacak.
Sonuç: Fatura ödetme ve kurtarma formüllerinin nasıl ve ekonomik açıdan ne kadar rasyonel uygulanacağını bilmiyoruz. Bu konuda açıklanmış bir ilkeler manzumesi yok elimizde. Daha sonra olur mu, bundan da emin değiliz.
Hangi patronun fatura ödeyeceği, hangisinin kurtarılacağı sırat köprüsünde belli olacak. Kader ânında karar masasında alacaklı bankaların yanısıra hükümetin gölgesi de bulunacak.
İşçi çıkarmayı kolaylaştıran “çözümler” ile vergi indirimi, tüm patronların yaşadıkları dolce vita hayatının faturasını kendilerinin yerine emekçilere yıkmalarına hizmet edecek.
Sonuç olarak, patronlar içinde bedel ödeyenler de olacak, ama Erdoğan iktidarının çözüm planı, patronların faturanın büyük bölümünü emekçilere ve tüm topluma yıkarak defteri kârla kapatmalarına hizmet edecek.
BORÇLU VATANDAŞLAR: Planda yerleri yok, kaderleriyle baş başa
Sorun: Bireylerin ve ailelerin borçlanmaya teşvik edilmesi, Erdoğan iktidarının temel politikalarından biri olageldi. İzlenen ekonomi politikalarıyla ailelerin gelirlerindeki artışın çok üzerinde bir hızla borçlanmaları sağlandı. Bu politika bir yandan insanların gelir düzeylerindeki artışın oldukça üzerinde bir refah içinde yaşamalarını sağlarken, diğer yanda borç yüklerini kaldıramayacakları boyuta taşıyarak hayat şartlarını güvencesiz hale getirdi.
Artan banka ve kredi kartı borçlarının yol açtığı güvencesizlik hali bir tarafta emekçileri çalıştıkları işyerlerinde daha kötü koşullara razı olmaya iterken, diğer tarafta AKP’nin “siyasi istikrar bozulursa faizler artar” öcüsüyle gönülsüz bir siyasi destek devşirmesinin aracı oldu.
Şimdi derinleşen ekonomik kriz, çığ gibi büyüyen işsizlik, yüksek enflasyon karşısında düşen ücretler ve artan faizlerle bireysel kredilerde de batık oranları hızla artıyor.
Bu durum, banka kârlarını etkilemesinin yanısıra devasa bir ipotek ve haciz davaları patlamasıyla hukuk alanında da bir yük yaratıyor.
Çözüm planı: Albayrak’ın planı, vatandaşın borç sorununa adeta gözlerini kapatıyor. Açıklanan planda bireysel kredi borçlarına ilişkin net ve ayrıntılı bir şey yok. Bu sorun bankalar cephesinde yapılacak genel düzenlemelerle aynı muameleyi görecek.
Bireysel kredi borçlarının belirli bir planla affedilmesi, faizlerinin ve temerrüt faizlerinin sıfırlanması veya düşürülmesi, içinde oturulan ipotekli konutlar için muafiyetler gibi çözümlerin iması bile yok.
Sonuç: Kredi borçlusu vatandaşlar, bankalar cephesinde şirket odaklı tasarlanan düzenlemelerden paylarına ne düşerse ona razı olacaklar.
Bunun bir tarafında borçların yeniden yapılandırması var. Bu konuda bankaların ne kadar cömert davranacağı ve faiz politikalarının nasıl olacağı önemli bir soru işareti.
İşin karşı tarafında yer alan ipotek ve haciz işlemlerinde bankaların elini rahatlatacak düzenlemeler ise can yakacak. Bu uygulamalar bankaların ipotek karşılığında el koyduğu otomobil ve evlerin sayısını hızla artırırken, borçlu aileler için bir mülksüzleşme süreci yaratacak.
ESNAF VE SANATKÂRLAR: Patronluğa elveda, işçiliğe merhaba
Sorun: Türkiye’nin ekonomisinde küçük işletmeler hem üretim hem istihdam açısından hayati bir yere sahip. Bu işletmeler zayıf sermaye yapılarıyla ekonomik dalgalanmalardan aşırı ölçüde etkileniyor. Ekonomik kriz koşullarında yüksek enflasyonla artan enerji ve hammadde maliyetleri karşında daralan pazar küçük işletmeleri sarsıyor.
Bu ortamda yükselen kredi faizleri küçük işletmelerin finansman sıkıntısını iyice artırıyor, borç yükü ağır olanları tamamen savunmasız hale getiriyor. Sonuç, kepenk kapatan küçük işletme sayısında hızlı artış ve yüz binleri bulan istihdam kaybı oluyor.
Çözüm planı: Albayrak’ın yaptığı açıklamada küçük işletmelere özgü bir düzenleme yok. Geçmişte uygulanan genel uygulamalar ve desteklerin dışında, krize özel bir çözüm paketinden söz edilmiyor.
Sonuç: Küçük işletmelerin kırılgan yapılarını dikkate alan özel bir kriz planının olmaması, onların da büyük işletmelerle aynı kefede değerlendirilmesi sonucunu doğuracak. Bu durumda küçük işletmeler cephesinde hacizler, iflaslar ve işten çıkarmaların hızlanarak devam etmesi kaçınılmaz. Çok sayıda esnaf ve sanatkârın kepenk kapatarak işçi olarak çalışmak üzere iş arayışına başladığını göreceğiz.
ÇİFTÇİLER: Kendi toprağında büyük sermayenin işçisi olacak
Sorun: Çiftçilerin sorunları, tarımın kapsamlı ve karmaşık sorunlarıyla iç içe. Dolayısıyla, sadece çiftçileri değil, hepimizi yakından etkiliyor. İzlenen politikaların sonucu olarak yüksek gıda enflasyonu aile bütçelerini sarsıyor.
Odağına üretimi ve çiftçiyi almayan politikalar, etten patates-soğana, her sıkıntıya ithalat çözümü getirerek sorunu daha da çözümsüz hale sokuyor. İlaçtan gübreye, mazottan tarım makinalarına kadar tüm girdi maliyetleri artan döviz kurlarıyla birlikte hızla yükselirken, rant odaklı politikalar tarım ve orman alanlarını daraltıyor.
Yanlış ve yetersiz fiyat politikaları çiftçiyi üretimden caydırırken, yükselen faizler çiftçileri tam bir kskaca alıyor.
Çözüm planı: Albayrak’ın açıkladığı planda tarım oldukça geniş yer alıyor. Ancak planda üretici çiftçinin yeri yok. Oysa üretici çiftçiyi görmezden gelen bu plan, tarımda yapıyı kökten değiştirmeyi amaçlıyor.
Buna göre Tarım ve Orman Bakanlığı taşra teşkilatı Tarım Kredi Kooperatifleri ile birleştirilerek Tarımda Milli Birlik Kooperatifi kurulacak. Çiftçilerin bu kooperatife üye olmaları zorunlu olacak. Tarımda Milli Birlik Kooperatifi tarımsal üretim, girdi temini, ithalat gibi konularda görev yapacak.
Yeni yapının kritik ayağı ise Semerat Holding adı verilen bir özel şirket olacak. Semerat Holding’de Milli Birlik Kooperatifi yüzde 35, Toprak Mahsulleri Ofisi, Atatürk Orman Çiftliği, Çaykur, Türk Şeker gibi tarımsal KİT’ler yüzde 15 hisseye sahip olacak. Holdingin yüzde 50 ile çoğunluk hissesi ise ve yerli, yabancı şirketlerde olacak. Tarım Bakanlığı’ndan sızan bilgilere göre, Varlık Fonu benzeri bir yapıya sahip olması planlanan Semerat Holding’e Ülker, Eti, Sütaş, Namet, Pınar, Unilever, TK Holding, Kastamonu Entegre, Migros, Borsa vb. şirketlerin ortak olması düşünülüyor. Tarımsal KİT’ler aynı zamanda bu holdingin iştiraki yapılacak.
Bu yapısal değişikliğe paralel olarak üretici çiftçiler sözleşmeli tarıma yönlendirilecekler.
Kıdem tazminatında mevcut sistem kaldırılarak yerine bir fon kurulacak. Fonun yönetimi Hazine’ye bırakılacak. İşçi ve işverenden yapılacak kesintiler Kıdem Tazminatı Fonu’nda toplanacak. İşçiler açısından güvencesizliği pekiştiren, işten çıkarmaları son derece keyfi ve kolay hale getiren bir çalışma düzeni ortaya çıkacak.
Sonuç: Sözleşmeli tarım, toprak veya hayvan sahibi çiftçinin büyük sermaye sahibi bir şirkete bir sözleşmeyle bağlı hale gelmesi demek. Bu sözleşmeyle sermaye şirketi çiftçinin ürününü belirlenen bedelle satın almayı taahhüt eder. Bunun karşılığında çiftçi, sermaye şirketinin istediği koşullara uyarak üretim yapmayı kabul eder.
Bu aslında bir tür “modern tefecilik” ilişkisidir. Bu sistemde çiftçi, sermaye şirketine tamamen bağımlı hale gelir ve kendi toprağında işçi haline dönüşür. Tarım üretiminin sermaye şirketinin kâr hedeflerine göre şekillendiği bu düzende, çevre ve sürdürülebilirliğin yerini kâr maksimizasyonu alır. Çiftçinin mülkiyet dahil hakları, sermaye şirketinin tasarrufuna terkedilmiş olur. Bu sürecin sonu, çiftçilerin topraklarını terketmeleri ve zamanla sermaye şirketine satmaları ve tarım arazilerinin büyük sermaye tekellerinin elinde toplanması olacaktır.
Tarımda Milli Birlik Kooperatifi ve Semerat Holding planı ise tarım için deprem etkisi yaratacak bir tasarı. Tarım Bakanlığı’nın yerini alacak olan bu yapı, çiftçileri girdi temininden üretime ve pazarlamaya kadar her alanda Tarımda Milli Birlik Kooperatifi’ne tamamen bağımlı hale getiriyor. Çiftçinin bağımsız ve serbest hareket edebilmesi imkânını yok ediyor.
Ancak sorun bununla da bitmeyecek. Çünkü tarımda asıl belirleyici, çoğunluk hissesi yabancılar da dahil özel şirketlere ait Semerat Holding olacak. Böylece tarım ve çiftçinin kaderi yabancı ilaç ve tohum tekelleri ile diğer büyük sermaye şirketlerinin çıkarlarına teslim edilecek. Bu sistem de çiftçileri zamanla topraklarını büyük sermaye şirketlerine satmaya zorlayacak.
Böyle bir yapının gerçek bir “beka sorunu” yaratacağını görmek için tarım uzmanı olmaya ihtiyaç yok.
EMEKÇİLER: Krizin faturasının yıkılacağı taraf
Sorun: Ekonomik krizin yarattığı hasarı en önde ve en sert şekilde yaşayan kesim emekçiler. Yüksek enflasyon karşısında eriyen ücretler, emekçileri yoksullaştırıyor. Yoksullaşmayı hızla yaygınlaşan işten çıkarmalar daha da derinleştiriyor. Tüm bunlar çoğu aile için banka ve kredi kartı borcu ile birleşince kriz daha yakıcı bir hal alıyor. Kayıtdışı istihdamın yaygınlığı, sendikalaşmanın baskı altında tutulması başta olmak üzere güvencesiz çalışma koşulları, kriz yönetiminde emekçileri ilk hedef haline getiriyor.
Çözüm planı: Albayrak’ın açıkladığı planda emekçiler ve emekçilerin sorunlarına dair çözümlere hiç yer yok, ama emekçilerin hayatını derinden etkileyecek bir dizi hazırlık var.
İlk sırada kıdem tazminatının bir fona dönüştürülmesi var. Buna bireysel emeklilik sisteminin zorunlu hale getirilmesi eşlik ediyor.
Plana göre, kıdem tazminatında mevcut sistem kaldırılarak yerine bir fon kurulacak. Fonun yönetimi Hazine’ye bırakılacak. İşçi ve işverenden fon için yapılacak kesintiler merkezi düzeyde Kıdem Tazminatı Fonu’nda toplanacak. Bireysel emeklilik sistemine giriş zorunlu hale getirilecek ve çıkışlar yasaklanacak. Kıdem Tazminatı Fonu ile bireysel emeklilik sistemi birbirini tamamlayan unsurlar olacak.
Sonuç: Kıdem tazminatı sistemindeki değişiklik gerçekleşirse, işçiler açısından güvencesizliği pekiştiren, işten çıkarmaları son derece keyfi ve kolay hale getiren bir çalışma düzeni ortaya çıkacak.
Mevcut sistemde işveren işçiyi işten çıkarmak istediğinde, işçinin kıdemine göre her yıl için bir brüt maaş tutarında tazminat ödemek zorunda. Brüt maaş hesabına işverenin düzenli olarak yaptığı yemek, servis, giyim-kuşam, alışveriş çeki, ikramiye gibi maaş dışı ödemeler de dahil ediliyor. Kıdem tazminatı ödemek zorunda olması, işverenleri işten çıkarma kararlarında caydırıcı bir rol oynuyor ve keyfi işten çıkarmaları frenliyor.
Yeni sistemde patron işten çıkardığı işçiye bir tazminat ödemeyeceği için keyfi işten çıkarmaların önünde hiçbir engel kalmayacak. Ayrıca, işçiler işten çıkartıldıklarında Kıdem Tazminatı Fonu’ndan da tazminat alamayacaklar. İşçiler artık kıdem tazminatını ancak emekli olduklarında alabilecekler. Bunun dışında, ev almak istediklerinde biriken tazminatlarının belirli bir miktarını çekebilecekler.
Üstelik alacakları tazminat, şimdikinden çok daha az olacak. Mevcut uygulamada işçilerin kıdem tazminatı, aldıkları son brüt giydirilmiş ücrete göre hesaplanıyor. Yeni sistemde maaşlardan kesilen primlere göre bir hesap yapılacak. Dolayısıyla hesapta son ücret değil, geçmiş yıllardaki düşük ücret düzeyleri daha etkili olacak.
Eskiden kıdem tazminatı sadece işverenin bir yükümlülüğü iken, yeni sistemde kıdem tazminatı için işçinin maaşından da bir kesinti yapılacak. İşverenlerin kıdem tazminatı fonuna prim ödemelerini düzenli yapmalarının nasıl sağlanacağı da yanıtı olmayan bir soru işareti.
Hazine tarafından yönetilecek olan Kıdem Tazminatı Fonu’nun maliye için ucuz kaynak olarak kullanılacak olması da işçilerin bir diğer kaybı olacak. İşsizlere yardımdan daha çok işverenlere destek ve Hazine borçlanmaları için ucuz kaynak olarak kullanılan İşsizlik Fonu’na bir kardeş gelmiş olacak.
Kıdem tazminatında yeni sistemde işçilerin maaşından da prim kesileceği için zorunlu hale gelen bireysel emeklilik sistemiyle birlikte işçilere iki yeni vergi getirilmiş olacak.
Bu arada, şirketler için kurumlar vergisi oranlarını düşürme planı, aradaki farkın dolaylı vergilerle kapatılmasını zorunlu hale getirecek. Bu da, KDV ve ÖTV başta olmak üzere, emekçilerin üzerindeki vergi yükünün artırılacağının habercisi.
Bunların yanısıra iflas süreçlerini hızlandıracak, bankaların borçlu şirket hisselerine ve varlıklarına el koymasını kolaylaştıracak düzenlemeler de emekçilere işten çıkarmalardaki artış şeklinde yansıyacak.
İşin özeti, Erdoğan’ın mutfağında hazırlanacak pilav, emekçilerin evindeki pirince el konarak pişirilecek ve patronların tabaklarına kimine az, kimine bol kepçe dağıtılacak.
Express, sayı 169, Yaz 2019